Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

DEDEKTİ DERGİ KİTAP KULÜBÜNDE BU AY

Diğer Yazılar

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.

LAWRENCE BLOCK- UMDUĞUNU DEĞİL BULDUĞUNU YİYEN HIRSIZ

DEDEKTİ DERGİ KİTAP KULÜBÜNDE BU AY 1

Dedektif Dergi olarak geçtiğimiz sayılarda farklı kitap kulüplerine konuk olmuş, toplantı notlarımızı sizlerle paylaşmıştık. Okuma kulübümüzde yaptığımız toplantıları önceki sayılarda yayımladık. Okumayanlar veya tekrar okumak isteyenlere önceki sayılara bir göz atmalarını salık veririz.

Bu sayı için büyük usta L. Block’un Umduğunu Değil Bulduğunu Yiyen Hırsız romanını okuyup konuştuk.

Yedi Dedektif Dergi yazarının katıldığı toplantıdan hem okur hem de yazar olarak büyük keyif aldık. Sözü uzatmadan Reha Avkıran’ın sunumunu yaptığı kulüp toplantımızın sadeleştirilmiş metnini sizlerle paylaşmak isteriz. Kitabı okumak isteyen okurlar için sürpriz bozan uyarısı vererek başlayalım. Keyifli okumalar.

Reha Avkıran: Lawrence Block 1938 doğumlu. Dolu dolu yaşamış, polisiye edebiyata bolca eser vermiş bir Amerikalı yazar. Edgar ödüllü, 1944’de de Mistery Writers of America tarafından Büyük Usta unvanı verilmiş. New York’ta doğup büyümüş, halen orada yaşıyor. Kahramanları için de mekân olarak bu şehri seçmiş. Yazarlık hayatına erotik dergilere metin yazarak başlaması ilginç. Seyahat etmeyi seviyor ve bir gemi seyahatinde Bodrum’a gelmiş. Hatta orada bir tezgâhta kendi kitaplarına rastlayınca çok sevinmiş. Yazar, dosya konuğumuz olduğundan fazla tafsilata girmeyeceğim. Makalelerde zaten söz ediliyor, isteyen okurlar oradan bilgi edinebilir.

Çevirmen Mehmet Harmancı, 1932 doğumlu, English High School ve Işık Lisesi mezunu olup hukuk fakültesini yarım bırakmış. İlk hikâye çevirileri 1952’de Varlık Dergisi’nde basılmış, Yaşar Nabi Nayır’ın teşvikiyle yaptığı ilk çeviri kitabı 1953’te yayınlanmış. Aynı yıl askerliğini Kore’de Abdi İpekçi ve Can Yücel’le birlikte tercüman olarak tamamlamış, askerlik dönüşünde Milliyet Gazetesi’nde hikâye çevirileri yayınlanmış. 1965’te Köprü Yayınları’nı, 1973’de Tarık Dursun K. ile birlikte Koza Yayınları’nı kurmuş. 1990’da emekli olana kadar da özel bir kuruluşta yöneticilik yapmıştır. Çevirmen hakkında en ilgi çekici detay dokuz senelik bir süreçte 400 roman çevirisi yapabilmiş olmasıdır.  

Okuduğumuz kitap Bernie Rhodenbarr serisinin ilk romanı. Hikâye, Bernie’nin bir apartmana nasıl girebileceği hakkındaki düşünceleriyle açılıyor. Daha ilk sayfada yazar, hikâye anlatıcısının, yani kahramanımızın düşüncelerini bize ileterek, bu adamın pek sağlam bir pabuç olmadığını anlamamızı sağlıyor. Fakat adamın ne yapmak istediğiyle ilgili açıkça bir bilgi vermiyor. Yalnızca bir apartmana dikkat çekmeden girmek istediğini öğreniyoruz. Burada ne yapmaya niyetli? Hırsızlık mı yapacak, birini mi öldürecek, bomba mı yerleştirecek? Bu adamın kim ve niyetinin ne olduğu hakkında henüz hiçbir fikrimiz yoktur.

Birkaç sayfa sonra bir hırsız olduğunu anlayacağımız kahramanımıza sempati duymamızı sağlamak için adamı sevimli, esprili bir kişi olarak çizer. Sonuçta Bernie bir hırsız ve doğal olarak hırsızlar pek sevilecek insanlar değildir. Bunu incelikli ve eğlenceli bir şekilde yapabilmek için elbette L. Block gibi büyük bir yazar olmak gerekir. Örneğin Bernie, maymuncuğunu çıkarıp kapıyı açmadan önce tedbir olarak zili çaldığında; “Sizi temin ederim ki bu bir zaman kaybı değildir. Elli eyaletten kamu kurumları önce zil çalmayan gençler için yiyecek, giyecek ve barınak sağlarlar,” diyor. Sıradan bir yazarın “Zili çalmazsanız ve evde birileri olursa polis sizi yakalar ve hapse atar,” diyeceği bir durumu böylesine güzel, esprili bir dille anlatıyor yazarımız.

Adamın kilitler hakkında bilgi sahibi olduğunu, girdiği evlerden yükte hafif, pahada ağır şeyler çaldığını ve bu eve de başka birinin isteği üzerine (beş bin dolar karşılığında) mavi deri kaplı bir kutuyu çalmak için girdiğini anlıyoruz. Kutuda ne olduğunu bilmiyor fakat kendisini tutan adamın kutuyu açmaması konusundaki ısrarı karşısında kutuyu açma isteği duyuyor.

Yazar burada hikâyenin ilk kancasını atıyor. Kutuda ne var? Bernie kutuyu açacak mı? Açarsa başına ne gelecek?

Bu arada evin mimarisi, dizaynı, eşyalar, kitaplar hakkındaki düşüncelerinden adamımızın hamhalat biri olmadığını, belli zevkleri olduğunu anlıyoruz. “Burada epey kitap okurdum, ama nitelikli eserler, öyle modern pislikler değil,” diye düşünüyor bir ara. Burada ek bir bilgi vereyim: Serinin diğer kitaplarında Bernie asıl işini kamufle etmesi için bir sahaf dükkânı açıyor, işe çıkmadığı zamanlarda gerçekten de güzel eserler okuyor, devamlı müşterileriyle bunları tartışıyor.

Birinci bölüm okuru merak içinde bırakacak bir biçimde bitiyor: Bernie ellerinde silahlarıyla kapıdan giren polisleri görünce, “Sakin olun, yalnızca benim,” diyor. Başkasının evinde, iş üzerinde polislere yakalandığı halde neden telaşlanmıyor?

İkinci bölümde polisler içeri girdiğinde yazar Bernie’ye “Ray de kapıdan içeri bu genç arkadaşından önce girecek değildi ya,” dedirterek, Ray’in uyanık, kaşar bir polis olduğunu sezdiriyor. Ray’in tavırlarından ve konuşmalarından kirli bir polis olduğunu anlıyoruz.

Loren, Bernie’yle tanışmalarının başında gereksiz yere burçlardan, astrolojiden filan bahsediyor. Kitabı hepimiz okuduğumuz için katilin Loren olduğunu biliyoruz. Yazar daha ikinci bölümde katili sahneye sokmasına rağmen şüpheleri üzerinden uzaklaştırmak için onu biraz ebleh, saf salak biri gibi görmemizi sağlıyor.

Finalde Bernie’nin, Loren’ın katil olduğunu anlamasını sağlayan şeylerden biri de adamın elindeki copun yeni olmasıydı. Burada yazar bu konuyla ilgili bir ipucu veriyor okuruna: Bernie, “Cop, üstüne başına göre epey eski ve kullanılmıştı. Onu sık sık Çin halısından daha sert yerlere düşürdüğünü düşündüm,” diyor. Söylemeyi unuttum; katilin ortaya çıkmasında önemli rol oynayan bir şey de salondaki kül tablasıydı. Yazar bu duruma da Bernie’ye sigarayı bıraktığını söyleterek dikkat çekmişti.

Bu bölümün sonunda tetikleyici olay ortaya çıkıyor. Bernie’nin üzerine bir cinayet kalmıştır.

Üçüncü bölümde Bernie, bir taksiye atlayarak olay yerinden uzaklaşırken yazar yine kül tablasına dikkat çeker, tablanın salonda durduğunu tekrar vurgular. “Refleks bir hareketle ceketimin sol üst cebini yoklayarak yıllardır orada olmayan sigara paketini arandım. O altmış yedinci sokaktaki dairede yaşıyor olsaydım şimdi yeşil deri koltukta oturur ve pipomu kesme kristal kül tablasına boşaltırdım.”

Bernie polislerden kaçtıktan sonra evine dönemez, turnede olduğunu bildiği tiyatrocu bir poker arkadaşının (Rodney Hart) evine gider. Adamın evini yine maymuncuk marifetiyle açar.

Dördüncü bölümde Bernie, barda kendisine kutuyu çalması için para teklif eden adamla karşılaşmasını düşünür. Adam ona tanıdık gelmektedir. Nereden olduğunu bir türlü bulamaz.

Beşinci bölümde Bernie, Rod’un evinde uyurken içeri bir kadın girer, Rod’un çiçekleri sulaması için kendisine anahtar bıraktığını söyler. Bernie kadına adının Roger olduğu, ailesinin yem şirketinde çalıştığı, kafa dağıtmak için New York’a geldiği yalanını uydurur. Kadın ona adının Ruth Hightower olduğunu, takı, vitray işleriyle uğraştığını söyler. Fakat kadın, Bernie’nin kim olduğunu bilmektedir. Korkmasına gerek olmadığını, suçsuz olduğuna inandığını söyler.

Altıncı bölümde Bernie, Ruth’la konuşurken Flaxford’un kafasına kül tablasıyla vurulmuş olduğunu bir kez daha vurguluyor. Bernie, kendisine kutuyu çalma işini veren adamı bir yerlerden hatırladığını düşünüyor fakat bir türlü çıkaramıyor.

Yedinci bölümde Bernie peruk ve kasket takıp kendi dairesinde gizlediği parayı ve giysilerini almak için dışarı çıkar. Evinin önüne geldiğinde polise benzer iki kişinin apartmandan içeri girdiğini görür. Dairesinin ışıklarının yandığını görünce oradan ayrılır. Kendisine işi veren adama rastlayabilmek umuduyla Pandora Bar’a gider, rastlayamaz ve tekrar Rod’un dairesine döner.

Sekizinci bölümde Bernie, Ruth’u bir şeyler almasını söylemek için aramak ister, fakat Ruth’un telefon rehberinde kaydı yoktur. Numarasını vermesini istediğinde kadın geçiştirir. Yazar Ruth hakkında okurun içine şüphe tohumları eker.

Dokuzuncu bölümde Bernie, evde eski bir filmi TV’den seyrederken kendisine hırsızlık işini veren adamın aktör olduğunu anlar. Adamın adını öğrenebilmek için yapım şirketleri ve televizyon kanallarını arar, adresini öğrenebilmek için menajerinin bürosuna girmeye karar verirler.

Onuncu bölümde Bernie, menajerin bürosuna girer, adamın kaldığı otelin adresi ve bir fotoğrafını alır. Tabii ki huylu huyundan vazgeçmez, çekmecedeki seksen doları cebine indirir. Döndüklerinde Ruth’la yakınlaşırlar. Ruth, adının Ruth Hightower değil Ellie Christopher olduğunu itiraf eder.

On birinci bölümde Bernie, giysi ve para almak için gizlice kendi evine girer. Kapı kırılmış olduğundan eve polis dışında birilerinin daha girmiş olduğunu anlar. Elaine Christopher’in telefonunu rehberden arar, ancak bu isimde birinin kaydı yoktur. (Yazar okurun kafasında kadın hakkında yine şüphe uyandırıyor.)

On ikinci bölümde Wes’in, yani kendisini tutan adamın oteline gidip adamı beklemeye başlarlar. Adam gelir, kutuyu bir kadının istediğini söyler. Bernie’ye işi önermesini de aynı kadın istemiştir. Bernie bu kadının daha önce hırsızlık için evine girdiği Darla Sandoval olduğunu anlar ve Wes’e kadınla görüşmek istediğini söyler.

On üçüncü bölümde Bernie ve Darla buluşur. Elaine bir bahane uydurup görüşmeye gelmez. (Elaine hakkında şüpheler iyice arttı.) Kadın, maktul Flaxford’la ilişkisinin olduğunu, adamın kutunun içinde bulunan fotoğraf ve ses kayıtlarıyla kendisine şantaj yaptığını anlatır. Kadının kocası kirli bir savcıyla ilgili soruşturmanın başındadır ve Flaxford da kadına şantaj yaparak kocasını etkilemesini ve soruşturmaya son vermesini istemiştir.

Bernie kutunun hala evde olabileceğini, içinde fotoğraf ve bantlardan başka bir şey daha olması gerektiğini söyler.

On dördüncü bölümde Bernie, olay mahallinde kutuyu arayabilmek için, Darla’dan aldığı parayla kendi parasını birleştirerek Ray’a on bin dolar rüşvet verir.

On beşinci bölümde Ray, Loren’ı da alıp gelir, Bernie onun copunu ve tabancasını alır. (Yazar copun tahtasının dümdüz ve cilalı olduğunu belirtir. Daha önceki bölümlerden birinde copun eski, yıpranmış olduğunu söylemişti.) Ray, mührün polislerce birkaç kez söküldüğünü söyler. Brooklyn savcısının adamları da eve gelmiştir. Ray anahtarı yarım tur çevirir ve kapı açılır. Bernie kapının kilitlenmediğini, kilitlenmiş olsaydı açılması için anahtarın bir buçuk tur dönmesi gerektiğini söyler.

Ray masada gizli bir bölme arar, bulamaz, yatak odasına göz atar, yatağın ayağıyla duvar arasına sıkışmış küçük bir şey bulur. (Okur bunun üstünde kan izi olan yüz dolarlık bir banknot olduğunu bilmez.)

Bernie, salonda bir kül tablası daha olduğunu hatırlar, Ray ise tek kül tablası olduğunu, onun da cinayet aleti olduğu için polis tarafından götürüldüğünü söyler. Ray, ciltli bir kitaba benzeyen kutuyu kitaplıkta bulur. Ray’e fark ettirmeden kutuyu açar ve içindekileri ceplerine, yatağın altında bulduğu parayı kutuya koyar.

On altıncı bölümde kutuyu alıp Darla’nın garsoniyerine dönerler. Bernie kutuyu açmadan önce kilit hakkındaki düşüncelerini onlarla paylaşır: “Ben geçen gece Flawford’un dairesine girdiğimde kilidin sürgüsü çekilmişti. Şu hâlde katil ya daireden çıkarken anahtar üzerindeydi ve ceset içerideyken kapıyı dışardan kilitlemişti ya da Flaxford içerden topuzu çevirerek sürgüyü itmişti. Ancak katilin anahtarı olduğunu ya da olsa bile kilitleme zahmetine girmiş olacağını sanmıyorum.”

Bernie bunları söyledikten sonra Loren’i suçlar.

Son bölümde Bernie, Wesley’le konuşur. Fotoğrafların içinden bir tanesini ayırır ve diğerlerini şöminede yakar. Gizlice Ellie’nin dairesine girer. Oradan çıkıp Ellie’nin kendisini beklediği Rod’un dairesine gider. Ellie’ye kutunun boş olduğunu, fotoğraf filan olmadığını söyler. Ellie ona işe nasıl dahil olduğunu anlatır.

Kitap özetle böyle. Ekleyeceğim birkaç husus var. Block’un kahramanlarının ahlaki belirsizliklere sahip olmasıyla ilgili şunu söyleyebilirim. Bernie’nin diğer maceralarında da polis Ray’le sürekli bir rüşvet ilişkisi vardır. Scudder maceralarında polisler kendileri uğraşmak istemedikleri pis işleri Matt Scudder’a paslar. Yani polise ahlaki eleştiri yazarın romanlarında sıkça rastladığımız bir detaydır.

Block kısa cümlelerle, tatlı tatlı öyle bir anlatıyor ki bahsettiklerinin önemsiz konular, öylesine konuşmalar olduğunu sanabilirsiniz. Ancak bu anlatım tarzı aslında okurdan kanıtları kaçırma numarası.

Gamze Yayık: Boşuna Büyük Usta dememişler. Kurgunun kutuyla başlayıp muammanın kutunun bulunuşuyla çözülmesi de güzeldi.

Güneş Barguş: Yazarın Bernie’nin bakış açısıyla anlattığı hikâyede zaman zaman karakterin okurla konuştuğunu gördük.  Yazarın okura seslendiği bölümler dikkatimi çekti ama bunun kurguyu kestiğini düşünüyorum.

Emel Aslan: Genel olarak romanı beğendim. Yazarı sever ve okurum. Karaktere ilişkin detayları biraz uzun tutmuş. Bunu Rhodenbarr maceralarının ilki olmasına bağlıyorum. Romanda tesadüflerin fazlalığı dikkatimi çekti. Ellie ile Bernie’nin oyuncu arkadaşı Rod’un aynı binada oturuyor olmaları mesela. Çeviri ile ilgili birkaç sıkıntı gördüm, sevmediğim kısımlar oldu. Özellikle menajer veya ajans yerine ajan sözcüğünün kullanılmasından rahatsız oldum. Bazı cümlelerin çevirisini de bilakis çok beğendim.

Reha Avkıran: Az önce söylemeyi unutmuşum, Block’un Oğlak Yayınları’ndan çıkan Ustaların Seçtikleri isimli bir öykü derlemesi var. Ünlü polisiye yazarlarının hem kendi öykülerini hem de en sevdikleri hikayeleri bir araya getirmiş. Bulursanız muhakkak okumanızı tavsiye ederim. Bir de Telling Lies for Fun & Profit: A Manual for Fiction Writers var, dilimize çevrilmedi ama edinmenizi isterim. Bunda da yazarlara yararlı olabilecek bölümler var.

Mehtap Sezer: Emel hanımın tesadüflerle ilgili tespitine katılıyorum. Muhtemelen kendim öykü yazarken bu kadar tesadüf olsa kurgunun gerçekten uzaklaştığını düşünürüm. Ancak yazar bunu ustalıkla kullanabilmiş. Nefis bir polisiye. Her bölümde bir karakter üzerine yoğunlaşıp olayları çoğaltarak vermesi kafa karışıklığını da önlüyor. Karakterleri başarıyla yaratmış. Hırsızı öyle bir anlatmış ki hırsızlık konusunda epey bilgi sahibi olduk. Sanırım hırsızın ağzından yazılmış bir roman okumamıştım daha önce.

Gamze Yayık: Yazar parasız bir döneminde hırsızlık yapmayı düşünmüş. Sonra bunu kurguda kullanmaya karar vermiş. O hırsız bir de ceset bulup polise yakalansa ne olurdu deyip oturup yazmış.

Benim ilk Block romanımdı. Çok beğendim, önerisi için de Reha hocama minnettarım. Daha sert bir polisiye bekliyordum, o nedenle şaşırdım. Romandan çok uzun bir hikâye gibiydi. Eğlencelik demek hakkını yemek olur. Okurken eğlendiren ama derinliği olan bir metin. Romanları okurken karakter haritası çıkarıyorum. Onun şekli bile romanın ne ölçüde iyi yazıldığını ele veriyor. Şayet bu karakter ağacında saçma sapan dallanmalar oluyorsa bu demek ki yazar bir noktadan sonra karakterlerini artık zapt edemiyor, girdiği çıkmazları yeni karakterlerle çözmeye çalışıyor. Sonra da ipin ucu kaçıyor tabii. Bu romanın karakterleri bir şekilde birbiriyle bağlantılı, üç dört ana, bir o kadar da yan karakterle romanı kotarmış, artığı, fazlası yok. Kurgusu karışık ancak yazarın karakteri çözüme götürüşü ustaca. Dantel sökülür gibi muamma kolayca açığa çıkıyor. Muammayı canlı tutması romanı istekle okumaya sebep oluyor. Yazıldığı yılla alakalı olabilir ancak ben okurken cinsiyetçi cümlelere takılıyorum. Burada da bir tane yakaladım. Olmamasını tercih ederdim. Bernie diyor ki “Gözlemlerime göre kadınların çoğunun kolayca değişebilen ahlak sistemleri vardır.”

Block tam bir söz cambazı. Zamanın yavaş ilerlediğini “Zaman orta çağdaki kadar hızlı geçiyordu,” evinin dağınıklığını “Atilla ve Hunlar geçmiş gibiydi ortalık,” diyerek çok güzel bir yolla ifade ediyor.

Son olarak Bernie’nin soymak için girdiği evlerde oranın sahibi olsa neler yapardı diye düşünüşünü psikolojik olarak yerleşik ve suçsuz bir hayata özlem gibi algıladım. Bilmem katılır mısınız?

Reha Avkıran: Bernie parayı alıp çıkar, öyle ev dağıtma zarar verme huyları yoktur. Ismarlama işler yapar. Bir macerasında sadece pul koleksiyonu çalması istenmişti örneğin. Ne kadar sevmişsem savunuyorum adamı. (Gülüşmeler) Ayrıca hiç yaşlanmıyor hep otuzlu yaşlarda.

Gencoy Sümer: Söylediklerinize katılıyorum. Size bir soru sorayım. Bu romanın türü ne? Rahat polisiye mi? Sert mi, yoksa başka bir şey mi? Bir yönüne bakarsanız sert polisiye gibi görünüyor. Ama başka bir yönden rahat. O bakımdan enteresan bir roman. Rahat polisiyeye daha yakın olduğunu düşünüyorum ancak Amerikan tarzı var. Hard-boiled dediğimiz tarz romanda var. Kullanılan dil, üslup, diyaloglar… Özellikle diyaloglarda bir karmaşa var. Karakterler birbirini anlamadan konuşuyor. Amerikan filmlerinde sık rastladığımız şeyler bunlar. Son tahlilde, aslına bakarsanız bu bir katil kim romanı. Hatta bu romanda kara roman özelliği de var. Kahraman zan altında ve kendini aklamaya çalışmakta. Bu nedenle bir kere daha hatırlatmak isterim. Katil kim romanları sadece 1930-40’lara 20’lere mahsus bir tarz değildir. Hemen hemen her devirde yazılmıştır, bugün de yazılmaktadır. Aslında polisiye dediğimiz tür katil kim, dedektif ve muamma romanıdır. Bu nedenle kitap benim için enteresan oldu. Maalesef bazı akademisyenler bunun farkında değil. Block da kendi tarzında, Amerikan hard boiled tarzını işin içine katarak enfes katil kim romanları yazmış. Diğer serisi de böyledir.

Ramazan Atlen: Benim üçüncü okuyuşum oldu. İlk seferinde katilin kimliği, sürpriz olarak polisin katil çıkması çok hoşuma gitmişti. Yazar cinayetin düşünülen zamanda işlenmemesi üzerine bir kurgu yapmış. Orijinal gelmişti bunlar. Sonraki okumalarda Reha abinin bahsettiği ipuçlarını yavaş yavaş fark ettim. Kül tablası üzerinde çok durmadığımı bugün fark ettim. Katili biliyor olmam okuma keyfimi bozmadı. Sonda hem katilin kimliği hem de Ellie’nin olayla ilişkisi olduğunu anlamamız çifte sürpriz oldu. Evet, kadının Bernie’nin kalmayı seçtiği daireye komşu bir dairede oturması fazla tesadüfiydi. Bunun dışında bir eleştirim yok.

Karşılaştırmak gerekirse, Scudder serisinden farklı olarak olaylar hep karakterimiz açısından mutlu sonla bitiyor. Olaylar sonuçlanıyor, muamma çözülüyor. Yazarın üslubu mizahi, atmosfer daha eğlenceli. Cinayet işlenmesine rağmen kanlı manzaralar yok. Ama okuru rahatsız edecek kadar da hafif romanlar değil.

Bernie çok özgün bir karakter. Profesyonel hırsız ve mesleğini seviyor. Serinin devamında da bu işin bağımlısı olduğunu anlıyoruz. Kendine ait olmayan bir eve girmenin, başka insanların hayatına onların izni olmadan dahil olmanın verdiği heyecanın bağımlısı. Eklemek isterim, Block bu serinin tüm devam kitaplarında ‘katilin kimliğinin tüm karakterlerin toplandığı bir odada açıklanması’ klişesini kullanmış.

Emel Aslan: Yani Cozy’e daha yakın seyrettiğini söyleyebiliriz.

Toplantımız Block hakkındaki görüşlerimiz, sıradaki kitabımız ve yaprak sarması mı dolması mı tartışmamızla devam etti. Umarım sizler de bu toplantıdan bizim kadar keyif almışsınızdır. Bol polisiyeli, edebiyat sohbetli, keyifli okumalar.

En Son Yazılar