Kaçmalı kovalamacalı filmleri izlemeyi, romanları okumayı oldum olası severim. Peki neden polisin suçlu peşine düştüğü, hırsızları elinden kaçırdığı veya katilleri yakaladığı hikayeleri anlatan heyecanlı kitapları okumayı severiz?
Çünkü gün boyu çalışıp her gün aynı şeyleri tekrarladığımız sıkıcı ve durağan hayatımızda bizim yerimize heyecan yaşayan kurgu karakterlere ait hikayeleri okurken kendimizi onların yerine koyarız.
Seri katillerin bilinmediği, kadın cinayetlerinin işlenmediği -ya da kadın cinayetleri ismini almadığı- yıllarda yaşıyormuşuz gibi heyecanlı bir şeyler izlemek istiyoruz. Günümüzde sık sık cinayet işleniyor, birileri birilerini sebepsiz ya da sırf güç kendisinde olduğu için öldürebiliyor. Üstelik bu cinayetler hafifletici sebepler var diye cinayetten bile sayılmıyor. Diyeceksiniz ki hayatımız yeterince korkutucu ve sinir bozucu, beyazperdede başkalarının heyecanlarına tanık olmamıza gerek yok! Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Gelelim filmlerde yaşadığımız gerilimli ve heyecanlı anlara. Sinema perdesinde önce şıkır şıkır su sesiyle mutlu mesut yıkanan bir kadın belirir. Sonra duş perdesinin ardında kadına elinde bıçakla yaklaşan bir karaltı görürüz. Yüzünü seçemediğimiz katili gördüğümüz anda adrenalin salgımız artar. Başka bir filmde çalınan milyon dolarlık külçe altınlarla bir uçurumun ucunda dengede kalmış otobüstekilerin yerine kendimizi koyarız. Altınlar otobüsün uçurum tarafındadır, insanlar otobüsün karaya ayak basan tarafında. Hırsızlar üç beş saatliğine zengin olmuşlardır ama sonunda ya hayatları ya paraları noktasına gelmişlerdir. Külçe altınlara erişmek için arkadaşlarından yavaşça otobüsün diğer tarafına gitmelerini isteyen Michael Caine’in yerine koyarsınız kendinizi. Bu içinden çıkılmaz durumda ben olsam ne yapardım diye düşünmeden edemezsiniz.
Bir de filmin yarısına kadar izlediğimiz olayın aslında öyle olmadığını anladığımız anlar vardır. ‘Plot twist’ ya da futbol terminolojisinden alıntı Türkçesiyle ‘ters köşe’ deriz bu anlara. Birdenbire kafamızda filmi geri sararız ve “Ya inanmıyorum yani o öyle değildi bu böyle miydi? Nasıl izlerken anlamadım yahu?” diye şaşkınlıkla filmi baştan izleme ya da kitabı baştan okuma ihtiyacı hissederiz.
Bunları aslında incelediğim filmin konusu hakkında hiçbir şey söylememek için yazıyorum, farkındasınızdır herhalde. Yeni nesil kelime ile ‘spoiler’ vermemeye çalışıyorum.
Film bir seri katil hikâyesi. Zaten bunu biliyoruz. Filmin başında Amerika’da 2018 ve 2020 arasında çeşitli şehirlerde seri cinayetler işleyen bir seri katil olduğu ve bu hikâyenin polis raporlarından yola çıkılarak olayın canlandırması olduğu belirtiliyor. Buraya kadar durum çok basit.
JT Mollner’in 2023 yılında yazıp yönettiği Strange Darling’de karakterlerin özel isimleri yok. IMDb’de ‘The Demon’ olarak adlandırılan erkek oyuncumuz Kyle Gallner ve ‘The Lady’ olarak adlandırılan kadın oyuncumuz Willa Fitzgerald bence çok iyi bir iş çıkarmışlar. Erotik korku ve psikolojik korku olarak tanımlanan filmin IMDb puanı 7.1
Filmin Pulp Fiction’vari bir kurgusu var. Daha en başında size “6 BÖLÜMLÜK BİR KORKU” başlığını veriyor. Sonra da hangi bölümü izlediğinize dair fikir vermek için olayın başında bölümün numarası yazıyor. Pulp Fiction’dan farklılığı bu. Böylece izlerken filmin ortasından başladığını biliyorsunuz.
Filmi izlerken ister istemez soğukkanlı katilin neler yapabileceğini düşünüyorsunuz. Gerilim yükseliyor. Kendinizi kurbanın yerine koyuyorsunuz. Hatta fark etmeden kendinizi acımadan birilerini sebepsiz yere öldüren (zaten seri katillerin kendilerine ait sebepleri vardır, o insanları öldürürken o insanlarla ilgili bir intikam ya da hırs değil kendi iç dünyalarına ait bir şeylerin hırsını alırlar) bir seri katilin yerine de koyuyorsunuz. Filmi izlerken filmin –bence- Fight Club’tan beri son yılların en iyi ters köşesini içerdiğine şahit oluyorsunuz.
Hepinize iyi seyirler.