Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Balans Cinayeti

Diğer Yazılar

BİR EFSANE BİR CİNAYET

DURU GÜZELLİK SALONU

KARMANIN RENGİ: TURUNCU

Orçun Yenilmez
Orçun Yenilmez
Orçun; kendi kabuğuna sığmayan bir ilaç mümessili, geniş hayal dünyasinda çoğu zaman farklı bir boyutta yaşar. Herkesin baktığı açıdan değil de kendi persfektifinden görmeyi sever hayatı. Amatörce yaşamayı sevdiğinden olsa gerek fotoğrafçılıkta da amatör kalmayi yeğlemiş; sadece, gönül verdiği polisiyeye profesyonel izler bırakmayı hedeflemiştir.

Hayatımızın içinde ‘Keşke’ olmasaydı nasıl olurdu, hiç düşündünüz mü? Geri dönülmez hataların ardından hepimizin keşke şöyle yapsaydım ve ya yapmasaydım dediğinizi duyar gibiyim. Beş harf iki heceden oluşan ‘keşke’, kısa ama bir o kadar da anlamlı kelime. Her insanın zihninden birilerini öldürmek ya da ne bileyim ona zarar vermek geçmiştir. Aslında öyle bir niyetim yoktu aslında bencilce düşüncenin tahammülsüzlüğüne kapılıp, bir anlık öfkeyle cinayet işleyeceğimi hiç düşünmemiştim.

Keşke o gece o kapıyı çarpıp evden çıksaydım…

İzmir yazının bunaltıcı sıcağına nem de eklenince daha da çekilmez haldeydi. Cinayet Büro’nun tek kadın komiseri Banu, güzelliği kadar uçuk kişiliğiyle de ün yapmış biriydi. Asayiş şube ekipleri karşılarına çıkan komiserin kadın olduğunu öğrendiklerinde fazla dayanamayacağını düşünmüşlerdi fakat zaman geçtikçe inatçı ve savaşçı ruhuyla herkesin takdirini kısa sürede kazanmayı bildi.

İhbar, güneşin gökyüzünü yeni aydınlatmaya başladığı saatlerde gelmiş Banu’da ayağına geçirdiği kot ve askılı bluz ile vakit kaybetmeden yola koyulmuştu. Cinayet mahalline vardığında, dört katlı binanın çevresi güvenlik bandıyla çevriliydi. Görevli memurlar meraklı kalabalığı uzak tutmaya çalışırken aralarından sıyrılıp içeri girdi. Rutubetli eski yapının girişinde ilaca maruz kalmış hamam böcekleri vardı, bazıları ters dönmüş hareket ederken bazıları cansızdı. Ne yılan ne fare, hayatında tiksindiği tek canlı türüydü.

Asansör olmadığı için merdivenlerden çıktı, dairenin kapısında iki memur duruyordu, ayağına galoşları geçirirken başıyla selam verdi.  Yardımcısı Orkun, geldiğini duyar duymaz koşup geldi.

“Durum nedir?” amiri etrafı incelerken Orkun anlatmaya başladı.

“Maktul yirmi dokuz yaşında, Umut Yakın, ilaç firmasında çalışıyormuş. Yalnız yaşıyor, ailesi Eskişehir’de. Ölüm sebebi, bıçak olduğunu tahmin ettiğimiz bir cisim doğrudan kalbine denk gelmiş. Boğuşma yaşanmamış. Ekipler, koltuk üzerindeki saç ve kıl kalıntılarını topluyor. DNA taraması için laboratuvara gönderilecek. Umut’un haricinde farklı üç kişiye ait parmak izi tespit edildi, kimlikleri araştırılıyor amirim. Cep telefonundaki tüm veriler silinmiş, bilgi işlemde incelemenin ardından içinde neler olduğunu öğrenebiliriz. Kapıda zorlamaya dair bir iz de yok. Maktul ve olay hakkında bilgi almak için komşularla görüşeceğim.”

“İhbarı yapan kim?”

“İş yerinden, eski ev arkadaşı Gürkan, İstanbul’a bu öğlen uçakları varmış, onu almak için gelmiş ama telefonlara cevap vermeyince eve girip kontrol etmek istemiş.”

“Peki, Gürkan eve nasıl girmiş?”

“Eski anahtarlar hâlâ kendisindeymiş. Gürkan evlendikten sonra ne olur ne olmaz diye Umut anahtarının onda kalmasını söylemiş.”

Bir yandan etrafı inceleyen Banu diğer yandan da yardımcısını dinliyordu. Apartman girişindeki o tanıdık parfüm kokusunu dairenin içinde de duyuyordu; kendisinin de bir zamanlar kullandığı Channel Coco Mademoiselle. Parfüm sıkmayı, Cinayet Büro’ya geçip kan kokusu ile tanıştığı günden bu yana kullanmayı bırakmıştı.

Evdeki düzensizlik ve yayıntıdan bekâr birinin yaşadığı olduğu açık şekilde anlaşılıyordu. Eşyalar eski ve sadece işe yarar mobilyalar vardı. Duvarlara asılı tablo, saat ve benzeri hiçbir obje yoktu. Oturma odasının tek aksesuarı izmaritlerin dağ gibi biriktiği kül tablasıydı.

Mutfağa giderek inceledi, beyaz parlak dolapların kulplarının altında kırmızı çizikler göze çarpıyordu. Diğer odaları kontrol ederken mırıldanmaya başladı.

Küçük ve apartman boşluğuna bakan oda karanlıktı, yerde dağınık yatak, yanı başında komodin olarak kullanılan sehpa vardı. Bezden giyim dolabında asılı gömlek ve pantolonların dışında birkaç çift kotla beraber tişört dürülüydü. Evin tamamı diğer oda gibi az eşyalarla döşeliydi.

Tekrar dairenin girişine geldi, ayakkabılığın üzerinde duran bakır anahtarlığın içini kurcaladı.

‘Chemex Coffee’ kabartmalı anahtarlık, bozuk paralaralar ve aynı kahve markasına ait tükenmez kalemden başka bir şey yoktu.

Banu, cesedin olduğu odaya döndü. Maktul son nefesini vermeden önce bir şeyler anlatmak istercesine parmağı ile bir yeri işaret ediyordu. İşaret ettiği noktada sehpanın üzerinde eczane poşeti duruyordu. İçinde ne olduğunu öğrenmek için açıp baktı.

Sadece iki ilaç vardı. Ocean Mummy ve siyah, göz alıcı Ocean Methyl Balance adlı ürün duruyordu. Ekiplere incelemeleri için delil poşetine koyup verdi.  İlaçların kutuları açılmamıştı.

Önündeki sehpada biri bitmiş, diğeri yarım iki bira şişesiyle soğumuş patates kızartması duruyordu. Ketçaba bulanmış çatallar kirliydi. Memurların işlerini daha rahat yapmaları için dairenin önüne çıktı. Apartmanın içinde, komşularla konuşan Orkun’un sesi yankılanıyordu. Arada da sönen ışığı düğmeye basarak yakmayı ihmal etmiyordu.

Yardımcısına katılmak için Banu merdivenleri hızlı adımlarla çıktı. Orkun bir üst katta yaşayan yaşlı bir kadınla görüşüyor, elinde defter ve kalemle söylediklerini not alıyordu. Yaşlı kadın Banu’yu görünce sustu.

Orkun, “Nesime Teyze de bildiklerini anlatıyordu Amirim,” dedi.

Yaşlı kadın şaşkınlık içinde itirafta bulunacağını söyleyince Banu ile Orkun birbirleriyle bakıştılar.

“Hayatımda ilk defa böylesine güzel bir komiser görüyorum. Bekâr mısın kızım sen?”

Tebessüm eden Banu başını evet anlamında salladı,

Muzipçe gülümseyerek konuşmasına devam etti, “Benim oğlum var, kendisi yurt dışında yaşıyor, işi de maddi durumu da güzel. Ben seni çok beğendim, sizi tanıştırayım mı?”

“Teşekkür ederim Nesime Teyzeciğim; bana yapacağınız en güzel iyilik bildiklerinizi anlatmanız. Ben hayatımda bir kez kısa çöpü çektim, şansımı tekrar denemek istemiyorum. On altı yaşında oğlum var, birlikte gayet iyiyiz.”

Önce suratını yaramaz çocuk gibi asan kadın sonra gülümsedi.

Sert mizaçlı görünmesine rağmen konuşmaya başlayınca cana yakın aynı zamanda şakacı kimliği ortaya çıkıyordu. Kibar hareketleri, nezaketi ve insanın ruhunu okşayan ses tonu karşısındakini etkiliyordu. Yaşına rağmen dimdik duruyordu.

“Apartmanın zil ve otomatları iki haftadır bozuk. Yöneticiliğimizi yapan Gökhan Bey’den rica ettim bir an önce yapılması için, artık bu zamanda yabancılara güvenilmiyor. Apartman kapısını kapatmaları konusunda sıkça ricada bulunmama rağmen pek dinleyen olmadı. Sanırım beni yaşlı ve kuruntulu biri olarak gördüklerinden olsa gerek. Bakın, gördünüz mü başımıza neler geldi? Zavallı oğlan.”

“Dikkatinizi çeken bir olay yaşandı mı dün gece Nesime Teyzem?”

“Saat on iki sularıydı sanırım, bir ara Umut’un sesinin yükseldiğini duydum, telefonla konuşuyor diye düşündüm, uzun sürmedi bağırması.”

“Neler dediğini duydunuz mu?”

“Net anlaşılmıyordu, kulaklarım yaşıma göre iyi duyar, maşallah.” Genç kız edasıyla gülerek devam etti. “Efendi, saygılı bir çocuktu. Ev arkadaşı Gürkan’la birlikte neredeyse üç yıldır oturuyorlar, ikisinin de terbiyesizliklerini görmedim.”

“Komşulardan, mahalle sakinlerinden tartıştığı biri oldu mu hiç?”

“Ben duymadım kızım.”

Teşekkür eden Banu yardımcısına baktı, sıra zemin katta oturanlar ile görüşmeye gelmişti. Merdivenlerden inmeye başladılar. Umut’un kapısının önünden geçerken içeride hareketlilik devam etmekteydi.

“Başka kalemin var mı?”

Hazırlıklı dolaşan Orkun cebinden çıkardığı diğer kalemi Banu’ya verdi. Siyah, uzun saçlarını toplarken onu izledi. Topuz yapıp boynunu açığa çıkardığında güzelliğine hayranlıkla baktı.

Bunu fark eden Komiser, “Hayırdır Orkun, bana mı yürüyeceksin?”

“Valla amirim, inanın başka şartlarda tanışmış olsaydık peşinizden koşardım.”

“Emin ol ben de gözümü kırpmaz bacağına sıkardım.”

Orkun’un kendisine içten içe yıllardır hayranlık beslediğini biliyordu. Belki âşıktı, belki kardeş, dost gibi görüyordu ama gözlerindeki parıldamayı her bakışında yakalıyordu. Tanıştıkları günden beri ters bir davranışı, söylemi olmamıştı. Olsaydı zaten ağzının payını verirdi fakat buna hiçbir zaman gerek kalmamıştı. Her daim birbirleriyle sırdaş olmuşlardı, belki de aralarındaki ilişkiyi farklı kılan da buydu.

Geçen uzun yıllar sayesinde iş arkadaşlığının çok ötesinde bir yakınlıkları olmuştu.

Sıcaktan bunalan ve ellerini yelpaze gibi yaparak kendini serinletmeye çalışan Banu’ya yardımcısı, “Nem çok, nem,” diyerek takıldı.

Öğlen olmak üzereydi. Tüm apartman sakinlerinin ifadeleri alınana kadar bir yere ayrılmamaları gerektiği söylenmişti.

Her geçen dakika tepede yükselen güneş yüzünden sıcak iyiden iyiye kendini hissettiriyor nefes almayı bile güçleştiriyordu.

Banu ile yardımcısı zemin katın kapısına geldiler. Dairenin çelik kapısı, koyu ahşap rengindeydi. Zaten karanlık olan apartman katına daha da kasvetli bir hava katıyordu. İlaçtan nasibini alan böcekler en çok bu kattaydı.

Tiksintiyle böcek ölülerine bakan Banu, insanların bu yaratıkların içinde nasıl rahatça yaşadıklarını düşünürken kapıyı kırk yaşlarında kadın açtı. Hemen arkasından gelmekte olan kocası da karısının yanında yerini aldı. Kalelerini koruyan savaşçıları andırıyorlardı.

Mustafa ve Gizem çifti dün akşam saat yediye doğru işten geldiklerinde kendilerinden önce siyah şapka takan genç birini gördüklerini ama onun kim olduğunu söylediler.

“Gece yarısı yüksek ses, şüpheli bir durum fark ettiniz mi?”

“Hayır, o saatte televizyon izliyorduk, klimayı açıp camı çerçeveyi kapattığımız için haberimiz yok,” dedi Mustafa. Henüz iki aydır apartmanda oturan çiftin Nesime Hanım dışında kimseyle merhabaları yoktu. Sabah iş, akşam da ev, monoton hayat sürenlerdendi.

Tam ayrılmak üzereydi ki aklına bir soru daha takılan Banu, “Sizden önce giren kişi nasıl girdi, apartman kapısı kapalı değil miydi?”

“Net göremesem de anahtarları vardı sanki Nesime Teyze tembihlediğinden beri dış kapı hep kapalı duruyor.”

Orkun, son görüşme de bittikten sonra çatı katında yaşayan aile ile yaptığı ilk konuşmadan bahsetti, “Gökhan Bey ve Eşi Asuman Hanım kızları Buket ile birlikte yaşıyorlar. Kızları muhasebe bürosunda çalışıyormuş, dün haftanın son günü olduğundan mesai bitiminden hemen sonra kızları arkadaşları ile Çeşme’ye gitmiş. Cinayet saatinde evde değilmiş. Karı koca da baş başa kalma fırsatı yakalayınca akşamüzeri dışarı çıkıp yemeklerini balık restoranında yemişler. Eve geldiklerinde saat gece yarısını geçiyormuş. Alkollü olduklarından Asuman Hanım hemen yatarken, Gökhan Bey duş alıp öyle uyumuş. Hiçbir şey bilmiyorlar. Bu sabah olayı öğrendiklerinden beri tedirginler.

Diğer komşulardan Gökhan Bey, Umut hakkında Nesime Teyze’den biraz farklı şeyler anlattı. Gürkan evlenip evden ayrılmadan önce herhangi vukuat yaşanmamış. Genç komşularının ikisinin de yardımsever olduklarını söyledi. Umut yalnız kaldıktan sonra da fazla ortalarda görünmemiş. Fakat bir gece sigara içmek için balkona çıktığında Umut’un telefonla konuştuğunu duymuş. Her kimle konuşuyorsa üzerine ne giydiğini soran ve tenini özlediğini belirten müstehcen muhabbete tanık olmuş. Genç ve bekâr olduğundan üzerinde durmamış ama kızını ondan uzak durması için de uyarmadan edememiş.”

Orkun’un telefonu çaldı, arayan numara yabancıydı. Kaşlarını çatarak cevapladı. Oldukça kısa süren konuşmada karşıdaki kişiye “Bekleyin birazdan geliyoruz,” dedi. Banu’ya dönüp,  Umut’un müdürünün ve iş arkadaşlarının dışarıda beklediklerini söyledi.

Banu ve yardımcı apartmanın kasvetli havasından kurtulup kendilerini sıcağın koynuna attı. Güneşin parlak ışıkları yüzünden görmekte kısa süreli zorluk yaşadılar.

Asfalta yumurta kırsalar buharı bile pişirmeye yeterdi.

Bir grup kalabalığın önünde zayıf, kır saçlı, uzun boylu bir adam bekliyordu. Arkasında bekleyen ekibi gibi yüzü endişeliydi aynı zamanda meraklı bir ifadesi vardı.

Elini Orkun’a uzatıp, “Ben Metin, Orzaks İlaç Bölge Müdürüyüm.”

Uzatılan eli Orkun’dan önce Banu sıktı, “Ben Cinayet Büro’dan Komiser Banu, öncelikle başınız sağ olsun. Umut hakkında size sormamız gereken sorularımız var, arkadaşlarla da teker teker görüşmemiz gerekiyor.”

Hem meraklı komşuların taciz eden bakışlarından hem de güneşin kavurucu sıcağından kurtulmak için, “En yakın karakola gidip ifadelerinizi alalım,” dedi.

Küçük yalanlarınız başınıza hiç büyük işler açtı mı? Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış, benim de öyle oldu. Sevdiğim iki erkeğe de yalan söyledim. Şaşırdığınızı görür gibiyim, gözlerinizi patlatmış bakıyorsunuz değil mi? İki erkek!

Arayı bulmak için söylediklerim pembe yalanlardı, anladım ki yalanın pembesi, yeşili yok. Yalan yalandır. .

Gücüm tükendiği için yalanları sonlandırmak, arada kalmamak istiyordum. Size gerçekten değer veren birileri iyiliğiniz için bir şey söylüyorsa sakın onları yargılamayın. Yoksa siz de benim gibi kaybedenlerden olursunuz.

Prefabrik karakol binasının içinde on iki kişi vardı, Banu ve Orkun sorgulara ayrı ayrı başladılar.

Banu Bölge Müdürü Metin Bey ile görüşürken aynı zamanda hareketlerini gözlemliyordu. Orkun başka bir odada Umut’un iş arkadaşlarından biriyle birlikteydi. İş yeri hakkında, çalışma şartlarından ve işleyişle ilgili merak ettiklerini öğrendi.

“Umut’un nasıl bir karakteri vardı?”

“İyiydi, hoştu ama çok çabuk parlardı. Anlık öfke patlamaları yaşardı, ama sorumluluğunu bilen ve çalışkan biriydi. İş yüzünden çok sık tartışsak da özel hayatında saygısızlığını görmedim.”

“Ekip içinde uyumu nasıldı?”

“Gürkan ile çok samimiydi, diğer arkadaşlarıyla da anlaşıyordu ama Gürkan’la uzun süredir aynı evde yaşadılar. Şirkete yeni birini alacağım zaman da referans olup onu önerdi. Sahadan tanıyordum zaten Gürkan’ı, işe aldık. Evlenip kendine düzen kurdu, Umut yalnız yaşamaya devam etti. Ara sıra diğer arkadaşlarıyla atışmaları oldu, gerçi Umut’a has bir durum değil, çalışanlar arasında ufak tefek çatlak sesler çıkabiliyor. Bunlar da normal.”

“Anlaşamadığı birileri var mıydı çevresinde?”

“İşine son verdiğim Ejder diye çalışanımız vardı. Bizim yaptığımız işte spot diye tabir ettiğimiz ecza depolarının haricinde depo gibi eczanelere ürün gönderen yerler vardır. Ejder’in buralara mal sattığını tespit eden Umut durumu bana anlattı. Yaptığı satışları kontrol edip araştırdık, bizim tasvip etmediğimiz bir davranış olduğu için yollarımızı ayırdık.

Tabii o günün gerginliği ile Ejder Umut’u arayarak tehdit etmiş. Telefonda kavga etmişler, dedim ya Umut da çabuk parlar, Ejder ile görüşmemesini, uzak durmasını söyledim. Düşündüğüm gibi anlık öfke ile hareket ettiği için ikisi arasında telefon konuşmasındaki kavgadan başka bir olay yaşanmadı.”

“Bu olay ne zaman oldu?”

“Beş ay önce.”

“Ocean Methyl Balance ve Ocean Mummy adlı ürünler sizin firmanızın sanırım.”

“Evet, biri yeni çıkardığımız diğeri de gebelere önerdiğimiz multivitamin içerikli bir ilaç.”

“Ocean Methyl Balance ne işe yarıyor bahseder misiniz?”

Metin Bey şaşırdı, cinayetin ilaçla olan ilişkisini anlamaya çalışıyordu.

“Metilasyon döngüsü denilen, vücudumuzun genetik şifrelemesi olan DNA yapısını düzenlemeye yarıyor. Vücudumuzda oluşan toksinlerin ve zararlı diğer maddelerin vücuttan temizlenmesini sağlayan bir ilaç… Aynı zamanda canlıların hayati faaliyetlerini yerine getirmesi için enerji kaynağı olan ATP (Adenozin Tifosfat) üretimini de arttırıyor. ATP dediğimiz, hareket edip yaşamımızı sürdürebilmemiz için hücrenin kullanabileceği bir enerji şeklidir. Vücutta meydana gelen yaralanma, tahriş ve iltihap gibi inflamasyonları,  kronik hastalıklara karşı metabolizmayı yani vücudun sistemik işleyişini düzenliyor. Biz tıp dilinde homosistein seviyesini düzenler diyoruz. Gıdalarda bulunan vitamin ve mineraller vücudun ihtiyacını karşılayamadığından içeriğindeki bileşenlerle takviye edilmesini sağlıyoru. Kolin, dışarıdan alınması mutlak gerekli olan besin maddelerinden bir tanesidir. Sessiz organımız olan karaciğer sağlığını ve beyin fonksiyonlarımızı korur. Betain ve Serin de aynı Kolin gibi birer besin maddeleridir. Bu maddeler de metabolizmamızın düzenlenmesinde kilit rol oynar. Aktif B6, B12 ve B2 vitaminleri mutluluk hormonu salgılamamıza yardım ediyor, uykumuzu düzene sokuyor. Daha sayamadığım birçok olumlu etkisi var.”

“Siz mucizevi ilacı keşfetmişsiniz, haberimiz yok.”

Çalıştığı firma ile gurur duyarcasına göğsü kabaran Metin Bey gülümsedi.

“Bu ilaçları hangi eczanenin aldığını öğrenmemizde yardımınız olur mu?”

“Ocean Methyl Balance olmasaydı samanlıkta iğne aramaktan farksızdı ama yeni olduğu için işinizin kolay olduğunu düşünüyorum, depo çıkışlarını hemen yarım saate alır size bilgi veririm.”

Gürkan ile yapılan sorgu sırasında öğrenmek istedikleri Umut’un özel hayatıydı. O uzun süredir birlikte olduğu kişiyle evlilik planları yaparken öldürülen ev arkadaşının küçük çapkınlıkları olduğunu anlattı.

On dört kişiyle biten sorgu sonrası karakoldan ayrıldılar. Banu, Metin Bey’den gelen bilgiye göre eczaneleri araştırıp o ilacı kimin aldığını öğrenecekti. Umut’un o ilacı işaret etmesinin bir sebebi vardı.

Bölge müdürü saat altıya doğru bilgi vermek için geri dönebilmişti. Eczaneler de saat yedide kapanıp araya hafta sonu girdiğinden soruşturmayı pazartesi sürdürmekten başka şanları yoktu.

“Amirim ilaçları neden öğrenmek istediniz?”

“Maktulün ölmeden önce bize bir şeyler anlattığını düşünüyorum, ilaçların hangi amaçla kullanıldığını o yüzden sordum.”

Kendinizi nerede görüyorsunuz diye sorsam ne cevap verirdiniz? Ben ne yazık ki bir yerde göremiyorum, karanlıkta kaybolmuş hissediyorum. Yaptığıma inanamadığım gibi bu kâbustan uyanmaya çalışıyorum.

  Banu’nun olay yeri inceleme raporlarından beklediği sonuç çıkmamıştı. Eşleşen parmak izlerinden birinin Gürkan’a ait olduğu tespit edilmişti, zaten eve girip çıktığını da saklamamıştı eski ev arkadaşı. Cinayetin işlendiği saatlerde de eşiyle birlikte olduğunu söylemişti. Sırf merak ettiği için Gürkan’ın karısıyla tanıştı. Asıl amacı onun kullandığı parfümü öğrenmekti. Ölüm gecesi duyduğu o koku ile alakası yoktu kadının kullandığı parfümün. Zaten aklından geçen bir acaba ile hareket etmişti, durmaktansa kafasındaki şüpheyi sonlandırmanın peşindeydi. ‘Olur ya’ dedi içinden, içeceği sütü döktü diye yirmi yedi yerinden babasını bıçaklayanından tut, eşinin babasıyla birlikte olabilmek için kocasını öldüren kadınlarla bile karşılaşmıştı. Meslek hayatında insanoğlunun yapacaklarının sınırı olmadığı gibi, bazı istek ve arzularına akıl sır ermiyordu.

Her gözümü kapattığımda dehşet anlarını tekrar tekrar yaşıyorum. Hıçkırıklarımı içime bastırmaya çalışsam da vicdanımın isyanı her geçen gün daha da büyüyordu. Sırf insanlarla yüz yüze gelmemek için bir yalan daha uydurup çevremdekilere hasta olduğumu söyledim. Bu halde dışarı çıkmamın imkânı yoktu, cinayetin üzerinden iki gün geçmesine rağmen zamana hapsolmuş hissediyordum.  

Haftanın ilk günüydü, bahsi geçen Ocean Methyl Balance adlı ürünü henüz piyasaya çıkalı birkaç gün olmuştu ve şimdiden İzmir’de beş eczane almıştı. Üç eczaneden ikisi Çiğli biri Karşıyaka’da diğerleri Bornova ve Göztepe’deydi. Yine de kendini şanslı hissediyordu. Banu, araştırmaya Çiğli’de bulunan iki eczane ile başlamaya karar verdi, uzaktakilere ekip gönderip bilgi aldırarak işleri hızlandıracaktı. Saat daha sabahın sekiziydi ve insanlar işe yetişme telaşındaydı. Yardımcısı ile buluştu.

Orkun, “Ne yapıyoruz amirim?”

“Bir fırın bulup sıcak boyoz yiyoruz. Eczaneler saat dokuzda açılıyor, karnımızı doyuralım.”

Yaklaşık altı yüz yıllık geçmişe sahip boyoz, İzmir’e has, incecik yufkaların bir araya gelmesi ile meydana gelen hamur işiydi. Unlu mamuller satan fırın bulup kahvaltılarını yapmaya başladılar. Bir yandan dumanı tüten küçük, yuvarlak boyozları yerken bir yandan da Umut’un iş arkadaşları hakkında konuşuyorlardı.

“Amirim, bu çalışanların ortamı mübarek cadı kazanı. Kimse birbirinin arkasından atıp tutmaktan çekinmiyor. Aslı denen kız, Umut’un eski eleman olduğu için bir taraflarının kalktığından bahsediyor. Ali ise, adamın uzun zamandır deli gibi çalıştığını ve ufak tefek sorunların onu gerçekten yorduğunu anlattı. Aslı’nın söylediklerinden bahsedince ne dese beğenirsin? ‘Bırak o kızı amirim, her şeyi bildiğini sanıyor. Satışları iyi diye kendini bulunmaz Hint Kumaşı zannediyor’  dedi. Kendisi gibi zor bölgede çalışsa da görse diye veryansın ediyor.” Güldü.

Banu ciddiyetini bozmadan, “Komik bir tarafı yok bunun Orkun. Satış işi zor iştir. Kotalar, baskılar, zamanla yarışmak insanı başka birilerine dönüştürür. Görüştüğümüz bu ekip yine iyi, bunlar ufak atışmalar. Daha beterlerini de gördüm, bölge müdürleri de gayet içten ve babacan bir adam. Cinayetin işle alakalı olduğunu düşünmüyorum.”

Orkun amirini iyice süzdü, söylediklerinde şaka yapmadığını anlayınca uzatmadı. Saat dokuza gelmek üzereydi. Hesabı ödeyip ilk eczaneye doğru hareketlendiler.

Ellili yaşlarda top sakallı bir adam kepenkleri kaldırıyordu. Masmavi gözleri, kırışmış cildi çil çildi. Saçları dökülmüş olduğundan daha yaşlı gösteriyordu. Yardım eli uzatan Orkun kendini tanıtırken son kepengi de birlikte kaldırdılar.

Teşekkür eden adam kendini tanıttı, “Eczacı Fehmi.”

İçeri geçtiklerinde Fehmi Bey birer çay söyledi. Banu uzatmadan konuya girip sorusunu sordu. İlacın adını duyan eczacı buruk bir gülümsemeyle cevapladı.

“Depolara girdiğini duyunca o ilacı kendim için sipariş verdim. Ben kullanacağım. Ailede Alzheimer riski var. Malum yaş ilerliyor, kendimizi korumamız gerek.”

Çaylarını hızlı bir şekilde yudumlayan ekip diğer eczaneye gitmek üzere ayrıldı.

Güneş gözlüklerini delip geçen sabah ışınları kör edercesine parlaktı. Fehmi Bey’in yerini tarif ettiği diğer eczane yüz metre ilerideydi. Park yeri aramak istemedikleri için aracı yerinden kıpırdatmayıp yürümeye karar verdiler. On adımda terlemişlerdi bile.

Beyaz önlükleri giymiş iki kişiden biri paspas yapıyor diğeri de rafları düzenliyordu. İlk eczaneye göre daha büyüktü, daha çok market havası vardı. Kadın ve bebek sağlığı için kocaman bölmeler, hemen yanında da vitaminler, diğer gıda takviyeleri adı altında envaiçeşit ürünler yer alıyordu. Büyük çoğunluğunu oluşturan ilaçların üzerinde artık aşina olduğu logo vardı; Orzaks İlaç.

Temizlik yapan genç, kafasını kaldırıp nasıl yardımcı olabileceğini sordu. Banu rafta duran ürünlerden Ocean Mummy ardından da Ocean Methyl Balance’ı alıp kabartmalı kutusunun üzerinde parmaklarını gezdirdi. Gerçekten insanın ilgisini çeken görselliği vardı, “Dün hastalarınızdan bu ilaçları alan oldu mu?”

Genç, rafları dizmekte olan kumral adama çevirdi başını, “İlhami Abi, bakar mısın?”

İlhami taburenin üzerinden sıçrayarak Banu’nun yanına geldi. “Evet, buralarda çalışan biri sanırım, sık sık görüyorum.”

“Adını biliyor musun?”

“Hayır, ilk defa geldi. İlaç da reçete ile satılmıyor. Cep telefonundan fotoğraflarını gösterdi, para vererek aldı.”

“Tarif eder misin, nasıl biriydi?”

“Ensesine kadar inen kısa, kıvırcık ve siyah saçları vardı. Sanırım gözleri elaydı. Boyu bir yetmiş civarındadır.”

“İyi düşün, belirtebileceğin başka fiziksel bir özelliği var mıydı?”

“Bileğinde ay üzerine oturmuş peri kızı dövmesi vardı.”

Kamera olmadığından gelen kişiyi de teşhis etmelerine imkân yoktu, tek tek iş yerlerini de gezemezlerdi. Diğer eczaneye de telefon etmeye karar verdiler. İlk eczanede olduğu gibi eczacının ürünü kullanmak için kendisinin aldığını duyunca, “Ne ilaçmış arkadaş!” dedi Orkun.

Yine de kısa bir mola sonrası eczaneye uğramaya karar verdiler.

Görevlendirilen memurlardan da bilgi gelmişti, birini doktorun kendisi sipariş etmiş, diğer eczane de çalışan mümessilin hatırı için depodan sipariş verip rafında bulunduruyordu.

Yaz sabahı benim için karanlık ve buz gibi soğuktu. Yaşadığım pişmanlığın tarifi yoktu, geriye döndüremeyeceğim, özür dileyemeyeceğim büyük bir hata yapmıştım. Bu hata sadece beni bağlamıyordu üstelik. Vicdanımla yaptığım muhasebede zararlı çıkan hep biz oluyorduk. Elimi sevdiğimin kanına bulamanın hiçbir şekilde ne özrü ne de açıklaması olabilirdi.

Saatini kontrol eden Banu, “Kahve zamanı,” dedi. Araca doğru yürürken küçük, butik bir kafe gözüne çarptı. İçerisi oldukça hoş ve sade döşenmişti. Sanayinin içinde böylesine güzel bir yer bulmayı beklemiyordu. Pastel renklerin tercih edildiği ortamın havasında huzur vardı. Kafenin kapısını açtıkları anda serin havayla birlikte buram buram boyanmış kahve kokusu onları karşıladı.

İkisi de orta şekerli Türk kahvelerini sipariş ettiler, makinenin sinyal sesini duyduklarında sabırsızlıkları biraz daha arttı. Günün ilk kahvesiydi bu. Ahşap, oyulmuş ağaç kovuğundan tepsi ile servis edildiğinde o ana kadar Banu’nun fark etmediği ayrıntı gözüne çarptı. ‘Chemex Coffee’ kabartmalı ve koyu şekilde işlenmişti. Adeta buz kesen Banu mırıldanırcasına, “Orkun burada çalışanların isim listesini al, servis yapan kızı da buraya çağır, hemen!”

Banu kızın adını öğrendikten sonra, kimliğini gösterip kendini tanıttı ve yetkili birini çağırmasını istedi. Korkudan titreyen kız arka tarafa koşar adım gitti ve bir adam ile geri döndü.

Top sakallı, zayıf, saçları uzun olan adam yaylanırcasına yürürken merakı gözlerinden okunuyordu. Kendini tanıttı. “Merhaba ben Caner, nasıl yardımcı olabilirim?” Bariton ses tonuna sahipti.

“Ben cinayet Büro’dan Banu,” diyerek girizgâh yapıp, özellikle kıvırcık saçlı çalışanı olup olmadığını sordu.

Kafede servis yapan kız haricinde başka kadın çalışanı yoktu. Sahada da dağıtım yapan iki elemanı da erkekti.

“Anahtarlık, kalem ve fincan gibi eşantiyonları kimlere dağıtıyorsunuz?”

“Anahtarlıklar az sayıda, çevremizdeki eşe dosta verdik, kalemleri bizden toptan mal alan müşterilerimize dağıtıyoruz, fincanlar da sadece burada satılmakta. Onlar promosyon olarak dağıtılmıyor.”

Raflarda Umut’un evinde gördüğü fincanların benzerini aradı ama bulamadı. Aklında kaldığı kadar tarif etmeye çalıştıysa da Caner hatırlayamadı. Komiser onu suçlayamazdı, yüzlerce müşteri, insanın yüzüne bakıp da alışveriş yapanların cinayet işleyeceğini anlayacak değildi ya.

“Orkun ben olay yerine gidiyorum tekrar. Sen sanayinin merkez bürosuna git, bu civarları gösteren güvenlik kameraları var mı öğren. Ben Gökhan Bey’in muhasebeci kızıyla da tanışıp görüşmek istiyorum. Belki onun Umut’la ilgili bir bildiği vardır.”

 

Aracı Orkun’a bırakan Banu taksi ile geldi cinayet mahalline, saat altıyı geçiyordu ve hava bir nebze olsun serinlememişti. Apartmanın önüne geldiğinde demir kapı kapalıydı. Zillerin çalışmadığını söylemişlerdi, doğru olup olmadığını tümüne basarak denedi. Ses yoktu, beklemeye başladı içeri girmenin yollarını düşünürken elinde poşet ile karşıdan gelmekte olan Gökhan Bey’i gördü. Yaşadığı apartmanda cinayet işlendiğini öğrendiğinde bile yüzü bu kadar solgun değildi, yürümekte güçlük çekiyor gibiydi. Yanına geldiğinde, “Hayırdır Gökhan Bey? Bir rahatsızlığınız mı var?” diye sordu.

Cevap verirken gözlerini kendisinden kaçırmasına anlam veremedi komiser. Onun tuhaf hareketlerini izliyordu.

“Dünden beri keyfim yok Komiser Hanım, eve çıkıp dinleneceğim. Sizi hangi rüzgâr attı, yoksa bir gelişme mi var? Buldunuz mu katili?”

“Ne yazık ki, arkasında hiç iz bırakmamış. Uğraşıyoruz.”

Banu dava ile ilgili bilgileri paylaşmayı sevmezdi. Bildiklerini kendine ve meslektaşlarına saklamayı yeğlerdi.

Gökhan Bey kapıyı açıp geçmesi için yol verdi. Merdivenleri çıkarken ikisi de konuşmadılar. Adamın yanından geçerken ilk anda insanın burnuna çalınan meyve kokularından sonra ardından çiçek notalarını barından zarif ve seçkin parfümü tanıdı. Yabancı olmayan bu koku Gökhan Bey’in üzerine nasıl sindiğini düşündü.  Koku, cinayet gecesi evde hissettiği o yoğun tazelikteydi. Banu’nun kalp atışları birden hızlandı. Umut’un katında durdu. Gökhan Bey’in dairesine girmesini bekledi. Işıklar söndüğünde karanlığın içinde yalnızdı. Sessizliği dinledi. Derinlerde, oldukça derinlerde ölümün fısıltısını duyabiliyordu.

Ardından apartmanın ışığını yakıp Banu da cinayet mahalline girdi. Delil niteliği taşıyan eşyalar incelenmek üzere alınmıştı ama her ayrıntı kafasının içinde saklıydı. Bakır vazonun içinde ‘Chemex Coffee’ marka anahtarlık ve kalem duruyordu.

Parfümün apartmandaki kadar etkili olmasa da Cuma akşamından kalan aroması ölüm kokusuna karışmıştı; hassas burnu sayesinde iki kokuyu birbirinden ayırt edebiliyordu. Mutfak dolaplarına baktı, kulpların altında bir kadına ait oje izleri duruyordu. Yeni olduğu anlaşılan bu izler sadece iki dolap ve bir çekmecedeydi. İşaretleri takip ederek kapakları araladı, aynı kahve firmasına ait kupa bardaklar temizlenmiş duruyordu, ikinci dolapta salata ve aperatif yiyecekler koymak için tabaklar vardı. Cinayet gecesi patates servisinin yapıldığı tabağın diğer eşi de yerindeydi. Çekmeceyi açtı, büyük bıçaklar, takım olmayan çatal, kaşık ve kahvaltı bıçaklarıyla doluydu içi. Umut’u buldukları salona gitti. Koltuğun üzerindeki kan kurumuştu. Tekrar gözlerini kapatıp kafasının içinde komşuların anlattıklarını dinledi.

Nesime Teyze gece birisine bağırdığını duymuş ama ne dediğini anlamamıştı; telefonla konuşuyor zannetmişti fakat o sırada katili ile tartıştığını bilmiyordu. Gökhan Bey karısı ile dışarıdaydı, gece yarısı dönmüştü. Zemin katta yaşan Mustafa ve Gizem çifti işten geldiklerinde şapka takan bir yabancının apartmana girdiğini görmüşlerdi. Apartmanda başka kimse olmadığından esrarengiz kişinin geldiği adres belliydi, Umut’un evi. Anahtarı olduğu için zorlanmadan içeri girmeyi başarmıştı. Yüzünü saklamasının sebebi de çevresindekiler tarafından tanınmak istemiyordu. Bu kişi Umut’un beklediği biriydi ve ölmeden önce poşeti işaret etmesinin bir amacı vardı. Banu cinayet gecesi tahmininde haklı çıktı. İlaçların ne için kullanıldığını biliyordu. O parfüm kokusu. Evin içerisindeki izler, maktulün duyulan telefon konuşmaları, eczaneden Umut’un çalıştığı ürünleri alan esrarengiz kadın. Parçaları birleştirmeye çalışıyordu ama bir eksiklik vardı.

Orzaks İlaç’ın Bölge Müdürüne ait kartviziti çıkardı ve numarayı tuşladı. Meşguldü. Şansını tekrar denedi. Bu sefer başka biriyle görüştüğünü söyleyen GSM operatörüne ait telesekreter konuştu. Telefonu kapattığı anda Metin Bey zaman kaybetmeden dönüş yaptı. Banu, Umut’un hangi bölgelerde çalıştığını sordu. Çiğli’de gördükleri Chemex Coffee’nin bulunduğu lokasyonda da görevliydi.

Telefonu çalmaya başladı, Orkun arıyordu. Cevap vermeden önce,  “Seni yakaladım!” dedi.

Hatalarımızın sonuçlarını çocuklarımıza yükleyebilir miyiz? Sanmıyorum, tüm sorumluluğu üstleniriz, onları korumak için elimizden ne geliyorsa yaparız. Ben de hataların kıyısında gezinirken buluyordum kendimi, kararım ne olursa olsun insan kendinden önce çocuğunu düşünüyormuş.

Öğle molalarımda Umut’la sınırlı vaktimizi Chemex Coffee’den aldığı kahveleri yudumlayarak geçirirdik. Her zaman benimle daha fazla zaman geçirmek istediğini söylerdi. O gece, her zamanki kaçamaklarımızdan çok farklıydı.  İlk defa geceyi onunla geçirmek için aileme yalanlar söylemiştim.

Yoğun tempo ile çalıştığından, bağışıklık sisteminin çökmek üzere olduğundan şikâyet edip duruyordu. Yeni çıkaracakları üründen bahsetmişti vakti zamanında, ilacın çıktığını öğrenir öğrenmez bir koşu eczaneden alıp sürpriz yamak istemiştim. İkimiz için de unutulmaz olmasını istiyordum. Aklımdakileri, kalbimdekileri ona açmak için can atıyordum.

Heyecanlıydık o gece. Geleceğimizden bahsetmeye başladığımda neşesinin kaçtığını fark ettim. Sadece kaygılarımı bilmesini, bana destek olup güç vermesini istiyordum.

Ben içimi ona açarken umursamaz bir şekilde sadece patates yiyordu. Herkesten sakladığımız ilişkimizi artık insanlar bilsin istiyordum.

İkimizin beklentilerinin birbirinden farklı olduğunu geç de olsa anladım. Ben gelecek hayalleri kurarken o günlük eğlencesini yaşıyordu.

Kararlı konuşmalarım yüzünün iyice düşmesine sebep oldu. Kurduğu ilk cümlesinde kulaklarım uğuldamaya başladı, bağırıyordu,  Umut için öncelik ben değildim, kariyeriydi. Gözyaşlarıma hakim olmaya çalışıp tuvalete gitmek üzere kalktım. Söyledikleri beni darmadağın etti, nasıl toparlanırım bilemiyordum. Sadece kaçmak istedim. Aynadaki yansımama baktım, aklımdakini yapabilir miydim? Eğer kararını değiştirmezse düşündüğümü gerçekleştirmek zorunda olduğuma ikna ettim kendimi.

Salondan önce mutfağa gittim, bıçak setlerinin içinden orta boy olanı seçtim, canımın yandığı gibi ben de onun canını acıtmak istiyordum. Her şey geride kalmış gibi davranarak döndüm geri, suratıma bakmıyor yokmuşum gibi davranıyordu. Yüzüm gülüyor ama yüreğim kanıyordu. Sorumu yineledim, “Biz ne olacağız?” beklediğim cevap her şeyin geçtiğini söylemesiydi ama ağzından çıkan gerçekler beni yerle yeksan etti.

Söyledikleri sürekli kulaklarımda çınlıyordu, “Ben sorumluluk almaya hazır hissetmiyorum kendimi, bu senin hatan, sen sorumlusun! Bu ilişkiye başlarken sana gelecek vaat etmedim.”

İşittiklerim şaka gibiydi, hayatıma girmiş, kalbimde yer etmişti. Kırık, zamanı geçmiş bir oyuncak gibi benden vazgeçmek üzereydi. Dudaklarından dökülen her sözcük gururuma dokundu. Nefesimin kesildiğini hissettim. Ben, herkese karşı durmayı göze almışken o benden bir anda vazgeçebilmişti. Ben kendimi ona adamışken o sadece kendini önemsiyordu.

İlk defa bu kadar hızlı düşünüyordum, hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti derler ya, işte öyle oldu benimde. Zaman durmuştu, her taraf sessizleşmişti, hayat bile akmıyordu o saniyelerde. Saniyeler dediysem bakmayın, bana o an asırlar gelmişti.

Sakladığım bıçağı çıkarıp tam kalbine nasıl denk getirdiğimi bile hatırlamıyorum. O an dünya olduğundan daha hızlı dönmeye başladı. Cinayet işledim, o adamdan uzak dur diyen babamı dinlememiş koynuna girmiştim. Son pişmanlık fayda etmiyordu işte, keşke dememin de anlamı yoktu. Bana ömrünü adayan babam, yerini hiç kimsenin alamayacağı adamı dinlememiştim. Meğer ne kadar da haklıymış, yaptıklarımı öğrendiğinde yaşayacağı hayal kırıklığını her düşündüğümde bin kere öldüm.

Diğer tarafta son nefesini veren, hayatımı paylaşmayı düşündüğüm adam cansız bir şekilde yanımda duruyordu. Gözleri açık, beni görmek istemiyormuş gibi başı aksi yöne dönüktü.

Öfke krizini atlatıp kendime geldiğimde pişman olup olmadığımı bile idrak edemiyordum. Aklımda başka bir düşünceyle, cinayet aletini yok etmek için geri çıkardım.

Ailem beni Çeşme’de bilirken hâlbuki ben çok yakınlarındaydım. Bana bol gelen kot pantolon ve tişört giyip saçlarımı da şapkanın altına gizleyerek girdiğim evden işimi bitirdiğimde aynı şekilde sessizce ayrılacaktım. İki sokak arkaya park ettiğim aracıma atlayıp kaçacaktım. Akşamüstü Ufuk Abi ve eşine az kalsın yakalanıyordum, bu sefer daha dikkatli hareket etmeliydim. Bu bekleyiş sırasında aynı evde ceset ile nasıl soğukkanlı bir şekilde durdum bilemiyorum. Nabız atışlarım normale döndüğünde parça parça aklıma yapmam gerekenler geliyordu. Telefonu alıp mesajlaşmaları ve son görüşmelerimizi sildim. Her ihtimale karşı işi sağlama almak için telefonu fabrika ayarlarına geri döndürdüm.

Evde parmak izim çıksa, Umut’un çevresinden birine ilişkimiz hakkında bir şey söyleme ihtimaline karşı beni herkes Çeşme’de sanıyordu, oradaki arkadaşlarımın arasına katıldığımda da geç kaldığım için bir yalan uydurabilirdim. Saat on ikide apartmanda babamın sesini duydum, anneme Müzeyyen Senar’dan Benzemez Kimse Sana adlı parçayı söylüyordu, keyiflilerdi. Eve girip kapının kapandığını duyunca dikkatli ve sessizce dışarı attım kendimi.

İlk defa İzmir’in bir yaz gecesinde soğuk soğuk terliyordum.      

Orkun telefonla geldiğini haber verince Banu anahtarları kapıyı açması için pencereden aşağıya attı. Kapının önünde beklerken, Orkun’un merdivenleri ikişer ikişer atlayarak çıktığını duyabiliyordu. Karşısına dikildiğinde soluk soluğa nefeslenmeye çalıştı. Onu izleyen Banu sinsice gülüyordu, “Oğlum iki merdiven çıktın mort oldun, gerdek gecesi ne yapacaksın?”

Duymazdan gelen Orkun, “Önemli bir ipucu yakaladım.”

“Oğlum beni yakalamak istiyorsan bisikletle değil uçakla gelmen gerektiğini söylemedim mi? Birazdan ben katilin kendisini yakalayacağım.”

Eliyle içeri girmesini işaret edip tüm ayrıntıları en ince noktasına kadar anlattıktan sonra peşinde oldukları katilin Gökhan Bey’in muhasebeci kızı Buket olduğunu söyledi.

Ağzı bir karış açık kalan Okan, “Nasıl?” diyebildi.

“İlişkilerini uzun süredir gizli yürütüyorlardı yoksa Gürkan’ı sorgularken mutlaka bize yakın arkadaşının bir ilişkisi olduğunu anlatırdı. Uzun süre aynı evi paylaştığı arkadaşının katilinin bulunması için sessiz kalamazdı, Umut özel hayatıyla ilgili biraz ketum bir tipmiş. Başta müdürü olmak üzere her arkadaşı karakteri hakkında yüzeysel konulardan bahsettiler. Çabuk sinirlenen, çalışkan ve sorumluluk sahibi işkolik bir tip. Özünde gerçek kimliğini Gökhan Bey gördü. Fakat kızının ondan uzak durmasına engel olamadı. Umut, Buket’le olan ilişkisini sır gibi saklıyordu. Son nefesini vermeden önce ilaçları göstermesinin sebebini tam çözemesem de bizi eczanelere yönlendirdi. Umut’un gittiğimiz kafede çokça zaman geçirdiğini evdeki malzemelerden anladım. Oraya sık gitmesinin başka bir sebebi daha olmalı. İlhami’nin tarif ettiği kıvırcık saçlı kadın, bahse girerim Buket bu tanıma uyuyor!

Dahası var, evin içindeki parfüm kokusu, apartmanda karşılaştığımızda Gökhan Bey’in üzerinde hissediliyordu. Belli ki kostümüne kızından sinmiş. Eğer bu dediklerimden yanılmıyorsam Umut’u öldürme sebebini onun ağzından dinleyebiliriz.”

Kapı çaldığında hâlâ yataktaydım, keşke kaybolmanın bir yolu olsaydı ve herkesi geride bırakıp beni kimsenin tanımadığı yerde hayatıma yeni bir başlangıç yapabilme şansım olsaydı. Gerçi zil sesi hayatımın bu saniyesinden sonra değiştiğinin sinyaliydi, sadece nelerin beni beklediğini bilmiyordum.

İçeride, hayatımın kahramanı olan babamın sesini duyuyordum. Yorgun ve üzgün olduğunu konuşma tarzından anlıyordum artık. Babaların, kız çocukların dünyasında ayrı bir yeri vardır. Normalde kapımıza gelen misafirlere neşe ve coşkuyla ‘Hoş geldiniz’ diye karşılayan canım babam hissiz bir tınıyla, “Buyurun,” dedi.

Konuşan kadını hayalimde canlandırmaya çalıştım, otoriter ve katı mizacı vardı, benim için geldiklerini biliyordum. Birini öldürmüş olsam bile biraz olsun merhametli olmasını diledim. Bu isteğim sadece kendim için değildi.

Gerginliği arttıran sessizlik biraz uzun sürünce aynı kadın tekrar konuştu, “Kızınız muhasebeciydi değil mi?”

Babam tereddütle, “Evet,” dedi.

“İş yeri nerede?”

“Çiğli.”

“İçeri girebilir miyiz?”

Adım atarken topuklarını yere vuran, sırtı dimdik, biraz da küstah birini canlandırdım gözümün önünde ama yüzünü hayal edemiyordum. ‘Bayan Ukala’ dedim içimden, babam ismini telaffuz edince adının Banu olduğunu öğrendim.

Oturma odasından yayılan boğuk konuşmaları anlayabiliyordum.

Bayan Ukala, Banu demektense takma adını daha çok sevdim, evde olup olmadığımı soruyordu, ilk kez annemin konuştuğunu duydum.

Hemen ardından adım sesleri odama doğru yaklaştığını gösteriyordu, kapımı tıklatıp içeri girdi. Temmuzun ortasında olmamıza rağmen yatağın örtüsünü boğazıma kadar çekmiştim, yaptıklarımdan bu şekilde korunabileceğimi sanıyordum. Artık benim için her şey çok geçti.

“Kızım, polisler seni soruyor.”

Annem ağlamamak için kendini zor tutuyordu, o da polislerin ne için geldiklerini biliyordu sanki. Yatağımdan kalktığımda tahmin etmediğim bir güç vardı içimde, dimdik ayaktaydım. “Geliyorum anne,” dediğimde sert çıkan ses tonuma ben bile şaşırdım.

Odaya doğru yürümeye başladığımda elimden geldiğince dik durmaya çalıştım. Evin duvarları üzerime hücum ediyor gibi hissediyordum, Umut’un çığlıklarını duyuyordum. Pişman mıydım? Belki evet, belki de hayır, gerçekten buna karar vermek zordu. Hayatımı alt üst eden ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gitmek üzere olan birine siz de sinirlenmez miydiniz? Kabul ediyorum ben öldürecek kadar ileri gittim, hak etmedi de değil.

Keşke, ah keşke! Öldürmek yerine canını yaksaydım, vicdan azabını ömrü boyunca ben çekeceğime o çekseydi. Bir kere değil, bana yaptığı aklına her geldiğinde kendi kendine defalarca ölseydi. Keşke!

Kapıdan içeri girdiğimde tüm gözler üzerimdeydi. Kadın düşlediğimden çok daha güzeldi. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bekliyordu herkes. Bayan Ukala bana gözleriyle ateş ediyordu resmen, nedense artık canımı tek şey acıtabilirdi. Evet, tek şey, birazdan ailemin öğreneceği ve nasıl tepki vereceğini bilemediğim gerçek olan tek varlık.

Ellerimi karnıma koydum, gözyaşlarım akmaya başladı, aktıkça sanki daha da güçleniyordum, “Umut’u ben öldürdüm,” diyerek itirafla başladım sözlerime.

Komiser bana doğru bir adım daha attığında beklemesini işaret ederek durdum onu. Böyle tepki vermemi beklemiyordu besbelli. Neden yaptığımı ailemin anlaması, bilmesi gerekiyordu.

Kalbimi kıran adamı öldürmüştüm, acaba benim kalbini paramparça ettiğim hayatımın tek erkeği, babam beni affedecek miydi?

Banu kadının gözlerinin içine bakarken onun için üzüldüğünü, kalbinin sızladığını hissetti. Evin her köşesi Buket’e ait parfümün izlerini taşıyordu. Bakışlarını onun üzerinden ayırmadı. Kıvırcık saçlarını düzeltirken acı içinde kıvrandığını gördü. Bir an kısa saçlarını şapkanın altına saklamaya çalıştığını hayal etti.

Artık her şeyden emindi. İlaç poşetinin neden işaret edildiğini de biliyordu. Gösterişli, mucize niteliğindeki Ocean Methyl Balance Umut’a, gebelik döneminde kullanılan Ocean Mummy ise Buket’e aitti. Ses tonunu ayarlamaya çalışarak, “Cinayet gecesi kaçarken eczane poşetinin içinden ilacını almayı unutmuşsun.”

Bayan Ukala güzel olduğu kadar zekiydi. Evet, Umut’a o ilacı alırken kendime ait olanı poşetin içinde unutmuştum, son sözcükler dudaklarımdan dökülürken babamın gözlerinin içine baktım, çünkü ben onun kızıydım, af dilemeye utansam da kalbimi ısıtmasını bekleyerek açıkladım, “Ben çocuğumu doğurmak istiyorum!”  

En Son Yazılar