Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) geçtiğimiz 2017 yılının yaz aylarında yapmış olduğu açıklamaya kendi adıma katılmıyorum. Şunu belirtmeliyim ki en azından tebessüm etmemi sağladılar. Her ne kadar eşimle bunun için tartışmama sebep olsa da yine de bazı kesimleri mutlu edebilir. Açıklamaları şöyle, “18 – 65 yaş arasındaki insanlar artık genç sayılacakmış.” Hey gidi Kara Atıf düşündüğün şeylere bak. Birkaç yıl öncesine kadar ceset nerede bana ne anlatıyor, katili yakalayabilecek miyim diye düşünürken şimdi WHO ne açıklama yapıyor, Merkez Hakem Kurulu (MHK) acaba bizim maça hangi hakemi atayacak diye düşünüp duruyorum. Haklısınız bizim kanaryalar güzel uçabilse belki bu bahanelere gerek kalmayacak ama bu aralar bizim çocuklara atılan tekmeler hiç kızarmıyor. Hakemlerde haklı galiba çünkü sarının yanına en iyi lacivert yakışır. Cepte de bir sarı bir kırmızı kart olunca çubuklu formayı görünce kırmızıyı unutuyorlar. Unutmayın kardeşim yoksa içimdeki gençlik ateşi ortaya çıkacak. Ama nerede yaş olmuş altmış. Bizim İbo doğru söylüyor galiba uzun havasında;
“Elli beş de sızı iner dizine
Altmışında duman çöker gözüne
Altmış beş de hiç bakılmaz yüzüne
Ahreti gözetir süphana benzer
Ey ey aman ah”
Bu derin duyguları yaşarken size içimi dökme fırsatı sunan bu hayata bir kez daha şükürler olsun. Kayınvalide olayından sonra İzmir’de de rahat durmayacak bir kan kokusunu hissetmeye başlamıştım. Göztepe’de mi oturayım Karşıyaka’da mı oturayım diye düşünürken kendimi bir anda Altındağ tarafında buldum. İç içe geçmiş evlerin bulduğu, dar sokakların olduğu, kapı önlerinde dedikoduların çok sık yapıldığı, yürümeyle tüm dükkânlara ulaşabildiğin Bornova ilçesine bağlı sıcak bir semtte Salim sayesinde bir ev buldum. Hem kirası da ucuz bir bekâr evi. Aslında bu gibi yerlerde bekâr bir erkeğe ev vermek doğru değil diye söyleyen Meziyet Teyze polis olduğumu öğrenince evini bana kiraladı. Aslında bu kararı vermesinde kocası Akif Amca’nın katkısını saymakla bitmez. Geçen yıl öğrendim ikisinin de hayata veda ettiğini, ne diyelim hayatın kanunu mekânları cennet olsun. Bu evin bir güzelliği tek otobüsle Altındağ’dan Konak’a ulaşabiliyordum. O zamanlar paramı vardı cepte kendime güzel bir araba alayım. Şimdi her şey taksitle olduğu için alım gücü yükseldi. Yükselmesine yükseldi de borç paçadan akıyor bilen yok.
Gece ikiye kadar süren sorgudan sonra eve dönemediğim için karakolda sabahlamak zorunda kaldım. Salim’in geldiğini bile duymadım. Çünkü çok yorulmuştum. Günlerdir süren bir cinayet dosyasını başarılı bir şekilde tamamlamış olmanın vermiş olduğu rahatlamayla sandalye üzerinde uyuyakalmışım. Cüneyt Müdür’ün seslenmesiyle kendime geldim. Bir anlık şaşkınlıktan sonra ne diyeceğimi bilemedim. Müdür, Salim’den havadisleri almış olmalı ki bu pozisyonda beni yakalaması kendisini kızdırmamıştı. Ne yalan atayım bende kendisini dert edecek bir durumda değildim. İzmir rahat diye buraya geldim ama burası da rahat durmuyor ki. Müdür, “günaydın baş komiser gece uzun olmuş, tebrik ederim” sözlerini kafamı sallayıp karşılığını vermek zorunda kaldım. Salim’e döndüm beni neden uyandırmıyorsun bakışı atınca Salim bir anda ayağa kalktı. “Atıf Abi çok güzel uyuyordun kıyamadım” diye söyleyince sinirli bir şekilde kendisine baktım ama o sırada Müdür’ün kahkahasıyla tamamen uyanmıştım. İyi ki de uyanmışım neden mi yanındaki saçları kahve tonunda, gözleri kahverengi, kokusunun odaya yayıldığı Zeynep’i fark edemezdim. Ben nereden bileyim Zeynep’in bizim ekibe komiser olarak katılacağını. Ben nereden bileyim Zeynep’e âşık olacağımı. Ben nereden bileyim Zeynep’le evleneceğimi. Ben nereden bileyim şimdi ben bu yazıları yazarken Zeynep’imin bunları okuduğunu. O günden bahsedeceğim size ama şu anda bile bakışlarıyla benimle konuşabilen tek bir kadın olduğunu söylemeliyim. İki çocuğumun annesi, ömrümün sebebi… Cüneyt Müdür, “baş komiserim ekibinize yeni bir arkadaşımız katıldı, kendisinin önceki görev yerinde cinayet dosyalarında başarılı olduğu için senin ekibinde olacağına karar verildi, Komiser Zeynep.” Ben ve Salim şaşkınlık içinde bakıyorduk. Cüneyt Müdür sözlerine devam etti, komiserim, ekibin amiri “Baş Komiser Atıf Kara, nam-ı değer Kara Atıf ve komiser yardımcısı Salim” diye bizi tanıttı. O nam-ı değer Kara Atıf dediği anda belimden silahı çekip alnının ortasına vurmak istedim mi bilmiyorum. Neyse bu konuyu daha sonra anlatacağım. Salim’in dangalakça sözü odanın daha da soğumasına neden oldu. “Biz Atıf Abimle katilleri yakalıyorduk müdürüm.” Salim’in yüzüne bile bakamadan müdür cevabı verdi. “Ben size katilleri yakalayamıyorsunuz demedim ki, sadece Zeynep Komiser’in bu ekibe katıldığını söyledim” dedi müdür hazretleri ve kolay gelsin diye söyleyip odayı terk etti. Zeynep odanın ortasında kalakalmıştı. “Komiser Zeynep hoş geldiniz” dedim ve elimi uzattım. “Hoş bulduk baş komiserim” deyip o da benim elimi sıktı. Yüzüne bakmadım ama elimin terlediğini o anda hissettim. Elimi çekmeme sağ olsun Salim yardımcı oldu, “hoş geldiniz komiserim.”
Yorgunluktan ve uykusuzluktan ceketimi aldım ve merkezden ayrıldım. Eve geldim. Tam hatırlamıyorum sanırım gece saat 22.30’da kapı çaldı. Bir an düşündüm kapıyı açayım mı açmayayım diye. Bu gece ne bir cinayet dosyası içinde kana bulaşmak istiyordum ne de birinin derdini dinleyip kendisine derman olmak. Zeynep’i görür görmez mi diyeyim bir görüşte âşık oldum diye söyleyip babaya selam mı göndereyim bilemiyordum. Masada birkaç dilim beyaz peynir ve bir küçük arkadaş dert ortağım olmuştu. Hafif hafif babanın sesi ferahlatıcı bir rüzgâr olmuştu;
“Sevmek öyle güçlü ki
Benim gücüm yetmiyor
Gönlüm sanki delirmiş
İhtirazım bitmiyor”
Kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. Dayanamadım artık bir sinirle açtım. Kapıda gördüğüm kişiyle sinirimin bir anda geçti. Gecenin bu saatinde evime gelip benimle vedalaşmak isteyen kişi asayiş şubede çalışan genç bir komiser Kudret Sağlam’dı. Kudret daha o günlerden nasıl bir polis olacağının sinyallerini veriyordu. Korkusuz, atılgan, zeki bir komiser olan Kudret iki ay önce bir operasyon sırasında sağ omzundan yaralanmıştı. Şükürler olsun ki omzunda herhangi bir sıkıntı kalmamıştı. “Kudret hoş geldin, nasılsın, gel kardeşim” dedim ve içeri davet ettim. “İyiyim Başkomiserim siz nasılsınız” diye karşılık verip içeri girdi. “Boş ver şimdi başkomiseri falan Kudret, Atıf abi demen yeterli hatta Atıf bile olur kendimi yaşlı değil, genç hissederim.” Gülümsemeye başladı ve “yok Başkomiserim ne yaşlılığı durun daha sizden öğreneceğimiz çok şeyler var bizim” dedi ve sözlerine devam etti. “Başkomiserim yani Atıf abi ben bu akşam sizinle vedalaşmaya geldim.” Şaşırmıştım ne vedası olduğunu anlamadım. “Atıf abi, yaralandıktan sonra asayiş şubeden cinayet masasına geçmek için dilekçe verdim, İzmir’deki cinayet masasında yer olmadığından ve ayrıca ihtiyaçtan dolayı beni İstanbul’a gönderiyorlar, hem de Cinayet Masası başkomiseri olarak.” Hem şaşırdım hem üzüldüm hem de sevindim. “Vay be Kudretim yani Başkomiserim ne diyeceğimi bilemedim kardeşim” dedim ve kendisine sarıldım. O sırada Kudret, “Abi seninle çalışmayı o kadar çok isterdim ki, kim bilir belki günün birinde bir başka yerde birlikte çalışma şansını bulurum.” Şaşkınlığımdan ne diyeceğimi bilemedim. “Otursana Kudret, aç mısın sana bir şeyler hazırlayayım mı?” diye masaya davet ettim. Kudret, “Sağ ol Atıf abi gece on iki otobüsüyle İstanbul’a gitmem gerekiyor ben müsaadenle gideyim” dedi ve sözlerine devam etti, “Hakkını helal et Başkomiserim Atıf Kara.” Derin bir nefes aldım ve “Helal olsun Başkomiserim Kudret Sağlam, kendine çok dikkat et.” Kapıyı açtı, arkasını döndü, ufak bir tebessümle, “Atıf abi babanın sesine kulak ver o sana en doğru yolu gösterir” dedi ve kapıyı kapattı. O sırada baba damarlarımdaki kan dolaşımını daha da arttırdı;
“Her arzunun ötesinde bir ağ gibi hep sen vardın
Aşkların en güzeliyle uzandı sana ellerim
Hasretim sensin tek çaremsin
Yıllardır beklediğim aşkımsın benim”
Duvarda asılı Orhan Gencebay posterine baktım. Masada bulunan bardağı elime aldım. O sırada kapı yine çaldı. Kudret geri geldi galiba diye düşündüm. Kapıyı açtım, kapıda Komiser Zeynep ve bizim Salim vardı. Salim selam bile vermeden aceleci bir tavırla hemen olayı söyledi. “Başkomiserim bir cinayet vakası var, aslında iki cinayet ama tek bir olay yerinde” diye sözlerine devam ederken “Ne bir cinayeti, ne iki cinayeti?” diyerek Salim’i susturdum. Zeynep, olayı anlamama yardımcı oldu. “Başkomiserim Bornova’da bir apartman dairesinde bir kadın bir erkek cesedi bulunmuş, olaya bizim bakmamızı söylediler, gece gece sizi rahatsız ettik ama olay cinayet olunca”diye sözlerini tamamladı Zeynep. Salona gidip ceketimi ve silahımı aldım. Orhan Baba, tatlı tatlı rüzgarları estirmeye devam ediyordu ama mecburen teybi kapatmak zorunda kaldım ve evden dışarı çıktım. Oysa ki bu gece ne bir cinayet dosyası gelsin ne de bir dert dinlemek zorunda kalayım diye dua etmiştim.
Olay yerine geldiğimiz zaman salonun tam ortasında bir kadın bir erkek cesediyle karşılaştım. Kadının ve adamın yüzü yere doğru dönük olduğu için gözlerinin renklerini bilmiyordum ama kadının ve adamın saçlarından kumral bir ten rengine sahip olduklarını hemen anlamıştım. Adamın üstünde beyaz bir gömlek, siyah bir kumaş pantolon ve klasik bir tarzda siyah deri ayakkabı vardı. Kadının üzerinde siyah renkte askılı, dizinden iki parmak yukarıda bir etek boyu olan bir elbise ve siyah deri topuklu bir ayakkabı vardı. Muhtemelen ya bir düğüne gidiyorlardı ya da herhangi bir kutlama gibi bir durum vardı. Giyim tarzlarından bunu anlamıştım. Evin içinde dolaşmaya başladım, kadın ve adam evli olduğunu duvarda asılı olan düğün fotoğrafından anlamıştım. Ev dağınık bir haldeydi. Bütün çekmeceler yere boşaltmış bir vaziyette bulunan evde katil, kendini hırsız olarak göstermiş olabilirdi diye düşündüm. Çekmecelerin boşaltılmasından dolayı eve hırsızın girebileceğini söyleyen Salim’e, Zeynep hemen cevabı verdi. “Salim bu olay bir hırsızlık vakası değil bu bildiğin bir cinayet vakası hem de kasıtlı ve planlı bir cinayet.” Salim şaşkınlıkla evin içinde dolaşıp notlar almaya devam etti. Evin balkonuna çıktım sokağı inceliyordum. Bulunduğumuz apartman dairesi dördüncü kattaydı. Birisinin buraya tırmanıp yukarı çıkması ve buradan aşağı inip kaçması imkânsız gözüküyordu. Zaten ben kendim balkon kapısının kilidini açıp çıktım. Balkonda bulunan sandalyeye oturdum. Başım biraz ağrıyordu. O sırada Zeynep geldi ve bana, “Başkomiserim nasılsınız?” diye sordu. Kız daha bugün göreve başladı ve ilk cinayet vakasıyla karşılaştı. Onun için bir ilk yaşanıyordu. Gözleri çok güzeldi Zeynep’in. Gözlerinin içine bakarak, “iyiyim Zeynep, sadece biraz başım ağrıyor” dedim. “Geçmiş olsun Başkomiseri, sizin için yapabileceğim bir şey var mı” diye sözlerine devam etti. Cevap vereceğim sırada Salim geldi ve “Başkomiserim olay yeri inceleme işini bitirdi cesetleri morga götürecekler, yapabileceğimiz başka bir şey var mı” diye sordu. “Hayır Salim arkadaşlar işlerini yapsınlar” dedim.
Gece saat 04.30 gibi eve geldim. Birkaç saat uykuya ihtiyacım vardı. Yatağıma uzandım. Bomboş tavana bakıyordum. Yorgunluk ve uykusuzluk o kadar çok yıpratmıştı ki beni uyumak bile zor geliyordu. Gözlerimi yavaşça kapattım ve uyumuşum. Ne kadar saat uyuduğumu bilmiyorum bir anda yataktan kalktım ve olay yerine gittim. Zeynep ve Salim’e haber vermedim çünkü bu benim tercihimdi. Çünkü hem cesetlerle hem de olay yerinin diliyle ben konuşmak istiyordum. Aslında bu benim yıllardan beri yaptığım bir taktikti. Bornova Hükümet Konağı’na yakın bir yerde bulunan apartman dairesine geldim. Apartmanın adı çok ilginçti Yaşam Apartmanı. Yaşam Apartmanı’nda iki kişinin yaşamına son veren katili bulmak istiyordum. Apartmanın içine girdim. Asansörü kullanmadım bu kez. Merdivenleri kullanmak istedim. Yavaş yavaş her yere bakarak dairenin kapısının önüne geldim. Hiçbir ize rastlamadım. Gecenin karanlığı da gündüzün aydınlığı da bu olayla ilgili bir şeyler bulmamızı engelliyordu. Kapının önünde sarı bantlardan olay yeri girilmez yazısına dokunmadan açık durumda bulunan kapıdan içeri girdim. Salona doğru yöneldim. Salonda gördüğüm kişi Zeynep’ti. Koltuğa oturmuş olay yerine bakıyordu. Beni fark edince bir anda ayağa kalktı ve ne diyeceğini bilemedi. “Zeynep burada ne işin var senin” diye karşılıklı konuşmaya başladık. “Başkomiserim uyku tutmadı malum biliyorsunuz bu benim ilk cinayet dosyam ve olay yerini incelemek istedim.” Zeynep’in yanına oturdum. “Saat kaç Zeynep? Kaç saat uyuduğumun farkında değilim.” Zeynep kolundaki saate baktı ve “Saat 8.45” dedi. “Neler düşünüyorsun bu durumla ilgili?” diye sordum. “Başkomiserim bazı düşüncelerim var, bence bu iki kişiyi tanıyan hem de yakından tanıyan birisi öldürmüş olabilir. Kapıda zorlanma yok, eşyaları etrafa dağıtmış sanki evde bir şeyler arıyormuş gibi geldi bana. Evden ne aldığına dair bir bilgimiz de yok.” “Kadın ve adam hakkında elimizde başka ne bilgiler var Zeynep?” diye sordum çünkü Zeynep’in ses tonu bile beni etkilemeye yetiyordu bu yüzden onunla konuşmak istiyordum. “Adamın adı Alp Korkmaz, otuz beş yaşında İzmir’li zengin bir ailenin oğlu. İş adamı, ailesinden kalan tekstil şirketinin başında ve aynı zamanda iki kardeşi daha var biri kız diğeri erkek. Erkek kardeşi ikiziymiş, Alper Korkmaz. Kendisi şu anda şehir dışındaymış bir iş anlaşması için Bursa’ya gitmiş ve kendisine ulaştık, İzmir’e dönüyor. Kız kardeşinin adı Ayşe Korkmaz yirmi üç yaşında üniversite öğrencisi, işletme fakültesinde okuyor. Salim şu anda merkezde ifadesini alıyor. Kadın Selin Korkmaz, otuz üç yaşında aynı şirkette sekreter olarak işe başlamış ve bir yıl önce evlenmişler. Selin de İzmirli bir ailenin kızı. Ailesi Karşıyaka’da oturuyor. Anne ve babası şu anda perişan halde, onları da merkeze aldırdık ve ifadelerini alıyoruz. Hiç kimseyle bir problemlerinin olduğunu düşünmüyorum.” Anlattıklarından birinin katil olabileceğini bende düşünmüyordum ama aklıma takıldı” Zeynep, bu patron Alp tüm yetkileri elinde mi bulunduruyormuş” diye sordum. Zeynep komiser dersine iyi çalışmış bir şekilde cevabını verdi. “Hayır Başkomiserim şirketin hisseleri eşit miktarda dağıtılmış ama Alp Korkmaz, kız kardeşinin hisselerini de üstüne almış. Bununla ilgili şirket evrakları içinde kız kardeşinin imzalı onayı var. Bu yüzden patron Alp Korkmaz tüm yetkileri üstünde gözüküyor ama kız kardeşi Ayşe Korkmaz üniversiteyi bitirince şirkette söz sahibi olabilecek.” Komiserim hayran olduğum Zeynep olayın matematiğini iyice bana anlattı. Bu hikâyede eksik bir şeyler vardı ama ne olacaktı. Zeynep’e döndüm dedim ki, “Benim karnım çok acıktı sen kahvaltı yaptın mı?” “Vallahi baş komiserim ne yalan atayım benim de karnım zil çalıyor ama bu olay beni biraz tıkadı gibi oldu” diye cevap verdi. Birlikte Konak’a gittik ve kahvaltımızı Karşıyaka’ya bakarak yaptık. İzmir’in iki yakasında nerede oturursanız oturun manzarası ayrı bir lezzettir. Elimizde birer İzmir kumrusu denize baka baka, sohbet ederek karnımızı doyurmaya çalıştık. Bir bakışı yetiyordu Zeynep’in benim nefes almama. Sanki dün yeniden doğmuş gibiydim. Ne diyeceğim ben kıza şimdi, dün seni gördüm bir görüşte âşık oldum… Saçmalıyordum kendi iç sesimde. Zeynep’e döndüm dedim ki, “Biliyor musun Komiserim, her cesedin bir dili vardır ve konuşmayı bilirsen hepsi sana katilinin kim olduğunu söyler.” Zeynep rüzgârda dağılan saçlarını düzeltti ve bana, “Sizce Başkomiserim bu cesetler size katilin kim olduğunu söylediler mi” diye sordu. “Bu kez onlarla konuşmak istemedim ama Alper Korkmaz bize katilin kim olduğunu söyleyebilir, belki de katille konuşmaya gidiyoruz Zeynep” diyerek merkeze doğru yöneldim.
Saat 17.30 gibi herkes mesaisini bitirmiş evine doğru giderken ben, Zeynep ve Salim karakolda Alper Korkmaz’ın ifadesini almak için bekliyorduk. Alper’i iki saattir sessiz bir odada bekletiyordum. Hem ağlaması geçsin hem de sinirleri gevşesin diye bekliyordum. Salim ve Zeynep bir masada dosyayı inceliyordu. Ben de ayaklarımı masaya uzatmış Alper’i seyrediyordum. Salim’le biraz şakalaşmak istedim. “Komiser yardımcısı Salim düğün ne zaman?” Salim soru karşısında şaşırmıştı. “Vallahi Başkomiserim nereden bileyim, ev bakıyoruz daha ama bütçemize uygun bir ev bulamadık ki.” Yerimden kalktım birkaç vücut esneme hareketi yaptıktan sonra Salim’le konuşmaya devam ettim. “Bulunur Salim’im sen gönlünü ferah tut, Allah büyüktür. Bak ne diyeceği? Bu dosyayı çözünce Filiz’i de al gel bir yemek yiyelim hep birlikte.” Zeynep, “Filiz kim?” diye sordu. Salim, “Nişanlım” diye cevap verdi. “Başkomiserim, yemeğe Zeynep Komiserim davetli mi?” diye sordu. Bu soru karşısında ne diyeceğimi bilemedim ama bir cevap vermem gerektiğinin de farkındaydım. “Zeynep Komiserim gelmek isterse çok mutlu oluruz” diye cevap verdim. “Gelmek isterim tabi ki. Niye gelmeyeyim Salim?” diye cevap verdi. “Bu sayede Komiserim sizi nişanlımla da tanıştırmış olurum” diye Salim konuyu bağladı.
Sorgu odasına doğru yöneldim. Kapıyı açtım, içeri girdim. Alper Korkmaz hemen söze başladı, “Beni burada tutmaya hakkınız yok, ben kardeşimi ve yengemi görmek istiyorum” dedi. Alper’in yüzüne baktım, “Kusura bakmayın iş yoğunluğundan dolayı sizi bekletmek zorunda kaldık, size tek bir soru soracağım Alper Bey” dedim. “Sorun da gideyim bu cehennemden” diye söylenmeye devam etti Alper.
“Acınız büyük anlıyorum öncelikle başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin ama bu soruyu sormam gerekiyo: Kardeşiniz Alp Bey’in karısı Selin Hanım’la herhangi bir şekilde ilişkiniz oldu mu” diye sordum. Kızgın ve sinirli bir şekilde “Bu nasıl bir soru memur bey, siz nasıl böyle bir soru sorabiliyorsunuz?” dedi. “Alper Bey, başınız sağ olsun serbestsiniz gidebilirsiniz” dedim. Alper yerinden kalktı ve odadan dışarı çıktı. Ben de tek taraflı görünür cama dönerek gülümsedim ve dışarı çıktım. Zeynep ve Salim şaşkındı. Salim hemen söze başladı, “Başkomiserim katil Alper diyordunuz niye serbest bıraktınız?” diye sordu. Zeynep’in yüzüne baktım ve Zeynep, “gözlerin çok güzel” dedim. Ceketimi ve silahımı aldım merkezden ayrıldım.
İzmir’de göreve başladığım zaman Karşıyaka tarafında balıkçıları ziyaret ederdim. Zaman içinde bazılarıyla çok iyi dostluğum oluşmaya başlamıştı. İhtiyarladım, emekli oldum şu zamanda bile konuşmaya devam ettiğim arkadaşlarım var ve inanır mısınız balıkçılığa devam ediyorlar. O zamanlar muhabbetinden keyif aldığım ve hayat tecrübesiyle beni yönlendiren Remzi Baba vardı. Hey gidi Balıkçı Remzi Baba. Nam-ı değer Avcı Remzi Baba. Ne zaman yanına uğrasam muhakkak demli bir çayı bulunurdu bana ikram edecek. Aradan kaç yıl geçti ne o çayın tadını bulabiliyorum hayattan ne de onunla yapmış olduğum keyifli sohbeti. Ah Remzi Baba ah. Terk-i diyar eyledi göçtü gitti aramızdan. Mekânın cennet olsun babam. Ben hayatımda baba kelimesini en içtenlikle bir tek ona söyledim. Neyse yazılacak hikâye çok nasıl olsa. Bir de benim yetimhane günlerini anlatırım siz değerli okuyucularıma. Remzi Baba ile saatlerce konuşurduk. Yine o gece saatlerce konuştuk. Zeynep’i ilk kez kendisine anlattım. “Sevmenin, âşık olmanın zamanı olmaz evlat, bazen aşk yıllar boyu yanında durur da farkında bile olamazsın bazen de onu ilk gördüğün anda dersin işte karşımda duruyor işte tam orada git sokul yanına, cesaretlendir kendini Atıf Kara” diye umutlandırdı beni. Senin şu kardeş katli olayına gelince diye sözlerine devam etti. “Senin işine karışamam evlat, senin işinde deliller var, kanıtlar var. Bizde ne var? Masmavi uçsuz bucaksız bir deniz. Ben balık tutarım paramı böyle kazanırım, sen suçluları yakalar paranı kazanırsın. Bu açıdan sen de avcısın ben de avcıyım. Aramızdaki tek fark, ben katilim. Ne yaparsın doğanın kanunu. Bu balık hem denize lazım hem de bizim fani vücuda. Övünmek için söylemiyorum sana bunları. Balık oltaya geldi mi gözlerine bakarım. O an ne hissettiysem onu yaparım. Balığın gözleri bırak beni denize diyorsa bırakırım, bırakma beni diyorsa büyük balıklar beni yer diyorsa kovanın içine bırakırım. Gözler kalbin aynasıdır Başkomiserim. Zeynep’in gözleri sana ne anlatıyor?” Remzi Baba’yla sabaha kadar konuştuk. Hey gidi Remzi Baba bir büyüğün yaşını devirdin. Büyük bile ceketi olsa iliklerdi senin önünde emin ol.
Sabah olmak üzereydi. Remzi Baba’nın yanında ayrıldım. Kendimi bir anda morgun kapısında buldum. Görevli arkadaşlara rica ettim. Bizim Korkmaz Ailesi’ni görmek istiyorum dedim. Sağ olsunlar beni hiçbir zaman kırmazlardı. Önce kadını görmek istedim. Görevli arkadaşlar kadının bulunduğu dolabı açtılar ve kadını gösterdiler. Gözleri kapalıydı ve gözlerinin açılmasını istedim. Bir çift ölü kahverengi göz bana baktılar. Sonra adamın bulunduğu dolabı açtılar. Adam gözleri açık bir şekilde bana bakmaktaydı. Ela gözleri sanki bana bir şey anlatmak ister gibiydi. Konuş benimle Alp Korkmaz diye içimden söylenip duruyordum. “Senin ve karının katili kim?” diye bağırdım. Görevli arkadaşlar önceleri çok şaşırıyorlardı ama artık alıştılar. Atıf Kara yine katili yakalamayı başarmıştı.
Sabah saat 09.00 gibi Zeynep ve Salim ikisi birlikte ofisten içeri girdiler. İkisi birden beni görünce şaşırdılar. En büyük şaşkınlıklarıysa Alper Korkmaz’ın elinde kelepçeleri görünce oldu. İkisinin de yüzünü yıllar geçse de unutamıyorum. “Komiser Zeynep ve Komiser yardımcısı Salim siz sormadan ben anlatmaya başlayayım.” O sırada diğer memur arkadaşlara dönüp “Siz Alp Korkmaz’ı savcılığa sevk edebilirsiniz” diye görevlendirdim. Elimdeki dosyayı da masanın üzerine bıraktım. Dosyanın üzerinde Korkmaz Ailesi Cinayeti yazıyordu. Zeynep ve Salim’e döndüm. Anlatmaya başladım. “Birkaç gündür bu mevzu yüzünden uykularım kaçıyordu. Olayı aslında daha önceden çözmüştüm ama bir türlü sağlamasını yapıp sizlere bir şey diyemiyordum. Dün ikinizde çok yorgundunuz. Biraz kafa dağıtmak için gezdim, dolaştım. Sabah olunca kendimi morgun önünde buldum. Zeynep seninle cinayetlerin işlendiği yerde konuştuğumuz zaman aklıma bir şeyler gelmişti işte. Neyse devam ediyorum. Morgda Selin’i ve Alp’i incelemeye gittim. Sonra oradan ayrılıp olay yerine tekrar geri döndüm. Olayı çözmeme rağmen hala şoktayım, kusura bakmayın. İnsan karısını ve kardeşini öldürür mü diye bana sormayın da. Öldürüyor işte bunun gibiler. Eee ne demişler paranın kölesi olursan böyle olur. Yakın çevrende ne var ne yok göremezsin bile.” Salim dayanamadı sordu, “Başkomiserim çatlatmayın insanı anlatın şu olayı” dedi ve o sırada Zeynep şaşkınlıkla beni dinliyordu. “Şimdi bu sekreter gelin Selin Korkmaz var ya yıllardan beri aslında Alper Korkmaz’ın sevgilisiymiş. Ama işte para, pul, mevki uğruna Alp Korkmaz ile evlenmiş. Bu Alper Korkmaz yok mu işte az önce giden. Hani sizin yani tüm herkesin bildiği Alper diye bildiği şahıs aslında Selin’in kocası Alp Korkmaz’ın ta kendisidir. Zeynep’le olay yerinde buluştuğumuz gün duvarda asılı olan düğün fotoğrafına dikkatlice baktım, oradaki Alp Korkmaz’ın gözleri yeşil ama morgda yatan adamın gözleri ela. Az önce uğurladığımız Alp Korkmaz’ın gözleri yeşil ama evde ceset olarak karşımıza çıkan Alp Korkmaz diye tanımladığımız kişinin gözleri ela. Kısacası arkadaşlar ölen Alp Korkmaz değil, Alper Korkmaz. Öldüren Alper Korkmaz değil, Alp Korkmaz.” Zeynep hayretle beni dinliyordu ve sordu, “nasıl olur baş komiserim DNA sonuçları her şey Alp Korkmaz’ın öldürüldüğünü işaret ediyordu.” “Onu biliyorum Zeynep” diye sözünü kestim ve devam ettim. “Bu Alp ve Alper Korkmaz kardeşler tek yumurta ikizi olduğu için tek farklı yerleri göz renkleri. Alp, kardeşi Ayşe’nin hisselerini de kontrol ediyor ya akıllı patron. Nasıl olduysa Selin’in kendisinden önce Alper ile olan ilişkisini öğrenmiş. Kardeşini öldürüp hem intikam almak istemiş hem de şirketin tek başına patronu olabileceğini düşünmüş. Ama tabii ki benim bu ayrıntıyı fark etmem Alp Korkmaz’ın sonu oldu. O gün kardeşini aramış demişki, Alper benim acilen Bursa’ya gitmem gerekiyor ama akşam Selin’in katılmak istediği bir düğün var, ben yokum da sen yengene eşlik eder misin demiş. Alper için de bu bir fırsat. Hem ağabey ortalarda yok hem de Selin’le başbaşa bir gece geçirecek. Alper ve Selin evden çıkmak üzere hazırlanırken Alp bir anda bunları evde basıyor. Tüm yaşananları tek tek anlatıyorlar. Bu da basıyor tetiğe. Zaten önce kardeşini sonra karısını öldürüp gömecekmiş.” Salim dayanamadı “Başkomiserim her şeyi anladım anlamasına ama bu adam Selin’i ve Alper’i öldürdü de niye etrafı dağıttı bununla ilgili bir bilgi var mı elimizde?” diye sordu. Zeynep bir anda söze başladı “Bence çok basit bir nedeni va. Kendisine yani Alp’e ait tüm fotoğrafları, bilgileri ortadan kaldırmak ve bundan sonraki hayatında tek başına şirketin sahibi olmak. Alp yıllardan beri şirketin başında ve kötü adam, ayrıca kız kardeşi de Alp’in bu durumundan rahatsız çünkü ifadesinde böyle bir şeyden bahsetmişti. Unuttuğu tek bir fotoğraf Başkomiserimizin kendisini yakalamasını sağlıyor. Büyüksünüz Başkomiserim” diye sözlerini tamamladı Zeynep. “Benim büyüklüğümün bir önemi yok aslında ama şunu unutmamak lazım acaba Alp o fotoğrafı bilerek mi kaldırmadı? Çünkü her katil kendisinden bir iz bırakmak ister. Neyse, Salim haydi bize yemek ısmarlıyordun? Çağır Filiz’i de götür bizi güzel bir yerlere bakalım.” Salim, “Hemen Başkomiserim” dedi, yerinden kalktı ve ofiste Zeynep’le baş başa kaldık. Zeynep, “Başkomiserim siz dün çıkarken bana ne demiştiniz?” diye sordu ve hiçbir şey söyleyemedim. Yerimden kalktım, ceketimi ve silahımı aldım ofisten dışarı çıktım.
Salim, Filiz, Zeynep ve ben bir masada oturmuş önümüzdeki sardalyaları birer birer mideye indirmeye devam ediyorduk. Salim ve Filiz’in keyfi yerindeydi. Onların neşesi ve mutluluğu, tüm yorgunluğumu ve mutsuzluğumu bitirmeme yardımcı oluyordu. İkisi birlikte izin isteyip mekânın dışına çıktılar. Zeynep’le masada yalnız kalmıştık. Sanki mekânda bizden başka hiç kimse yokmuş gibi geldi. Hem Kudret’in hem de Remzi Baba’nın sözleri aklıma geldi ve sözcükler ağzımdan bir anda çıktı. “Gözlerin çok güzel Zeynep.” Ben bunları söylerken radyoda sözleri Çiğdem Talu’ya ait, Melih Kibar’ın bestelediği Erol Evgin’in söylediği şarkı çalıyordu. Ne büyük bir sanatçıydın sen Melih Kibar. Ne güzel sözler yazardı Çiğdem Talu ve ne güzel söylerdi Erol Evgin. Ne yazık ki erken gitti Melih Kibar. O zamanlarda hep hayal ediyordum Zeynep’le bir gün evlenirsem bir oğlum olsun bir de kızım, oğlumun adı Melih olsun kızımın adı Eylül. Allah dualarımı kabul etti ve hayallerimi gerçekleştirdi. Şimdi ben bunları yazarken de aynı şarkıyı defalarca dinliyorum;
“Hiç kimse olmadı benim hayatta
Ne bir yol gösteren ne akıl veren
Tam alışmıştım ki bu yalnızlığa
Bir tek gülüşünle girdin dünyama
Tarifsiz acılarla yüklü günlerimi
Çileli bir hayatın bütün izlerini
Bir bakışın yetti unutturmaya
Bir bakışın yetti canım unutturmaya…”