Editör Ceren Yonca, odasının kitaplarla dolu dünyasında kaybolmaya başlamıştı. Editörlüğünü yaptığı son dosyadan sonra uzun bir tatile çıkmayı düşünüp bunu asla gerçekleştiremeyeceğini, hayal olarak kalacağının farkındaydı. Önünde bilgisayarda açık duran dosyadan başını kaldırıp hayatındaki en büyük eseri olan kütüphanesine bakarak keyiflenmesi kısa sürdü. Zamanı daralıyor dosyadaki kurgunun içine bir türlü giremiyordu. Onların dünyasında sessizlik önemliydi. Mesleği ile bu mümkün olmuyordu. Keşke yurt dışında bir yerde yaşasaydım diye hayıflandı.
Editör olarak işe başladığı yayınevi ona tecrübe dışında hiçbir şey kazandırmamış, asıl mesleği olan öğretmenlik ile hayatını idame ettirmeyi başarmıştı. Bekar ve yalnızdı. Anne ve babasının şiddete dayalı evliliği kendisine ömür boyu bekar kalma kararını aldırmış, küçük yaşlarında ayrılan ebeveynlerini ise hiç affetmemişti. “[bctt tweet=”Sözlerin yükünü dil değil, gönül çekermiş.” username=”dedektifdergi”]” Diye düşündü. Bu cümleyi kendisine annesi öğretmişti. Hem annesine hem kendisine uygulanan sözlü ve fiziksel şiddet, eğitmen de olsa içine kapanık, insanlardan kaçan, zorunlu olmadıkça da insanlarla muhatap olmayan biri haline getirmişti. Çocukları çok sevmesine rağmen veliler ile diyaloğunu kısıtlı tutmayı başarıyordu. Ne acıdır ki okuduğu ve düzelttiği polisiye kitaplarla sık sık geçmişine gidip olayları kendi hayatı ile bağdaştırıyordu. Bu işi hem seviyor hem de nefret ediyordu. Bu dosya o kadar vahşet doluydu ki uzun bir süre başka kitap dosyasına bakmayacaktı. Hele kitabın yazarını tanıdığı aklına gelince bu kararının ne kadar yerinde bir karar olduğunu kendi kendine telkin etti. Artık yazmayacaktı. Gözlerinde tıpkı kitabında bahsettiği gibi donuk, karanlık, bir hava vardı. Tüm bu düşünceler eşliğinde tekrar önünde açık duran dosyaya odaklanmaya çalıştı. Duyduğu bir ses ile başını kaldırdığında gülümseyen bakışlarla gelen ziyaretçisini süzdü. Birazdan hayatının son bulacağından habersiz ayağa kalktı. Ölüme, sayılı nefesi kaldığını bilmeden mutfağa doğru ilerlemeye başladı…
Cesedin başına tekrar geldiğimde ne düşündüğümü ne hissettiğimi bilmiyordum. Görüntü zihnimin en can alıcı noktasında olan bilinçaltımda yerini almıştı. Bu durumun gözümü her kapattığımda veya rüyalarımda, bana eşlik edeceğine adım kadar emindim. Zira kurban benim ile olan bağından dolayı öleceğim güne kadar yaşayacaktı. Bu günden sonra hayatının eskisi gibi olmayacağını bilerek odadan banyoya doğru titreyen ayaklarımla ve bana eşlik etmek için çaba sarf eden gözyaşlarımla ilerlemeye başladım. Aynaya baktığım da gördüğüm görüntü donup kalmama sebep oldu. Sanki yıllar geçmiş ve ben onlarca yıl yaşlanmış, gözlerimin korku ve heyecan dolu bakışı ile karşılaşmıştım. Fakat umursamadım. Yaşadığım tatmin duygusu korkularımı alaşağı edecek güçteydi. Kan kokusunu hiç bu şekilde duyumsamamıştım. Hele kadının bana yalvarması beynimde bir bombanın patlamasına sebep olmuş gibi her düşüncemi yerle bir etmiş fakat anında kendini yenilemesine sebep olmuştu. Kayıplarımı hiçbir şey geri getiremezdi. İçimdeki kin ve öfkenin yakıcı alevini dünyadaki bütün okyanuslar bir araya gelse söndüremezdi. Bu kadın ölmeliydi ve ölecekti. Bana aşağılayarak bakan gözleri bir daha görmemek üzere kapanıp zehirli dili susmalıydı. Şimdi güç benim elime geçti. Bu günü yıllarca hayal edip bekledim. Bu iş bitmeliydi. Bana elleri ile hazırladığı kahveye el çabukluğu ile koyduğum sakinleştiriciyi, istediğim soğuk suyu almak için mutfağa gittiği için fark etmedi. Sanırım biraz fazla miktarda koymuş olmalıyım ki sakinleştiriciye bu kadar kısa sürede tepki vereceğini hesap edemedim. Bu işimi kolaylaştırdı. Ne de olsa her gün birini öldürmüyordum. Onun gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Onu oturduğu sandalyeye bağlamama, ağzına tıkadığım beze hiç itiraz etmedi. Şoktaydı. Beni karşısında görünce eminim kendisine zarar vereceğimi aklından bile geçirmemiştir. Şimdi ise ona uygulayacağım ve daha önce filmlerden öğrendiğim imza bölümüne geçeceğim. Hayvanlar üzerinde uyguladığım her şeyi bugün ilk kez insan üzerinde deneyecektim. Bu ilk ve son cinayetim olacak. Kesinlikle kusursuz bir iş çıkarmalıydım…
Başkomiser Aylin Türkoğlu, olay yerine geldiğinde, binanın kapısının önüne sarı şeritler çekilmiş; cenaze arabası, ambulans ve Olay Yeri İnceleme ekibinin kendisini beklerken buldu. Savcı gelmiş, raporunu kurbanı bulan ekibe teslim etmiş mahkeme salonundaki davaya yetişmek için kendisini beklemeden ayrılmıştı. Aylin buraya gelirken yolunun üzerinde meydana gelen bir trafik kazası yüzünden geçikmişti. Hemen arabasından inip binanın içine girdi. Merdivenlerden ikinci kata çıkmaya başladı. Mesafe azaldıkça ense tüyleri diken diken olmaya, burnuna kadar gelen kanın metalik kokusunu iyice duyumsamaya başladı.Yardımcısı Sinan onu görünce açık duran kapının önünden ayrılıp kendisini karşıladı. Sinan’a başı ile selam verdikten sonra cinayet mahalline girmek için adımlarını hızlandırdı. Kan kokusu yoğunlaşmış, tüm duyuları harekete geçmişti. Derin birkaç nefes aldı. Mesleğini severek, adaletin yerini bulmasına yardımcı olmak için seçse de her olay yerinde kendini uyaran ense tüylerinin, hangi psikolojik neden ile uyarı yaptığını, altta yatan sebebin ne olduğunu henüz çözememişt. Hazırlıklarını bitirip, kapıdan içeri girdi. Koridorda ilk dikkatini çeken şey temizlik oldu. Zira koridordan itibaren açık duran her kapıdan duvarların beyaz boyası sanki boyacı işini yeni bitirip çıkmış kadar temiz görünüyordu. Koridordan ilerleyerek salona yönelince kendisini koyu gri renkte olan televizyon ünitesi ile aynı rengin tonlarından olan koltuk takımı ve perdeler karşıladı. Tüllerin beyazlığı dikkat çekiciydi. Salonun balkon tarafına bakan duvarı ise boydan boya kitaplarla dolu bir kütüphaneydi. Onun önünde duran beyaz büyük yazı masasının arkasındaki gri konforlu olduğu her halinden belli sandalye ise koltuk takımı ile aynı renge sahipti. Bu koltuk karışımı sandalye eşyaların arasında en dikkat çekici olanıydı. Ne de olsa kurban kitap dünyasının ünlü bir editörüydü. Zamanının çoğunu bu sandalyede geçirdiğine göre hem konforlu hem de göz alıcı olmalı diye düşünmeden edemedi. Kurban ise bu kadar temiz ve düzenli salonda oraya ait değilmiş gibi masanın sol tarafında yüzü duvara dönük kendi kan gölünün ortasında yatıyordu. Aylin ona doğru ilerledi. Önüne geldiğinde ise şaşkınlıktan bir on saniye hareket edemedi. Kendini toparlar toparlamaz kurbana yaklaşıp yere diz çöktü. Bu cinayeti işleyen ruh hastasının nasıl bir pislik olabileceği düşüncesini zihninden kovmak ister gibi sağ elini baş hizasında boşlukta salladı. Kadının yüzü kesici bir aletle tanınmayacak hale getirilmiş, boynu ise boydan boya kesilmişti. Kurbanın ölümüne boynundaki derin kesi sebep olmuş gibi görünüyordu. Yüzünden akan kanın yanında bir nesne kana bulanmış halde duruyordu. Aylin bunun ne olduğunu önce çözemedi. Dikkatini tekrar kurbana çevirdi. Kadının kıyafetlerinin kana bulanmış halinden şu an başka yarası olup olmadığı belli olmuyordu. Otopside her şey netleşirdi. Aylin tekrar yüze odaklandığında, kurbanın kapalı olan göz çukurlarının içe çökük olduğunu fark etti. Gözleri yerinde yoktu. Yanında duran uzvun ise ne olduğunu anlayınca kısa süreli bir şok yaşadı. Yerde duran kadının kesilmiş diliydi. Kendini, kadının dilinin ve gözlerinin öldürüldükten sonra oyulup, kesilmiş olmasını dilerken buldu.
Mide bulantısı artıyordu. Ayağa kalkıp, Sinan’a dönerek “Kurban hakkında elimiz de ne var? Onu kim bulmuş?” diye sordu.
“Ceren Yonca. Elli bir yaşında. Öğretmen. Bekar. Halen aktif görevde ve editör. Kurban iki gündür çalıştığı okula gitmemiş. Aramalara cevap vermeyince bir öğretmen arkadaşı olan Neriman Hanım kapıcı ile birlikte yukarı çıkmış. Zile basmışlar açan olmamış. Kapıcı, kurbanın karısına temizlik yapması için verdiği anahtar ile kapıyı açmış ve içeri girmişler. Kapıcı şokta, öğretmen arkadaşı ise geçirdiği baygınlık sebebi ile hastaneye kaldırıldı. Emniyet’e ihbarı yapan kapıcı alt katta. Sedat ve Emir’in yanında Komiserim.”
“İki gün mü?”
“Evet, çünkü Ceren Hanım kitap edite etmeye başladığında kendisini kimsenin rahatsız etmemesi için cep telefonunu kapatıp ev telefonunun fişini çekiyormuş. Okula gidip geldikten sonra dış dünya ile bağlantısını tamamen koparıyormuş. Kapıcıdan bu dönemlerde hiçbir şey istemiyor, okuldan gelirken ihtiyaçlarını alıyormuş. Edindiğim bilgiler şu an bu kadar.”
Aylin, Olay Yeri İnceleme ekibine kurbanı bırakıp, yazı masasının üzerinde açık duran bilgisayar ve not defterine yöneldi. Bilgisayarın şifresinin olmamasını dileyerek ekranın açılması için fareye dokundu. Ekran kurbanın düzeltmesini yaptığı dosyanın belirmesi ile açıldı. Not defterine hızlıca göz atarken, zihnine dolan düşünce ile savaşıyordu. İnsan; kendini en güvende hissettiği evinde, öldürüleceğini acaba hiç düşünüyor muydu? ” [bctt tweet=”Ölümün geleceği bilindiği halde, onu karşılamak için hep hazırlıksız yakalanan insan, bunu unutup, her doğumu sevinçle nasıl karşılayabiliyordu?” username=”dedektifdergi”]” Aylin her olay yerinde bu dünyaya çocuk getirmenin onlara karşı haksızlık olduğu düşüncesine daha çok sarılıyordu. Tüm bu düşünceler eşliğinde not defterinin sayfalarını hızlıca karıştırmaya devam etti. Kurban, kitaba dair düzeltmelerin notlarını tarih ve saat dilimlerini deftere kayıt etmişti. Doksan ikinci sayfaya kadar eserin düzeltmesini yapmıştı. Defteri eline alıp delil torbasına koyacaktı ki içinden bir not kağıdı ayaklarının dibine düştü. Eğilip aldı. Kısa ve tek bir kelime yazıyordu.
“Korkuyorum.”
Aylin bu kelimenin kitaptan bir kelime mi yoksa kurbanın kendi düşüncesi mi olduğuna anlamadı. Tüm delilleri toplayan Olay Yeri İnceleme ekibine elinde tuttuklarını teslim edip kurbanı bulan kapıcı ile görüşmek üzere evden merdivenlere doğru Sinan ile birlikte ilerlemeye başladı.
Aşağıya indiklerinde Sedat, “Komiserim, apartmanda oturan komşular ile görüşmeleri tamamladık,” dedi. “Kurban kimse ile yakın değilmiş. Komşuluk ilişkileri yok denecek kadar zayıfmış. Selam alıp vermek dışında kimse ile muhattap olmuyormuş.”
Aylin, “Sedat, Emir’i de yanına al, okula gidip kurban hakkında bilgi toplayın. Yakın akraba listesini çıkarın,” dedi. Sonra, koridorun sonundaki kapıdan kendisine doğru ilerleyen Emir’e döndü. “Sedat’a neler yapmanız gerektiğini söyledim.”
Emir’in cevabını beklemeden kapıcının bulunduğu odaya girdi. Adam başını ellerinin arasına almış, yere bakar bir vaziyette, oraya ait değilmiş gibi odada bulunan iki kanepeden birinin ucunda eğreti biçimde oturuyordu. İçeride bulunan bir polis memuru, Aylin ve Sinan’a başı ile selam verdikten sonra odadan ayrıldı.
Aylin, adamın önüne doğru adım atıp “Ben Cinayet Masası Başkomiseri Aylin Türkoğlu. Bu da yardımcım Sinan,” dedi.
Bir tepki bekledi fakat adam sanki onu duymamış gibi tepkisizdi. Aylin cümlelerini tekrarlayınca, adamın boş gözleri ile karşılaştı. Sanki uykudan uyanmış gibi bakışlarını tüm odada gezdirdikten sonra Aylin’in gözlerinde sonlandırdı.
Aylin, “Adınız ve mesleğinizi öğrenebilir miyiz?” diye sordu.
“Ben, Ferhat. Ferhat Yaman. Bu apartmanın kapıcısıyım.”
“Ferhat Bey, size bir kaç sorumuz olacak. Ceren Hanım’ı siz bulmuşsunuz. Onu iki gündür görmediğinizi söylemişsiniz. Bu süreçte hiç bir şey dikkatinizi çekmedi mi? “
“Öğretmenim, kitap düzeltmeye başladığında bana hiç seslenmez. Sadece okula gidip gelir. Bana sıkı sıkı tembih eder rahatsız edilmek istemez. Ben de hiç kapısını çalmam. Bugün okuldan onu aramaya gelen arkadaşını görünce çok şaşırdım. Bu yıllardır ilk kez oldu. Kadın çok endişeliydi. Ona birşey olmadığını söyledim ama inanmadı. Ben de hanımdan anahtarı alıp yukarı çıktım. Sessizce kapıyı açtım. O ara arkadaşı arkamdan gelmişti. Öğretmenime seslendim ama cevap gelmedi.”
Durakladı. Etrafına bakındı. Sanki görünmez birilerinden yardım bekliyor gibiydi ama kimse yoktu. Tekrar gözlerini, Aylin’e çevirdi.
“ Ben…Ben de salona doğru yürüdüm. Onu yerde gördüm ama yanına gitmedim. Her yerde kan vardı.”
Durdu nefes aldı.. Güçlü görünmeye çalışsa da başaramadı. Gözleri doldu. Olayın ilk şokunu atlatmaya başlamış, gerçekliğe geri dönmüştü.
“Bu günlerde apartmana giren yabancı biri dikkatinizi çekti mi?
“Yabancı biri geldiyse bile ben görmedim.”
“Ferhat Bey, acele etmeyin, iyice düşünün. Ceren Hanım’ı ziyaret edenler oluyor muydu? Onu son gördüğünüzde nasıldı?”
“Kimse gelmezdi. Her zamanki gibiydi. Bana marketten istediklerini söylemişti. Günlük ihtiyaçlarını kendi temin eder market alışverişine beni gönderir.”
“Onun anlaşamadığı, düşmanı olan biri var mıydı?”
“Öğretmenim çok konuşmaz. Kimse ile tartışmaz sadece çocukları özellikle kız çocuklarını okutmamızı bana ve tüm mahallede gördüğü babalara söyler.”
“Hiç tepki aldı mı?”
“Yok almaz. Öğretmene bizim gibi cahil kalmış, okumamış insanlar ne desin? O söyler mahalleli ise bildiği sınav kağıtlarına bakar. O kimse ile konuşmaz. Yapılacakları söyler o kadar. Okulda nasıl bilmem ama mahalledeki çocukları çok sever, onların ihtiyaçlarını giderir, kız çocuklarını kendi çocuğu gibi gözetmeye çalışır.”
Kapıcı, gözünden akan yaşı sildi. Israrla kurbanın öldüğünü kabul etmiyor hâlâ kurban sağmış gibi konuşuyordu.
“Onu ziyaret eden birileri var mıydı?”
“Bazen öğrencileri gelir.”
“Ceren Hanım editörlük yapıyormuş. Hiç kitaplarını düzelttiği yazarlar gelmez miydi?”
“Evine kimseyi kabul etmez. Sanırım okulda görüşüyor.”
“Anladım. Siz yine de iyi düşünün eğer aklınıza bir şey gelirse bizi mutlaka arayın.”
“Ben gidebilir miyim?”
“Elbette gidebilirsiniz. Birazdan eşiniz ile de görüşeceğim.”
“Ben kendisine haber vereyim, yukarı çıksın.”
Ferhat ayrılınca Aylin, Sinan’a döndü. “Sen kurbanın kitabını düzelttiği yazar ve yayınevi ile iletişime geç. Bir de bilgisayarı Adli Bilişim’e ilet. Düzeltilen kitap ve önceki kitaplarda kurbanın ölüm şekli ile bir bağ veya benzerlik var mı araştırsınlar.”
“Hemen ilgileniyorum Komiserim.”
Kapıcı Ferhat yanında ufak tefek bir Anadolu kadını ile geri gelmişti. Kadının hıçkırıkları o kadar yoğundu ki başındaki tülbent ile ağzını kapatmış, hıçkırıklarına engel olmaya çalışıyordu. Aylin onların kanepeye doğru ilerleyebilmesi için yol verdi. Kadın o kadar korkmuştu ki gözleri sanki katil odadaymış gibi dehşetle bakıyordu. Aylin onlara oturmalarını söyledikten sonra karşılarına geçti.
“Seher Hanım, kurbanı ne zamandır tanıyorsunuz?”
“Ben bu mahallede doğup büyüdüm; ben değil ama o beni doğduğum günden beri tanıdığını söylerdi. Oysa babaevim bir üst sokakta.”
“Yani yakındınız öyle mi?”
Kadın başını hızlıca salladı. “Hayır, değildik. Ben evlenince bu binaya gelin geldim.”
“Seher Hanım, siz Ceren Hanım’la ne sıklıkla görüşüyordunuz?”
Kadın o kadar boş bakıyordu ki sanki soru ona değil başkasına sorulmuştu. Soru tekrarlanınca, “Ben… sadece haftada bir ev işlerini yapıyordum,” dedi.
“Evde olduğunuz süre zarfında dikkatinizi çeken bir şey oldu mu? Bir telefon görüşmesi, herhangi bir tehdit dikkatinizi çekti mi?”
“Yok. Ceren abla çok konuşmazdı. Bana yapacağım işleri bir kere söyledi ve hiç değiştirmedi.” Hıçkırıkları artmaya başlamıştı.
“Peki, eve gelen kimse olmuyor muydu?”
“Bazen öğrencileri geliyordu ama onlar da çok kalmıyordu. Çocuklara, özellikle kız çocuklarına kitap veriyor okumalarını tembihliyor bir sonraki görüşmede kitapla ilgili sorular soracağını söylüyordu.”
“Mahalleli ile arası nasıldı?”
“Kimseye gitmezdi. Gördüğü kişilerle çok kısa konuşurdu. Mahalledeki adamlara biraz kızardı. Babama özellikle beni okula göndermediği için nerede görse söylenirdi. Bir de kayınpederim yanımda kalıyor ona da kızlarını neden küçük yaşta kocaya verdiğini sorup duruyordu. Allah’tan kayınpederim geçirdiği felç yüzünden konuşamıyor yoksa Ceren ablayı sözleri ile haşlardı. Hüseyin Efendi’ye ise herkesten daha çok kızardı. İki kız çocuğunu da okula göndermeyip köye yollamış diye ona selam bile vermiyordu. Adamı görünce yolunu değiştiriyordu. Hüseyin Efendi’nin iş yeri aha bizim iki bina aşağımızda. Her gün okula gidip gelirken onu gördüğü için mi ne bilmiyorum ona kızıp duruyordu.”
“Babanızı, kayınpederinizi ne sıklıkla görüyordu? Hüseyin Efendi dediğin adam ona tehdit edici veya düşmanca bir şey söylüyor muydu?”
“ Babamı en son üç dört ay önce gördü. Memlekete gitmeden bana uğramıştı. Ceren abla okuldan gelmiş ve kapıda karşılaşmışlardı. Babam onunla konuşmamak için alelacele gitmişti. Babam onu görünce yolunu çeviriyordu ama dönünce kesin üzülecektir. Kayınpederime de kızardı. O konuşamadığı için çok üstünde durmaz ama onu da iğnelemeden geçmezdi. Rahmetli keskin dilliydi. Hüseyin Efendi ise selam veriyor, hatırını soruyordu ama Ceren abla onunla konuşmadığı gibi, çocuklara ondan hiçbir şey almamalarını söylüyordu.”
“Seher Hanım, şu birkaç günde Ceren Hanım’ı gördün mü?”
“Görmedim o kitap yazınca beni eve çağırmazdı.”
“Akrabası, sevgilisi yok muydu?”
“Tövbe, tövbe o öğretmendi. Sevgilisi yoktu. Bir kardeşi varmış yıllar önce ölmüş. Onu anardı ara sıra ama akrabası varsa da ben hiç görmedim.”
“İyi düşün bakalım. Siz oradayken bir telefon konuşması, çocukların velileri veya başka biri ile tartışması oldu mu?”
Kadın biraz düşündükten sonra, “Ceren abla sessiz biriydi,” dedi. “Niye tartışsın ki? Hem ben de Ferhat’la çok kavga ediyorum bunda ne var ki?”
Aylin soruyu duymamazlıktan gelerek “Size hiç korktuğundan bahsetti mi?” diye sordu.
“Kocaman kadın neden korksun ki?”
“Ben de size onu soruyorum. Böyle bir şeye şahit oldunuz mu?”
“Yok olmadım.”
“Tamam. Şimdilik soracaklarım bu kadar. Aklınıza bir şey gelirse bize haber verin.”
Aylin odadan çıkmaya yöneldiği sırada Seher, “Dur Komiserim dur!” diye seslendi.
Aylin geri döndü. “Seni dinliyorum.”
“Söyleyeceğim önemli mi bilmem ama bundan iki ay kadar önce Ceren ablaya bir kutu gelmişti. O okulda olduğu için paketi kapısının önünde ben bulmuştum. Kimse almasın diye eve götürdüm. Ceren abla okuldan gelince ona götürmek için paketi aldığımda kutunun altının ıslak olduğunu fark edemedim. Ona götürdüm ama Ceren abla kutunun yanlış geldiğini söyleyip durdu. İsmi yazmıyordu. Kutunun üstünde pul olmadığını anlamıştım. Kutuyu kim göndermiş ise demek ki kutuyu getirip kendi bırakmıştı. Bana önce götür çöpe at dedi sonra dur bir açıp bakalım belki çocuklarım göndermiştir diyerek içeri girmemi söyledi. Mutfağa gittik. Kutunun bantlarını bıçakla kesti. Ben biraz arkasında duruyor, ne olduğunu merak ediyordum. O ara elimin yapış yapış olduğunu fark ettim.Ceren abla öyle bir çığlık attı ki duyan olsa bizim köydeki Behiye abla doğuruyor sanardı. Ben ona ne oldu diye sordum ama o cin görmüş gibi kutuya bakıyor ve kekeliyordu. Kadın kireç sürülmüş duvar gibi bembeyaz olunca ben kutuya doğru yaklaştım ve içini gördüm. Zavallı kedi boğazı kesilmiş gözleri oyulmuş, kokusu ise dünyayı almıştı. Midem bulanınca kustum. ben köyde çok ölü hayvan gördüm ama onlar eceli ile ölürdü. Bu ise kesilmişti. Elimdeki ıslaklık hayvanın kutuyu ıslatan kanından yapış yapış olmuş meğer. Kendimi biraz toparladım. Kadının evini batırmıştım ama kımıldamadım. İkimizde orada öylece durduk. Sonra Ceren abla bana kutuyu hemen çöpe götürmemi bu eşek şakasını kim yaptıysa bulacağını söyledi. Kutuyu kapatıp elime tutuşturdu. Beni dürtükleyip çabuk olmamı söyledi. Kutuyu aldım aşağıya inip çöpe attım. Hemen eve gidip, ellerimi yıkadım. Sonra burnumdaki koku gitsin diye sarımsak soyup kokladım. Birden kustuğum aklıma gelince geri yukarı çıktım ki ne göreyim? Ceren abla mutfağın yerini temizliyor. Nasıl şaştım anlatamam. Hemen koşup bezi elinden aldım. O ise bana iyi olup olmadığımı sordu. İyi olduğumu söyleyince kendime dikkat etmemi, çok yorulduğumu, midemi üşütmüş olduğumu söyledi. Çok şaşırdım. Ben hasta değilim dedim. O bana eve gidip dinlenmem gerektiğini, Ferhat’ın beni çok yorduğunu filan söyleyince, kusmama kedinin sebep olduğunu söyledim. Bana ne dese beğenirsin? Ne kedisi kızım senin ateşin mi var dedi. Aptallaştım. Ona kutunun hikayesini, neler olduğunu söyleyince, ilahi çocuk sen gerçekten hastasın. Şimdi git evine dinlen. Nerden çıkardın kediyi diye söylenerek beni kapıya kadar götürüp bir şey dememe fırsat vermeden yüzüme kapattı.”
“Daha sonra bu konuyu konuştunuz mu?”
“Ben sordum ama o hep benim ateşimin olduğunu o yüzden gerçekle hayali ayıramadığımı, bu kedi meselesini kimseye söylemememi, yoksa adımın deliye çıkacağını söyledi. Birkaç gün geçince ben de hasta olduğumu kabul ettim. Bir daha bu konuyu hiç konuşmadık.”
“Kutu da dikkatini çeken bir not var mıydı?”
“Varsa bile görmedim.”
“Kutuyu çöpe götürdüm dedin. Ferhat veya başka biri götürürken seni gördü mü?”
“O gün Ceren abla yerleri temizlerken ben aşağıya indim. Birden kendimi kötü hissettim. Gerçekten kutu var mıydı yok muydu onu düşündüm. Kayınpederim televizyon izliyordu. Ferhat ise oturmuş meyve yiyordu.Olayı anlattım ama o bana değil Ceren ablanın haklı olduğunu, ateşimin olduğunu söyledi. Çünkü çöpte kutu yokmuş olsaymış dikkatini çekermiş. Defalarca çöp götürmüşmüş. Ben de bir daha hiç kimseye kutudan bahsetmedim.”
“İyi de öyle bir kutu olsa size neden yoktu desinler ki?”
“Bilmiyorum.”
“Sizin sağlığınızla ilgili bir sıkıntınız var mı?”
“Ne?”
“Sağlığınız nasıl? Bir rahatsızlığınız var mı?”
“Ben deli değilim! Ne gördüğümü biliyorum. Kutu vardı! Şüpheye düşsem de vardı! Yoksa durup dururken niye elin evine kusayım ki? Neden bana kimse inanmıyor? Gördüm! Boğazı kesilmiş kediyi gördüm! Görmesem nereden uydurayım bu hikayeyi?”
“Sakin olun. Bunlar sormam gereken sorular.” Bakışlarını Ferhat’a çevirdi. “Neden Seher’e inanmadınız?”
“Gerçek gibi gelmedi. Ceren abla yani öğretmenim aynı günün akşamı ona ekmek götürdüğümde, Seher’in çok yorulduğunu, onun evinde kustuğunu ve hafif şuur kaybı yaşadığını söyledi. Ateşi de varmış. Ben de eve inince baktım gerçekten ateşi vardı. Çöp kutusunda ise öyle bir kutu yoktu. Onu da kontrol ettim. O yüzden de inanmadım.”
Seher’in üzüntüsü yüzüne yansıdı. Kocasına yorum yapmayarak Aylin’e baktı. “Ceren abla çok acı çekmiş mi?” Gözünden yanağına doğru süzülen yaşı sildi.
“Bu konu hakkında sizinle konuşamam. Şimdi onun özellikle kız çocuklarını okutmayan babalara çok kızdığını, tepki verdiği söylediniz. Hüseyin Efendi dışında kimler vardı kızdığı?”
“Bilmiyorum ki! Bazı günler ben burada iş yaparken çok kızgın gelir, kendi kendine konuşur kızardı ama başka isim söylemedi hiç.”
“Ceren Hanım kitap düzeltmesi yapıyormuş yazarlar hakkında konuşur muydu?”
“Bazı zamanlar konuşurdu. Kendi kitabını yazacağını söylerdi. Şu son okuduğu kitapların hep taklit olduğunu, beğenmediğini anlatırdı.”
“Siz herhangi bir yazarla karşılaştınız mı?”
“Hayır, karşılaşmadım.”
“Tamam. Aklınıza bir şey gelirse ne olursa olsun bizimle iletişime geçin.”
Aylin, kadının kocasına daha da sokulduğunu gördü. Korkusu zaman geçtikçe artıyordu. Gözlerindeki endişeyi görmemek için kör olmak lazımdı.
Emniyet birimleri var güçleri ile çalışmalarını sürdürüyordu. Aylin biraz önce bahsedilen Hüseyin Efendi’yi görmeye gitmeden önce Sinan’ı aradı. Sedat ve Emir henüz okuldan dönmemişlerdi.
Aylin, Hüseyin Efendi’nin işyerine girmeden önce girip çıkan müşterileri gözlemlemek için karşı kaldırımda biraz zaman geçirdi. Her çıkan müşteri onunla sohbeti dışarı çıkana kadar sürdürüyordu. Son giren müşteri ile dışarı çıkan oldukça güler yüzlü ve babacan adamın yaşı yetmişlere merdiven dayamış gibi görünüyordu. Sokakta oynayan çocuklar Hüseyin Efendi’yi kapıda görür görmez oyunlarını bırakıp onun etrafını sarmaya başladılar. Elinde tuttuğu şeker torbasından çocuklara ikram eden adamın yüzündeki gülüş daha da aydınlandı. Son çocuk da şekerini alır almaz Aylin karşıya geçerek kendini tanıttıktan sonra, ziyaret sebebinden kısaca bahsetti. Adamın onu içeri davet etmesi üzerine küçük ama geçmişin tozlu fotoğraflarından fırlamış bakkal dükkanına girdi. Ekmeğin kokusu tüm alanı sarmıştı. Büyük marketlere karşı bu küçücük bakkalda olmayan bir şey yoktu. İnsana yuva hissi veriyordu. Köşede ise bir delikanlı çay paketlerini istifliyordu. Aylin’in konuşmalarını dinlerken işine devam ediyor gibi görünmeye gayret ettiyse de elindeki paketi bırakıp onların yanına doğru gelip saygı ile Hüseyin Efendi’nin yanında durdu. Hüseyin Efendi’nin yüzündeki tebessüm yerini üzgün bakışlara bırakmıştı.
“Hüseyin Bey size birkaç sorum olacak,” dedi Aylin. “Ceren Hanım’ı tanıyor muydunuz?”
“Elbette tanıyorum. O mahallemizin en değerli öğretmenlerinden biriydi. İnanın çok üzüldüm. Kim ne için ona zarar versin ki kızım?”
“Ben de bu soruyu size soracaktım. Kim ona zarar vermiş olabilir?”
“Ceren kızım biraz mesafeliydi. Kimseyle doğru düzgün konuşmazdı ama çocukları çok severdi. Çocukları seven biri içinde kötülük barındırmaz. Büyüklerle iletişiminde biraz ketumdu ama iyi bir insandı. Allah rahmet eylesin.”
“Onunla ne sıklıkta görüşüyordunuz?”
“Benimle pek konuşmazdı. İhtiyaçlarını ya Ferhat ya da karısına aldırırdı. Bana karşı bilmediğim bir düşmanlığı vardı. Her gün okula gidip gelirken buradan geçer verdiğim selamı almaz, yanındaki çocuklara benden bir şey almamalarını tembih ederdi. Birkaç kez sordum bir yanlışım mı oldu diye ama o sorumu duymamazlıktan geldi hep. Ben kendimi bildim bileli bu mahalledeyim. Babam bu bakkalı açtığı yıl dünyaya gelmişim. Şimdiye kadar hiç kimseyle bir alıp veremediğim olmadı. Mahalleli beni, ben de onları sayıp severim. O yüzden bana karşı tavrını hiç anlamadım rahmetlinin.”
Hüseyin Efendi, bunları söylerken sesinin titremesine engel olamamıştı. Eli ile yüzünü çevreleyen sakalını sıvazladı. Gözlerini Aylin’den ayırmadan,“Seher kızım, onun bana kızlarımı okutmadığımdan dolayı kızgın olduğunu söylemişti. İyi de benim hiç çocuğum yok ki? Buna bir türlü anlam verememiştim. Ceren kızıma bunu birkaç kez anlatmaya çalıştım ama o beni hiç dinlemedi. Ruhuna ağırlık varmasın ama biraz kendi dünyasında yarattığı hayallerle yaşıyordu rahmetli.”
“Böyle bir düşünceye nasıl sahip olmuş? Seher Hanım iki kızınızı okula göndermemek için köye yolladığınızı söyledi. Siz ise hiç çocuğunuzun olmadığını söylüyorsunuz. Ceren Hanım bunu kafasından mı uydurdu?”
“Siz polissiniz. Doğru söyleyip söylemediğimi hemen bulursunuz.”
Bu sırada, Hüseyin Efendi’nin yaşlarında bir adam girdi bakkaldan içeriye. Selam verdikten sonra, “Hüseyin Efendi, bu akşam hastanede eşimin yanında kalacağım,” dedi. “Sen yatsı ezanını okuyabilir misin, zahmet olmaz ise?”
“Elbette okurum Mustafa Hocam. Emine Hanım nasıl oldu? Doktorlar ne diyor?”
“Ah yarenim için hiç iyi şeyler söylemiyorlar. Mendebur hastalık tüm iç organlarını sarmış. Allah’tan kendinde değil de acı çekmiyor. Mevlam çok çektirmesin,” diyerek gözünden akan yaşı elinin tersiyle sildi.
Aylin yeni dikkatini çekmişti. Ona da başı ile selam verince Aylin, hemen kendini tanıtıp “Siz mahallenin imamı mısınız Mustafa Bey?” diye sordu.
“Evet, Komiserim.”
“Öncelikle geçmiş olsun. Siz Ceren Hanım’ı tanıyor muydunuz?”
“Elbette tanıyorum. Benim torunlarımın öğretmeniydi. Çok üzüldüm haberi duyunca. Elin garibinden kim ne istemiş ki?”
“Ona düşmanlık besleyen, tartışan birine hiç denk geldiniz mi?”
“Yok gelmedim. Ceren kızımız kendi halinde biriydi. Kimse ile doğru düzgün konuşmazdı. Okul toplantılarında bile az ve öz konuşurdu. Mahallede ise kimse ile ahbaplık yapmaz misafir de kabul etmezdi. Onun için en kıymetli varlıklar çocuklardı. Özellikle kız çocuklarına daha çok değer verirdi. Torunum kız olduğu ve okula gönderdiğim için bana teşekkür etmişti. Birçok hocanın, kız çocuklarının okutulmasına karşı olduklarını, vaizlerin de bunu dile getirdiklerini söylemişti. Benden özellikle cuma hutbesinde bu konuyu ele almamı rica etmiş, sonrasında ise teşekkür notu göndermişti. Yazık oldu kızcağıza.”
“Ceren Hanım’ı ziyaret eden birilerine denk geldiniz mi hiç?”
“O yalnız bir kızcağızdı. Bir derdi vardı ama ne kadar ısrar ettiysem de anlatmadı. Herkesten korkar, kendini evine kapatırdı. Kaç sefer oğlumu, gelinimi onu ziyarete gönderdiysem de kabul etmedi. Neredeyse sadece okula gidip gelir, okul tatil olduğunda ise hiç ortalıkta görünmezdi.”
“Ya kitaplarını düzelttiği yazarlar… Onlar da mı hiç gelmezdi?”
İki yaşlı adam birbirleri ile bakıştıktan sonra, imam, “Yıllardır bu mahallede oturdu ben bir tek ziyaretçi bile görmedim,” dedi. “Belki okulda görüşüyordu bilmiyorum. Eğer başka sorunuz yoksa ben hastaneye yetişeceğim Komiserim. Çok üzgünüm çok. Ona bunu yapanı bulun. Ceren kızım bu sonu hak etmedi.”
Aylin ise yanlarında sessizce duran delikanlıya döndü. “Delikanlı, sen bu mahallede mi yaşıyorsun?”
“Evet, efendim.”
“Ceren öğretmeni tanıyor musun?”
“Tanıyorum. Çok fazla konuşmasak da onun editörlüğünü yaptığı bütün kitapları aldığım için benimle kitaplar hakkında iki cümle olsun karşılaştığımızda konuşuyordu. Kendisine kitapların yazarı ile tanışmak istediğimi söylediğimde hep “zamanı gelince tanışırsın” diyerek kitaplarımı kendisi imzalamıştı. Ne zaman yazar hakkında soru sorsam geçiştiriyordu.”
Delikanlının gözleri dolmuş, gözyaşlarının akmaması için direniyordu. Yutkundu. Aylin dikkatle onu gözlemliyordu. Nefes alıp zorlukla, “Şey… Ceren öğretmen nasıl ölmüş?” diye sordu.
“Bunu sana söyleyemem. Bu aradqa, senin ismin ne?”
“Caner. Caner Ayvaz.”
“Caner, biraz önce bütün kitaplarını okudum dedin. Bu kitaplardaki cinayetlerden bana örnek verebilir misin?”
“Anlamadım.”
“Yani editörlüğünü yaptığı kitaplarındaki katillerin işlediği cinayetlerden bahseder misin?”
Delikanlının yüzünde sanki sınava kalkmış, tüm soruların cevabını biliyormuşcasına gururlu bir ifade belirdi.
“Engerek adlı kitaptaki katil, kurbanını kaçırıp, işkence ederek öldürüyor. Kayıp adlı eserde ise seri bir katil var. O da çocukları kötülüklerden kurtarmak için onlara iyilik yaptığını söyleyerek öldürüyor. Son adlı eserdeki katil, kurbanlarını hayranı olduğu sanatçılardan seçip onları öldürmeden önce sakinleştirici veriyor, önce gözlerini oyuyor sonra dillerini en son ise boğazlarını keserek öldürüyor.”
Aylin bir anda buz kesti.
“Son adlı eserdeki katil tüm bu işkenceleri ne sebeple yapıp kurbanlarını öldürüyor? Bunun açıklaması mutlaka kitapta yer almıştır.”
“Elbette yazıyor yoksa bir katil sadece cinayet işlemek için kimseyi öldürmez ki. Hem yazar sebebini yazmaz ise o kitap eksik kalır. Son adlı kitaptaki katil, kendi hayatının intikamını alıyor. Sebebi ise çocukluğunda yaşadığı bir travma. Katilin annesi şarkıcı, babası onları terk ediyor. Kadın her sahneye çıktığında sözlü ve fiziksel tacize uğrayıp aşağılanıyor. Katil ise tüm bunlara şahit olarak büyüyor ama katil olmasına sebep olan olayı, onuncu yaş gününde yaşıyor. Annesinin şarkı söylediği bara gelen ünlü bir şarkıcı, arka kulise girip makyajını tazelediği sırada kendisine görüyor. Tiksintiyle cılız haline bakarak ne kadar zavallı ve acınacak durumda olduğunu söyleyip ona babasını soruyor. Verdiği cevabı beğenmeyen kadın, onun gibi piçlerin nefes almaması gerektiğini, kim bilir annesinin kendisini kimden peydahladığını, babasının belli olmadığı için annesinin kendisini kandırdığını, büyüyünce adının piç kalacağını söyleyip kulisten ayrılırken kendisine dil çıkararak dalga geçiyor. Katil, içine düşen öldürme dürtüsüne engel olamayarak, bir yıl sonra bar sahibinin Pamuk adlı kedisini öldürüp dilini kesiyor. Fakat kimse bu kendi halindeki cılız çocuğun büyüyüp sanat dünyasının starı olarak katil olacağını ön göremiyor ve bilin bakalım ilk kimi öldürüyor? Tabi ki kendisini aşağılayan kadını.”
Aylin, tüm bunları dinlerken kadının bilmeden katiline yol gösterdiğine karar verdi. Bahsedilen kitaba göz atmayı zihninde not aldı. Caner’e birkaç soru daha sorup bakkaldan ayrılarak kurbanın evine doğru yürüdü. Geldiğinde Olay Yeri İnceleme ekibi işini bitirmiş, toparlanmaya başlamıştı. Aylin; Sinan, Sedat ve Emir ile görüştükten sonra Emniyet’e gitmek için ayrıldı. Ekibi ile orada toplantı yapacak, tüm verileri değerlendirecekti.
Odasında ilk verileri panoya işlemeye başladığı sırada Sinan açık kapıdan içeri girerek, “Bu cinayet oldukça gizemli olacak Komiserim,” dedi.
Aylin dikkatle ona baktı. “Ee, anlatacak mısın yoksa ağzından kerpetenle mi almam gerekecek sözlerini?”
“Yayınevi ile bizzat gidip görüştüm. Bilin bakalım ne oldu?”
“Of Sinan of! Bilmiyorum ve sen de artık bu huyundan vazgeçip olayı anlatsan olmaz mı? Sinirimi zıplatınca sana madalya mı takıyorlar? Her seferinde aynı şeyi yapıyorsun. Tepem bir gün bir atacak ve sen bilmiyorum kendini nerede bulacaksın? Şimdi anlatmaya başlasan iyi edersin. Yoksa seni masa başına alır o çok sevdiğin saha çalışmasını rüyanda görmeni sağlarım.”
“Tamam anlatıyorum hemen. Yayınevine gittim ve Ceren Hanım’ın düzeltmelerini yaptığı kitapların yazarın bilgilerini istedim ama yayınevi sahibi Şeyda Hanım, yazarı tanımadıklarını, Ceren Hanım’ın özellikle yazarın gizli kalmasını ve düzelttiği kitapların sahte bir isimle yayınlanmasını istediğini bildirmiş. Bana yazar ve yayınevi arasında imzalanan sözleşmenin kopyasını verdiler.” Diyerek elinde tuttuğu kağıdı Aylin’e uzattı. Sözleşme Kemal Atlı adına yapılmış ve imzalanmıştı.
“İyi de bu isim sahte ise gerçek kimliği ne bu adamın? Hem bir insan kitap yazıp neden gerçek kimliğini saklama gereği duyar ki?”
“Belki düşmanları vardır veya bizzat yasalar ile başı derttedir Komiserim. Adamın sıkı hayran kitlesi var. Şeyda Hanım’a göre yayınevini ayakta tutan bu yazar okurlara gizemli geldiği için çok satanlar listesinde yer alıyormuş.”
“Şeyda Hanım hiç mi yazarını merak etmemiş?”
“Etmiş. Ceren Hanım’a yazara imza ve söyleşi günü yapmak istediğini bildirmiş ama hep ret cevabı almış. Beş yıldır teklifini yinelediğini bildirdi.”
“İlginç bir durum bu. Sen yine de ismi sorgulat bir de Adli Bilişim’i ara sor bakalım kurbanın cep telefonu ve bilgisayarında neler bulmuşlar?”
“Hemen ilgileniyorum Komiserim,” diyerek odadan çıkan Sinan’ın arkasından bakarken, onun ne kadar değerli olduğu düşüncesini zihninden geçirmeden edemedi. Sinan ile sert konuşmayı seviyordu. O çok naif biriydi ve Aylin onun biran önce sert kabuğuna bürünmesini istiyordu. İzmir’in güzel bir semtinde dünyaya gelen bu çocuğun suç dünyasının acımasız gerçeklerine dayanması için zırhını güçlü tutmasını, bunun zorunluluk olduğunu anlamasını istiyordu ama yıllardır bu anlamda bir arpa boyu yol alamamıştı. Sinan onun olmayan kardeşiydi. Tüm bu düşüncelerden Sedat’ın sesi ile sıyrıldı.
“Komiserim, okulda yaptığımız araştırmalarda kurbanın sessiz, kendi halinde, sadece görevini yapan bir öğretmen olduğu dışında bir bilgiye ulaşamadık. Koca okulda sadece bir kişi ile yakınmış. O da kapıcı ile beraber kurbanı bulan Neriman öğretmenmiş. Bildiğiniz gibi o hastaneye kaldırıldı. Hastane ile iletişime geçtim. Kadın hâlâ şoku atlatamamış olsa da daha sakinmiş. Şimdilik elde ettiklerimiz bunlar.”
“Onu okulda ziyaret eden kimse var mıymış?”
“Yokmuş efendim. Yalnızlığı seven biriymiş. Kendi dünyasına öğrencileri dışında kimseyi kabul etmiyormuş. Görüştüğümüz herkese kitaplarını düzenlediği yazarları sorduk ama kimse onu bir yazar veya okul dışından biri ile görmemiş.”
“Anlaşıldı Sedat. Sinan, Adli Bilişim ile görüşüyor. Gelsin bakalım bize neler söyleyecek.”
Aylin kahve yapmak için ısıtıcıya su ekleyip kupalara kahve koydu. Kafeine ihtiyacı vardı. Kurbanın kesik dili gözünün önünden gitmiyordu. Sinan’ın apar topar odaya girmesi ile, “Yavaş ol oğlum!” diye bağırdı. “Bir gün koştururken düşüp bir yerini kıracaksın o zaman bir yerini de ben kıracağım.”
Sinan, odada bulunan herkesin merakla kendisini izlediğini görünce adımlarını yavaşlattı.
“Komiserim, Kemal Atlı diye bir şahıs varmış. Bundan yirmi altı yıl önce bir soruşturma geçirmiş ve iki yıl sonra ölü bulunmuş. Arkasında bir not bırakmış. Kısacası olay intihar diye geçmiş dosyasına fakat asıl bombayı henüz söylemedim.”
“Ben kime ne söylüyorum, ne anlatıyorum? Sinan biraz önce sana ne söyledim!? Adamı hasta etme de konuş! Neymiş asıl bomba?”
“Kemal Atlı öğretmenmiş ve kendisi yirmi dört yaşında iken Anadolu’da görev yaptığı bir köy okulunda on dört yaşındaki bir kız çocuğunu evlenme vaadi ile kaçırmış. Ailenin uzun takibi sonunda yakalanmış ve bu kız çocuğu ile evlenmesini yoksa kızın babası tarafından öldürüleceği tehdidi ile karşı karşıya kalarak çocuğun reşit olmaması yüzünden ailenin baskısı ile imam nikahı ile evlenmiş. Kız bir yıl sonra başına vurulan sert bir cisim ile köye yakın bir tarlada ölü olarak bulununca olay adli mercilere intikal etmiş. İlk şüpheli olan Kemal Atlı delil yetersizliğinden tutuksuz yargılandıktan sonra beraat etmiş. Bu olaydan bir yıl sonra ise arkasında bir not bırakıp intihar etmiş. Kemal Atlı’nın dosyasını olayın geçtiği Başıbüyük köyünün bağlı olduğu Sivas Emniyet Müdürlüğü’nden istedim. Birazdan fakslayacaklar.”
Emir lafa karıştı. “Olay hiç beklemediğimiz yerlere doğru gidiyor. Bu tesadüf olmayacak kadar birbiri ile bağlantılı görünüyor, Komiserim.”
“Doğru söylüyorsun Emir. Şu dosya elimize ulaşana kadar sen de Ceren Yonca’nın seceresini çıkart. Bakalım bu Kemal Atlı ile nasıl bir bağlantısı varmış? Sinan, Adli Bilişim kurbanın cep telefonu veya bilgisayarında bir şey bulamamış mı?”
Emir bilgisayar başına geçerken Sinan, “Araştırma devam ediyormuş,” dedi.
“Hızlansınlar biraz. Kaç saat oldu alt tarafı en son görüşülen numaraları verecekler bize. Kaplumbağa kadar yavaş çalışmak zorundalar mı? Sedat sen kurbanın yazdığı kitapları en yakın kitap evinden al gel. Bugün görüştüğüm bir delikanlı cinayetin nasıl gerçekleştiğini bilmediği halde kurbanın edite ettiği Son adlı eserinden bahsetti ve bilin bakalım ne anlattı? Kurban bahsettiğim kitaptaki katilin öldürme şekli ile öldürülmüş. Delikanlı yani Caner Ayvaz doğru söylüyorsa kitapta cinayetin ayrıntıları var ve katil o değilse, eseri okuyan biri olması kuvvetle ihtimal. Delikanlının anlattıklarından yola çıkacak olursam ve cinayet aynı sebeplerden dolayı işlendiyse işimiz biraz daha kolaylaşacak gibi görünüyor. Sebebi ise kurban ya birinin travma yaşaması için elinden geleni yaptı veya bu cinayet tamamen tesadüfe dayalı. Ben tesadüf olduğuna inanmıyorum. Evin kapısında zorlama yok, demek ki kurban katilini tanıyordu. Evde hiç dağınıklık yoktu bu da kurbanın katiline karşı koymadığının göstergesesi. Bir de ajanda da “Korkuyorum” diye yazılmış bir not var. Tüm bunları alt alta koyduğumda, kurbanın katilini bizzat eve aldığına neredeyse adım kadar eminim. Kapının önünde şiddete dair hiçbir iz yoktu. Eğer kurban kapıyı açar açmaz şiddete maruz kalsaydı, katil içeri girmeden once, kurban kapının giriş açısına göre sağ tarafa düşer ve hemen yanındaki büyük vazoyu düşürürdü. Oysa vazo yerinde duruyordu. Yaptığım ilk incelemede kurbanın baş kısmında darbeye dair hiç iz yok. Tabii bu otopsi raporu ile daha da netleşir. Toksikoloji raporunu bekliyorum. Kurbanın kanında bakalım herhangi bir maddeye rastlayacak mıyız? Yine ön görüme göre rastlayacağız yoksa kurban boğazı kesilirken nasıl olmuş da hiç mücadele etmemiş? Bu cinayette yerine oturmayan taşlar var. Kapıcı ve öğretmen arkadaş iki gün sonra kurbanı merak edip cesedini buluyorlar. Kapıcının karısı Seher, kurbana gelen ve içinde ölü kedinin olduğu bir kutudan bahsetti ama kocası bile bunun sanrı olduğunu, gerçeği yansıtmadığını kurbanın sözlerine inanmayı seçerek karısını ciddiye almadığını belirtiyor. Bir de mahallenin bakkalı var, Hüseyin Efendi. Adam orada doğup büyümüş evli hiç çocuğu olmamış fakat kurbanın ona karşı büyük bir öfkesi varmış. Sebebi ise Hüseyin Efendi’nin hiç olmayan kızlarını okula değil köye göndermesiymiş. İmam efendi, Hüseyin Efendi’nin çocukluk arkadaşı ve hiç çocuğu olmadığını teyit etti. Şimdi, kurban veya Seher ikisinden birinin ruhsal sorunları var ki bana göre kurban bu tezime çok daha yakın. Gelen kutuyu yok sayıp, olmayan çocukları var sayması bu düşüncemi teyit ediyor. Bir de düzelttiği kitaplarda kullandığı isim yirmi altı yıl önce yaşamış ve ölmüş. Kurban ve sahte yazarın arasında mutlaka bir bağ var. Peki de kurbanın ölümünden çıkar sağlayacak kim var elimizde? Şu an hiç kimse.”
Sözlerini bitirince, tüm anlattıklarını panoya işlemeye başladı.
“Komiserim, kurban ile Kemal Atlı kardeşmiş.”
Emir bilgisayara bakarak sözlerine devam etti.
“Kurban annesinin, Kemal ise babasının soy ismini kullanıyormuş. Ebeveynleri boşanmış. Kurban çocukluk yıllarını Çocuk Esirgeme Kurumu’nda geçirmiş. Üniversiteyi burslu kazanıp okumuş. Aile bireylerinden kimse şu an hayatta değil. Üzerinde taşınmaz olarak sadece öldürüldüğü ev var. Adli kaydı yok. Kemal Atlı’nında mirasçısı yok dolayısı ile bu cinayetten çıkar sağlayacak kimse de yok.”
Bilgisayardan başını kaldırdı. “Bana göre bu bir intikam cinayeti olabilir. Belki Kemal Atlı’nın kaçırdığı kızın ailesinden birileri kurbanın izini bulmuş ve öldürmüştür.”
“İyi de Emir neden bu kadar yıl beklemişler? Sence bu mantıklı mı?”
“Hangi cinayet mantıklı ki Komiserim?”
“Onda da sen haklısın. Biz araştırmaya devam edelim. Sinan sen Adli Tıp ile görüş, Sedat sen kitapları alma işini hallet. Ben Neriman öğretmeni ziyarete gideceğim fakat çıkmadan şu buz gibi olan kahvemi içmek istiyorum.”
Aylin, çocukluğunu bu yuva denen ama duvarları buz kadar soğuk olan, hastalandığında kendi sesine uyanıp bir şefkatli elin alnına bakmasını beyhude olarak bekleyen çocuklardan sadece biri olduğunu hatırladıysa da geçmişinin sokaklarında dolaşmak için yanlış zaman diliminde olduğunu fark edip kendisini soğumuş kahve kupasına odaklamaya çalıştı. Başaramayacağını anlar anlamaz kendini dışarı attı.
Aylin emniyetten çıktığında gün akşama dönmüş, sonbahar rüzgarı kışın öncülüğünü yapıyordu. Ayaklarının altına doğru savrulan sarı yaprakları görünce içini saran hüznü duyumsayarak, “[bctt tweet=”Sarı yapraklar değildi hüznü hatırlatan, ömrün sonbaharı olmasıydı hazanı derin yaşatan.” username=”dedektifdergi”]” diye düşündü.
Neriman öğretmen kendini toparlamıştı. Fakat kalp rahatsızlığından dolayı hala müşahade altında tutuluyordu. Aylin, hemşireden aldığı bilgilerle kadını ziyaret için odasına girdiğinde karşısında kurbanın yaş ortalamasına yakın bir arkadaş beklemişti fakat Neriman öğretmen boş bakan gözleri, dağınık saçlarına rağmen otuzlu yaşların başlarında bir görüntü sergiliyordu. Genç yaşına bakılırsa kalp rahatsızlığı genetik olmalı diye düşünerek yatakta yatan kadına kendini ve geliş amacını söyledi.
“Neriman Hanım, siz Ceren Hanım’ın görüştüğü tek kişi ve en yakın arkadaşıymışsınız. Ondan iki gün haber almadığınız için evine gitmişsiniz. Bana neler olduğunu en ufak ayrıntısına kadar anlatmanızı istiyorum.”
Kadın yatağından biraz yukarı doğru oturduktan sonra korku dolu ve hâlâ boş bakan gözlerini Aylin’e çevirdi.
“Öncelikle şunu söyleyeyim, biz çok yakın değildik. Ceren abla ile ortak yürüttüğümüz projeler dışında başka bir arkadaşlığımız yoktu. Ben okulda göreve başlayalı iki yıl oldu. Bu hafta kitap edite edeceğini söylemiş ve rahatsız edilmek istemediğinden bahsetmişti. Çocuklara özellikle tembih etmişti. Öğrencilerimiz aynı mahallenin çocukları olduğu için en ufak bir zorlukta onun kapısını çalıyorlardı. Bu durumu engellemek için öncesinde çocukları uyarıyordu. Ceren abla kitaba başlayınca telefon ve kapı zilini devre dışı bırakırdı lakin okula gelmemezlik etmezdi. İki gün onu okulda göremeyince merak ettim çünkü Müdür Bey’e de mazeret bildirmemişti. Evine gittim, kapıcı Ferhat ile yukarı çıktım. Kapı kapalıydı. Birkaç kez kapıya vurduk ama açılmadı. Endişem artmıştı. Kapıcı eşinden anahtarı aldı. İçeri girdik ve… onu yerde yatarken bulduk. Ben başka bir şey görmedim. Bayılmışım. Gözümü açtığımda ise kendimi burada buldum.”
Konuşurken zor zaptettiği gözyaşlarını serbest bıraktı. Sakinleştiricilerin etkisinde olmasına rağmen huzursuzdu. Aylin ona biraz zaman vererek bekledi. Neriman zorlukla konuşmasına tekrar başladı.
“Nasıl desem ki? O çocuklar dışında kimse ile konuşmaz, veliler ile toplantılarını kısa tutardı. Onun hayatında sadece çocuklar ve kitapları vardı. Diğer meslektaşlarımızla zorunlu olmadıkça muhatap olmazdı. İçine kapanıktı. Ben yine de kendisini severdim. Gözlerinde garip bir hüzün vardı. Gülümsediğini neredeyse hiç görmedim. Kimseye karışmaz, kendi fikirlerine de karışılsın istemezdi.”
“Ona düşmanlık besleyen veya nefret eden birine denk geldiniz mi?”
“Gelmedim. Hayatında sayılı kişiler vardı. Kapıcı Ferhat ve eşi Seher’in dışında kimseden bahsetmezdi. Onları da kitap düzeltmesi yapacağı zaman yok sayardı. Özellikle Seher’den bahsederken tedirgin olurdu.”
“Nasıl bir tedirginlik di bu?”
“Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama ondan bahsederken ruh hastası diye söz ederdi. Ben ise madem ondan memnun değilse neden onu evine temizlik için aldığını sormuştum. Ceren Abla ise ruh hastası da olsa onu tanıdığından başka birini evine almayacağından bahsetmişti. Dediğim gibi biraz ketumdu.”
“Size hiç korktuğundan bahsetti mi?”
“Bir kez çocuklarımızdan biri karanlıktan korktuğundan bahsedince, onlar ne ki hele büyü benim gibi gölgenden bile korkarsın demişti. Ben ise neden öyle söylediğini sorduğumda bunu sözün gelişi söylediğini belirtmişti. Ben de ısrar etmemiştim. Keşke üzerinde daha çok dursaymışım. Ceren abla korkmakta haklıymış baksanıza…” Sözünü tamamlayamadı ve gözlerini kapattı. Ağlıyordu. Aylin,
“Neriman Hanım, Ceren Hanım kitap düzeltmeleri yapıyormuş bu konu hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz?”
“Kitap edite edeceği zaman daha da içine kapanıyor çocuklarla bile doğru düzgün ilgilenmiyordu. Sanırım kendini düzenlemesini yaptığı kitaplara kaptırıyor daha tedirgin davranıyordu.”
“Tedirgin derken?”
“Huzursuz ve aşırı tepki veren biri oluyordu. Normalde çok konuşmasa da çocuklarla iletişimini güçlü tutuyordu fakat kitap edite etmeye başladığında daha sessiz fakat daha agresif davranıyordu.”
“Onu okulda ziyaret eden bir yazara denk geldiniz mi?”
“Hayır, gelmedim.”
“Şimdilik soracaklarım bu kadar. Eğer sizin aklınıza bir şey gelirse bizi mutlaka haberdar edin.”
Aylin yatağın başucunda duran komodinin üzerine bir kartvizit bırakıp oradan ayrıldı.
Emniyete giderken Sinan’dan aldığı bir telefon ile olay yerine doğru çevirdi yönünü. Sinan, Sedat ve Emir’in de kurbanın evine gelmelerini isteyerek gaz pedalına yüklendi. Aylin binanın önüne geldiğinde ortalığın ne kadar sakin göründüğüne şaşırdı. Bu mahallede daha yeni bir cinayet işlenmiş kurban ise hemen unutulmuştu. Sokaklarda kimse yoktu. Kurbanın oturduğu binanın önündeki bahçede yaşlı bir adam sandalyesinde oturmuş elindeki kitabı okuyordu. Aylin dikkat bakınca, adamın elindeki kitabın Hüseyin Efendi’nin çırağı Caner’in bahsettiği Son isimli kitap olduğunu gördü. Adamın yanına, ekibinin geri kalanını beklemeden gitmeye karar verdi. Bahçe kapısını açmıştı ki Sedat, Emir ve Sinan’ın araçtan inip kendine seslenince vazgeçti. Hemen onların yanına doğru ilerledi.
Sedat, “Komiserim, kitapları temin ettim,” dedi. “Siz arayana kadar özellikle cinayet ile benzerlik taşıyan kitabı incelemeye aldım. Kitaptaki kurgu ile cinayetimiz bire bir uyuyor. Katil bu kitaptaki cinayeti uygulamakta sakınca görmemiş. Toksikoloji raporlarında ise kurbanın kanında sakinleştiriciye rastlanmış. Siz apar topar bizi çağırınca incelemem yarım kaldı.”
Aylin, “Sinan, sen bu bilgiden emin misin?”
“Elbette, Komiserim. Kemal Atlı’nın dosyası elimizde. Orada ismi geçen kız çocuğu kapıcı Ferhat’ın teyzesiymiş. Olaydan sonra tüm aile buraya taşınmış. Bir de Adli Bilişim, kurbanı son arayan numarayı tespit etti. Bu numara kapıcı Ferhat adına kayıtlı çıktı. Ajandanın içinde bulunan not ile kurbanın yazısı eşleşmemiş.”
“Seher ve Ferhat’ı tekrar sorgulayacağız. Sedat, Emir, siz şu bahçedeki şahıs ile ilgilenin. Kimin nesi öğrenin. Sinan biz içeri giriyoruz. Sorguda biraz zorlayıcı ol! Bakalım bize ne anlatacaklar?”
Bahçe kapısına yönelip içeri girdiler. Kitap okuyan adam onlara baktı. El kol hareketleri ile bir şeyler söylemeye çalışınca, bu adamın Ferhat’ın babası olduğunu anlamaları uzun sürmedi. Adam elindeki kitabı işaret ederek ayağa kalktı. Kitabın sayfalarını hızlıca çevirip Aylin’e doğru uzattı. Kurumuş kan lekeli parmak izi sayfanın alt köşesindeki kıvrımın üzerinde net bir şekilde görünüyordu. Aylin cebinden çıkardığı lateks eldivenleri takıp, kitabı eline aldı. Kıvrılan sayfaya çabucak göz attı. Katil, kitaptaki cinayetin işlendiği sayfayı kıvırmış ve kanlı parmak izini bırakmıştı. Adam ise hâlâ onlara garip sesler çıkararak bir şeyler söylemeye çalışıyordu.Telaşlıydı. Sedat adamın koluna girip onu sakinleştirmek için çaba sarf ediyordu. Aylin kitap elinde, Sinan ile binadan içeri girip kapıcı dairesine indi. Kapı aralıktı. Aylin ve Sinan silahlarını çıkarıp içeri doğru seslendiler. Ses yoktu. Aylin sırtını kapıya yaslayıp, Sinan’a başı ile işaret verdikten sonra içeri adım attı. Ferhat ve Seher’e seslenerek küçük koridorda ilerlemeye başladılar. Bir inleme sesi ile önce duraklasalar da hemen toparlanıp koridorda tek kapalı kapı olan odaya doğru adımlarını hızlandırdılar. İnleme sesi artmıştı. Aylin kapının mandalına uzanıp son kez seslendikten sonra kapıyı açıp içeri girdi. Sinan ise hemen arkasındaydı. İçerideki manzara ise dehşet vericiydi. Kanın kokusu etrafı sarmaya başlamıştı. Ölüm ise pusuya yatmış çıkacak canı çoktan almıştı. Aylin yavaş adımlarla yerde yatan kurbana ve başındaki katiline doğru yürümeye başladı. Sinan hemen cep telefonunu çıkarıp, ambulans istedi. Olay Yeri İnceleme ekibini ve Savcıyı aradı. Katil katatonik bir vaziyette kurbanın baş ucunda sallanıyor ve inliyordu. Aylin yavaş hareketlerle Ferhat’ın omzuna dokundu. Yerde yatan Seher ise kesik boğazını iki eliyle tutmuş kendi kan gölünün içinde yatmaktaydı. Aylin okkalı bir küfür savurdu. Seher ölmüştü. Dışarıda oyalandığı için kendine kızdı. Bir masum daha kabuslarına girmek için suçluluk sahnesinde yerini almıştı. Aylin, Ferhat’ın ismini söyleyip bıçağı bırakmasını emretti. Ferhat ise elinde tuttuğu bıçağa bakarak, kendi kendine konuşuyor, onları duymuyordu.
“Sana kaç kez söyledim onunla işbirliği yapma diye. Bak ne oldu? Mutlu musun? Ceren sürtüğü seni yoldan çıkardı. Tıpkı yıllar önce abisinin teyzemi baştan çıkardığı gibi o da seni zehirledi. Onu öldürdüğümü şimdi nasıl söyleyeceksin polislere? Ceren kaltağı abisinin hikayesini anlatıp ismini kullanarak kitaplar yazdığını anlattı da ne oldu? Bak senin de canını yaktılar. Anlıyor musun? Sana da teyzeme yaptıklarını yaptılar. Annem kardeşinin acısına dayanamayıp öldü. Babamı ve beni bir başımıza bıraktı. Sen hâlâ onlara değil bana söylen! Sana defalarca dilini tut dedim. Demedim mi? Dedim… Dedim, ama sen her seferinde o yılandan aldığın güçle beni zehirlemeye kalktın ama bak ne oldu? Sen benim karımsın onu araştırdığımı söylediğimde korkmuştun hatırlıyor musun? Tabi hatırlamazsın! Ona yazdığın notu görmedim sanıyorsun ama masasının üzerinde duruyordu. Hani perdelerini takmam için beni çağırmıştı ya o zaman gördüm ve senin yazını nerede olsa tanırım bilmiyor musun? Dünya küçükmüş işte! Sen git yurtlarda büyü, sonra gel Azrail’inin dibinde yaşa! Olacak iş mi? Ama oldu bak! Nerede büyürse büyüsün kan aynı kan. Bana can borcu vardı. Babamı her gördüğümde, annemin acısı yüzünden felç geçirdiği aklıma geliyor. Tabii sana göre hava hoş. Ben de ona gözdağı vermek için kedinin kafasını kesip gönderdim, sen ise onu alıp aşağıya geldin. Benden mi, ondan mı yanasın anlamadım ki? Sürtük benden hiç şüphelenmedi! Seni doldurup üstüme salıyordu. Neymiş çok yoruluyormuşsun, mecbur değilmişsin, ben sana eziyet ediyormuşum. Adam dediğin karısını sever de döver de. Ona mı soracaktım? Mendebur! O önce abisinin yediği halta bir baksın! Seher hadi konuşsana! Biraz önce aslan gibi kükrüyordun! Şimdi niye suspus oldun? Ceren kaltağının beni nasıl aşağıladığını anlatsana! Bana böceğe bakar gibi baktığını söylesene! Kız çocuklarını okutun diye ortaya düşen ama teyzemi okutan dedeme yaşattıkları acıdan bahsetmeyen kaltağın ikiyüzlülüğünü anlatsana! Hadi kalk!”
Ölmüş kadını elinde tuttuğu bıçak ile dürttü. Sonra Aylin’in sert emri ile rüyadan uyanır gibi bir eline, bir de yerde yatan Seher’e çevirdi gözlerini. Aylin ve Sinan’ın kendisine söylediklerini duymadı. Feryat etmeye, karısının öldürülmüş olduğunu söyleyip dövünmeye başladı.
Aylin, onun elindeki bıçağı aldı.
Ferhat aynı cümleleri tekrarlayıp duruyor, “Biri Seherimi öldürmüş! Görüyor musunuz? Öldürmüş! Yardım edin!” diyerek bağırıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…