Sıkıntılı bir gündü, öğleden sonra dışarıdaki acayip havanın etkisiyle iyice bunalmış, terlemişti. Dışarıda deli bir rüzgâr camları titreterek eserken beklenen oldu ve kocaman yağmur damlaları vurmaya başladı. İçerideki nemli boğuk hava şimdi daha yoğunlaşmıştı. Yazdığı maili şöyle bir okudu ve gönder tuşuna bastı Nurten. Parmaklarını uzun saçlarının arasından geçirip geriye doğru taradı. “Sigara içmeliyim,” diye düşündü. Koltuğunu geriye itip kalktı çantasından sigara paketini alıp mutfağa gitmek üzere koridora çıktı. Koridorun diğer ucunda patronu Halil beyin kapısının kapalı olması dikkatini çekti oysa hiç kapatmazdı adam kapıyı hatta yaz kış penceresini de açık tutar havalandırmaya çalışırdı basık odayı.
Üç katlı bir binanın giriş katı onların bürosu. Araları pvc duvarla ayrılarak sıkıştırılmış üç oda, mutfak olarak kullanılan bir girinti ve tuvaletten oluşan dandik bir büro işte. Burada yaptıkları iş evden eve nakliyat. Ev eşyası taşıyorlar yani, beş arabalık bir filoları var. Fena değil işleri ama Halil Bey hem cimri hem paragöz. Emekli olduktan sonra yani üç yıl önce ancak burada iş bulabilmişti Nurten. Emekli maaşı yetse hiç çalışmayacak artık ama bu devirde imkânı yok. Muhasebeden personele, sevkiyattan müşteri idaresine hatta sekreterliğe bile o bakıyordu. Cumartesi dahil haftanın altı günü çalışıp asgari ücretten azıcık fazla bir maaş alıyordu ama tek avantajı evine yakındı işyeri. Yürüyerek gidip geliyor ulaşıma para vermiyordu.
Patronunun kapısından geçerken buzlu cama bir karaltının gölgesi düştü. Halil Bey olmayacak kadar zayıftı gölge. Gürültülü bir ses geliyordu içeriden yabancı müzik sesi gibi. İyice meraklandı çünkü üç yıldır bir kere bile müzik duymamıştı burada. Radyo çalmasına bile kızardı Halil Bey, tuhaf adamdı. Bir an içeri göz atmayı düşündü cesaret edemedi. Ters adamdı patronu neme lazım içeri girmekten anında vazgeçip mutfağa girdi sigarasını yaktı. Dumanı mutfağın küçük penceresinden yağmura doğru üflerken kocası ile küs oldukları geldi aklına. Yine akvaryum alacağım diye tutturmuştu Ragıp. Alması bir şey değil bakmıyordu. O da Nurten’in üzerine kalıyordu sonra, “İstemiyorum,” diye diretince küsmüştü kocası. Bir numaralı huyuydu zaten otuz yıldır. İstediği bir şey olmadı mı küserdi çocuk gibi. Ragıp’ı düşünürken aklı bir noktada patronuna takılı kalmıştı. Sigarasını söndürüp izmariti çöp kovasına attı ocağın üstünde kaynayan çaydan iki bardak doldurdu. Merakını yenemediğinden çay götürmek bahanesiyle girecekti Halil beyin odasına. Kapı hâlâ kapalıydı tıklatır gibi yaptı ve açtı kapıyı.
“Çay almıştım kendime Halil Bey, tazeyken size de vereyim dedim.”
Bir elinde çay tepsisi, diğerinde kapı kolu kalakaldı gördüğü karşısında. Patronu yerde bir kan gölünün ortasında göğsüne saplanmış bıçakla yatıyordu. Önce tepsi düştü elinden sonra canhıraş bir feryat çıktı ağzından.
***
“Bizi arayan siz miydiniz?”
“Bendim, ne yapacağımı bilemedim üst katımız boş kimse yok onun üstü depo gibi bir yer orada da kimse olmaz çok korktum aklıma polis geldi hemen aradım sonra da ambulansı aradım. Bir haber var mı nasılmış Halil Bey?”
“Maalesef, yolda vefat etmiş başınız sağ olsun. Haber verebileceğimiz yakınlarını biliyor musunuz?”
“Ayy, ölmüş mü? Ah yazık, ah yazık…” diye dövünürken Cumhuriyet Savcısı girdi içeriye polisler saygıyla toparlandılar. Nurten ağlıyor, ağlamanın etkisiyle akan burnu için mendil aranıyordu bir yandan da. Polis sabırla sakinleşmesini bekledi, Savcı olay yerini görmek üzere patronun odasına giderken Başkomiser Hakkı’yı sordu. Daha gelmediğini öğrenince birkaç soru sordu olay yerine şöyle bir baktı ve soruşturmanın her adımından haberdar olmak istediği şeklinde bir ültimatom vererek gitti.
Savcının gelişiyle Nurten’e olan ilgisi dağılan Komiser Burak, “Yakınlarını tanıyor musunuz?” sorusunu tekrarladı. Nihayet bir mendil bulup burnunu silen Nurten, “Karısı var, kardeşleri var,” dedi. Ardından hıçkırarak, “Üç tane de çocuğu var onlar ne olacak şimdi,” diyerek bir ağlama krizine daha girdi. Saatler sürdü gibi geldi polisin sorgusu kadına. Olayın tek tanığıydı hatta şüphelisi. Allahtan akıllı davranmış hiçbir şeye dokunmamıştı. Onu suçlayacak delilleri yoktu ama yine de emniyete götürdüler. Neyse kocasını aramasına izin vermişlerdi en azından. Ragıp karısının başına geleni duyunca küslüğü de akvaryumu da unutup emniyete koştu. Otuz yıllık karısının bir karıncayı bile incitemeyeceğinden bahsederek onu bırakmaları için yalvardı polise ama bırakmadılar.
Başkomiser Hakkı olay yerine geldiğinde yağmur iyice azmış fırtınaya dönmüştü. Arabadan çıkıp binaya girene kadar sırılsıklam oldu. Hastalanmak en büyük korkusu olduğundan hiçbir şeye bakmadan paltosunu çıkardı. Arkadaşlarının bin yıllık diye isim taktıkları eski palto, suyu çekmiş hatta Başkomiser Hakkı’nın ceketinin omuzları bile biraz ıslanmıştı. Kalorifer peteğine elini yaklaştırıp sıcak olduğunu anlayınca cebinden çıkardığı ıslak mendille sildi kaloriferin üstünü ve ıslak paltosunu üzerine serdi. Merakla kendini izleyen genç Polis Memuruna ters ters bakıp olay yerine geçti.
Halil Bey’in küçük makam odasının tabanı halı kaplıydı. Kahverengi kırçıllı kaplamanın ortasında kocaman kan lekesi işlenen cinayetin delili olarak duruyordu. Odada mücadele izi görülmüyordu. Şöyle bir etrafına bakındı Başkomiser, yardımcısını eliyle yanına çağırarak Halil Bey’in masasının önünde duran deri koltuğu işaret etti.
“Bak burada da kan var sanki eliyle tutunmuş görüyor musun ayağa kalkmaya çalışmış.”
“Belki de düşerken tutunmuştur amirim.”
“Olamaz, öyle olsa parmakların yönü farklı olurdu. Bak bunlar yukarıya doğru şöyle kavramış koltuğun minderini.” Bunu söylerken eliyle tutuyor gibi gösterdi Başkomiser, “Düşerken olsa böyle ya yana ya da aşağıya doğru olması lazım.”
“Muhasebeci Nurten hanımı aldık amirim. Fakat katilin o olma olasılığı yok herhalde değil mi?”
“Bilemem, sen kadını beğendin diye katil olamaz değil. Herkes katil olabilir neler gördük biz bu meslekte.”
Burak, etrafı gözleriyle lazer tarayıcı gibi tarayan amirine gülümsedi. Onun baktığını gören Başkomiser kafasını sallayıp, “Şuralara iyi bakın Burak, sonra da maktul kimmiş neymiş araştır şu muhasebeci hanımı da tabii. İşimiz şimdilik bu kadar bırakalım olay yeri işini yapsın bu arada tembih et sokak kapısından da parmak izi alsınlar. Biz de emniyete dönüp şu kadını doğru dürüst sorgulayalım,” dedi.
Emniyete geldiklerinde karşılarına bir adam dikildi. Gözlüklü uzun boylu adam getirilen kadının kocası olduğunu söyleyip panik halinde önüne gelene karısını soruyordu. Başkomiser Hakkı adamı yanına çağırıp odasına götürdü. Ufak bir açıklama ile karısını neden tuttuklarını anlatmaya çalıştı. Nurten Hanım bir cinayetin şüphelisi değilse bile baş tanığıydı şimdilik burada kalacaktı ama ne mümkün adam neredeyse ağlıyor karısını bırakmaları için yalvarıyordu. Sonunda belki bir avukat tutmasının iyi olacağını böylece karısına daha çok yardım edebileceğini söyleyerek uzaklaştırdı adamı.
Nurten Hanım olay yerindeki polislere ne dediyse benzer kelimeleri kullanarak gözyaşları içinde aynı şeyleri söyledi. Kendine kızıyor karaltıyı görünce neden odaya girmedim diye üzülüyordu. Başkomiser Hakkı biraz sıkıştırdı kadını. Kötü polis suratını takınıp katil olduğundan eminlermiş gibi üzerine gitti kadının. Hatta cinayet sebebi olarak da muhasebe işlemlerinde yolsuzluk yapmış olabileceğini bunu anlayan patronunu öldürerek başkası yapmış gibi göstermeye çalıştığını söyledi.
“Anlattıklarının hepsi yalan sen uyduruyorsun gerçeği söyle!”
“Vallahi billahi ben bir şey yapmadım, her şey anlattığım gibi oldu. Kuran çarpsın ben bir şey yapmadım…”
Kadın bayılacak noktaya gelmişti tecrübeli polis gözlerinin kaymasından renginin sararmasından durumu kavrayıp su getirtti, kolonya getirtti kadını biraz toparladılar. Yemesi için bir şeyler vermelerini söyleyerek ayrıldı yanından kadının.
“Burdan bir şey çıkmaz doğruyu söylüyor.” Yardımcısının ne yapacağız der gibi baktığını görünce, “O zaman şu karaltı kimmiş içeriye nasıl girmiş ona bakacağız.”
“Kadını ne yapalım amirim?”
“İfadesini imzalatın kocası buralardadır zaten bırakın gitsinler. Yalnız sıkı sıkı tembihleyin şehri terk etmesinler telefonları açık olsun tekrar çağırabiliriz.”
Odasına gelen Başkomiser odanın boş olduğunu görünce sinirlendi kendi kendine, “Nerede bunlar lazım olunca kayboluyor ikisi de” diye söylenirken genç Komiser Tülay elinde çaylarla girdi içeri.
“Amirim sorgudan çıkıyor, ağzı kurumuştur bir güzellik yapayım dedim.”
Tülay’ı elinde bardaklarla görünce yumuşayan Başkomiser kocaman bir yudum aldı çaydan, “Of yandım valla sıcakmış kız,” dedi. “Olsun olsun içim ısındı fakat bu iş acayip bakalım ne olacak?”
“Nasıl acayip amirim?”
“Bir katil zanlımız var ama sadece bir karaltı halinde. Elimizde başka bir şey yok, ha bir de şu kadının duyduğunu iddia ettiği müzik sesi. Gürültülü yabancı bir müzikti diyor. Odada ne radyo ne teyp gözükmüyordu, dışarıdan geldi desem oralar hep iş merkezi, böyle bir ses kolay kolay olmaz oralarda.”
“Belki telefonundan çalmıştır amirim.”
“Evet o olabilir.” Telefonların konuşmak dışında başka işlevlerinin olması hâlâ garip geliyordu Başkomisere, “Neyse raporların hiçbiri gelmez herhalde vakit epey geç olmuş ben eve gidiyorum kızım. Burak Efendi nerelerde belli değil sen de çık hava kötü anca gidersin. Yarın bakacağız artık,” dedi. Islandığı için iki misli ağırlaşmış paltosunu giyerken zorlandı, küçük bir küfür savurdu sonra Tülay’ı hatırlayıp, “Kusura bakma seni unuttum ya, bu da kurumamış hala çok ıslak. Neyse artık idare edeceğiz hadi iyi akşamlar,” dedi.
Sanki bir gün önce o fırtına esmemiş o yağmur yağmamış gibi günlük güneşlik bir güne uyandı Ankara. Komiser Tülay belediye otobüsünden inip koşar adım üst geçite tırmandı karşıya geçip Ankara Emniyet Müdürlüğünün yeni tamir edilen binasının giriş kapısından girerken Başkomiser Hakkı’nın kendisini beklediğini gördü.
“Az kalsın yine geç kalıyordun Tülay ne diyorum ben bu konuda, mesaiye geç kalınmayacak. Yarım saat erken kalk ama zamanında gel.”
“Günaydın amirim. Haklısınız fakat trafik çok fenaydı biraz da o nedenle bugün böyle oldu. Özür dilerim.”
Asansöre binip çıkarken, “Bu yeni binaya alışamadım, hâlâ tuhafıma gidiyor,” diye sızlandı Başkomiser, Tülay gülümsemekle yetindi Başkomiserin obsesif kişiliğine hiç uygun değildi mekan değişiklikleri. Bütün odaların mobilyaları yenilenirken o inat etmiş kendi masa ve sandalyesini yeniletmemişti. Şimdi odada krem rengi mobilyaların ortasında kara bir leke gibi görünüyordu eski masa. Odaya girdiklerinde dün ortalarda gözükmeyen Burak’ın gelmiş hatta çay bile söylemiş olduğunu gördüler. Günaydın faslından sonra hemen işlere daldı Başkomiser.
“Neler buldun Burak? Dün ortalarda olmadığına göre mutlaka bir şeyler bulmuş olmalısın, nedir onlar?”
“Şey amirim ben dün otopsideydim raporu çabuk alabilmek için bekledim biraz.”
“Aldın mı bari?”
“Ekranınızda hazır, yazılı olarak masanıza da bıraktım.”
“Güzel ben okurken sen de anlat ne olmuş?”
“Maktul Halil Gürkonak kırk sekiz yaşında uzun boylu iri bir adam. Kalbinin üzerine ve böbreklerine aldığı üç bıçak darbesi ile öldürülmüş. Burada ilginç bir ayrıntı var amirim, böbreklerine saplanan bıçakla kalbine saplanan bıçak farklı.”
“Ne yani iki cinayet silahı mı var şimdi?”
“Öyle görünüyor amirim. Kalbe saplanan maktulün üzerindeydi zaten fakat diğer bıçak yok. Otopsi raporunda da göreceğiniz üzere bizlerin Rambo bıçağı diye tabir ettiğimiz bir yanı tırtıklı ucu ince ve kavisli bir bıçak kullanıldığını belirledi arkadaşlar. Boğuşma izi yok denecek kadar az. Sadece bir bileğinde morarma tespit edildi. Benim naçizane fikrimi sorarsanız katil bıçağını çekince maktulde çekmiş fakat katil atik davranıp kapmış elinden bıçağı ve öldürmüş. Bir eliyle kendi bıçağını kullanarak böbrekleri haşat ederken diğer eliyle maktulün bıçağını kalbe saplamış. Öyle düşünüyorum.”
“Fena tespit değil Burak fakat bu rapora göre iki böbrekte yara almış adamın üç kolu ve üç bıçağı yoksa boğuşma olmadan biraz zor. Adamın iri yarı olmasının sakladığı izler olabilir fakat üç yara iki farklı bıçak, sonra ikinci bıçağı niye bıraktı? Bu da bir soru işareti belki de o bıçağın özel bir anlamı vardır. Yani kalbe saplanan bıçak maktulün değil katilindir ama özellikle kullanılmıştır. Evet varsayımlarla vakit geçirmeyelim Tülay telefonlar, bilgisayarlar, güvenlik kameraları bütün sokak hatta cadde, üst kat neden boş en üst kattaki depo ne? Binanın giriş çıkışları bodrumu var mı? Varsa bir kapısı var mı? Hadi bütün bunların cevapları lazım bana burada oturma harekete geç.”
Tülay Başkomiser konuşurken hazırlanmaya başlamıştı zaten sözlerinin sonunu ayakta dinledi ve çıktı.
“Burak olay yeri raporu, parmak izleri ve bıçakların araştırması özellikle şu kalbe saplananın özelliği var mı? Ailesi ile konuşuldu mu?”
“Evet dün kendim gidip haber verdim.”
“Güzel şimdi benimle gel. Birlikte tekrar gidelim bir bakalım kim bu insanlar. Ha, burası nakliyat şirketi şu kamyonları, şoförleri hepsini araştır, husumeti olan var mı? İşten çıkarılan, parası ödenmeyen bak işte.”
Burak hem onunla gidip hem emredilen işleri nasıl yapacağını düşünerek arkasına düştü amirinin. Arabayı yine Burak kullanacaktı tabii. Onu sırf bu nedenle yanına aldığından şüpheleniyordu Burak.
Batıkent’teki maktulün adresi olan Cingöz Sitesindeki daireye geldiklerinde kapının önü ayakkabı doluydu. Anlaşılan tanıdık bildik kim varsa haberi alınca eve hücum etmişlerdi. Gençten bir delikanlı açtı kapıyı polis olduklarını öğrenince içeriye, “Kerim abi,” diye seslendi. İri yarı şişmanca saçları üst kısmı dökülmüş fakat yanlarını uzatıp arkadan bağlamış, bıyıkları dudağının iki yanından sarkan bir adam homurdanarak geldi. Evin tek müsait odası gibi görünen dip taraftaki karanlık bir odaya aldı onları. Ev o kadar kalabalıktı ki burada bile ikide bir kapı açılıp birileri kafasını uzatıyordu.
“Ben Kerim Gürkonak rahmetli benim abim olurdu.”
“Kerim Bey olay hakkında ne bildiğinizi öğrenmek için geldik.”
“Ben bir şey bilmiyorum kardeşim annadın mı? Olay olduğunda ben Ankara’da bile değildim, Kalecikten ev eşyası getiriyordum yoldaydım ben.”
“Peki ama bu neden olmuş olabilir, bir düşmanı ya da ne bileyim canına kastedecek husumeti olduğu bir ya da birileri var mıydı abinizin?”
“Abim iyi adamdı Allah rahmet eylesin kimseyle dalaşı olmazdı annadın mı? Fakat biz nakliyeci adamlarız rakip firmalarla bazen aramızda hır gür çıkabilir fiyat konularında falan hani fakat öyle canını alacak kadar değil annadın mı”
“Anladım anlamasına da sen yine de şu rakip firmalar kim adlarını ver bakalım. Burak not al hepsini.”
Burak adamın verdiği firma ve şahıs isimlerini not alırken Başkomiser sorularına devam etti.
“Kaç kardeşsiniz? Çoluğu çocuğu var mıdır abinin?”
“Biz dört kardeşiz Komiserim, bi ben yani ben ortancayım, benden sonra bi kız var oda evli Kızılcahamam’da oturuyor şimdi içeride. Kocası orada köftecilik yapar annadın mı? Sonra abim rahmetlik bi de size kapıyı açan Alim var üniversitede okuyor mühendis çıkacak yakında annadın mı? Bizler okuyamadık fakat abim Alim’in okumasını çok istiyordu o da yüzümüzü kara çıkartmayacak inşallah.”
“Çoluk çocuk?”
“Yengem aynı zamanda teyzemin kızıdır. Sizden iyi olmasın bize analık yapmıştır, annadın mı? Anam babam çok erken öldüler biz dört kardeş ortalığa sepildiydik abim Ruhsar yengemle evlenince hepimizi kanatları altına aldı baktı, büyüttü evlendirdi sağ olsun. Üç tane de oğlu var abimin. Büyükleri Liseye gidiyor, annadın mı, diğerleri daha ilköğretimde.”
“Erken evlenmiş o zaman abin?”
“He, askerden gelince hemen evermişler, annadın mı? Epey bi zaman çocukları olmadı sonra Allah arka arkaya üç tane birden verdi. Kudretine kurban olduğum.”
“Yengen ev hanımı herhalde?”
“He, ev hanımı benim hanımda ev hanımı benim de iki tane kızım var çok şükür, annadın mı?”
“Borcu falan var mıydı abinin?”
“Valla Komiserim ben onları bilmem. Ben şoför olarak çalışıyom, annadın mı? Maaşlı yani ortak falan değilim. Öyle yani.”
“Pekâlâ, anladık hadi Burak aldınsa notlarını gidelim işimiz çok. Tekrar başınız sağ olsun kardeşim, Allah sabırlar versin.”
Evden çıkıp arabaya bindiklerinde Başkomiser, “Adam bir kere daha annadın mı deseydi çıkarıp beyliği dayayacaktım alnına,” dedi. “O ne öyle ya hu annadın mı, annadın mı? Annadım hadi bakalım ne olacak şimdi tövbe tövbe. Sen beni merkeze bırak sonra işlerine bak. Şu listeyi de ver ben baktırayım merkezde.”
Merkeze geldiklerinde Tülay’da gelmiş bilgisayarın başında bir şeylere bakıyordu. Başkomiser içeri girince ayağa kalktı.
Eliyle oturması için işaret eden Başkomiser sordu. “Ne yaptın Tülay bulabildin mi bir şeyler?”
“Şöyle amirim, Muhasebeci kadının söylediği gibi üst katları boş altı aydır kimse tutmamış civardakilere göre fazla kira istendiği için tutulmuyormuş, en üst kat sokağın köşesindeki tekstil atölyesinin deposu. Açtırıp baktım içinde kumaş, iplik falan gibi malzemelerden başka bir şey yok. Ha bir de kullandıkları dikiş makinelerinin bazı parçaları var.”
“Kameralar Tülay, onlardan ne haber giren çıkan birileri olmuş mu binaya?”
“Şimdi ona geliyordum amirim. Cinayetin işlendiği binada güvenlik kamerası yok fakat binanın tam karşısında yer alan üç katlı bir şirketin her katında var fakat sadece biri çalışıyor. Ona baktırdım. Saat 14.45’te içeriye biri giriyor, fakat erkek mi kadın mı neye benziyor göremiyoruz maalesef. Kamera belirli bir açıdan fazlasını göstermiyor oradan da sadece bu kadar görünüyor.” Tülay elindeki fotoğraf çıktısı ile görüntü CD sini uzattı, “Fakat işin garibi sonrasında çıkan yok ya da kameraya takılmadan çıkmayı başarmış,” dedi.
Başkomiser, Burak’ın masasına geçip CD’yi taktı. Gerçekten görüntülerde sadece içeriye girenin sağ bacağının arkası görünüyordu.
“Sıfıra sıfır elde var sıfır.”
“Şey amirim ben gelince şeyleri araştırdım. Sanırım bir şeyler bulmuş olabilirim.”
“Ne şeyi, neymiş onlar anlatsana kızım!”
“Bu Halil Bey hakkında dükkân komşuları pek iyi konuşmuyorlar. Yani şöyle söyleyeyim senet ve çek bozuyormuş bir de gayri resmi döviz işi yapıyormuş. Ben de gelince biraz araştırdım, geçen yıl senedini ödeyemeyen biri nakliyat şirketini tabancayla basmış, kavga çıkmış polis Halil’i de diğer adamı da gözaltına almış. Karakolda barışıp serbest bırakılmışlar ama kayıtlara geçmiş.”
“Bu iyi işte nihayet ucunu tutabileceğimiz bir şey bulduk. Hemen araştır kızım, şu kadını tekrar getir buraya tefecilik konusunda sorgula. Müşterilerinin isimlerini al, bakın şuna hadi. Ben de şu raporlara bakacağım.”
Otopsi raporuna göre maktulün ölüm sebebi kalbe saplanan bıçaktı. Beyaz sedef saplı bıçak cinayet aleti olarak yazılmıştı raporda. Böbreklere darbe kalp durduktan sonra vurulmuştu. Katil işini sağlama almak istemiş olmalı ki adam yere yıkıldıktan sonra onu tekrar bıçaklamıştı. Mücadele izlerinin olmaması buna bağlıydı anlaşılan.
Öğleden sonra Nurten Hanım tekrar emniyete getirilerek ifadesine başvuruldu. Kadın önce tereddüt etti ancak yasal olmayan çek senet işlerinde kendisinin de suç ortağı sayılacağını öğrenince bildiklerini anlattı. Halil Bey nakliye işlerinin yanında tefecilik de yapıyordu. Paraya olan düşkünlüğü zaman zaman acımasız olmasına yol açıyor bu nedenle de pek çok insanın hedefi haline gelebiliyordu. Geçen yılki olay ilk değildi daha önce ve daha sonra da bu tip olaylar yaşanmıştı fakat Halil Bey hazırlıklı olurdu ve gelen insanları bir şekilde ya ikna eder ya da korkutur uzaklaştırırdı. Düşmanı çok, dostu az bir insandı patronu.
Çevre esnaf başta olmak üzere hem nakliye işindeki müşterileri hem de çek senet işindeki müşterileri araştırmaya başladılar.
“Metin Hızlı adındaki bir şoför var amirim,” diyerek odaya girdi Burak. “Bu adam birkaç yıl Halil’in yanında çalışmış sonra kendi işini kurmuş ama rakip olmamış. Şehir içi çalışıyormuş çoğunlukla. Bundan bir ay önce nakliye şirketine gelmiş. Halil’den onun güzergahına girmemesini rica etmiş bir de on beş gün vadeli hatır senedi bozdurmuş. Bu Metin denilen şoför Sincan, Törekent, Yenikent o civarlarda çalışıyormuş. Bir tane nakliye kamyonu var zaten adamın onu da borçla almış. Borcunu ödemekte zorlanınca bu yola başvurmuş anlaşılan. Fakat sanki hiç o rica etmemiş gibi Halil adamın bölgesindeki bütün işleri alıyormuş.”
“Ee Burak, masal anlatmayı bırak da sadede gel oğlum,”
“Tamam geçen gün kahvede bu Metin, Halil hakkında ileri geri konuşmuş, öldüreceğini söylemiş o günden sonra da onu bir daha gören olmamış. Kamyonu evinin önünde duruyor kontrol ettim. Ailesi işe gitti diyor kimse nerede olduğunu bilmiyor. Bir önemli bilgi daha Metin’in bir rambo bıçağı varmış çok övünürmüş onunla.”
“Eşkâlini verin, her yerde aranmaya başlasın hemen.”
“Bu adam tam bir pislikmiş amirim valla neredeyse iyi ki ölmüş diyeceğim ama dilim varmıyor.”
“Hayrola Tülay ne buldun yine?”
“Başka kadınlarla ilişkisi varmış, pavyon pavyon gezermiş bu Halil. Hatta bir ara pavyonda çalışan kadınlardan birini eve kapatmış metresi yapmış pavyon sahibiyle kötü olmuşlar kavga kıyamet kopmuş pavyon sahibi kadını geri almak için ayağından vurmuş bunu. “
“Ne zaman olmuş bu hadise?”
“Beş yıl önce, adamın dosyası kabarık bakalım daha neler çıkacak? Zavallı karısı da önce kardeşlerine bakmış şimdi çocuklarına, Batıkent’teki o kötü apartman dairesinde anca bunlara hizmet etsin. Bu da orada burada para saçıp keyfine baksın. Nefret ediyorum böyle adamlardan.”
“Katili bulduk gibi ama sen yine soruşturmaya devam et Tülay, böyle karı kız davaları var mı yakın zamanda şu pavyona falan bir bakın, belki de husumet devam ediyordur daha. Kadının peşini bırakmamış falan olabilir.”
Metin Hızlı Ankara-İstanbul arasında bir kamyoncu mola yerinde yakalandı ve Ankara’ya getirildi. Sorgusuna bizzat Başkomiser Hakkı girdi.
“Ben öldürmedim vallahi ben bir şey yapmadım amirim. Ben işinde gücünde bir adamım Edirne’ye mal götürdüm oradan dönüyordum. Haberim yok vallahi Halil abiden. Öldüğünü sizinkilerden öğrendim.”
“Asmış kesmişsin kahvede, şimdi böyle kıymetli kıymetli Halil abi dediğin adamı öldüreceğim demişsin. Üstüne üstlük Halil tıpkı seninki gibi bir bıçakla öldürüldü. Buna ne diyeceksin?”
“Ben yapmadım, neye isterseniz yemin edeyim, sorun Alyanak’lara onların malını taşıdım Edirne’ye vallahi benim haberim yok.”
“Sorduk, sen cinayetin işlendiği gün yola çıkmışsın buradan. Yani pekâlâ Halil’i öldürüp gitmişsin işte besbelli.”
“Ben o gün evden bile çıkmadım. Gece yolda olacağım diye evde uyudum amirim karıma sorun.”
“Bıçağın nerede? Bulamamış arkadaşlar nereye attın?”
“Hiçbir yere atmadım ya! Daha ne kadar anlatacağım size.” Sesi yükselmiş yüzü öfkeden kızarmıştı Metin’in.
“Yükseltme sesini! Eline koluna da hâkim ol almayayım ayağımın altına. Nerede bıçağın o zaman?”
“Kaybettim ben onu.”
“Ben de inandım bak şimdi sen böyle söyleyince.”
“Vallahi kaybettim ya! On beş gün oldu herhalde bizim bir arkadaşın düğünü vardı, Haymana’da oraya gittim, biraz içkiyi fazla kaçırmışım, düğünden sonra arkadaşlarla dönerken bir yerde durduk, bir hedef belirleyip bıçak atmaya başladık. Serserilik işte orada içki bana dokundu, pek alışık değilimdir o kadar çok içmeye. Sonrasını bilmiyorum o ara kaybetmişim bıçağı. Ertesi günü gittim aradım oralarda ama bulamadım. İsterseniz arkadaşlara sorun doğruyu söylüyorum Allah’ıma Kitabıma. Ben kimseye bir şey yapmadım.”
Yapmadım diyor başka bir şey demiyordu bir türlü itiraf ettiremediler. Şoförün söylediklerini kontrol ettirince doğru söylediği ortaya çıktı. Bıçağı gerçekten kaybetmişti. Onunla birlikte olan arkadaşı Sermet ertesi günü birlikte aradıklarını fakat bulamadıklarını uzun uzun anlattı.
“Metin de fos çıktı,” dedi Burak elindeki ifade tutanaklarını fırlatır gibi atarken masasının üzerine. Tülay düşünceli gözlerle baktı mesai arkadaşına, “Ben gidip şu Halil’in bir arkadaşı var onunla bir daha konuşacağım, amirime söylersin,” dedi.
Hakkı Başkomisere yakalanmadan çıkmak için acele eden arkadaşının arkasından bakakaldı Burak. “Yine kızdıracak amirimi, söyleyip öyle gitse ya,” dedi içinden.
Tülay maktulün canciğer arkadaşı olduğunu söyleyen büfeci Hasan ile zorlu bir konuşma yaptı ama sonunda adamın ağzından Halil’in en son genç bir kızla takıldığını öğrenmeyi başardı. Çiçek Ayaz isimli kız Ankara Üniversitesinde öğrenciydi. Büfeci hangi bölümde okuduğunu bilmiyordu ama kızın evini biliyordu. Halil’i birkaç kez bırakmıştı oraya. Adresi büfeciden alan Tülay doğruca eve gitti. Fakat Çiçek taşınmıştı ev boştu. Komşulara sordu öğrendikleri hiç güzel şeyler değildi. Çiçeğe orta yaşlı bir adam musallat olmuş ki; bunun Halil olduğunu hemen anladı genç Komiser. Rahat vermeyince haber vermiş olmalı ki ailesi gelip kızı götürmüşler aynı gün evi de boşaltmışlardı. Çiçeğin Ankara Üniversitesi Kimya Mühendisliğinde okuduğunu öğrendi komşulardan okula gitmeye karar verdi Tülay. Belki arkadaşları Mersin’deki adresi biliyorlardır oradan ulaşabilirim diye düşünmüştü. Yola çıktığında Burak aradı. Nereye gittiğini öğrenince o da gelmek istedi Üniversitede buluşmaya karar verdiler.
Üçüncü sınıf öğrencisi genç kızı hemen tanıdı öğrenciler. Burak ve Tülay gençlerden Çiçek’in Mersin’e gitme sebebinin uğradığı tecavüz olduğunu öğrenince şaşırdılar. Çiçek’in arkadaşları üzgündü çünkü bununla da kalmamış ailesi tarafından götürüldükten iki gün sonra kendini asarak intihar etmişti genç kız. Çiçek’in yakın arkadaşı olduğunu söyleyen bir öğrenci olanları ağlayarak anlattı onlara. Aslında bir erkek arkadaşı varmış genç kızın. İlk yıldan beri görüşüyorlarmış niyetleri ciddi okul bitince evleneceklermiş. Hatta aileleri bile biliyormuş fakat Çiçek’in başına gelen felaket her şeyin sonu olmuş.
“İşte bakın Çiçek’in erkek arkadaşı orada.”
Öğrencinin gösterdiği tarafta bir delikanlı onlara bakıyordu hareketlenip ona doğru yürüyünce birden kaçmaya başladı tabii Tülay ve Burak’ta ardından. Şimdi Tandoğan’da trafiğin arasında çetin bir kovalamaca başlamıştı. Tıknaz yapısı koşmasına engel teşkil etse de Burak bir şekilde tazı gibi koşan delikanlının önüne çıkmayı başardı Tülay’sa son darbeyi vurup yakaladı.
***
“Ben yaptım, Halil Gürkonak’ı ben öldürdüm. Ölmeyi hak etmişti, Çiçek, Çiçeğim onun yüzünden kıydı canına. Hiç pişman değilim.”
“Şimdi düzgünce anlat Alim, nasıl öldürdün abini? O beyaz saplı bıçak neyin nesi? Böbreklere niye vurdun? Hadi oğlum nasıl olsa itiraf ettin bak Sayın Savcı’da geldi şimdi başından anlat bakalım.”
“Çiçek’le okulun ilk yılında tanıştık önce arkadaştık sonra sevgili olduk. Çok seviyorduk birbirimizi okul bitince evlenecektik. Ben onun annesiyle tanıştım Çiçek’te benim ailemle tanışmak istedi ben de Halil abime götürdüm, götürmez olaydım. Nereden bileyim abimin benim sevgilime göz koyacağını. Benim sonradan çok sonradan Çiçek’in intiharından önce bana yazdığı mektuptan sonra haberim oldu. Bana söyleyememiş zavallı utanmış. Meğer abim peşine düşmüş bunun. Her gün arayıp rahatsız etmiş sonra evine gitmeye başlamış karımı boşayıp seni alacağım diyormuş. Bir gün de zorla girmiş içeri sonra da tecavüz etmiş benim dokunmaya kıyamadığım Çiçeğime. Çiçek çok kötü olmuş, doğal olarak psikolojisi bozulmuştu son zamanlarda, ben derslerin ağırlığına bağlıyordum, bu durumu aptal gibi neler yaşıyormuş oysa. Annesine söylemiş herhalde ailesinin haberi olmuş gelip almışlar kızlarını buradan. Mersin’e götürmüşler. Ben Mersin’e gittiğini ertesi günü öğrendim. Bana oradan mesaj attı. Çok bunaldığını biraz dinleneceğini söyledi, ben de inandım. Sonra öldüğünü duydum. Çamaşır ipiyle evlerinin terasında asmış kendini.” Alim hıçkıra hıçkıra ağlıyordu artık, “Bana da bir mektup bırakmış annesi gönderdi,” dedi. “Her şeyi anlatmış mektupta çılgına döndüm o gün öldürecektim abimi fakat sonra plan yapmaya karar verdim. En uygun zamanı bekledim. Bu arada beni zorla Haymana’ya bir düğüne götürdü Kerim abim. Dönüşte arkadaşlarıyla bıçak atma yarışı yaptılar. Hepsinin kafası iyiydi. Metin abi fenalaşınca bıçağını ben aldım. Kimse fark etmedi herkes Metin abinin derdine düşmüştü. Ogün şirketin tenha olduğunu biliyordum. Öğleden sonra komşuları beni tanımasın diye başıma kasket gözüme gözlük takıp gittim. Karşı şirketin kamerasını biliyorum abim bedava güvenlik hizmeti veriyor diye övünürdü. Kameranın açısının değişmesini bekledim içeri girdim. Hava çok fenaydı hem rüzgâr hem yağmur vardı. Kimse yoktu sokakta. Nurten Hanım bilgisayara gömülmüş çalışıyordu, ona görünmeden abimin odasına girdim. Beni görünce şaşırdı kapıyı kapattım, ayağa kalkmasını istedim. Çiçeği söyledim, öldüğünü söyledim onu öldürmeye geldiğimi de söyledim. Bu arada sesimizi Nurten Hanım duymasın diye telefonumdan müzik açtım. Abim müziği sevmez çok sinirlendi oturduğu yerden kalkıp üstüme yürüdü ben de bunu bekliyordum zaten bıçağı kalbine sapladım. Önce dizlerinin üzerine çöktü ölmediğini düşünerek beline bir daha salladım koltuğa tutunuyor yıkılmıyordu bir de diğer tarafa sapladım sonra gizlice çıktım odadan Nurten Hanım odasında yoktu fırsat bilip kaçtım. Ben yaptım Savcı Bey pişman değilim verilecek her cezaya razıyım. Çiçeğim rahat uyuyabilir artık mezarında.”
“Niye iki bıçak kullandın?”
“Kalbine sapladığımı üniversiteyi kazandığım gün Halil abim hediye etmişti ben de ona iade ettim.”