İçeri girmek için Olay Yeri İnceleme Şubesi’nin işini bitirmesini bekledik.
Metin Gönce’nin cesedini sabah işe gelen çırağı Kemal bulmuştu.
“Kapı kapalıydı ama kilitli değildi. İçeri girdiğimde ustamın cesediyle karşılaştım,” dedi.
“Tam olarak ne iş yapıyorsunuz bu dükkânda?” diye sordu Amirim.
“Bilgisayar işleriyle uğraşıyoruz biz. Format atma, program yükleme, tamir. İkinci el bilgisayar, film filan da satarız.”
Olay Yeri’nin elemanları işlerini tamamlayınca içeri girdik. Adli Tabip ölüm saatini 21-24 arası olarak tahmin ettiğini, kesin zamanın otopsiden sonra belli olacağını söyledi. Ortalık karmakarışıktı. Bilgisayar parçaları, DVD’ler ve ne olduklarını bilmediğim daha bir sürü şey, taş çatlasa yirmi metrekare dükkânın her yanına saçılmıştı. Metin Gönce’nin cesedi, alnının ortasında bir kurşun deliğiyle birlikte bu karmaşanın ortasında sırt üstü yatıyordu. Amirim kapı önünde bıraktığımız Kemal’i çağırdı. “Bak bakalım, kayıp bir şeyler gözüne çarpacak mı?”
Delikanlı odaya umutsuzca göz gezdirdi, “Valla amirim, raflardaki yerlerini biliyordum her şeyin ama böyle olunca…”
Odada biraz dolaştı, etrafa saçılmış parçaları inceledi. “Ustamın dizüstü bilgisayarı gitmiş, bir de bir iki gün önce bir müşterinin tamir için getirdiği vardı, o da gitmiş.”
Ayağıyla yerdeki yığını birkaç kez dürttü, “Bir de, bizim müşterilere kopyaladığımız filmlerin olduğu harici diskler vardı, Metin Ağabeyin masasında dururdu, onlar da gitmiş.”
“Sadece film mi vardı içlerinde?”
“Evet amirim, üç-dört bine yakın film vardı içlerinde.”
“Şimdi anlaşıldı,” dedim, “ustanı Amerikan film şirketlerinden biri vurdurmuş olabilir.”
Kemal’in gözleri büyüdü.
“Kopya film satarak adamları zarara uğratıyorsunuz. Son zamanlarda kiralık katil tutup yüze yakın korsan filmciyi öldürttüler” diye devam ettim.
Delikanlının beti benzi attı. “Ben daha çok tamir işlerine bakıyordum. Kopyalama işlerini Metin abi yapardı.”
Eline geçen ilk fırsatta ustasını satan çırağa birkaç soru daha sorduktan sonra kimlik bilgilerini ve adresini alıp gönderdik. Ustası dükkânı açalı beş yıl olmuştu… Ustasının kavgalı olduğu kimse yoktu… Kayıp olduğu saptanan bilgisayarlar eski modeldi, kim n’aapsındı. Son zamanlarda dükkâna şüphesini çekecek biri/birileri gelmemişti…
Dükkân komşuları ve mahalleliden de bir şey gören duyan çıkmadı. Silah sesini de mi duyan olmamıştı? “Bizim buralarda silah sıkıldı diye kimse rahatını bozmaz. Burada iki bira yuvarlayan aşka gelip havaya sıkar, maç izlerken takımı gol kaçıran televizyona,” dediler. Sokakta güvenlik kamerası olmaması da duruma tüy dikti.
Tamam, dükkândan çalınan bazı şeyler vardı fakat amaç hırsızlık olsa neden Metin dükkândayken içeri girmişlerdi? Kocaman camlı vitrinden içeride birinin olup olmadığını yolun karşısındaki kaldırımdan bile görebilirlerdi. Amaç cinayetse dükkânı neden dağıtmışlardı? Aradıkları şey neydi? Bu şeyi bulmuşlar mıydı? Yoksa cinayete hırsızlık süsü mü vermeye çalışmışlardı? Kafamızda bu ve benzeri sorularla maktulün evine gittiğimizde benzer bir manzarayla karşılaştık. Çekmeceler, dolaplar açılmış, içindekiler yerlere saçılmıştı. Evin bu anası ağlamış halini görünce olayın basit bir hırsızlık olabileceği ihtimali de böylece elenmiş oldu. Yalnız yaşadığı için kayıp bir şeyler olup olmadığını saptamamız mümkün olmadı.
***
Merkeze döndüğümüzde, Metin Gönce aleyhine birkaç yıl önce çalıntı mal alıp satmaktan dava açıldığını ve cezanın ertelendiğini öğrendik. Kemal’in kaydı yoktu.
***
Öğlen yeni bir cinayet ihbarıyla soluğu aynı mahallenin başka bir sokağında aldık. Cinayetin işlendiği apartmanın üçüncü katına çıktığımızda, daire kapısının önünde sigara içen Olay Yeri Şubesinden Komiser Oktay’la karşılaştık.
“Ne mahalleymiş arkadaş!” dedi. “Bu sefer de bir kadını doğramışlar.”
“Zaman belli mi?”
“Adli tabip, üç-dört saat önce öldürüldüğünü söyledi. Kocası öğlen eve gelince bulmuş.”
“Katil eve nasıl girmiş?”
“Kapıda zorlama yok, ya kendisi içeri aldı ya da balkon kapısından girdi.”
“Gündüz vakti üçüncü kat balkonuna mı tırmanmış?”
“Öyle görünüyor. Altı ay önce de hırsız girmiş eve.”
Biz mahallede bir cinayeti soruştururken iki sokak ötemizde bir başka cinayet işlenmişti. Katil belki de sokakta yanımızdan geçip gitmişti.
Salonun ortasında kanlar içinde yatıyordu Fidan Dönmezoğlu. Feci şekilde dövülmüş, defalarca bıçaklanmıştı..
“Bu nasıl bir öfke,” dedi Amirim. “Kadını öldürdükten sonra da bıçaklamaya devam etmiş.”
“Tanıdığı biri mi?” dedim.
“Öyle olmalı. Kadınla bir derdi varmış belli ki,” diyerek ayağa kalktı Amirim. “Tecavüz belirtisi var mı?”
“Adli Tabip ancak otopside belli olacağını söyledi” diye cevap verdi Oktay Komiser.
“Bıçağı bulduk mu?”
“Yanında götürmüş olmalı.”
“Ayakkabı izleri?”
“Kocasının. Karısını bu halde bulunca paniklemiş, hastaneye götürmek için kaldırmak istemiş.”
“Nerde kocası?”
Oturma odasındaki İbrahim Dönmezoğlu’nun yanına gittik. Bitkin görünüyordu. Başsağlığı diledik. Sabah oğlunu okula gönderdikten sonra dükkânına gittiğini söyledi. İki sokak aşağıda mobilya satan bir dükkânı varmış.
“Her öğlen eve gelir misiniz?” diye sordu Amirim.
“Yok,” dedi İbrahim. “Bugün ödemem gereken bir senet vardı, onu evde unutmuşum. Çırağı gönderdim alsın diye. ‘Usta yengem evde yok’ diye geri geldi. Dışarı çıkacağını söylememişti. Merak ettim, banyoda filan düşmüş olmasın diye.”
“Eve geldiğinizde kapı kapalı mıydı?”
“Kapalıydı. Anahtarımla açtım.”
“Balkon kapısı?”
“Açıktı.” Salon tarafına bakamıyordu. “Altı ay kadar önce de hırsız girmişti evimize. Balkon kapısından girmiş olabileceğini söylemişti polis.”
“Kayıp bir şey var mı?”
“O olaydan sonra para bulundurmuyordum evde.” Eliyle yatak odasını işaret etti. “Karımın üç beş bileziği vardı, onlar kayıp.”
“Anlaşamadığınız, tartıştığınız, size husumet besleyen birileri var mı çevrenizde?”
“Kimseyle alıp veremediğimiz yoktu… Allahım, oğluma ne söyleyeceğim ben şimdi?”
***
Komşular hiçbir şey duymamış, apartmana girip çıkan yabancı birini görmemişlerdi.
“Kadının çığlıklarını hiçbir komşunun duymamış olması mümkün mü?” dedim merdivenlerden inerken.
“Birini kalbinden bıçaklarsan bağırabilir, ciğerinden bıçaklarsan sesi çıkmaz” diye cevapladı Amirim.
***
İbrahim’i ve çırağı Selim’i merkeze götürüp ifadelerini aldık. Selim, İbrahim’in söylediklerini doğruladı. İfadelerini imzalattıktan sonra serbest bıraktık.
Sistemden İbrahim ve Selim’i araştırdım. Her ikisi de temizdi, yolları daha önceden bizim buralara düşmemişti.
***
Tacize varan ısrarlarımız ve ricalarımız sonuç verdi de, ertesi gün öğleye doğru balistik ve otopsi raporları elimize geçti. Metin Günce’yi öldüren silahtan çıkan kurşun ateşli silahlar veritabanında kaydı bulunan hiçbir silahla eşleşmemişti. Dükkânda ise kendisinin, Kemal’in ve daha birçok kişinin parmak izleri vardı. Bu parmak izlerinden birkaçı, ufak tefek hırsızlık suçlarından sabıkası olan ya da halen aranan bazı kişilere aitti. Araştırmaya en taze parmak izi sahiplerinden başlamaya karar verdik.
Dönmezoğullarının evinde ise karı-koca ve çocuklarından başkasının parmak izine rastlanmamıştı. Cesette tecavüz bulgusu yoktu.
***
Ziyaret ettiğimiz ilk şüpheli, kayıtlarda bulunan adresinden aylar önce ayrılmıştı. Komşularının deyimiyle, hangi cehenneme gittiğini bilen yoktu. İkinci arkadaşın ikametgahı ise Sincan Cezaevi olarak değişmişti. Üçüncüden de bir şey çıkmazsa önümüzdeki şüphelilere bakacaktık. Son başı belaya girdiğinde verdiği ikametgah adresi, uyuşturucu satıcıları, hırsız ve uğursuz yuvası bir semtteki tek odalı bir gecekonduydu. Kapıyı çaldık, açılmadı. Kapı dediğime bakmayın, bir üfürüklük canı olan, derme çatma bir tahta parçasıydı. O canı da bir tekmeyle ben aldım. Ceyhun Durmaz, duvar dibine yerleştirilmiş çift kişilik kanepede, kusmuk içinde yatıyordu. Nabzını tuttum, tık yoktu.
Adli Tabip 12-16 saat önce ölmüş olabileceğini söyledi. Ölüm nedeni aşırı dozdu.
Odasında yaptığımız aramada iki dizüstü bilgisayar, üç televizyon ve beş adet bilezik bulduk. Yatağının altında, içinde bol miktarda uyuşturucu hap olan bir naylon torba ve bir tabanca vardı.
Çırak Kemal, bilgisayarların Metin’in dükkânından çalınanlar olduğunu doğruladı.
***
“Herif gece Metin’in dükkânına giriyor, adamı öldürüyor, birkaç bilgisayar çalıyor, sabah Dönmezoğulları’nın evine giriyor, kadını öldürüyor, bilezikleri çalıyor, evine geliyor, kanepesine uzanıp aşırı dozdan gidiyor. Metin’le alacak verecek meselesinden kapıştılar diyelim, hırsızlık için girdiği evdeki kadını neden öldürdü? Hadi tam iş üzerindeyken kadın üzerine geldi, öldürmek zorunda kaldı, bu hınç neden? Fidan’la alıp veremediği neydi bu keşin?”
Verecek bir cevabım ya da soruşturmaya katkı sağlayabilecek bir fikrim yoktu, sesimi çıkarmadım.
O sırada her zamanki paldır küldürlüğüyle Oktay Komiser daldı içeri. “Hayırdır beyler? Canınız sıkkın gibi. O zaman neşenizi yerine getirecek bir şey söyleyeyim size. Bilin bakalım hangi koyduğumun mahallesine gidiyoruz?”
***
Talip Durukan’ın evi Metin’in dükkânına üç, Dönmezoğulları’nın evine iki sokak uzaklıktaydı. Kapısının önündeki kanlı ayak izlerini gören bir komşusu polisi aramıştı. Defalarca bıçaklanmış, cinsel organı kesilmiş, ağzına sokulmuştu.
“Namus cinayeti,” dedi Amirim.
“Kim bilir kimin karısını, kızını bafiledi,” diye mırıldandı Oktay Komiser.
Evdeki bütün çekmece ve dolaplar karıştırılmış, içlerindeki ıvır zıvır ortalığa saçılmıştı. Talip’in cüzdanı yatak odasındaki komodinin üzerinde duruyordu. Cep telefonu ortada yoktu.
Komşuları, Talip’in bir fabrikada gece bekçisi olduğunu söylediler. Geceleri çalışır, gündüzleri uyurmuş. Bekar olduğunu fakat arada sırada bir kadının gelip gittiğini söylediler. Kadın kapalı giyinen biri olduğundan boyu bosu haricinde eşkalini verebilen çıkmadı.
Talip Durukan cinayetten dört yıl cezaevinde yattıktan sonra üç yıl önce afla salıverilmişti. Bir süre inşaatlarda çalıştıktan sonra gece bekçiliği işini bulmuştu, iki yıldır aynı fabrikada çalışıyordu. Karısını öldürdüğü için cezaevine girmişti. Karısının akrabaları intikam için adamı öldürmüş olabilir miydi?
“Öyle bir şey yapacak olsalar bu kadar beklemezlerdi, hapisten çıktığı gün indirirlerdi,” dedi Amirim, “hem neden aletini kesip ağzına soksunlar?”
***
İşyerindeki amirleri ve diğer çalışanlarla konuştuk. Geceleri çalıştığı için çoğunun Tahir’in varlığından bile haberi yoktu.
Merkezde, Talip ile ilgili araştırma yaparken, semt karakolu tarafından düzenlenmiş bir tutanak gözüme çarptı. Bir hafta kadar önce Talip’in evine hırsız girmişti. Bir miktar para, televizyon ve cep telefonu çalınmıştı.
İşyerinden telefon numarasını öğrendik. Gerekli izinleri alıp GSM şirketinden konuştuğu numaraların dökümünü istedik. Gerçekten de pek arkadaşı yoktu. Bir sabit telefonla ise her gün defalarca görüşmüştü.
***
Arama ve gözaltı emri çıkartıp İbrahim’i merkeze aldık. Sorgu odasına girdiğimizde başı ellerinin arasında sessizce oturuyordu. Sessizliği bozan Amirim oldu. “Her şeyi anlatmanın zamanıdır.”
İbrahim kan çanağına dönmüş gözlerini ovuşturdu. “Önce siz bana neden burada olduğumu anlatın.”
Amirim elindeki dosyanın içinden çıkardığı fotoğrafları İbrahim’in önüne koydu. “Tanıyor musun?”
İbrahim parmağıyla Metin Günce’nin fotoğrafını işaret etti. “Bilgisayarcı… Mahalleden.”
“Ya diğerleri?”
İbrahim arkasına yaslandı. “Hiç görmedim.”
Amirim dosyadan çıkardığı zarfın içindeki CD’yi önüne bıraktı. “Peki bu tanıdık geliyor mu?”
İbrahim’in ağzı oynadı fakat dışarıya herhangi bir ses çıkmadı.
“Dükkânındaki bilgisayarın içinde unutmuşsun.”
Amirimin önüne sürdüğü paketten bir sigara alıp yaktı. Öyle bir nefes çekti ki, sigaranın yarısı kül oldu.
İbrahim, Amirimin “CD’yi nasıl ele geçirdin?” sorusuna filtresine kadar sömürdüğü sigarayı küllüğe basarken cevap verdi. “Sabahları dükkâna çalışanlardan önce gelirim, malum, ev yakın. İki gün önce kapıyı açtığımda yerde bir zarf gördüm. İçinden bu CD ve bir not çıktı.”
“Ne yazıyordu notta?”
“Akşam dokuzda mahalledeki parkta tarif edilen yere elli bin lira bırakmazsam CD’deki görüntüyü internete yükleyeceğini yazıyordu. Merak ettim tabii içinde ne var diye. Bilgisayara takıp da açınca dünya başıma yıkıldı. On beş yıllık karım başka bir adamla yataktaydı. İnanmak istemedim. Tekrar izledim görüntüleri. Oydu, karımdı. Yatağın yanındaki komodinin üzerinde, altı ay önce evimize giren hırsızın çaldığı saati görünce iyice dellendim. Demek ki evimize hırsız filan girmemişti. Demek ki karım saatimi ve paralarımızı kendi elleriyle aşığına vermişti. Dükkândan çıktım, eve gidip karıma bunun hesabını soracaktım.”
“Ama gitmedin.”
“Gitmedim… Karımı öldürdükten sonra yakalanırsam aşığı cezasız kalacaktı. Hem karımı becerip hem de bana şantaj yapan şerefsizin cezasını kesmeden yakalanmamalıydım.”
“Sonra ne yaptın?”
“Orada burada biraz dolaştıktan sonra dükkâna döndüm. Videoyu tekrar izleyip adamın kim olduğunu anlamaya çalıştım. Görüntü ilişki sırasında adam tarafından çekilmişti, yüzü görünmüyordu. Dışarı attım kendimi yine, sonra bankaya gidip parayı çektim.”
“Silahı nereden buldun?”
“Yıllar önce bir arkadaşımdan almıştım, dükkânda tutuyordum korunma amaçlı.”
“Takip mi ettin Metin’i?”
“Parayı tarif ettiği yere bıraktıktan sonra bir saat kadar saklanıp bekledim gelmesini. Tam umudumu kesmek üzereydim ki geldi, parayı aldı. Ahbaplığımız yoktu ama biliyordum kim olduğunu, dükkânının nerede olduğunu. Çalıntı mal alıp sattığı söylenirdi mahallede.”
“Ardından sen de girdin dükkâna…”
“Yemin billah etti videodaki adamın kendisi olmadığına. Kolunu açıp bakınca o olmadığını anladım. Videodaki adamın kolunda dövme vardı. Kim olduğunu bilmediğini söyledi.”
“Nereden bulmuş videoyu?”
“Bunun dükkânı hırsızın uğursuzun uğrak yeriydi. Hırsızın birinden bir cep telefonu almış.”
“Ceyhun Durmaz’dan.”
“Evet. O telefonun içinden çıkmış görüntü. Küçük mahalle, herkes birbirini tanır. Karımı tanıyınca şantaj fikri gelmiş aklına.”
“Ceyhun’un yaşadığı yeri öğrendin sen de. Sonra da Metin’i öldürdün.”
“Videoyu seyrettiğimde bu pisliğe bulaşanların hepsini öldüreceğime ant içmiştim. Sıktım kafasına şerefsizin.”
“Olaya hırsızlık süsü vermek için de dükkanı dağıttın, bir kaç şey aldın.”
“Tarif ettiği adrese gittim. Kapıyı açtığında Ceyhun’un ayakta duracak hali yoktu, uçmuştu. Telefonu çaldığı evin adresini söylettikten sonra…”
“Evinde bulduğun uyuşturucu hapları yutturdun, zaten kafası iyiydi, karşı koyamadı. Metin’in dükkânından aldığın öteberiyi oraya buraya sakladın. Silahtan kendi parmak izlerini sildin. Ceyhun’un eline tutuşturduktan sonra da yatağın altına koydun. Böylece Metin’i soyup öldürdükten sonra aşırı dozdan gitmiş gibi olacaktı.”
İbrahim bir sigara daha yaktı. Müebbet hapis cezasını gözü yememişti de bir an önce kanserden gitmek istiyor gibi bir hali vardı.
“Sonra da eve dönüp karını öldürdün.”
“Aslında Fidan’ın cezasını en son kesmeye niyetliydim. Fidan’ı öldürdüğümü duyarsa Talip sıranın kendisinde olduğunu düşünüp ortadan kaybolabilirdi. Ceyhun’dan, Talip’in geceleri çalıştığını öğrendiğim için evinde bulamayacağımı biliyordum. Onun hesabını sabah işten döndüğünde görmeye karar verdim. Eve döndüğümde gece yarısını geçmişti. Fidan uyumuştu. Yüzünü görürsem sinirlerime hakim olamayıp boğazını sıkarım diye salondaki kanepede uyudum. Sabah oğlanı okula gönderdikten sonra, bir haftalığına memlekete anasıgilin yanına gitmek istediğini söyledi. İzin vermedim. Sinirlendi, sesini yükseltti. ‘Ananın mı yoksa aşığının yanına mı gideceksin?’ deyince panik oldu. Kendimi tutamadım, iki tokat attım. Bunun üzerine kendini kaybetti, beni aldattığını, pişman olmadığını söyledi. ‘Erkek olaydın da karına sahip çıkaydın,’ deyince gözüm karardı, bıçağı ne zaman elime aldım, kaç kere vurdum hatırlamıyorum.”
“Yirmi yedi kere vurmuşsun” dedim. Sesini çıkarmadı.
“Nasıl olsa kendi evindi,” dedi Amirim, “rahatça temizlenip üstünü başını değiştirdin. Kanlı giysilerini ve bıçağı ne yaptın?”
“Poşete koyup kalorifer kazanının içine sakladım.”
“Sonra tekrar yukarı çıkıp polisi aradın. Gelelim Talip’e…”
“Ceyhun’un verdiği adresi bulmam zor olmadı. Bizim evin iki sokak arkasındaydı. Kapıyı çaldım, uyku mahmurluğuyla açtı. Ne olduğunu anlamadan soktum bıçağı. Yere yatırdım, dayadım boğazına, anlattırdım bir bir arkamdan çevirdikleri dolapları… İki senedir ilişkileri varmış, markette düşmüş Fidan’ın peşine, çelmiş aklını… Benden izinsiz dışarı adımını atmaz bildiğim karım meğer haftada iki üç gün evine gidermiş bu yılanın…”
İfadesini imzalatıp savcılığa sevk ettik İbrahim’i. Fidan cinayetinden o meşhur “tahrik indirimi”ni alsa bile diğer üç cinayetten ötürü ağırlaştırılmış müebbetten kurtulması mümkün görünmüyordu.