Kadının gereğinden fazla endişelenmiş ve korkmuş olduğu suratındaki ifadeden açıkça belliydi. Doğu Ataşehir’de ana caddeyi gören yüksek bir binanın en üst katındaki dairede, siyah saçları ense köküne kadar uzun, koyu yeşil gözlü, sivri burunlu biraz paspal görünüşlü bir adamın karşısında oturuyordu. Kadın karşısındaki adama göre çok şık giyinmiş, kızıla boyanmış saçlarını da tepesinde topuz yapmıştı. Elli yaşlarındaydı. Ellerini sinirle ovuşturuyor ara sıra da yutkunuyordu. Sonunda derin bir nefes alarak konuşmaya karar verdi.
“Tolga Bey sorunum telefonda anlatılamayacak derecede mühim ve acil. Telefonda bahsetmiştim adım Sevgi, Sevgi Aloğlu. Beni evinizde kabul ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.”
“Rica ederim.”
Adının Tolga olduğu anlaşılan uzun saçlı, paspal görünümlü adam hafifçe gülümsedi. “Fakat ben, belki bilmiyorsunuzdur, her davaya bakmıyorum maalesef.”
“Biliyorum, biliyorum, Esat Albay bahsetmişti.”
Bir an duraklayan kadın acaba yanlış mı yapıyorum diye düşündü. Aile dostları emekli Albay Esat Ayhan, bu adam hakkında çok iyi konuşmuş adamı yere göğe sığdıramamıştı adeta. ‘Bu adam olaya insanın başka bir gözle bakmasını sağlıyor, kimsenin görmediklerini görüyor. Hatta göz önünde olan ama sizin fark edemediğiniz şeyleri görüyor’ diyerek övmüştü. Sevgi Hanım’ın da aklına adli bir sorunu olduğunda hemen Tolga Ateş adlı bu adam gelmiş, albaydan telefonunu alarak adamı aramıştı. İşte şimdi de buradaydı.
Tolga, kadının çekingen hallerini giderebilmek amacıyla, “İsterseniz sorununuzu anlatın hanımefendi,” dedi. “Beraber ne yapabileceğimize bakalım, olur mu?”
“Tamam, pekâlâ anlatıyorum. Dediğim gibi adım Sevgi Aloğlu ve sorun kocam Feridun. Yok yanlış anlamayın kocamı takip etmenizi falan istemeyeceğim. Sizin bu tür davalara bakmadığınızı biliyorum. Benim kocam dün cinayet şüphesi ile tutuklandı. En az on yıllık arkadaşı Mehmet Soyluhan’ı öldürdüğü şüphesi ile. Fakat kocam masum.”
Tolga’nın yeşil gözleri kısıldı. İşaret parmağını dudağına vurarak “Evet, sanırım bu haberi duymuştum,” dedi. “Mehmet Soyluhan Silivri’deki yazlığında iki katlı müstakil evinin ikinci katındaki salonunda yerde, tabanca ile vurulmuş ve ölmüş olarak bulunmuştu değil mi?”
“Evet ama kocam yapmadı.”
“Polis nedensiz yere kimseyi tutuklamaz hanımefendi.”
“Ama o masum. Karıncayı bile incitemez Feridun. Otuz yıllık kocamı benden daha iyi kimse tanıyamaz.”
Tolga gülümsedi ancak kadınla tartışmaya girmekten kaçındı. Onun yerine başka bir soru sordu. “Avukatınız ne diyor?”
“O herif beceriksiz bir şarlatan, hiç güvenim yok. Çıkmazdayım Tolga Bey. Polis kararını çoktan vermiş yakacaklar kocamın başını. Sonra aklıma siz geldiniz. Esat Albay sizden öyle övgüyle bahsetmişti ki… Ben de sizinle konuşmaya karar verdim. Açıkça sizin gerçeği ortaya çıkartmanızı istiyorum. Fiyat hiç önemli değil.”
“Para mühim tabii ama gerçeği derken bu çok önemli; ya kocanızın gerçekten suçlu olduğunu ortaya çıkartırsam?” Tolga’nın gözleri yeşil yeşil parlıyordu şimdi.
Kadın geri adım atmadı. Vakur bir ifadeyle derin bir nefes aldı. “O zaman paranızı alamazsınız maalesef Tolga Bey.”
Tolga bu sefer tüm dişlerini gösterir biçimde gülümsedi. Kadının açık sözlülüğü hoşuna gitmişti. “Tamam Sevgi Hanım” dedi. “Bu olayı araştıracağım ama ben sadece gerçeklerden yanayımdır. Sonucu ne olursa olsun.”
Kadın sesini çıkartmadı. Tolga bunu anlaşmış olmalarına yordu.
***
Geçen seneye kadar cinayet masasında acar bir komiser iken bazı nahoş olaylar sonucunda istifa eden ve özel danışman sıfatıyla çalışmaya başlayan Tolga Ateş son zamanlarda polisin tıkandığı yerlerde ortaya çıkarak sonuca ulaşmış, birçok vakada polise yardım ederek ünlenmişti. Özel dedektif olduğunu kabul etmezdi. Hiçbir yerde reklamı veya ilanı da yoktu. Genelde müşterileri onu kulaktan kulağa yayılan söylentiler ve fısıltı gazetesi ile bulurlardı. Bu sefer de öyle olmuştu zaten. Ancak yine de Tolga’nın hiç boş zamanı olmazdı genelde. Mesela en son birkaç hafta önce, müsteşar yardımcısının çiftliğinde işlenen bir cinayeti de aslında polisin değil Tolga’nın aydınlattığı, çoktan şehir efsaneleri arasında yerini almıştı bile.
Tolga, Sevgi Hanım ayrıldıktan hemen sonra işe başladı. Önce olayın ayrıntılarını öğrenmesi gerekiyordu. Akademiden beraber mezun oldukları, aynı dönemden hem okul hem mesai arkadaşı olan ve işine hâlâ ilk günkü gibi bağlılıkla devam eden komiser arkadaşı Fırat’ı aradı.
“Kardeşim nasılsın? Yardımın lazım.”
“Ne oldu yine? Bu sefer hangi olaya karıştın?”
“Mehmet Soyluhan cinayeti… Siz mi bakıyorsunuz?”
Fırat önce uzun bir ıslık çaldı, sonra kısa bir kahkaha attı. Başka bir takım acayip sesler de çıkardı. Tolga sabırla beklerken arkadaşı nihayet konuşmaya karar verdi. Sesinde alay vardı.
“Ooo kardeşim baltayı taşa vurdun bu sefer. Bizim ekip bakmadı o işe ama o olay kapandı biliyorum ben. Feridun Aloğlu adlı bir adam, sanırım mali müşavirmiş, tutuklandı savcıya verildi bile. Yakında mahkemesi var, tutuklu yargılanacak.”
“Biliyorum. Olay hakkında bilgiler lazım bana. Bu akşam bana gelsene, hem laflarız. Ne zamandır görüşmedik.”
“İşin düştü tabii yine değil mi? İlhami başkomiserim öğrenirse beni kazığa oturtur. Hem bilmiyor musun bunlar gizli bilgidir, ne çabuk unuttun polisliği?”
“Elbette biliyorum da Feridun Bey’in karısı bana geldi. Kadın hata yaptığınızı düşünüyor, söyleyeyim. Olayı incelememi istedi, ben de kabul ettim.”
“Her zamanki gibi şüphelilerle konuş sen bence. Tıkandığın yerde yardım ederim.”
“Yahu Fırat, fıtık edersin adamı. Sadece bilgi vereceksin be oğlum, ille yalvartacaksın. Hem belki hata yaptınız; olamaz mı? Suçsuz bir insanın hüküm yemesini mi istiyorsun?”
“Of ya! Senden kurtuluş yok değil mi?”
“Yok. Sen gelmezsen ben gelirim akşam evine.”
Fırat bir süre sessiz kaldı. Tolga acaba uyudu mu diye düşünmeye başlamışken Fırat’ın süngüsü düşmüş sesini duyunca rahatladı.
“Barbunya var mı? Varsa gelirim.”
Tolga dayanamayarak sırıttı. “Ulan tam rüşvetçi oldun. Şu anda yok maalesef ama ilk fırsatta sana özel yaptıracağım söz, tamam mı?”
“İyi, iyi tamam. Olaya Başkomiser Cevdet’in ekibi bakmıştı sanırım. Oradaki komiseri tanırım. Metin’i… Ondan tutuklamaya neden olan kanıtları öğrenirim sorun olmaz. Ama bak sadece olayı sana anlatacağım o kadar benden başka bir şey bekleme. İlhami başkomiserim duyarsa seninle beni aynı kodese tıkar, bilirsin.”
“Bilmez miyim?”
Gülümsemesi devam eden Tolga aşırı sert, biraz da küfürbaz İlhami başkomiserini düşündü bir an. İstifa edip cinayet masasını bırakana kadar ne maceralar yaşamışlardı beraber. Cinayet soruşturmalarında en aranan ve saygı gösterilen ekip olmuşlardı. En zor davalar hep onlara verilirdi. Başkomiser İlhami de o kocaman beyaz seyrek saçlı, uçuk mavi gözlü, beyaz tenli, kıpkırmızı suratını buruşturur ve daima söylediği lafları söyleyerek yakınırdı. “Karışık cinayetlerden nefret ederim!” Ama sonunda yine de işi muhakkak çözerlerdi.
Tolga derin nefes alarak düşüncelerinden sıyrıldı. Hayallere ara verip bugüne dönmeliydi. O artık ne bir polis komiseriydi ne de İlhami amirinin emrinde çalışıyordu. Tabii birçok vakada onlara yardım etmişliği vardı ama resmi bir sıfatı artık yoktu. Polislikten istifa etmesine sebep olan olayı düşündü. Yüzü gölgelendi. Bir kere daha acaba hata mı ettim diye içinden geçirmekten kendini alamadı. Bu soru son zamanlarda kafasına çok sık takılıyordu nedense.
***
Fırat, akşam ona doğru ancak gelebildi. Selam sabahı bıraktılar. Fırat, Tolga’nın Ataşehir’deki dairesinden içeri girerek salona yürürken iç cebinden bir not defteri çıkartıyordu.
“Ulan Metin komiser beni amma da uğraştırdı yahu! Yok niye istiyormuşum bu bilgileri, yok zaten dava kapanmışmış, yok ne diye kurcalıyormuşum. Bir ton laf etti, neyse ki herşeyi öğrendim. Kardeşim kusura bakma ama Cevdet başkomiser ve ekibi haklı yani. Adamın aleyhine bir sürü delil var.”
Tolga arkadaşının peşinden salona geçti. “Seni dinliyorum” diyen sesi heyecanlıydı.
Fırat ise aksine çok sakindi. Sabah saatlerinde Sevgi Hanım’ın oturduğu yere çökerken not defterini önündeki cam sehpaya atar gibi bıraktı.
“Mehmet Soyluhan kendisine ait Silivri’deki yazlık evinde iki adet tabanca kurşunu ile öldürülmüş. Tabancadan en az üç mermi çıkmış olmalı, çünkü ikisi adama isabet etmiş biri de salondaki saksıyı delmiş. Adam herhalde hemen ölmüş. Gerçi polis doktoru cesedin duruşundan biraz kuşkulanmış. Maktulün kol bacak gibi uzuvları kıvrık veya açık falan değil hatta dümdüzmüş. Bu pek olağan değildir, demiş. Ayrıca can çekiştiğini gösteren bir belirti de yokmuş. Sanki birisi oraya adamı yatırmış gibiymiş ama cinayetin başka bir yerde işlenmiş sonradan salona getirilmiş olması imkânsız. Çünkü kurşunlardan biri adamın hemen arkasında kalan saksıya girmiş. Ayrıca şu da var ki, kurşunlardan biri tam kalbine isabet etmiş adamın. Belki de adam vurulur vurulmaz öldü ve o yüzden o şekilde yere düşmüş de olabilir.”
“Cinayet aleti?”
“Ortada yok maalesef. Kurşunları çıkartıp saksıdaki de dâhil balistiğe göndermişler tabii ama tabanca ortada olmadığı için karşılaştıramamışlar.”
Tolga şaşkınlıkla kaşlarını alnının ortasına kaldırarak sordu. “Eee? Daha cinayet aleti yok ortada, Feridun nasıl tutuklanıyor ki?”
“Başka önemli kanıtlar var çünkü. Feridun, maktulü en son gören kişi ve ondan sonra eve ne giren olmuş ne de çıkan. Şöyle anlatayım. Dört poker arkadaşı akşam Mehmet’in evinde toplanmışlar, diğer iki kişi gece 12’yi geçerken gitmişler ama Feridun, Mehmet’le konuşacaklarımız var diyerek geride kalmış. Herkes gittikten yirmi dakika sonra evden telaşla çıktığını gösteren kamera görüntüleri var. Ayrıca adamın çok güçlü bir nedeni var. Mehmet’in şirketinin mali müşaviri ve tüm hesapları kontrol eden tek adam. Hesaplarda usulsüzlükler olduğunu tespit ettik. Feridun Mehmet’ten para tırtıklıyormuş. Herhalde Mehmet bunu öğrendi ve bu yüzden adamla konuşmak istedi. Sonra tartıştılar ve Feridun da adamı vurdu. Ayrıca giderken puro makasını düşürmüş. Grupta tek puro içen o ve üzerinde parmak izleri var.”
“Zaten bütün akşam beraber değiller miydi? Puro makasını evde unutmuş olabilir.”
“Ama puro makası Mehmet’in yatak odasında bulundu. Nasıl gitmiş oraya?”
Tolga kaşlarını çatarak arkadaşının hafif bilmiş alaycı surat ifadesine baktı bir süre. Derin bir nefes aldıktan sonra sıkılgan bir ifadeyle suratını buruşturdu. Bu işten para kazanamayacaktı galiba.
“Şu olay gecesini araya reklam almadan anlatsan?”
“Anlatıyoruz ya oğlum işte. Sen sordun diye konu dağıldı. Dediğim gibi bunlar dört arkadaş. Her Çarşamba olduğu gibi o akşam da toplanıp poker oynamışlar. Tanınmış bir bankanın şube müdürü Hamdi Karagülle, mali müşavir Feridun Aloğlu, iş adamı Fikret Aydıngil ve otomotivci Mehmet Soyluhan. Hepsi de eski arkadaşlar. Mehmet ve Hamdi Bey’in arkadaşlıkları on-on beş yıllıkmış hatta. Aralarına en son katılan Fikret Aydıngil’miş. Saat sekizde Mehmet Bey’in Silivri’deki yazlığında buluşmuşlar. Hep orada toplanırlarmış.”
“Yazlığın tek girişi mi var?”
“Evet. Zaten Mehmet Bey geçen sene evine hırsız girdiğinden beri aşırı pimpirikli bir adam olmuş çıkmış. Duvarları üç metreye çıkartmış. Bir de duvarın bittiği yerden bir metre kadar yükseklikte dikenli telle çevirmiş evini.”
Tolga dayanamadı. “Yuh! hapishane gibi…”
Fırat da gülerek ekledi. “Aynen. Hatta bu da yetmemiş adama. Evin tek giriş kapısını gören sağdan sola doğru ve soldan sağa doğru iki uca yüksek çözünürlüklü birer adet güvenlik kamerası koydurtmuş.”
“Demin bahsettiğin kameralar yani. Kayıtlara baktınız tabii?”
“Eh tabii bakmışlar. Ben de izledim bugün. Eve saat akşam sekize kadar önce Fikret sonra Feridun en son da Hamdi geliyor. Kapıda bekleyen Mehmet Bey’in Şoförü de herkes geldikten sonra evine gidiyor. Sonra gece yarısına kadar hareket yok. On ikiyi birkaç dakika geçe bu sefer önce iş adamı Fikret Bey sonra Hamdi çıkıyorlar. Peş peşe sayılır aralarında beş dakika yok ama Feridun on iki buçuğu geçerken çıkıyor evden.”
Tolga bir şey demedi ama kaşlarını yukarı kaldırarak oturduğu yerde dikleşti.
Fırat devam ediyordu. “Dediğim gibi, kurbanı en son gören kişi. Ayrıca evden çıkarken çok telaşlı. Kapının önünde duruyor ve eve doğru kafasını çevirerek şöyle bir bakıyor. Cebinden mendilini çıkartarak alnındaki teri siliyor ve arabasına binip gidiyor. Sonra sabaha kadar bir daha gelen giden yok.”
“Bahçe duvarından kimse atlayamaz diyorsun?”
“Çok zor hatta imkânsız. Dediğim gibi üç metre duvar üzerinde de bir metre dikenli tel. Bir adamın yaralanmadan oradan geçebilmesi mümkün değil. Dikenli telleri tek tek incelemiş olay yeri. Hiçbir yerinde kesik, yırtık veya delik de yokmuş.”
“Cesedi kim bulmuş?”
“Hizmetçi. Adı Aysel. Anahtarı varmış. Yine güvenlik kamerasından öğrendiğimize göre ertesi sabah saat tam 07.55’de bahçe kapısını açıp içeri giriyor. On dakika kadar sonra koşarak dışarı çıkıyor. Telefonunu çıkartıp birini arıyor. Daha sonra bu aradığı kişinin Mehmet Bey’in özel şoförü Yakup olduğunu öğrenmiş bizim çocuklar. Şoför de zaten yoldaymış. Kadın Yakup gelene kadar bir daha içeri girmiyor kapıda bekliyor. Hizmetçi işe gireli daha bir ay bile olmamış aslında. Fikret Aydıngil’in evine her hafta temizliğe giden bir gündelikçiymiş. Fikret Bey, Mehmet’in dağınıklılığına dem vurup sana bir kadın lazım evi çekip çevirecek demiş ve Aysel’i göndermiş. Mehmet de kadını işe almış. Her sabah geliyor, yemek falan yapıp akşam saatinde evine dönüyormuş kadın. Kamera kayıtlarına göre Aysel eve girdiğinde saat 07.55, çıktığında ise sekizi yedi geçiyormuş. Tabii Metin komiser hemen on iki dakika neden beklediniz diye sormuş kadına ama kadın ifadesinde eve gelince önce tuvalete gitmiştim demiş. Zaten genelde Mehmet Bey uyurmuş onun geldiği saatte. Kadın her sabah, önce akşamki sofrayı toplar, sonra kahvaltıyı hazırlar, en son Mehmet Bey’i uyandırırmış. Tuvaletten çıkıp yukarı çıkınca manzarayı gördüm hemen kapının önüne çıktım diye ifade vermiş. Telefon kapıda aklıma geldi ve Yakup’u aradım demiş. Yakup da olayı doğrulamış. Aysel aradığında yoldaydım zaten gelmek üzereydim demiş. Hakikaten de kamera kayıtlarına göre Aysel dışarı çıktıktan beş dakika sonra Yakup geliyor. Aysel’le birşeyler konuşuyorlar. Yakup içeri giriyor iki dakika geçmeden tekrar dışarı çıkıyor. Herhalde merak edip patronuna bakmaya gitmiş. İfadesinde hiçbir şeye dokunmadığını sadece Mehmet Bey’in nabzını kontrol ettiğini söylemiş bizim Metin’e. Sonra da Silivri karakolundan gelen polisler gelene kadar dışarıda beklemişler. Polisler gelince de hep beraber içeri girmişler.”
Uzun konuştuğundan olsa gerek derin bir nefes alan Fırat sakince ekledi. “Polis doktoru Mehmet’in gece saat ikiden sonra öldürülmüş olmasının imkânsız olduğunu söylemiş zaten. Yani şoför ve hizmetçinin bu olayla ilgileri yok.”
Tolga düşünceli biçimde kafasını sallıyordu. Gözlerini sabit bir noktaya dikmişti, bir süre konuşmadı. Sonra sakince sordu.
“Mehmet Bey’in otopsisinden ilginç bir şey çıktı mı?”
“Dediğim gibi biri kalbine giren iki el tabanca kurşunu ile vurularak öldürülmüş. Bütün akşam poker oynadıkları, üzerinde hâlâ fişler ve iskambil kâğıtları olan masanın tam yanında yerde yatıyormuş zavallı adam. Cesedi görmedim tabii ama fotoğraflara baktım. Düştüğü yere göre bakarsak katil salon kapısına yakın bir yerden adama ateş etmiş olmalı. Doktor da zaten atış mesafesi hakkında bir şey diyemedi. Sadece yakından ateş edilmediğini söyleyebilirim demiş. İki kurşun vücuduna, bir kurşun da adamın hemen arkasındaki sehpanın üzerindeki saksıya saplanmış. İçinde kıpkırmızı antoryum denilen çiçeklerin olduğu saksıya da adamın kanı sıçramış. Yerde çok az kan varmış. Hepsi olay yeri tarafından analize gönderilmiş ve incelenmiş. Kan, Mehmet Bey’in kanı. Kesin sonuç bu ve başka da kan izi bulunamamış.”
“Zeminde daha fazla kan olması gerekmez miydi?”
“Aslında gerekirdi ama doktorun da tahmin ettiği gibi adam hemen öldüyse kan da çabuk pıhtılaşmış ve fazla akmamış olabilir. Adamın akşam giydiği açık mavi gömleği kandan kıpkırmızıydı ama yerde fazla kan lekesi yoktu.” Fırat kafasını sallayarak devam etti. “Daha da ilginci salonda boş kovanlar bulunamamış. Herhalde adam tabanca ile beraber kovanları da delil olmasın diye topladı ve yanında götürdü.”
“Feridun Bey’in elinde barut artığı var mıydı?”
“Bulunamamış. Belki eldiven giyiyordu belki de adamı tutuklayana kadar elini dezenfekte etmiş olabilir. Bu adamın lehine bir kanıt sayılmaz yani.”
“Peki evde başka parmak izi veya yabancı ayak izi var mıymış?”
“Poker oynadıkları masada bardaklar ve bir şişe boşalmış viski şişesi var. Onun üzerinde hepsinin de parmak izi varmış tabii. Ayrıca masada çerez tabakları falan da var. Bilirsin işte dört adam yiyip içip keyifli bir oyun akşamı geçirmişler. Salonun diğer taraflarında Mehmet Bey’in ve hizmetçinin parmak izlerinden başka iz bulunamamış. Eh bu da normal. Ayak izleri hakkında da bir kanıt dosyası yoktu. Herhalde ya bakmadılar ya da hiç yoktu. Rapora yazmamışlar.”
“Evden en son Feridun’un ayrıldığını kimden öğrendiniz?”
“Şu bankacı olan Hamdi Karagülle söylemiş sorgusunda. Zaten kamera kayıtlarında da gözüküyor. Hamdi Bey, Fikret’in oyunda kaybettiği için moralinin bozulduğunu ve evi ilk olarak onun terk ettiğini, sonra kendisinin de Feridun’a dönüp haydi biz de çıkalım dediğini söylemiş ama Feridun sen git benim Mehmet’le görüşeceklerim var demiş. Adam da uzatmadan evden ayrılmış.”
“Ve şu hesaplardaki yolsuzlukları konuşmuşlar öyle mi?”
“Feridun inkâr etmiş bunu. Ben Mehmet’ten ne para çaldım ne de onu bu sebepten öldürdüm diye ifade vermiş. Metin komiser ne kadar sıkıştırdıysak ta itiraf alamadık dedi.”
“Peki gerçekten para çalıyor muymuş adamdan?”
“Metin bundan kesin emin ama bilirkişi hâlâ inceliyormuş hesapları. Ama tabii ilk incelemesinde bazı yolsuzluklar fark etmiş. Savcının en büyük dayanağıydı bu hesaplar zaten. Herhalde ilk mahkemesine kadar incelemeler biter ve kesin bir sonuç çıkar. Ona göre dava dosyası oluşturulur.”
“Puro makasını sormuşlar mı?”
“Tabii ki sormuşlar. Feridun o makasın kendisinin olduğunu kabul etmiş ancak Mehmet’in yatak odasında ne aradığının cevabını verememiş. Dediğine göre o akşam puro içmiş ve makas yanındaymış hâlâ cebinde sanıyormuş.”
“Fikret ne diyor peki bu konuda?”
“Fikret Mehmet’in bu hesaplardaki yolsuzluklarını fark ettiğini biliyormuş. Doğrudan Mehmet söylemiş ona. Fikret ifadesinde, ‘Mehmet ilk bana geldi, bana danıştı. Ona Feridun’un böyle bir şey yapmış olamayacağını, belki de yanlış anlamış olabileceğini söyledim’ demiş. Orta yol bulmaya çalışmış adam yani. Ama Mehmet kararını vermiş gibiydi diye de eklemiş. Bundan kesin olarak anlıyoruz ki Mehmet Feridun’dan fena halde şüpheleniyormuş. Bu yüzden Feridun’un gitmesine izin vermedi. Feridun da adamın herşeyi bildiğini öğrenince paniğe kapılıp öldürdü arkadaşını.”
“Tabancayı yanında mı taşıyormuş?”
“Tabii bunu itiraf etmemiş. Hatta benim tabancalarla işim olmaz nasıl kullanılacağını bile bilmem demiş ama tabii ona inanmamışlar. Ona göre Hamdi ve Fikret tabancalardan iyi anlarlarmış. Hatta zaman zaman poligona gider ateş ederlermiş. Doğru olsa bile fark etmez. Zaten o mesafeden bir insanın diğerini vurabilmesi için talim yapmasına gerek yok. Salonun kapısı ile adamın bulunduğu yer arası en fazla iki metredir.”
“Tabanca bulanamazsa Feridun ceza alır mı sence?”
“Bilmiyorum. Belki akıllı bir avukat adamı kurtarabilir ama Metin’in dediğine göre Başkomiser Cevdet’in emriyle olay yeri aramaya devam ediyor. Tarlayı arıyorlar sanırım.”
“Ne tarlası?”
“Mehmet’in yazlığının arka tarafında kocaman bir ayçiçeği tarlası var. Mehmet’in arazisi dışında tabii ama belki Feridun arabayla giderken panikleyip tabancayı camdan dışarı tarlaya fırlatmış olabilir.”
“Peki ya para meselesi? Adamın zengin bir tip olduğu belli. Yani mirası kime kaldı? Adam yalnız yaşıyor dedin, ailesi yok mu?”
“Bir oğlu varmış sadece yakın akrabası olarak. Adı Burak, Burak Soyluhan ve mirası da ona kalıyor tabii. Mehmet Bey karısını iki sene önce bir trafik kazasında kaybetmiş. Oğluyla da o zamandan sonra araları açılmış. Çocuk annesinin öldüğü kazadan dolayı babasını suçlamış galiba ve evden ayrılmış. Antalya’da animatörlük yapıyormuş. Babasının hali vakti yerinde ancak çocuk para sıkıntısı çekiyormuş.”
“Nereden biliyorsunuz konuştunuz mu?”
“Metin komiser bizzat ben konuştum dedi. Şoför Yakup’dan çocuğun numarasını bulup aramışlar. Babasının öldürüldüğünü ve ifade vermesi gerektiğini söylemişler. Genç adam önce Antalya’dayım ancak yarına orada olurum demiş ancak İstanbul’daymış meğerse.”
Tolga’nın kaşları hayretle açıldı.
Fırat onun bu haline hafifçe gülerek, “Ben de aynı tepkiyi verdim Metin komisere,” dedi. “Metin akıllı adam, çocuğun heyecanlı sesinden ve ara sıra kekelemesinden kuşkulanıp benim orada bir adamım var yerinizi söyleyin yarım saatte yanınıza gelir deyince çocuk panikleyip telefonu kapatmış. Metin de hemen otogarla bağlantıya geçip çocuğun adını ve eşkâlini vermiş. Bir saat kadar sonra bir otobüs firmasının yetkilisi Burak Soyluhan’ın Antalya’ya otobüs bileti aldığını ihbar edince çocuğu olmuş armut gibi toplamışlar otogardan.”
Tolga’nın ilgisi uyanmıştı. Sanki güzel bir filmin final sahnesini izliyormuş gibi koltuğunda öne doğru eğilerek arkadaşıyla arasındaki mesafeyi kısalttı. “Vay be helal olsun Metin komisere! Eee sonra peki?”
“Sonrası malum. Çocuğu hemen merkeze almışlar. Cinayet günü öğlen 12 gibi yine otobüsle gelmiş İstanbul’a. Uçağa verecek parası yokmuş zavallının. Gerçi otobüs fiyatları da uçağa yaklaştı ya her neyse konuyu dağıtmayalım. Önce babasının galerisine gitmiş ancak adam orada yokmuş. Cebini aramış konuşmuşlar. Mehmet biraz terslemiş oğlunu ve ‘Seninle ancak yarın görüşebiliriz, sabah Silivri’deki yazlığa gel’ demiş. Burak da ucuz bir otelde oda tutmuş. Gece ikiye kadar tek başıma Taksim’de bir bardaydım demiş ifadesinde. Şahidi yok.”
“Peki neden gelmiş?”
“Para isteyecekmiş babasından. Tipik sebep işte…”
“Metin bu çocuktan şüphelenmemiş mi?”
“Tabii şüphelenmiş hatta iki gün merkezde tutmuşlar ancak o sırada Feridun lehine deliller bulunmuş. Çocuğun yazlığa gittiğine dair hiçbir delil de bulamayınca bırakmışlar Burak’ı. Dört senedir Mehmet Soyluhan’ın yanında çalışan Şoför Yakup’la Burak’ın arası iyiymiş. Ona da sormuşlar Burak’ı gördün mü diye ama şoför, uzun zamandır görmediğini söylemiş.”
Tolga ayağa kalkarak salonda turlamaya başladı. Bazen nadir de olsa duvara tosladığı, işin içinden çıkamadığı zamanlar olurdu. Bu sefer de öyle bir zamandı galiba. Böyle zamanlarda arkadaşının biraz asabileştiğini bilecek kadar onu tanıyan Fırat konuşmadan arkasına yaslandı.
Dakikalar geçti. Tolga bu zaman zarfında üç defa salonu turlamış iki defa mutfağa gidip gelmiş bir seferinde bir bardak su içmiş, bir kere de odalardan birine muhtemelen tuvalete gidip gelmişti. Az önce kalktığı yere otururken hâlâ düşünceli, kızgın ve sessizdi. Fırat da ona uyarak hiç sesini çıkartmıyordu. Sonunda yine konuşan Tolga oldu.
“Başka önemli bir detay var mı söyleyeceğin?”
“Aklıma gelmiyor, galiba herşeyi anlattım. Ufak bir şey var ama…”
Tolga hevesle atıldı. “Nedir?”
“Balkon kapısının camı kırılmış. Önce bir boğuşma olduğunu düşünmüşler bizimkiler ama yerde cam kırıkları falan bulamamışlar. Yani temizlenmiş. Zaten Mehmet Bey’in katiliyle boğuştuğunu gösterecek başka bir delil yok. Adam hiçbir şey anlamadan dünya değiştirmiş gibi geliyor bana. Her neyse dediğim gibi aklına gelen ilginç bir şey var mı diye sorunca anlatayım dedim.”
“Cam ille de o akşam kırılmış olmayabilir.”
“Evet. Zaten bizimkiler de öyle düşünmüşler. Cam belki de günler öncesinden kırılmıştı herhalde. Metin Komiser; Hamdi, Fikret ve Feridun’a bu konuyu sormuş ama hiçbiri de balkon camını fark etmemişler. Zaten oturdukları masa ile balkon zıt taraflarda kalıyor. Önünde perde de var. Görmeleri çok zordu.”
“Belki bu konuda Aysel veya Yakup bir şeyler bilebilir. Onlara da sormuşlar mı?”
“Evet, Metin işi sıkı tutmuş. İkisi de hiç haberlerinin olmadığını söylemişler. Hatta Yakup’u ikinci kata çıkartıp balkon camını göstermiş. Şoför, camın kırık olduğunu bilmediğini ama Mehmet Bey’in böyle konularda çok pimpirikli olduğunu söylemiş. Eğer Mehmet Bey camı görseydi anında değiştirirdi demiş.”
Tolga bir süre sessiz kalınca Fırat devam etti. “Dediğim gibi Tolga, eve giren çıkan yok. Başka yerden eve girmenin imkânı da yok. Katil Feridun olmalı. Sebebi de var. Ayrıca puro makası nasıl gitti adamın yatak odasına?”
“Sence nasıl gitti?”
“Herhalde Feridun, Mehmet’i vurduktan sonra adamın yatak odasına gidip özel kâğıtlarını falan araştırmaya kalktı. Belki yaptığı yolsuzluğu gösteren deliller veya belgeler bulabileceğini düşündü. Bulup yok etmeyi planlıyordu. O sırada makası düşürdü ve fark etmedi.”
Tolga yine kendini sessize almıştı şimdi. Pek kabul etmek istemese de arkadaşı haklı olabilirdi. İşaret parmağını dudaklarına vuruyordu yine.
Birden Fırat ayaklandı. “Geç oldu ben gideyim artık. İstediğin gibi tüm olayı anlattım işte sana. Feridun Bey’in karısına artık sen münasip bir dille gerçeği anlatırsın. Üzgünüm kardeşim ama katil o.”
Tolga da kapıya doğru yürüyen arkadaşını geçirmek için ayaklanmıştı. Fırat’ın sırtını sıvazlayarak, “Dur bakalım” dedi. “Bu olayı bu gece etraflıca düşüneceğim. Ayrıca yazlığa gidip bakmam ve şoförle konuşmam gerekebilir.”
Fırat kapıda durarak korkuyla Tolga’ya döndü. “Lan oğlum manyak mısın! Yakacaksın beni! İlhami başkomiserim bir duyarsa…”
“Merak etme, seninle konuştuğumu söylemem.”
“Tabii amirim de salaktı anlamayacaktı…”
“Uzatma be moruk tamam işte, belki giderim dedim zaten. Hemen endişelenme.”
Fırat derin bir nefes alarak dış kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Asansöre ilerlerken hâlâ söyleniyordu. “Tabii salak kafam kabahat bende. Barbunya da yiyemedik zaten. Resmen boşa çalışıyoruz burada vallaha.”
Tolga arkadaşı asansör beklerken bir yandan gülüyor bir yandan da barbunyanın sözünü veriyordu. “Tamam be oğlum işte yaptırtacağım sana barbunyadan. Hem de zeytinyağlı, sen seversin…”
Tolga ne kadar söz verirse versin Fırat’ın yakınmalarının, asansör gelene kadar sürmesine engel olamamıştı.
***
Kısa saçlı, top sakallı, siyah gözlü adam ellerini oynatarak, “Vallahi şoke olduk Tolga Bey!” diye lafa girdi heyecanla. “O sabah da her sabahki gibi yazlığa giderken Aysel Hanım arayınca kötü bir şey olduğunu hemen anladım. Sabahın köründe kadın beni neden arasın ki? Vallahi billahi hissettim. Zaten böyle şeyler içime doğar benim.”
Fırat’a bahsettiği fikri uygulayarak Silivri’de Mehmet Bey’in yazlığına gelen Tolga, kapının önünde gördüğü şoför Yakup’la konuşuyordu. Aslında konuşmaya sadece çalışıyordu çünkü adam biraz gevezeydi ve konuşmaya başladı mı susmak bilmiyordu.
Araya girmeye çalışarak, “Size sormak istediğim bir konu var aslında” deyince adam susmak zorunda kaldı. Tolga bu fırsatı kaçırmadı. “Benim sorum şu balkon camı. Polis arkadaşlar size camı göstermiş herhalde.”
“Ah evet bildim! Cam ne zaman kırılmış bilmiyorum ama Mehmet Bey’in fark etmediği kesin. Yoksa gece de olsa beni camcıya yollar mutlaka yeni cam taktırtırdı. Çok pimpirikli adamdı rahmetli.”
“Akşam dört arkadaş oyun oynarlarken nasıl fark etmemiş olabilirler?”
“Soğuk falan girmedi mi diye soruyorsanız şöyle söyleyeyim, kırılan ufak bir bölüm. Kasım ayındayız gece de soğuk oluyor ama oradan çok soğuk girmez. Önünde perde de varsa bence fark etmemişlerdir.”
“O gece kırılmış olabilir mi?”
“Vallahi bilemedim. Hamdi beylere sorun isterseniz. Gece ben orada değildim. Belki akşam bir kaza oldu cam kırıldı. Sonra da cam kırıkları ayaklarına batmasın diye temizlediler.”
Tolga, yeşil gözleri parıldayarak sordu. “Belki de bir kurşun kırdı camı?”
Yakup yutkununca boğazındaki âdem elması oynadı. “Aman yani…” Adam bir kere daha yutkundu. Korkuyla karşısındaki bu uzun saçlı adama bakıyordu. Onu görmeyi kabul ettiğine şimdiden pişman olmuştu bile. Tolga’nın ısrarlı bakışları Yakup’u rahatsız etmeye başlamıştı artık. Elinde olmadan gözlerini kaçırdı. Bir şey söylemek için, “Ama Mehmet Bey’in bulunduğu yerle balkon camı tam aksi taraflarda…” diye mırıldandı. “Yani kurşun nasıl oraya gitsin?”
“Mehmet Bey’e atılan kurşundan bahsettiğimi nereden çıkartınız?”
Adam iyice şaşaladı. Oturduğu yerde kımıldanmaya başlamıştı şimdi. “Siz… yani siz ne demek istiyorsunuz, anlamadım?”
Tolga gülümsedi. Biraz gerginleşen ortamı yumuşatmak adına, “Bir şey dediğim yok” diye cevap verdi. “Sesli düşünüyordum sadece. Size bir şey daha sormak istiyorum. Şu saksı ve içindeki çiçekler, antoryum bitkisi hatırladınız mı?”
“Ah evet bildim onu da. Kıpkırmızı yaprakları var.”
Tolga suratını beğenmediği bir yemeği yiyormuş gibi büzerek, “Salonun o köşesine hiç yakışmamış bence,” dedi. “Sanki güneş isteyen bir bitki gibi gelmişti bana.”
“Evet, öyledir. Zaten balkonda dururdu normalde. Neden bilmem Mehmet Bey onu içeriye almış.”
“Yani normalde balkonda mı duruyordu?”
Adam kafasını olumlu anlamda sallayınca Tolga devam etti. “Belki Aysel Hanım almıştır içeriye.”
“Olabilir, bilmiyorum…”
Adam derin bir nefes alarak Tolga’ya sıkılgan bir ifade ile baktı. Tolga anlamıştı bu bakışları tabii ki. Hemen ayaklandı.
“Teşekkür ederim Yakup Bey,” dedi. “Aysel Hanım burada mı? Onunla da görüşseydim fena olmazdı ama?”
“Yok ayrıldı Aysel Hanım. Artık burada çalışmıyor.”
“Anladım. Evi dolaşmamın bir mahzuru var mıdır?”
“Yani Burak Bey’e sorsak daha iyi, buna ben karar veremem.”
“Ah Burak Bey burada mı? Onunla da konuşurdum hem.”
“Evet burada evde, buyurun.”
Böylece Yakup önde eve girdiler.
Burak gülümseyen bir yüzle onlara yaklaştı.
“Buyurun? Hayırdır Yakup abi?”
“Arkadaş polis adına çalışıyor Burak Bey,” dedi Yakup. “Hem sizinle görüşmek istiyor hem de evi dolaşacakmış. Tabii izniniz olursa.”
Burak’ın gülümsemesi söndü bir anda. İlgiyle kaşlarını çatarak Tolga’ya baktıktan sonra, “Olay kapanmadı mı?” diye sordu. “Polis hâlâ babamın ölümüyle neden ilgileniyor?”
Tolga tüm şirinliğiyle sırıtarak, “Gecikmiş formaliteler Burak Bey,” dedi. “Çok zamanınızı almayacağım. Hatta evi dolaşmak falan da istemiyorum. Gerek yok. Sadece görmek istediğim ikinci kattaki salon ve balkon.”
“Pekâlâ, buyurun.”
Bu sefer Burak önde yukarı çıkan merdivenlere yöneldiler. Şoför Yakup sessizce yanlarından ayrılmış, kaçar gibi uzaklaşmıştı bile. Tolga onunla ilgilenmedi. Ahşap merdivenleri tırmanarak ikinci kata çıkarken, “Sanırım bir kaza neticesinde annenizi kaybetmişsiniz Burak Bey,” diye lafa başladı. “Başınız sağ olsun.”
Burak ona dönerek anlamsız bir bakış attı. Belki başka şeyler de söyleyecekti ama kendini tutarak sadece, “Teşekkür ederim,” dedi.
“Nasıl oldu kaza?”
Burak bu sefer durdu ve arkasını döndü. “Neden sordunuz?”
“Olayda babanız aleyhine dava açılmış ancak kaza olduğuna karar verilmiş galiba.”
“Kötü bir olaydı, kazaydı işte. Bundan bahsetmeyi pek sevmem. Babam hatalı sollama yapmış karşıdan gelen araçla çarpışmışlar. Karşı tarafta da şoför mahallinde tek bir adam varmış. O da ölmüştü. Çok elim bir olaydı. Bakın bundan bahsetmeyi istemiyorum.”
Tolga ciddi bir ifadeyle, “Tabii nasıl isterseniz,” dedi ve konuyu uzatmadı. Aslında olayın ayrıntılarını öğrenmişti çoktan. Ölen adamın ailesi, yani adamın o sırada yurt dışında oturan erkek kardeşi, karısı, kız kardeşi ve oğlu o zaman davacı olmuş, ancak Mehmet güçlü avukatları sayesinde yırtmıştı bu işten.
Sonunda merdivenler bitmiş üst kata çıkmışlardı. Geniş bir antreyle başlayan üst katta sağda bir kapı vardı. Sol tarafa doğru da bir koridor uzanıyordu. Burak sol tarafı göstererek, “O tarafta yatak odaları var,” dedi. “Salon burada buyurun.”
Sağdaki kapıyı açıp içeri girdi. Tolga kapının yanında durarak salona baktı. Fotoğraflardan gördüğü üzere Mehmet Bey hemen karşısında, yerde bulunmuştu. Sehpa ve üzerindeki saksı içindeki antoryum bitkisi de hemen adamın arkasındaydı. Tabii şimdi ikisi de yerlerinde değillerdi. Sağ tarafta o akşam poker oynadıkları geniş yemek masası sol tarafta ise oturma grubu yer alıyordu. Balkon camı ve kapısı oturma grubunun da solundaydı. Şoför Yakup’un da dediği gibi; cesedin bulunduğu yer bir uçta, balkon ve kapısı diğer uçtaydı.
Burak arkasını dönerek kapının dibinde bekleyen Tolga’ya baktı. “Buyurun içeri gelebilirsiniz, çekinmeyin.”
Tolga’nın çekindiği yoktu elbette. Böyle gereksiz görgü kurallarına aldırmazdı o. Adama neden içeri girmediğinin açıklamasını yapmaya kalkmadı. Ağır adımlarla salona girerek balkona doğru yürüdü. Kırılan camın pek tabii ki çoktan yenisi takılmıştı. Balkon kapısını açarak dışarı çıktı. Balkon evin arka tarafına bakıyordu. Önünde göz alabildiğince uzayıp giden ayçiçeği tarlası vardı. Duvarlar ise hakikaten de Fırat’ın tarif ettiği gibiydi. Hatta arkadaşı belki de az bile söylemişti. Kocaman, kalın ve uzundular. Ayrıca duvarın üzerinden bahçe çiti başlıyor bir metre kadar yükseliyordu. Dikenli teller ise yeşil boyalı bahçe çitine sarmalanmıştı. Buradan birinin atlayıp geçmesi gerçekten de imkânsızdı. Dışarıdan merdiven dayayıp duvara tırmansa içeriye nasıl atlayacaktı? Haydi atladı diyelim, geriye nasıl dönecekti? Dikenli tellerle sarmalanmış bahçe çiti ile beraber duvar dört metreden uzundu.
Tolga derin bir nefes alarak balkonun parmaklıklarına kadar yürüdü. Zaten çok geniş bir balkon değildi. Parmaklıkların orada durarak arkasını döndü. Şimdi eve doğru bakıyordu. Geniş bir çerçeveden bakabilmek için kafasını kaldırdı sağa sola bakındı. Bir şey arar gibiydi. Sonunda gözleri cama sabitlendi. Hareketsiz bekledi.
Biraz endişelenmiş gibi duran Burak kaşlarını çatarak adama yaklaştı. “İyi misiniz?”
Tolga onu duymadı bile. Gözleri parlıyordu şimdi. Burak bir kere daha sorusunu sorunca Tolga ona doğru parmağını kaldırarak susmasını işaret etti. Sonra gözlerini kapayarak düşünmeye başladı.
Şimdi herşey yerli yerine oturmuştu işte.
***
Tolga Ateş olayı anladı. Peki ya siz? Katili bulabildiniz mi?
Eğer bulamadıysanız bir daha okuyabilirsiniz çünkü katilin kim olduğu ve nasıl yaptığı ile ilgili bütün bilgiler yukarıda yazıyor. J
Ya da okumaya devam edin ve Tolga’nın gerçeği açıklamasını dinleyin.
Zorlama yok, karar sizin… J
***
Fırat şaşkınca gözlerini kırpıştırarak bakıyordu Tolga’ya. Önce iki defa yutkundu sonra parmaklarını kıtırdatmaya başladı. Sonunda dayanamayarak sordu.
“Emin misin?”
Tolga kararlı biçimde kafasını salladı. Bir gün önceki gibi kendi dairesinde aynı yerlerde oturuyorlardı. Tolga bu sefer kollarını kavuşturmuş ve rahat tavırlarla arkasına yaslanmıştı. “Evet adım gibi eminim. Feridun katil değil. Mehmet’i diğer poker arkadaşı öldürdü. Nedenini de artık biliyorum…”
“Kim? Hangisi?”
“Fikret Aydıngil.”
“Nasıl peki?”
“Bence Mehmet Bey, Fikret’e, Feridun’un çevirdiği işlerden kuşkulanıyorum deyince Fikret Aydıngil, planını kurdu. Mehmet’i öldürdükten sonra suçu Feridun’a atabilirim diye düşündü. Sebep zaten hazırdı. Mehmet ona akıl danışınca bence Feridun böyle bir şey yapmaz, son bir defa daha onunla konuş diyerek Feridun’la Mehmet’in güya arasını bulmaya çalıştığını zaten biliyorsunuz. Bence size anlatmadığı bir fikir daha verdi Mehmet’e. ‘Çarşamba nasıl olsa buluşacağız ya, herkes gittikten sonra rahatça konuşursunuz’ dedi. Mehmet’in aklına yattı bu hakikaten. Konuşmak için uygun bir zamandı. Kimse onları rahatsız etmezdi. Fikret o akşam evden ilk ayrılandı ancak uzaklaşmadı. Kuytu bir köşede Feridun’un evden çıkmasını bekledi. Mehmet’in Feridun’la konuşmak için onu tuttuğunu biliyordu.”
“İyi ama eve girmiş olmasına imkân yok! Kamera kayıtları ortada. Değiştirmesi de imkânsız. Herhalde bahçeden o dikenli tellerle beraber uzunluğu dört metreyi geçen duvardan uçtuğunu söylemeyeceksin bana…”
“Hayır geçmedi. Bahçeye ve eve hiç girmedi…”
Fırat ekşi bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturdu. “Eee nasıl öldürdü peki adamı?”
“Feridun evden ayrılana kadar sabırla bekledi. Arabasında merdiven vardı sanırım. Şu piyasada satılan katlanır merdivenlerden, dört metreye kadar uzuyor. Feridun evden ayrılır ayrılmaz merdiveni de yanına alarak evin arka tarafından ayçiçeği tarlasından yaklaştı. Orada hiç ev yok kimsenin kendisini görmesine de imkân yok. Tarladan geçti. Evin arka bahçesine bakan duvarına merdiveni dayayıp tırmandı. Eline aldığı taşları balkona doğru fırlatmaya başladı. En sonunda bir tanesi camı kırdı. Mehmet Bey daha yatmamıştı sesi duyarak balkona çıktı ne olduğuna baktı. Fikret duvarın öte tarafında merdivenin tepesinde elindeki tabancayla bekliyordu. Mehmet’i görünce hemen üç el ateş etti. İkisi adama geldi biri ise o sırada balkonda duran, aslında her zaman balkonda duran, sehpa üzerindeki antoryum çiçeğinin saksısına saplandı. Mehmet hemen öldü yere düştü. Fikret merdivenden indi ve geldiği gibi tarladan geçerek arabasına gitti ve evine döndü.”
Fırat önce hafifçe gülümsedi. Sonra kısa bir kahkaha attı. Aslında sinirden güldüğü belli oluyordu tabii. Sonunda dayanamayarak öfkesini belli etti. “Ulan bana bak şimdi kafa göz dalacağım sana artık ama yaa! Sen benimle dalga mı geçiyorsun oğlum! Adam salondaydı ya!”
Tolga sırıtarak devam etti. “Hemen sinirlenme kardeşim anlatıyorum. Mehmet arabasına döndükten sonra ortağını aradı ona işi bitirdiğinin müjdesini verdi. ‘Balkonda 3 ya da 4 adet taş var ayrıca taşlardan biri ne yazık ki camı kırdı. Taşları ve cam kırıklarını yok etmen gerekiyor’ dedi. ‘Ayrıca bir kurşun da saksıya saplandı. Ona da bir çare bulmalısın, olayın balkonda olduğunun anlaşılmaması gerekiyor’ diye de ekledi. Sanırım tabancayı da tarlaya bir yere attı. Sonra da evine döndü.”
“Ortağı mı? Nasıl yani? Kim?”
“Anlamadığını söyleme bana artık. Tabii ki hizmetçi Aysel. Kadının içeri girdiğini ve 12 dakika sonra telaşla dışarı çıktığını gördünüz ancak evin içinde ne yaptığını bilmiyorsunuz. Size tuvalete gittiğini cesedi geç gördüğünü söylemişti, inandınız. Aslında eve biraz da erken geldi. Şoför gelmeden işleri halletmesi gerekiyordu çünkü. Hemen içeri girerek yukarı koştu. Fikret’in dediği gibi balkona çıktı. Mehmet’i kollarından tutarak içeri sürükledi. Kapının önüne masanın yanına yatırdı. Adamın sabaha kadar kanı kurumuş pıhtılaşmıştı. Bu yüzden sürüklediği yerde iz bırakmadı. Ama az da olsa cesedin yanında biraz kan bulunmalıydı. Kanı biraz sulandırarak cesedin çevresine yaydı. Yerde hiç kan bulunmazsa cinayetin orada işlenmediğini kesin anlardınız çünkü. Balkon zeminindeki cam kırıklarını ve yerdeki kanları yer paspası ile temizledi. Balkonda zemindeki taşları alarak uzağa fırlattı. Cam için yapabileceği bir şey yoktu. Fark edilmeyeceğini umdu. Saksıdaki çiçeğe gelince…”
Fırat gözlerini kocaman açarak araya girdi. “Allah kahretsin saksıdaki deliği görünce altındaki sehpa ile beraber içeri taşıyarak cesedin hemen arkasına duvara dayadı. Biz de böylece cinayetin orada işlendiğine kesin emin olduk. Doktorun kanı çok az akmış demesini de dikkate almadık. Yuh bize be!”
Tolga kafasını sallıyordu. “Evet, aynen. Şoför Yakup’un dikkati olmasa belki de kimse fark etmeyecekti. Ayrıca suçu Feridun’a yıkmak istediği için aynı gece adamın puro makasını da çalmıştı. Herhalde gece yarısı Aysel ile buluştular ve ona verdi. Mehmet’in yatak odasına hemen bulunabilecek bir yere bırakmasını tembihledi. Polis böylece tamamen Feridun’dan şüphelenecekti. Nedeni de vardı zaten. Kadın herşeyi eksiksiz becerdi ve toplam 12 dakika sürdü. Sonra heyecanla kapının önüne çıkarak şoförü aradı. Bir daha da içeri girmedi çünkü kameranın kayıt yaptığını biliyordu.”
“Ama neden cinayetin balkonda işlendiğini gizlemeye çalıştılar?”
“Çünkü balkonda işlendiğini anlasaydınız dışarıdan ateş edilebileceğini çözecektiniz. O zaman başka şüphelilerin ve nedenlerinin peşinde koşacaktınız. Evde salonda bulunan bir ceset, hemen arkasındaki saksıda kurşun deliği ve yerde kan izleri… Fazla düşünmeye gerek yoktu. Katil evin salonunda kapının yanında durmuş ve o sırada salonun ortasında ayakta dikilen Mehmet Soyluhan’a üç el ateş etmiş ikisi adama biri de saksıya gelmiş ve adam olduğu yerde düşerek ölmüş kabul edilecekti. Tek şüpheli de evden en son ayrılan, sadece kendisine ait olabilecek bir eşyası adamın kimsenin girmeyeceği bir yerde, yatak odasında bulunan ve açıkça Mehmet’i öldürmesi için de sağlam bir sebebi olan Feridun Aloğlu olacaktı.”
“Peki Fikret… Mehmet’i o kadar mesafeden nasıl vurabildi?”
“Feridun sorgusunda Hamdi ile beraber Fikret’in ateş etmeye meraklı olduğundan bahsetmiş. Hatırla! Adam talimliydi bu konuda, poligona falan gidip atış talimi yapıyordu devamlı. Onun için zor olmamıştır. Ben balkonu bizzat gördüm zaten. En fazla 6-7 metre var duvarla arasında. Çok zor değildi yani.”
“Peki neden Fikret? Hamdi de olabilirdi veya oğlu ya da tamamen yabancı biri? Neden Fikret’ten şüphelendin? Az önce sebebini de biliyorum dedin?”
“Adamın geçmişini ve ailesini araştırsaydınız öğrenirdiniz Fırat’cım. Tabii sana lafım yok neticede İlhami amirim bakmamış olaya. O baksaydı eminim ki araştırırdı. İki sene önce Burak Bey’in annesini kaybettiği kazada karşı tarafta ölen bir adam daha varmış. Adamın adı Saffet Aydıngil. Yani Fikret’in ağabeyi. Bir de kız kardeşleri varmış. Adını da belki tahmin edebilirsin. Aysel... Tabii kadın evli olduğu için soyadı değişmiş. Yani Fikret, o kazada ölen Saffet’in yurt dışında yaşayan erkek kardeşi. Aysel de ailedeki en küçük kız kardeş.”
Fırat itiraz etti. “Ama öyle olsa Mehmet, Fikret’i en kötü Aysel’i tanımaz mıydı?”
“Mehmet olaydan sonra zaten bir hafta hastanede yatmış. Sonra da açılan davaya hiç gitmemiş, hep avukatlarını göndermiş. Karşı tarafın ailesinden kimseyi görmediğinden eminim ben. Zaten mahkeme de bir defa ertelendikten sonra diğer celsede karara bağlanmış ve konu kapanmış. Tanıyamamış olması çok normal.”
“Fikret Bey’in gruba en son katılan olduğunu söylemişti Metin komiser aslında. Birkaç sene öncesine kadar kimse adamı tanımıyormuş.”
“Yurt dışında yaşıyormuş çünkü. Kazadan sonra Türkiye’ye yerleşmiş… Bak bence Fikret, abisinin ölümünden mesul olduğunu düşündüğü adamla önce bir şekilde arkadaş olmuş. Adam iş adamı. Mehmet Bey de saygın bir işadamı, mutlaka yolları bir yerde kesişmiştir. Fikret’in bunu ayarlaması gayet kolay. Sonuçta ortak dostları vardır. Her neyse, Mehmet’le arkadaş olduktan sonra da yaklaşık üç hafta kadar önce kız kardeşi Aysel’i hizmetçi olarak adamın yanına işe sokmuş. Hatırlarsan Mehmet’in gündelikçi bir kadına ihtiyacı olduğunu söyleyen, adamı hizmetçi tutması konusunda ikna eden, kendisine temizliğe geldiğini söylediği bir kadını ona tavsiye eden ve nihayet Aysel’i onun yanına yerleştiren de Fikret’ti. Böylece planın hazırlık aşaması tamamlanmıştı. Belki amacı adamın oğluna veya Hamdi’ye suçu atmaktı ama aynı sıralarda Mehmet, Feridun’dan şüphelendiğini ve ne yapması gerektiğini bilmediğini Fikret’e söyleyince suçu Feridun’a atmaya karar vermiş olmalı.”
Fırat derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. Önce saçlarını düzeltti sonra kollarını kavuşturdu. Ondan da vazgeçerek yine parmaklarını takırdatmaya başladı. Sonunda kafasını iki yana sallayarak konuştu. “Gerçekten inanılmaz…”
“İnanılmaz ama gerçek bu kardeşim. Balkonda detaylı bir olay yeri incelemesi yapılırsa, derz aralarında kan izleri bulursunuz büyük ihtimalle. Ayrıca tarlayı da iyice araştırmalısınız. Bence silahı oraya atarak kurtulmuş olmalı. Silahı bulursanız Fikret’i de yakalarsınız. Çünkü şu durumda ortada adamı tutuklayıp Feridun’u temize çıkartacak çok fazla delil yok maalesef.”
“Evet tabancayı bulamazsak işimiz zor gibi görünüyor…” Fırat hemen ayaklandı. “Tamam ben… şey… ben gitmeliyim. Önce İlhami amirime konuyu açayım o ne yapılacağını bilir.”
“Benden bahsedecek misin?”
Tolga sırıtıyordu.
Fırat ona bir süre baktıktan sonra dayanamayarak gülmeye başladı.
***
Bir hafta kadar sonra çalan cep telefonunu bakan Tolga, ekranda Fırat yazısını görünce hiç şaşırmadı.
“Alo ne haber Fırat?”
“İyidir, senden ne haber?”
“Haberler sende. Ne oldu?”
“Haklıymışsın. Tarlada silahı bulduk çok şükür, üzerinde Fikret’in parmak izleri var. Ayrıca balkonda yerde kan izleri bulundu. Detaylı aramada derz aralarına girmiş cam kırıkları da bulmuş bizim çocuklar. Arka taraftaki duvarın dibinde de üç adet boş mermi kovanı bulundu. Tabancayla uyuşuyor. Aysel’le Fikret’i çapraz sorguya alınca önce adam çözüldü. Her şeyi itiraf ettiler. Senin Feridun bugün hapisten çıkıyor. Gözün aydın…”
“Hepimizin gözü aydın; neyse ki büyük bir yanlıştan kısa zamanda dönüldü.”
“Vallahi öyle… Unutmadan söyleyeyim, İlhami başkomiserimin selamı var sana.”
Tolga eski amirini çok iyi tanıdığından neler söylemiş olacağını iyi biliyordu. Kaşlarını çatarak korkuyla sordu. “Eyvah… Ne dedi?”
“Söylediklerinin yüzde yetmişi küfür içeriyor, yine de dinlemek ister misin?”
Tolga sırıtarak, “Tahmin ederim” dedi. “Boşver o zaman söyleme. Bu arada barbunyan hazır kardeşim, dolapta bekliyor. Ne zaman istersen yani.”
Telefonun diğer ucundan gelen kahkaha sesinden sonra Fırat’ın sesi daha canlı çıkıyordu şimdi.
“İyi, aferin sözünü tutmuşsun. Fazla uzatmaya gerek yok, bu akşam sendeyim.”
Kerem KAŞ – Kasım 2019