Şahika, piyanonun başına geçti, konuklarını selamladı ve Beethoven’in Ayışığı Sonatı adlı eserini çalmaya başladı.
Halide, kızını hayranlıkla dinlerken gözlerinde canlanan anılara doğru yola çıktı.
Rahmetli eşi Tahsin’le birlikte, bu küçük ve şirin pastaneyi büyütüp geliştirmek için verdikleri mücadeleyi hatırladı. Tabii kendilerine destek olanlar kadar, önlerine taş koyan eş, dost ve akrabalarını da unutmadı. Bu zor zamanlarında, kayınpederinin söylediği bir söz hiç aklından çıkmamıştı:
Başkalarının sizi nasıl gördüğüne odaklanmaktan vazgeçin. Dostunuzu ve düşmanınızı etkileme takıntınıza bir son verin. Başkalarından onay almak adına, aynadaki görüntünüzü değiştirmeye çalışmayın.*
Sonunda bugünlere gelmişlerdi ve şimdi herkes Kafe Şahika’nın otuzuncu yıl dönümü kutlaması için buradaydı.
Şahika’yı alkışlayan konuklar, bir eser daha çalması için ısrar ediyorlardı. Ama o, annesini bir konuşma yapması için yanına davet etti.
“Sevgili dostlarım ve misafirlerim, hepiniz hoş geldiniz!
“Bildiğiniz üzere otuz yıl önce burası, akide şekeri ve dondurmasıyla ünlü küçük bir pastaneydi. Eşimin ailesi işletiyordu. Artık yaşlanmışlardı ve üzerlerinde senelerin yorgunluğu vardı. Rahmetli eşim Tahsin ve ben, birlikte Akide Pastanesi’ni devralıp işletmeye karar verdik. Herkes bize, “Bu işi yürütemezsiniz, eczacı olmak başka, böyle bir pastane işletmek başka bir şey. Siz en iyisi kendinize bir eczane açın,” dedi.
“Tahsin ve ben durmadan, bıkmadan, usanmadan çalıştık. Herkesin nezih bir ortamda, güzel ve keyifli zamanlar geçirmek istediği bir yer olması için çok çabaladık. Bu projemizi gerçekleştirirken, hamileliğimin son zamanlarını yaşıyordum. Eğer bir kızımız olursa ismini Şahika koyacaktık, sonra düşündük neden pastanemizin ismi de Şahika olmasın? Tabii zamanla biz de değişime uyum sağlayarak, pastanemizi kafeye dönüştürdük. Benim hayalim konservatuara gitmekti, ama olmadı. Ailemin hayalleri ağır bastı!
“Hayaller demişken, biricik kızım Şahika İtalya’da University Of Verona’da eğitimini tamamladı. Şimdi, Kafe Şahika’nın başarılı bir yöneticisi. Ayrıca piyano dersleri veriyor ve yetenekli öğrenciler yetiştiriyor. Kafemize piyano aldı. Yetiştirdiği öğrencilerini dinlemeye gelen o kadar çok müşterimiz var ki. Burası adeta güzel sanatlar kafesi oldu. Tabii bunda hepinizin katkısı büyük! Sizlere ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve keyifle geçireceğiniz güzel saatler diliyorum.“
Halide’nin konuşması bitince, herkes onu teşekkürlerle alkışladı.
Kafe Şahika, Erbay Apartmanı’nın hemen altındaydı. Sekiz daireli apartmanın, dört dairesi Halide’ye, dört dairesi de kayınbiraderi Behçet’e aitti. Halide, dairelerden üçünü kiraya vermişti ve kızıyla birlikte yaşıyordu. Kayınbiraderi Behçet, oğlu Tunç ve eşi Defne’yi karşındaki daireye yerleştirmişti. Kalan iki dairenin kirasını da kendisi alıyordu.
Behçet, kardeşi Tahsin’den üç yaş büyüktü. Özel bir şirketin muhasebe işlerini yürütüyordu. Çalıştığı şirket emekli olmasını istememiş, işleri evden yürütmesi için ona kolaylık tanımıştı. Eşi Elvan, bir bankadan emekli olmuş ama ne yazık ki emekliliğinin tadını çıkaramadan hayata veda etmişti. Oğulları Tunç ve eşi Defne doktordu, özel bir hastanede ortopedi uzmanı olarak görev yapıyorlardı.
Tahsin ve Elvan peş peşe hayata gözlerini yummuşlar, ikisi de beş yıl önce o amansız hastalığa yenik düşmüşlerdi.
Tahsin ve Behçet, birbirlerinden tamamıyla zıt karakterlere sahip iki kardeşti.
Behçet, baskın bir karakterdi, eşine ve oğluna söz hakkı tanımazdı. Ne olursa olsun daima kararları kendisi alırdı. Maddi sıkıntı içinde olmamalarına rağmen, her bir kuruşun hesabını yapar, eşi Elvan’ı bunaltırdı. Onun sevdiği yemekler pişerdi, yemek saatini bir dakika bile geçirmezdi. Behçet, evin adeta huysuz, şımarık ve devamlı ağlayan bir çocuğu gibiydi. Bu yüzden Elvan, kendine ayıracak hiç vakit bulamazdı. Bütün bunlardan Tunç da nasibini alıyordu, hiç istemediği halde tıp fakültesine gitmek zorunda kalmıştı. Oysa hayallerinde uçak mühendisi olmak vardı. Ama Behçet, onun bu hayallerini yıkmıştı.
Halide ve Tahsin uyumlu, sevgi dolu ve çok iyi anlaşan bir çiftti. Birbirlerinin kararlarına her zaman saygı duyarlardı. Aralarında tartışma çıksa bile, sonunu tatlıya bağlarlar ve uzun süre küs kalamazlardı. Kızları Şahika’yı sevgiyle, özgür ve ayaklarının üstünde duran bir birey olarak yetiştirmişler, onun, İtalya’da müzik ve sahne sanatları eğitimi almasını, sonuna kadar desteklemişlerdi.
Halide, konuşmasını bitirdikten sonra, Tunç ve Defne’nin yanına gitti. Behçet’i merak etmişti. Böyle bir kutlamayı asla kaçırmazdı. Bedava ikramlıklar ve eğlence, tam ona göreydi.
“Nasıl buldunuz bakalım otuzuncu yıl kutlamamızı?“.
“Muhteşem! Keşke annem ve Tahsin amcam da aramızda olsaydı!” dedi Tunç.
“Anneciğinin ve canım eşimin ruhları şad olsun! Behçet Bey teşrif etmediler henüz, umarım hasta falan değildir.”
“Biz gelirken kapısını çaldık, henüz hazırlanmamıştı. ‘Siz gidin, ben de hemen arkanızdan hazırlanıp iniyorum,’ dedi. Çok dakiktir biliyorsunuz, ama ne olduysa artık… Tunç, birazdan gidip bakar, merak etmeyin,” dedi Defne.
Halide, küçük bir tebessümle Defne’nin koluna dokundu ve diğer misafirlerin yanlarına gitmek için izin istedi. Sevinç çığlığı atmamak için kendini zor tutuyordu. ‘Dualarım kabul oldu çok şükür!’ dedi içinden.
Şahika, arkadaş grubundan ayrılarak annesine doğru geldi ve gülümseyerek koluna girdi. “Bu gülümsemenin ardında neler gizliyorsun söyle bakalım?” dedi yavaşça kulağına eğilip.
“Amcan Behçet’in, yanımızda bulunamayışının mutluluğunu yaşıyorum.”
“Sahi, amcam gelmedi değil mi? Ben de merak ettim şimdi.”
“Bu özel günü, bizi seven dostlarımızla birlikte gönlümüzce geçirelim. Birazdan damlar nasıl olsa. Hadi gel, Hazan Hanım’ın yanına gidelim, baksana yine bir şeyler çiziyor. Hediye ettiği çizimleri de çerçeveletelim en kısa zamanda. Bana hatırlat olur mu?” dedi Halide kızının yanağına bir öpücük kondurarak.
Hazan Denkel, altmışlı yaşlarda, uzun boylu zarif bir kadındı. Son bir aydır, Kafe Şahika’nın aranılan müşterilerinden biri olmuştu. Öğle vaktine doğru gelir, cam kenarındaki berjerlerden birine yerleşir ve bütün gün kara kalem çalışması yapardı. Çoğu zaman, kafeyi kendi gözünde canlandırdığı gibi çizer ve çizimlerini Şahika’ya hediye ederdi.
Şahika ve Halide henüz Hazan’ın yanına gelmişlerdi ki, yardımcıları Pembe, çığlık çığlığa içeri girdi. Bu sırada, konuklardan kimi elindeki bardağı düşürdü, kimi çocuğuna sarıldı, kimi de olduğu yerde dondu kaldı.
“ İmdaaatt! Yetişin imdaaat! Behçet Amca merdivenlerden düşmüş öylece yatıyor! Yetişin Halide Ablaaaa!“
Halide hemen, büyük bir soğukkanlılıkla koşar adımlarla Pembe’nin yanına gitti ve onu sakinleştirmeye çalışarak dışarı çıkardı. Arkalarından Tunç ve Defne de koşarak çıktılar. Şahika bu tatsız sürprizin ardından, konuklarına hemen bir açıklama yaptı
“Değerli konuklarım, lütfen bu tatsız durum için özürlerimi kabul edin! Amcam Behçet biraz rahatsızdı, kutlamaya da katılamadı. Herhalde, kendini iyi hissetti ve aramıza katılmak istedi, gelirken de küçük bir kaza geçirdi sanırım. Telaşlanacak bir şey yok, biliyorsunuz kuzenim Tunç ve eşi doktor, annem de yanlarında, durumu çoktan kontrol altına almışlardır bile. Şimdi benim başarılı öğrencilerimi dinlemeye ne dersiniz?”
Şahika, her ne kadar soğukkanlılığını korumaya çalışsa da, kalbi küt küt atıyordu. Amcası turp gibiydi, hatta apartmana asansör yapılmasına bile karşı çıkmıştı. Ama Halide, Behçet’in bütün itirazlarına rağmen, masraflarını üstlenip asansörü yaptırmıştı. Tabii herkesten fazla asansörü kullanan amcası olmuştu. Ne işi vardı onun merdivenlerde?
Tunç, herkesten önce koşarak apartmanın kapısını açtı ve hızla oturdukları ikinci kattaki dairelerine çıkmaya başladı. Kendi dairelerine çıkan merdivenin başında geldiğinde, babasının yüzükoyun yerde yatan cansız bedenini gördü. Hemen yanına eğildi, boynundan nabzını kontrol etti. Nabzı atmıyordu, zaten duruş pozisyonundan da boynunun kırıldığını anlamıştı. Nazikçe onu çevirdi ve suni teneffüs uyguladı. Ama bütün çabaları boşunaydı. Babasının cansız bedenine kapanarak ağlamaya başladı.
Halide, Defne ve Pembe, Behçet’in dairesinin bulunduğu katta asansörden indiler. Defne bağırarak hızla merdivenlerden aşağıya doğru iniyordu. “ Tuuunnç! Aman Tanrım! Tuuunnçç!”
Defne kocasının yanına eğildi ve ona sarıldı. Tunç hıçkırarak “Babam öldü Defne! Onu kurtarmak için hiçbir şey yapamıyorum! Söylesene, o zaman ben neden doktor oldum? Hadi cevap ver babaaaa!” dedi haykırarak.
Halide, Tunç’un perişan halini görünce dayanamadı, gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı.
‘Zavallı çocuk! Annesinin ölümünden sonra, daha yeni yeni kendine gelimeye başlamıştı. Onun da içine ettin Behçet! Neden kahrolası asansöre binmedin ki? Aman Tanrım! Neler söylüyorum ben? ‘
Halide bütün bunları içinden geçirirken, birden Pembe’nin dürtmesiyle kendine geldi.
“Halide abla ne yapacağız şimdi? Behçet Amca nasıl düştü ki böyle? Baksana, kolu-bacağı her biri bir yerde sanki!” dedi Pembe.
Pembe haklıydı, ne yapacaklardı şimdi? Bir an önce kendine gelmeliydi. Artık bunları düşünmenin kimseye faydası dokunmazdı. Ama ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Aklına birden Seden’i aramak geldi, cep telefonu yanında değildi, ama Pembe’nin yanındaydı, hemen Şahika’yı aradı.
“Pembe neler oluyor orada? Amcam iyi mi? Ambulans çağırdınız mı?” dedi Şahika.
“Kızım ben annen, artık çok geç! Behçet ölmüş!”
“Aaaaaa! Nasıl olur? Merdivenlerden mi düşmüş?”
“Öyle görünüyor, bilemiyorum kızım. Tunç, suni teneffüs uyguladı ama nafile! Ne yapacağımı şaşırdım, karı- koca şoktalar. Aklıma Seden Amiri aramak geldi. Şimdi sen hemen numarasını mesaj olarak yolla. Acele et lütfen!”
***
Seden, odasında bir yandan evrak işleriyle boğuşuyor, bir yandan da Koray’a izin verdiği için kendine kızıyordu. Bu esnada telefonu çaldı, arayan Halide Erbay’dı. Birden, Halide Hanım’ın davetini hatırladı ve gidemediği için üzüldü. Ama sonra, geleceğine dair söz vermediğini hatırlayınca rahatladı ve telefonu açtı.
“Halide Hanım merhaba, nasılsınız? Kusura bakmayın bugün işlerim çok yoğundu gele…”
Halide, Seden’in cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden konuşmaya başladı.
“Seden Hanım, kayınbiraderim Behçet’i merdivenlerde ölü olarak bulduk. Hemen gelin ne olur! Ne yapacağımı bilemiyorum! Lütfen çabuk olun!”
“Durun! Durun Halide Hanım, biraz sakin olun lütfen. Şimdi derin bir nefes alın ve neler olduğunu en başından anlatın bana.”
“Biliyorsunuz, kafemizin otuzuncu yıl dönümü kutlamasını gerçekleştiriyoruz bugün. Kutlama, öğlene doğru saat 11.00’de başladı. Kayınbiraderim Behçet’i, konukların arasında göremedim. Ben de oğlu Tunç ve eşi Defne’nin yanına gidip Behçet’in neden gelmediğini sordum. Bana, gelirken kapısını çaldıklarını ve onun hazırlanır hazırlanmaz geleceğini söylediler.”
Halide’nin sesi birden kesilmişti.
“Halide Hanım! İyi misiniz? Sesinizi gelmiyor,” dedi Seden.
“ Evet! Evet iyiyim sadece… neyse, işte bu esnada, yardımcım Pembe çığlıklar atarak kafeden içeri girdi. Behçet Amca merdivenlerden düşmüş öylece yatıyor diye bağırdı. Ben Pembe’yi dışarı çıkardım, arkamdan Tunç ve Defne de koşarak geldiler. Sonra…sonra Behçet’i bulduk…Tunç, babasına suni teneffüs uyguladı ama… Seden Hanım…ben ne yapacağımı bilemiyorum!”
Halide’nin git gide sesi kesilmeye başlamıştı, belli ki orada beklenmedik, şüpheli bir şeyler olmuştu. Ama ne? Seden, gelene kadar kimsenin oradan ayrılmamasını, apartmanın giriş kapısını kimsenin girmemesi için kilitlemelerini söyledi. En kısa sürede orada olacaklarını belirterek telefonu kapattı.
Seden, ekibine talimat verdi ve kendi aracıyla Kafe Şahika’ya doğru yola çıktı. Giderken Koray’ı aradı ve en kısa zamanda olay yerinde olmasını istedi.
Tüm ekip arka arkaya, olay yerine intikal ettiler. Erbay Apartmanının etrafı sarı kordonla çevrildi. Koray, görevli memurlara kafede bulunan herkesin ifadelerinin alınması için talimat verdi.
Apartman kapısını içerden kilitleyerek nöbet bekleyen Pembe, Seden’in telefon etmesinin ardından kapıyı açtı.
Olay yeri inceleme, detaylı çalışmalarını sürdürürken; Halide ve diğerlerinin, parmak izleri ve doku örnekleri alındı. İfadeleri tamamlandıktan sonra, üzerlerindeki kıyafetleri teslim etmeleri için yanlarına görevli birer memur verildi.
Seden, cesedin başında incelemelerini sürdürürken Koray, ekip arkadaşlarıyla birlikte Behçet’in evini araştırıyordu.
Behçet’in, gözleri açıktı; sol eli, avcunda bir şey saklıyormuş gibi sıkıca kapalıydı. Katılaşma başlamadığı için, eli kolayca açıldı ve içinden küçük, yuvarlak ve yeşil renkte bir düğme çıktı. Düğmenin her iki deliğinden yeşil renkte bir iplik sarkıyordu, hemen kanıt olarak poşetlendi ve numaralandırıldı. Üzerinde, başka herhangi bir yabancı madde kalıntısı veya kan izi yoktu. Ama kesin sonuçlar, laboratuar incelemesinden sonra belli olacaktı. Merdivenler dik ve on iki basamaklıydı. Bu da şiddetle itilen birinin, sağ kalma ihtimalinin mümkün olmadığını gösteriyordu. Kazara düşme neticesinde de aynı sonuç kaçınılmazdı.
Behçet Erbay öldürülmüştü. Ama kim veya kimler tarafından öldürülmüştü?
Saat 15.00 sularına doğru, olay mahallindeki bütün araştırma ve incelemeler tamamlanmış, Behçet’in cesedi otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumuna kaldırılmıştı.
Seden ve Koray, büroya döndüklerinde işe önce, ifadeleri gözden geçirmekle başladılar.
“Amirim, siz bu Halide Hanım ve kızını nereden tanıyorsunuz?”
“Kedim Columbo’yu, Kafe Şahika’nın hemen yanındaki binada kliniği olan veterinere götürüyordum. Randevu saatini beklerken, kafeden gelen piyano sesi beni çok etkiliyordu. Bir gün eve giderken, önünden geçip şöyle bir uğradım. Halide Hanım ilgilendi benimle, tanıştık, sohbet ettik ve güzel vakit geçirdik. Sonra daimi müşterilerinden biri oldum. Üç yıl olmuş neredeyse.”
“Onun için ilk önce sizi aradı demek ki. Belki de, kayınbiraderini merdivenlerden o itti. Şüpheleri üzerine çekmesin diye sizi aradı. Olamaz mı?” dedi Koray.
“Her ihtimali göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ama Behçet’in avucunun içinde tuttuğu düğmenin rengi yeşil, Halide’nin elbisesine hiç uymuyor. Daha doğrusu, onun giydiği elbisede düğme yok, üstelik elbisesi kiremit rengi.”
“Doğru. Elbisesini değiştirdi desek, o da olmaz çünkü Behçet’i en son görenler, oğlu Tunç ve eşi Defne. Peki, Defne veya oğlu ya da ikisi birden babalarını itmiş olamazlar mı? Sonra da hiçbir şey olmamış gibi kutlamaya katıldılar ve yardımcı kız Pembe’nin cesedi bulmasını beklediler. Behçet varlıklı biri, kısa yoldan mirasına konmak istemiş olabilirler.”
“Olabilir, ama Defne’nin elbisesinin rengi sarı ve ne yazık ki onun elbisesinde de düğme yok. Belki de Defne elbisesini değiştirmiştir. Sonra ikisi de doktor, bu da şüphelerimizi daha da güçlendiriyor,” dedi Seden.
“Cesedi yardımcı kız Pembe buluyor ve koşup haber veriyor, onun öldürmek için bir sebebi var mı peki? Giydiklerine bakacak olursak, bulduğumuz yeşil düğmeyle uzaktan yakından ilgisi yok. Siyah tayt ve üzeri kırmızı payetlerle işlenmiş, penye bir bluz.”
“Evet, o da uymuyor. Ama yine de şüpheli listemizde yer almalı, para için olmasa bile başka bir sebeple öldürmüş olabilir . Şahika’nın ifadesine gelecek olursak, sabah 09.00’dan itibaren kafede olduğunu söylüyor. Düğmeyle giydiği elbisenin rengi tutmuyor ve elimiz yine boş kalıyor. Şahika’nın üstünde, beyaz pantolon, turuncu ipek gömlek var.”
“Oğlu Tunç’un mavi gömleğiyle de düğme uyuşmuyor. Behçet’in hiç düşmanı yokmuş. Tunç, babasının huysuz bir insan olduğunu söylüyor ama bunu arkadaş çevresine hiç yansıtmıyormuş. Çalıştığı şirket onun emekli olmasını istememiş, işleri evden yürütmesi için kolaylık tanımış. Pazartesi sabahı, ilk işim Behçet’in çalıştığı şirkete uğramak olacak. Bakalım onlar neler söyleyecek.”
“Konukların ifadelerinde de pek bir şey yok. Zaten aralarında Behçet’i tanıyan kimse de yok. Konukların çoğu, Şahika’nın piyano dersi verdiği öğrencilerin aileleri ve Halide’nin arkadaşları. Yine de kamera kayıtlarını incelememiz gerekiyor. Katil ya da katiller, konukların arasında olabilir.”
Seden, yorgundu ve eve gidip dinlenmek istiyordu. Koray’a, sabah erkenden gelip kamera kayıtlarını incelemesini söyledi.
***
Ertesi gün Seden, büroya gelmeden önce Kafe Şahika’nın önünden geçti. Tahmin ettiği gibi kapalıydı, Halide’yi aradı ve müsaitse görüşmek istediğini söyledi.
Halide, Seden’in geldiğine çok memnun olmuştu.
“Pazar günü erkenden umarım rahatsız etmiyorumdur Halide Hanım.”
“İnanın çok memnun oldum. Birazdan, Tunç ve Defne de gelir, çocuklar dünden beri perişan haldeler!”
“Bu olayın şokunu atlatmak kolay değil tabii. Siz nasılsınız?”
“Bazen ihtiyacınız olan şey, sağlam bir çığlık olabilir. Bu kendi kendinize ya da başkalarıyla konuşmaktan daha iyi gelebilir”.** .
“Eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız, başka bir gün gelebilirim ya da siz gelebilirsiniz.”
“Hayır! Hayır, elimden geldiğince size yardımcı olmak isterim.”
“Behçet Beyin, herhangi bir sağlık sorunu var mıydı?”
“Hepimizi gömerdi! Gömdü de zaten. Seden Hanım, size açık konuşacağım çünkü gizleyecek hiçbir şeyim yok! Behçet’ten benim kadar nefret eden birisi yoktur ama onu ben öldürmedim. Eğer öldürmek isteseydim, bunu beş yıl önce yapardım. O, hem kocamın hem de zavallı eşi Elvan’ın katilidir! Aman şimdi bir tatsızlık çıkmasın, aslında kötü bir niyeti yok, şimdi sakinleşir diye diye hep sustular. Hep İçlerine attılar. Yaşayacak o kadar güzel günler vardı ki önümüzde. Onları aldığı yetmiyormuş gibi, ölümüyle de huzur vermiyor bize! Öldüğüne zerre kadar üzülmedim! ”
Halide’nin bütün bu nefret dolu sözlerini, Şahika yaşlı gözlerle dinliyordu. Annesinin yanına geldi ve ona sıkıca sarıldı.
“Bütün bunları geride bıraktığımızı sanıyordum. Neden kendine eziyet ediyorsun? Affet, bırak gitsin artık!” dedi Şahika gözlerinden yaşlar süzülerek.
Seden, daha fazla yormak istemedi Halide’yi. Tam kalkmak için izin isteyecekken, içeri Pembe girdi. Anne-kızın haline hiç tepki vermeden, doğruca mutfağa gitti.
Çok geçmeden Pembe elinde kahve tepsisiyle yanlarına geldi ve Seden’e kahvesini ikram etti.
“Seden Hanım, bunlar ana-kız günde birkaç posta böyle ağlaşırlar, çok görme olur mu?” dedi Pembe, Seden’in kulağına eğilip.
“Dün, saat kaçta apartmana geldiğini hatırlıyor musun Pembe?“
“Hatırlıyorum tabii, saat tam 12.00’de geldim. Halide ablamın ilaçlarını alacaktım evden.”
“Olanları, bana bir kere daha anlatır mısın?”
“Anlatırım tabii. Şimdi ben, bu Dr. Okşan Hüral’ın programlarını çok severim. Geçen programında, ‘Asansörü kullanamayın, mümkünse merdivenleri kullanın. Beden için çok sağlıklı,’ dediydi. Ben de artık merdivenlerden inip-çıkmaya karar verdim. Vermez olaydım! Behçet amcayı, kol-bacağı yamulmuş bir şekilde yatarken buldum. Sonra hemencecik koştum Halide ablama.”
“Teşekkür ederim Pembe, bana çok yardımcı oldun. Bu arada kahven çok güzel olmuş eline sağlık.”
Ortalık bir anda sessizleşmişti. Sessizliği bozan kapı zili oldu, Pembe kapıyı açmak için yerinden fırladı. Gelenler, Tunç ve Defneydi.
İkisinin de gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü, bitkin görünüyorlardı.
“Tekrar başınız sağ olsun. Biliyorum, şu anda çok üzgünsünüz ve kendinizi konuşacak durumda hissetmiyorsunuz. Ama sizi fazla yormadan birkaç soru sormak istiyorum,” dedi Seden.
“Dün, bildiğimiz bütün her şeyi anlatmıştık. Neyse yeniden anlatırız,” dedi Tunç, tok bir sesle.
“Siz ve eşiniz kutlamaya gelirken, babanıza saat kaçta uğradınız?”
“Evden, saat tam 10.30’da çıktık ve babamın kapısını çaldık. Dakik bir insan olmasına rağmen hazırlanmamıştı. Bize, ‘Siz gidin ben de hemen arkanızdan geliyorum,’ dedi ve gelmedi. Sonrasını biliyorsunuz işte!”
“Babanızın hiç düşmanı var mıydı?”
“ Bildiğim kadarıyla yoktu.”
“Peki, ya kiracılarınız? Belki onlarla bir anlaşmazlık yaşadı, olamaz mı?”
“Kiracılarımızın hepsi öğrenci, yaz tatilline girdikleri için daireler şu anda boş. Anlaşma gereği, kiralar peşin olarak bankaya yatırılır, elden kira almıyoruz.”
“Peki, anlayışınız için hepinize teşekkür ederim. Şimdilik bu kadar, bir gelişme olduğunda sizleri tekrar ararım. Az kalsın unutuyordum, kafenin mutfak bölümünün yanında, apartmana açılan gizli bir kapı var. Bu kapının anahtarları kimde duruyor?”
“Hepimizde birer tane var ve yedek anahtarlar da ben de duruyor,” dedi Halide.
***
Seden, büroya geldiğinde Koray kamera kayıtlarını inceliyordu.
“Amirim, apartmanın girişindeki kameradan bir şey çıkmadı. Kafenin içindeki görüntülere gelecek olursak, kimse kutlama sırasında kafeden ayrılmamış, apartmana açılan gizli kapıyı kullanan da yok. Siz de neler var?”
“Halide, Behçet’ten nefret ediyor, eşi Tahsin’in ve eltisi Elvan’ın ölümünden onu sorumlu tutuyor. Eğer Behçet’i öldürmek isteseymiş, bunu beş yıl önce yaparmış. Mutfak bölümünün yanında, apartmana açılan kapının anahtarı herkeste mevcut, yedek anahtarları da Halide’de duruyormuş.”
Seden ve Koray akşama kadar, kamera kayıtlarını incelediler, ifadeleri tekrar gözden geçirdiler. Kayda değer hiçbir şey bulamadılar. Behçet’in elindeki düğme olamasa, olay, raporlara kazayla düşme sonucunda ölüm olarak geçebilirdi. Ama daha otopsi raporu ve laboratuar sonuçları ellerine ulaşmamıştı. Karar vermek için çok erkendi.
***
Pazartesi sabahı Seden’i, elinde büyükçe bir zarfla nöbetçi memurlardan biri karşıladı.
“Amirim, bu zarfı biraz önce kuryeden adınıza teslim aldım. Gerekli kontrolleri yapıldı, buyurun.”
Seden, görevli memura teşekkür ettikten sonra, gönderenin ismine baktı, Hazan Denkel yazıyordu. Merak ve şüpheyle hızlı adımlarla odasına gitti ve dikkatli bir şekilde zarfı açtı. İçinden, ekibi ve kendisinin görev başındayken resmedilmiş kara kalem çalışması resim ve bir mektup çıktı.
‘Hazan Denkel? Şimdi hatırladım! Kafede, saatlerce oturup kara kalem çalışması yapan kadın. Neden kendisi gelmedi de bir mektupla yolladı bana? Umarım Miss Marple özentisi bir kadın değildir. Mektubu okuyunca anlayacağız bakalım.’
Güzel ve başarılı çocuğum,
Umarım, sana çocuğum dememe kızmamışsındır. Bu mektubu neden yazdığımı merak ediyorsun biliyorum. Seni daha fazla merakta bırakmadan hemen konuya geleyim o zaman.
Kız kardeşim Elvan ve ben, yetimhanede büyüdük. Anne ve babamızı hiç tanımadık, tanımak da istemedik. İki kardeş, çok çalıştık ve birbirimize her zaman sahip çıktık. Ben, Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdim, Elvan ise İşletme okudu. Onun rakamlarla arası her zaman iyi olmuştur. Bir bankaya girdi ve çalışmaya başladı. Benim hayalim Paris’e gitmekti ve bunu gerçekleştirmek için çok çalıştım. Elvan, çalıştığı bankada adıma bir hesap açtırmıştı ve düzenli olarak her ay maaşından hesabıma para yatırırdı. Ben de biriktirdiklerimi o hesaba yatırırdım. Sonunda Paris’e gidecek parayı denkleştirmiştik. Artık Paris yolcusuydum.
Canım kardeşim yalnız kalmıştı. Hassas bir yapıya sahip olduğu için, insanları hep kendisi gibi zannediyordu.. Sık sık mektup yazardık birbirimize, en son mektubunda Behçet isminde biriyle tanıştığını yazmıştı. O kan emici parazitin, bütün huysuzluklarını anlatmıştı. Behçet’i değiştirebileceğine o kadar inanmıştı ki, ben ne söylesem boştu.
Sonunda evlendiler ve Elvan bir daha hiç gülmedi.
Ben Paris’ten hiç dönmedim, düğünlerine bile katılmadım çünkü Behçet gelmemi istememişti. Daha doğrusu beni hayatından çıkarması için Elvan’a büyük baskı yapmıştı. Biz de gizli gizli yazışmaya başladık. Sağ olsun Halide, Elvan’a çok yardımcı oldu. Yeğenim Tunç’u bir kere olsun göremedim, onu resimlerinden tanıdım ve sevdim.
Artık her şey çok değişti, teknoloji ilerledi görüşebilirdiniz dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama olmadı işte! Korku, Elvan’ın sonu oldu. Cenazesine, bir yabancı gibi katıldım, Tunç’u eşi ile beraber uzaktan izledim, öpüp kokladım.
Artık yaşım ilerlemişti, daha az resim yapıyordum, o da sayılı ve özel müşterilerim için. Monako’ya yerleştim, benden hayli büyük bir adamla evlendim. Çok zengindim, evlendiğim adamın serveti kadar benim de servetim vardı. Ama hiç mutlu değildim!
Eşim, Behçet’ten intikam alma isteğime hep karşı çıktı, beni vazgeçirmek için ölene kadar uğraştı. Eşim ölünce, kendimi özgür hissettim ve yıllardır içimde sakladığım planımı harekete geçirdim. Önce, Bahçelievler Yedinci Cadde üstünde, Erbay Apartmanına yakın bir daire kiralattım, evi baştan aşağı yenilettim. Bir ay sonra gelip evime yerleştim.
Böylece planımın ilk aşamasını tamamlamış oldum. Daha sonra, Kafe Şahika’ya sık sık gidip kara kalem çalışmaları yaptım. Halide ve kızı Şahika ile yakın dostluk kurdum. Onlara kendimi, Hazan Denkel olarak tanıttım. Hiç şüphe çekmiyordum.
Behçet’i de kafede sıklıkla görüyordum. Hesabı ödemeden kalkışını, zavallı Tunç’un mahcup oluşunu gördükçe, ona daha da kinleniyordum. Kafe’nin içini dışını iyice öğrenmiştim artık. Özellikle, mutfak tarafından apartmana açılan gizli kapıyı çok sıkı takibe aldım. Kapının anahtarları, Halide’nin anahtarlığında takılıydı. Müşterilerin yoğun olduğu bir gün Halide, apartmana açılan gizli kapıyı kullandı. Geri döndüğünde, benim yanıma uğradı. Biraz nefes almak istiyordu ama garsonlardan birisi onu çağırdı. Anahtarlığını benim masamda bırakmıştı, ben de o yoğunluktan istifade, anahtarları aldığım gibi çilingire gittim. Beş adet anahtarın, biri arabasına aitti, diğerlerinin birer kopyasını yaptırıp döndüm. Zavallı kadın, anahtarlığını aramaktan perişan olmuştu. Ben, hiç bozuntuya vermeden yerime geçtim ve anahtarlığını bir köşede bulmuş gibi ona geri verdim. Sonra sırayla, dört anahtarı şüphe çekmeden denedim, iki tanesi uydu. Onları gözüm gibi sakladım
Kafe Şahika’nın otuzuncu yıl dönümü kutlaması gelip çatmıştı. Hazırlıklar yapılırken kimin, ne zaman, saat kaçta geleceğini biliyordum. Ben de erkenden gidip yerimi aldım. Behçet’in, geç geleceğini biliyordum. Kutlamadan bir gün önce, Behçet ve Tunç, benim hemen arkamdaki masada oturuyorlardı. Oğluna şöyle söyledi: Ben, saat 12.00’de geleceğim. Şımarık Şahika’nın piyano gösterisini ve ukala Halide’nin konuşmasını çekemem ona göre. O kadar sevinmiştim ki anlatamam. Zaten apartmanda kiracı da yoktu, planım tıkır tıkır işliyordu.
Saat 10.20’de, gizli kapıdan apartmana girdim ve Halide’nin oturduğu üçüncü kata çıktım. Sessizce beklemeye başladım. Tunç ve Defne, saat 10.30 çıktılar ve Behçet’in kapısını çaldılar. İnsanlıktan nasibini almamış bunak, çocukları azarladı ve kapıyı yüzlerine kapattı. Tunç ve Defne’nin apartmandan çıktıklarına emin olduktan sonra ikinci kata indim.
Behçet’in kapısını çaldım. Beni tanımamıştı, yüzüme bön bön baktı ve kimsiniz diye sordu. Artık nasıl bir güç geldiyse bana, Azrail’im dedim ve onu yakasından tutuğum gibi merdivenlerden aşağıya attım. Can havliyle o da benim yakamı tutmaya çalıştı, sanırım bir düğmem elinde kaldı.
Nasıl geldiysem öyle geri döndüm ve kutlamaya katıldım.
Benden bu kadar güzel kızım! Sana her şeyi ayrıntısıyla yazdım. Lütfen, Erbay Ailesini sorgulamayı bırak. Behçet’i ben öldürdüm!
Biraz klişe bir laf olacak ama sen bu mektubu okurken ben çoook uzaklarda olacağım! Belki bir gün, bir yerde karşılaşırız seninle.
Seni ve ekibini, görev başındayken kara kalem olarak çalıştım, umarım beğenirsin. Beni yakalaman an meselesi, bunu göze alamadım. Yaptığımdan gurur duymuyorum ama pişman da değilim.
Keith D. Harrell’in şu sözünü çok severim. “Bağışlamanın sınırı yoktur. Kendinizi ve başkalarını affetmede cömert olun”
Ben cimri olduğum için başaramadım!
Sevgiler
Hazan Denkel
***
Seden, mektubu okuduktan sonra, tarif edilemeyen, karışık duygular içinde buldu kendini. Daha toparlamaya fırsat bulamadan kapı çaldı, gelen görevli memurdu. Otopsi raporunu ve laboratuar sonuçlarını getirmişti, arkasından Koray girdi içeri.
“Amirim, Behçet’in çalıştığı şirketteki herkes, onun dürüst ve çalışkan olduğunu söyledi. Oooo şuna bak! Bizim görev başındayken yapılan kara kalem çalışmamız! Amirim ne kadar havalı duruyorsunuz öyle, ben de fena sayılmam hani.”
*Tavis Smiley
**Anne Wilson Schaef