Alacakaranlığın gölgelediği tenha köy yolunda, arabalarını art arda park edip sigaralarını yaktılar. Dörtlü flaşörler az sonra gökyüzünde parıldayacak yıldızlar gibi ritmik yanıp sönüyordu. Yağmuru muştulayan rüzgârın uğultusuna karışan konuşmalar güçlükle duyuluyordu.
Adam adresi yazdığı kâğıdı uzatıp “Söylediğim saatte gel, kapıyı o açacak,” dedi.
“Yüzünden vurma sakın, çok güzeldir.” Sıtmaya tutulmuş kollarını kavuşturup ileri geri sallandı. Sigarasından derin bir nefes çekti. “Beni sadece yaralayacaksın unutma!”
“Bizde hata olmaz, merak etme birader,” dedi öteki. Dudağının üzerindeki yara izi seyirdi, sigarasını yolun kenarına fırlattı. “Paranın yarısını şimdi, kalanını iş bittikten sonra elden alırım. Caydım, pişman oldum falan dinlemem. Çocuk eğlendirmiyoruz.”
İki adam el sıkışıp anlaştılar. Bir tomar kirli para cep değiştirdi. Adam eve dönerken düşünceliydi. Tüm aksilikleri düşünerek plan yapmıştı, ancak ‘kusursuz cinayet yoktur’ sözü zihninde yeni baş vermiş bir siğil gibi kımıldanmaktaydı. İşlerin ters gideceğini fısıldayan uğursuz sesi duymamak için radyoyu açtı. Hüzünlü bir ayrılık şarkısı, hoş kokulu yumuşak koltuklara değip aralık pencereden dışarı süzüldü. Adam artık dönemeyeceği bir yola girmişti. Gazı kökledi.
Kadın, alışveriş çantasını sıkıca tutarak taksiye bindi. Açıp açıp içine baktığı çantada, hırsla, kıskançlıkla uğunduğu gecelerinden, cehenneme dönen hayatından çıkış bileti vardı. Gömlek yakalarındaki ruj izleri, ceplerde unutulmuş kadın isimleri, telefon numaraları olmayacaktı artık. Öfkeyle döne döne sabahı bulduğu soğuk yatağında gözyaşı dökmeyecekti. Yalanların dipsiz kuyusunda biçare beklemeyecekti. Tırnak etlerini kemirirken, satıcının uyarısını anımsadı.
“Bir litre suya bir çay kaşığı yeterli. Fazlası fili bile ölüme götürür. Çok miktarda aldınız. Çocuk çoluğun erişmeyeceği bir yerde tutun. Anladınız mı?”
Kadın uzun kirpiklerini yanaklarına değdirip gülümsedi. Anlamıştı.
Adamı düşündü; göz alıcıydı, ilk görüşte aşık edenlerden. Adamın, her sabah çıktığı koşularda, spor salonlarında sıkılaşmış, pahalı takım elbiselerinin içinde sakladığı bedenini ilk gördüğünde ışığa vurulmuş pervane misali kavrulmuştu kadın. Akıllıydı, hırslıydı, başarılıydı adam ama bir kusuru vardı; parayı her şeyden çok seviyordu. Kadınla bu yüzden evlenmişti.
Taksinin camındaki bitkin yansımasına baktı kadın, güzeldi. Yokluk görmemiş vücudu, güzellik salonlarında, gözde diyetisyenlerde şekillenmişti. Bin bir kozmetikle yumuşatılmış hassas teni, yazın Bodrum’da, kışın solaryumda esmerleşirdi. Her dediği olurdu, her dediği onun olurdu. Parayla aşkı satın alırım sandı, yanıldı.
Kadın sofrayı özenle hazırladı. Duvarda asılı son akşam yemeği replikasına takıldı bakışları. İsa’nın masum yüzüne, olacaklardan habersiz duruşuna daldı bir süre. Yahuda’ya bakamadı, korktu.
“Sofra hazır!” dedi kadın.
Dışarıda acı bir fren sesi duyuldu sonra bağrışmalar. Adam gergin, koltuğunda kımıldandı: “Akşam akşam biri ölecek.”
“Yemekten önce konuşulacak şey mi bu?” dedi kadın, ürperdi. Mutfağa sakladı titreyen ellerini.
Kekremsi tozdan bir fiske daha kattı çorbaya, bir fiske daha. Uzaklarda, vahşi bozkırlarda bir fil sürüsü huzursuzlandı.
Adam kaşığındaki solgun yüzüne, dağınık saçlarına daldı bir süre. Eli telefonuna gidip geldi. “Konuşmalıyız!” dedi.
“Sonra!” dedi kadın bıkkın.
“Yemekten sonra belki fırsat bulamayız,” dedi adam çorbasını içerken.
Tam o sırada kapı çaldı. Zil sesi, ışıltılı kadehlerden yansıyarak duvardaki antika saate çarptı. Yelkovan bir adım daha attı. Kapıdaki konuk, soğuk silahını kavrayıp sabırsızlandı.
Kadın kapıyı açmak için kalkmıştı ki…
“Hayır, hayır açma!” dedi adam alnı bocuk boncuk terli.
Kadın simsiyah elbisesinin içinde zarif “Çorbanı iç…” dedi kapıya ilerlerken, “…soğumasın.