Bu gece belirgin şekilde stresli görünen barmen, bira dolu bardağı barın üstüne bırakırken masaya dökülen içkiye aldırmamıştı. Müşteri bir kâğıt peçete istedi ama barmen hoş bir genç hanımın içkisini doldurmakla meşguldü.
Aslında alçak sesle yapılan ricayı duymak istememişti. Bir, iki kez daha geldiğini hatırladığı bu müşteri en ucuz içkiyi içer ve geldiği gibi sessizce giderdi. Cebinden çıkardığı bir peçeteyle bardağının altındaki ıslaklığı kurulayan genç adama aldırmadan, barın diğer ucundaki çifte baktı barmen. Çok eğleniyorlardı ve hep fazla samimiydiler.
Gülmeyi sevdiği belli idi kırmızı bir eşarbı boynuna dolamış olan kadının. Etrafta eğlenen insanlar, özellikle de erkek müşteriler sık sık dönüp mekânda çınlayan kahkahaların sahibine bakıyorlardı.
Koyu kızıla boyanmış saçları çıplak omuzlarına dökülen kadın, partnerinin kollarının arasından sıyrılırken, sessiz ve yalnız müşteri bira dolu bardağını bir dikişte bitiriyordu.
Birkaç metre ilerisinde oturan çift kadar gürültülü olmasa da bu adam da eğleniyordu. En ucuzu da olsa içkisini içiyor, mekânı dolduran sarhoş ve yarı çıplak kızları kesiyordu.
İki saat önce işinin başına gelirken geçtiği caddeyi doldurmuş insanlar da eğleniyorlardı. Yalnız genç adamın boş bardağına baktı barmen, kendi bomboş hayatına baktı. Bu dünya da ondan başka herkes az çok eğleniyordu.
***
Yüksek topuklarının izin verdiği kadar hızlı bir şekilde tuvalete koşarken düşünebildiği tek şey midesini klozete boşaltmaktı. O garip kokteyli içmemesi gerektiğini biliyordu. Ve acele etmezse bir lavaboya, en kötüsü çöp kutusuna bile yetişemeyecekti.
Kadınlar tuvaletinin kapısını omuzuyla itti. İki elini de ağzına bastırıyordu çünkü. Az ilerideki erkekler tuvaletinin önünde iki sarhoş serseri ona gülüyorlardı. Açılmayan kapıya sol yanıyla dayandı, zorladı. Kilitli değildi, sanki kapının açılmasına engel olan bir şey vardı arkada.
İçeride birilerinin uygunsuz şeyler yapıyor olabileceğini düşündü. Rastlamadığı manzara değildi sarhoş iki hemcinsinin, aşkla birbirlerine sarılıp bulundukları ortamı unutmaları.
“Hey, çok acilse gel burayı kullan. Bütün kapları acarım ben senin için.”
İki serseri tüttürdükleri sarma sigaranın etkisiyle mutlu mutlu sırıtıyorlardı, buna zamanı yoktu.
Bütün gücüyle yüklendi kapıya. Acılan aralıktan daldı içeriye. Midesi çok bulanıyordu, boğazına kadar gelmişti artık dışarıya çıkmak isteyen sıvı ve yiyecek karışımı. Kendini en yakındaki tuvalete atmak için döndü, çakıldı olduğu yere.
Ağzını sıkı, sıkı kapadığı parmaklarında bir sıcaklık hissetti, elleri gevşedi ve ancak on saniye sonra bütün gücüyle bağırabildi.
***
Mete gözlerini tuvaletin fazla kirli zemininden kaldırdı. Bir buçuk metre genişliğindeki uzun alanın bir tarafında lavaboların sıralandığı tezgâh, diğer tarafında ise üç beyaz kapı vardı. Genç komiserin durduğu giriş kapısının karşısına düşen duvara masmavi gökyüzü ve beyaz bulutlar baskılı bir LED panel yerleştirilmişti.
Bu türden ışıklandırılmış panelleri tavanlarda görmeye alışkındı ama bir tuvaletin duvarında da fena durmamıştı doğrusu. Evdeki banyonun zeminine böyle bir şey yaptırmayı geçirdi kafasından. İlginç bir tema düşündü, Tan bu fikirden hiç hoşlanmazdı. Ağabeyi de bir evlenip gidememişti.
Ayağında galoşları olduğu halde ve bastığı yere dikkat ederek yürüdü, tuvalet kabinlerini gezdi. Adli Tıp doktoru henüz gelmemişti, Tunay yerde yatan cesedin başında idi. Genç ve güzel kadının boynundaki kırmızı eşarp oldukça sıkı duruyordu.
“Bununla mı boğulmuş?”
Tunay çömeldiği yerden ve arkadaşına bakmadan konuştu.
“Öyle görünüyor. Vücudunun başka yerinde bir darbe ya da iz yok.” Kalktı genç komiser, “Sen ne yaptın?”
“Güvenlik kayıtlarına baktım. Kadının içeriye girişinden yirmi dakika sonra cesedi bulan diğer kadın geliyor. Bu arada içeriden de kimse çıkmıyor. Yani tuvaletler boşmuş gibi görünüyor.”
İki komiser etraflarına bakınıyorlardı dikkatle. İçeriye kapıdan başka girilecek en küçük bir geçit yoktu. Dar bir havalandırma penceresi bile.
“Belki de içeride saklandı ve o hengamede kaçmanın bir yolunu buldu,” diye düşüncesini anlattı Mete. “Kayıtları aldık, merkezde tekrar, daha detaylı incelenecekler. Bu kadın kendini boğmadığına göre, katil bir şekilde buradaydı.”
Olay Yeri İnceleme ekibinin yeni üyesi olan Seda’nın ilk işiydi. Hakan Başkomiserin ekibine alındığı için mutluydu genç kız ama mekânın aşırı pisliği moralini bozmamış da değildi. Her yer alkol, çiş ve kusmuk kokuyordu. İşin en kötü yanı sadece koku değildi. Keskin kokunun başlıca kaynağı zemindeydi. Cesedin hemen yanında, yani onun çalışma alanında.
Mete, kapı önünde duran ve belli ki nereden başlayacağını düşünen kıza sokuldu.
“Biz seni yalnız bırakalım Seda. İşini rahat rahat yap ki bu zavallı kurbanın katilini hemencecik bulalım.”
Seda, Cinayet Büro’nun gürbüz çocuğu Komiserin alaylı üslubunu yadırgamamıştı, yine de başını dikleştirip rahat görünmeye çalışarak baktı işine. Bir ceset, sağa sola atılmış kâğıt havlular, bir kâğıt servis peçetesi, bol miktarda kusmuk.
“Elimden geleni yapacağım Komiserim.”
***
Hakkı paşa, bir koltuğa oturmuş kolonyalı mendillerle temizlenmeye çalışan, ara ara sarsılıp hıçkıran, sonra tekrar temizliğe koyulan genç kadını izledi bir süre. Kız, bulduğu ceset yüzünden mi yoksa üstünü başını batırdığı için mi böyleydi, anlayamıyordu.
Erkekler tuvaletinin önünde sigara kaçamağı yapan delikanlılarla konuşmuştu. Gençlerin kafaları dumanlıydı ama yaşanılan sıra dışı olayın etkisiyle olmalı, akıllı kelimeler kurmayı başarmışlardı.
Şüpheli bir durum görmemişlerdi. Tuvaletin önünde biraz fazla zaman geçirmişlerdi fakat öldürülen kadının oraya girdiğini de görmemişlerdi. Barın tuvaletleri yan yana olduğu için kadın müşteriler mecbur kalmadıkları sürece orayı kullanmıyorlardı. Gençlerin söylediği her sözü güvenlik kayıtları da doğruluyordu. Kurban, bu iki delikanlı oraya gelmeden sadece iki dakika önce girmişti içeriye.
Tan, boğularak öldürülmüş bir halde bulunan Ebru Seden adındaki genç kadının, mekânda birlikte eğlendiği erkek arkadaşıyla konuştu. Genç adamın şaşkın, korkmuş ve içkinin etkisiyle olacak fazlaca aptallaşmış bir hali vardı.
Ebru yirmi yedi yaşındaydı, bekardı, tek başına yaşıyordu. Annesi ve babası başka bir şehirdeydi. Şirkette bir yıl önce çalışmaya başlamıştı. Uyumlu ve çevresiyle iyi geçinen biriydi. Genç adamın bildiği kadarıyla eski bir sevgilisi de yoktu. İkisi de aynı şirketin muhasebe sevisindeydiler. Bu gece ilk kez birlikte dışarı çıkmışlardı. Teklif, Ebru’dan gelmişti. Pek belli etmese de o da uzun bir süreden beri ona ilgi duymaktaydı. Ama bir türlü cesaret edip açılamamıştı.
Açık sözlülükle ve kuşku uyandırmadan, gece boyunca genç kadının son derece keyifli olduğunu söyledi. Evet, tuvaletten geri dönmekte gecikmişti ama açıkçası bu tür mekânlarda fazla sıra olabileceği için merak da etmemişti.
Tan, gözlerinin içine endişeli soru işaretleriyle bakan erkeğin iletişim bilgilerini alırken, “şehirden bir yere ayrılma,” diye uyarsa da tecrübeleri ve sezgisi onun katil olamayacağını söylüyordu.
***
Başkomiser Hakkı Turan, sokağın taze havasından ciğerlerine bol bol oksijen çekerken kendisinden önce mekândan çıkmış olan Hakan amirin uzattığı sigarayı tereddütsüz kabul etti. Adli Tıp doktoru işini bitirip gitmiş, cenaze arabası cesedi götürmüş, olay yeri inceleme memurları toparlanmışlardı. Burada yapılacak işleri şimdilik bitmiş görünüyordu.
Bu noktadan sonraki adımda güvenlik kameralarının kayıtları dikkatle izlenecek; Olay Yeri ve Adli Tıp raporları beklenirken, öldürülen kadının yaşadığı ev ve iş yeri ziyaret edilecekti. Ve Hakkı Paşanın en sevmediği bölüm… Kurbanın ailesiyle konuşulacaktı.
Bardan çıkan ekibine baktı, saat üçe geliyordu.
“Yarın sabah erkenden toplanıp olayı masaya yatıralım,” dedi.
Mete hemen orada park halinde duran ağabeyinin arabasına dayadı sırtını. Bu, ‘evinize gidin,’ demekti. İyi haber. Ellerini, gömleğini kokladı.
“Bence de eve gidelim amirim. Kokuyoruz resmen.”
“Hakan Başkomiserim.”
Seda koşarak çıktığı dik merdivenlerin zorladığı nefesini düzeltmeye çalışırken amirinin yanına sokulmuştu. Yanakları al, al olmuştu, garip bir heyecanı vardı sanki.
“Dur kız, ne bu telaş?” dedi Başkomiser.
Genç kız derin ve hızlı bir soluk alıp dikildi amirinin karşısında. Elinde tutuğu şeyi uzattı adamın göreceği şekilde.
“Bunu buldum olay yerinde.”
Naylon torbaya konulmuş bir kâğıt peçeteydi bu. Hakan Başkomiser yeni elemanının heyecanını gözlemliyordu.
“Kirli bir peçete mi buldun? Tuvalette. Cidden çok sıra dışı bir durum.”
Genç kız, hafif bir alayla konuşan Mete Komisere baktı çabucak. Fazla ilgilenmeden amirine döndü.
“Koklayın amirim.”
Torbanın açık ağzını, ilgiyle izleyen Hakan’ın suratına yaklaştırmıştı.
Başkomiser bir anda burnuna, oradan da genzine kadar saldırıya gecen yoğun bira ve başka kokuların karmaşasıyla çekti kendini geri, yüzünü buruşturdu. Azarlar gibi konuştu.
“Dur be kızım? Öldürecek misin beni?”
“Özür dilerim amirim.”
“Ne bu? Adam gibi anlat şunu. Sınava mı sokuyorsun gecenin bu saatinde?”
“Estağfurullah amirim. Olur mu öyle şey?”
“Seda, açık konuş diyorum sana.”
Kız heyecan içinde ve bir çırpıda anlattı derdini.
“Amirim bu servis peçetesini kadınlar tuvaletinde buldum. Bu mekâna ait değil.”
İlgiyle baktı olay yeri ekip amiri.
“Müşterilerden birisi çantasında getirmiştir.”
“Sanmıyorum amirim. Çok ucuz ve kötü bir peçete. Bazı kadınlar gittikleri yerlerden peçete alıp çantalarına koyarlar ama ilgilerini çekecek kadar kaliteli bir şey olur bu genellikle. Ve bu peçeteye sinen koku bir erkek parfümü.”
Hakan amir gülümsedi hafiften. Bu yeni memurun heyecanı hoşuna gitmişti. Altı boş olsa bile.
“Erkek parfümü mü? Bana daha çok ucuz ve kötü bira gibi koktu.”
“Biliyorum bu kokuyu amirim. Erkek kardeşim kullanıyor. Hem de pahalı bir parfüm bu. Gerçekten pahalı.”
“O zaman erkek kardeşini cinayet zanlısı olarak almalı mıyız?”
Seda, sırtını dayadığı yerden rahat bir ifadeyle sırıtan Mete Komisere baktı. Ciddiyetini hiç kaybetmeden cevap verdi. “Erkek kardeşim size benziyor Komiserim. O da tıpkı sizin gibi çok şakacıdır ama değil bir insanı, bir tavuğu bile boğazlayamaz.”
Hakkı Paşa, Hakan Başkomiser ve Tan akıllıca ve saygıyla yapılan bu nükteye gülerlerken, Mete ciddi bir suratla yaslandığı yerden doğruldu.
Herkes biliyordu, yeni kızın gözünü iyi bir korkuturdu Cinayet Büro’nun haylaz çocuğu ama şimdi amirleri vardı burada. Yine de gözlerini ayırmadı Seda’dan genç komiser. Bakışları tehditkârdı.
Tunay’ın onlarla ilgilenmediğini fark etti neden sonra. Bir an için arkadaşıyla karşılaştı gözleri. Tunay koşarak geri girdi mekâna, hemen arkasından yetişti Mete.
Kadınlar tuvaletinin duvarına yerleştirilmiş gökyüzü manzaralı LED panonun aynısından erkekler bölümünde de vardı ve arkalarında gizledikleri küçük kapılar dar ve üstü kapatılmış eski bir havalandırma boşluğu ile birbirlerine açılıyorlardı.
Barın sahibi çalışanlarıyla birlikte bir kez daha polisin karşısındaydı ve bir kez daha kendilerini aklamak için terler döküyordu. Adam mekânı bir ay önce devralmıştı ve bu kapılardan hiç haberi yoktu. Barmen dışında, barda çalışan herkes işe yeni girmişti.
Otuz yaşında bekâr bir adam olan barmenin herhangi bir suç geçmişi yoktu. Ama üstüne sinmiş kötü bir kokusu vardı. Fazla sessiz ve gereksiz yere gergin görünüyordu. Bu koku, saatler boyu çalıştığı bara egemen olan alkol, ter ve diğer pis şeylerin kokusu değildi.
“Kapılardan haberim yoktu. Burada işe başladıktan on beş gün sonra devredildi zaten mekân. Biz çalışanların kendi tuvaletimiz var. Hiç işimiz olmaz müşteri tuvaletleriyle.”
Hayata duyulan karşılıksız bir öfke, memnuniyetsizlik, mutsuzluk ve yalan kokuyordu Yavuz Beter.
Hakkı Paşa, patrona, barmene ve bu gece çalışan diğer beş elemana baktı. Hepsi endişeliydi. Sonra yanındaki Komisere döndü, “Tan, bunların hepsini alın emniyete. Bu gece misafirimiz olacaklar. DNA ve parmak izi sonuçları bir çıksın bakalım.”
Mete, Seda ile birlikte kamera kayıtlarının başına oturmuştu tekrar. Cinayet saatinde tuvaleti kullanan bir bar çalışanı ya da davranışları şüpheli bir müşteri arıyorlardı.
Tunay, sandalyelerde oturan çalışma arkadaşlarının arkasında durup kalitesiz kayda baktı.
“Personel, müşteri tuvaletini kullanmıyormuş. Müşterilere odaklanalım ama içeri sızabilecek bir personeli de gözden kaçırmayalım. Ebru ile aynı zamanlarda ve biraz daha önce içeri giren birisi olabilir. Kapıların arasındaki boşluk orada uzun süre saklanabileceği kadar geniş değil. Tabii tam bir psikopat değilse.”
Seda Komisere döndü, “LED panelde oldukça sağlıklı ve yeni izler buldum Komiserim.”
“Aferin yeni kız,” diye homurdandı Mete.
Saatlerdir aynı görüntülere tekrar tekrar bakmaktan sıkılmıştı. Görüntü kalitesi çok kötüydü ve insanların yüzleri seçilemiyordu. Ancak kıyafetlerden ayrım yapabiliyorlardı. Erkekler tuvaleti çok işlekti. Ama içeri giren kişi birkaç dakikadan fazla kalmıyordu.
“Kadının içeride kaldığı yirmi dakika boyunca şüpheli gördüğümüz herkesi ayıklamalıyız,” diyen Tunay’a baktı, tekrar homurdandı. “Hadi bir şüpheli seçtik diyelim. Sonra bu adamı nereden bulacağız, bir fikriniz var mı siz dâhilerin?”
Seda yanı başında oturan huysuz komiserden hemen arkasında dikilen diğerine çevirdi mahcup bakışlarını. Tunay sıcak bir gülümsemeyle, ‘rahat ol’ der gibi göz kırptı genç kıza.
“Şu kâğıt peçetenin üstünde basılı iki harf vardı. Kullanıldığı mekânın ismi ya da amblemi gibi bir işaret olabilir. Hakan amir araştırıyor.”
Seda yorgun gözlerini ekrana dikerken, gözlerinden daha yorgun mırıldandı. “Öyle pahalı bir parfüm kullanan bir adamın böyle ucuz yerlerde takılması garip değil mi?”
Mete, artık iyice mimlediği genç kıza kötü kötü baktı. “Senin pahalı zevkler sahibi kardeşinin takıldığı asil mekânlarda bu kadar kolay cinayet işlenemediği için olabilir mi?”
Mahcup eğdi başını yeni kız. “Haklısınız amirim. Düşünemedim. Kaç mekânın tuvaletinde birbirlerine açılan kapı vardır ki?”
“Şu siyah gömlekli adam çıktı mı?”
Komiser homurdanmayı kesip işine geri dönünce özgüvenine hemencecik kavuşan genç kız hevesle atıldı. “Evet amirim, iki dakika önce çıktı. Şu ot saran çocuklar gelirken o çıkıyordu.”
“Yok, o garip renkli ayakkabısı olan değil. Bu çöplüğe göre fazla kaliteli giyinmiş olan herif.”
Birbirlerine baktı iki genç polis. Seda’nın yorgunluktan küçülmüş gözleri kocaman açılırken Mete mırıldandı.
“Pahalı zevkleri olan ama düşük sınıf mekânlarda takılan biri.”
Tunay da ekrana daha dikkatli bakarken ekip arkadaşı görüntüyü geri alıyordu. Tan girdi küçük odaya. Ekibin haline ümitsizce bakarak aynı ümitsizlikle konuştu.
“İki ay önce bir kadın tecavüze uğramış tuvalette. Adamın içeri nasıl girdiğini bulamamışlar. Kadın da saldırganın yüzünü görmediği için bir şüpheli tespit edilememiş. Olaydan sonra barın adı kötü anılmaya başladığı için sahibi devretmiş.”
Söyleyecek bir cümlesi daha vardı ki oturduğu sandalyeden doğrulan kardeşine baktı. Yüzünde sinsi bir sırıtış yayılıyordu Mete’nin.
“Asayişten kimi yatağından kaldıracağımı biliyorum.”
***
Dün öğle saatlerinde çalıştığı küçük kafeden alınan şüpheliyi, bu saate kadar tutulduğu nezaretten sorgu odasına geçirmek için bekledikleri emri sonunda almışlardı amirlerinden.
Hakkı Paşa, Seda’nın koşarak yetiştirdiği DNA ve parmak izi sonuçlarına baktıktan sonra, masasında emir için hazır bekleyen Tan komiserin önüne atmış ve vermişti talimatını.
“İki ay önceki olayın saldırganı olduğu doğrulanmış. Adam sizin, konuşturun. İtiraf istiyorum.”
Analiz sonuçlarını adamın önüne sürerken koyarken içine bakıyordu Tan.
“Bizi bayağı bir yordun Barış Elçi. Ama bak buradasın işte. Ben katillerin cinayet yerine geri döndüklerini sanıyordum. Bir tecavüzcünün aynı yere katil olmak için ikinci kez gittiğini görmemiştim.”
Adam suratını cevirdi. “Ben kimseyi öldürmedim.”
“Bu belgeler öyle demiyorlar ama. Tecavüz ettiğin kadından alınan örnekler senin DNA’nla eşleşmiş.”
Adamın gözleri öfkeyle açıldı. “Yalan söylüyor o sürtük. Kendi rızasıyla birlikte olduk o gece. Sevgilisi şüphelenince öyle söylemiş.”
“Güzel hikâye,” dedi Mete. Adamın sol yanında duruyordu. Elleri ceplerinde devam etti. “Bak bu ifadeyi sürdürürsen yırtarsın. Hâkim inanır kesin sana. Bu ülkede kaç erkek tecavüzden suçlu bulunuyor ki? Hep bir mazeretiniz var. Zaten bizim işimiz değil o dosya. Şeyi söyle asıl sen bana, o gizli kapıyı nasıl buldun. Biz çok zor bulduk doğrusu.”
Adam yüzünü buruşturdu. “Gizli kapı falan bilmiyorum ben.”
Tan adamın şimdi daha rahat konuştuğunu hissediyordu.
“Bilmiyorsun demek. İyiymiş. Sen bu Esra’yı niye öldürdün? Kız kabul etmedi mi birlikte olmayı?”
Adamın kaşları çatıldı aniden, öfkeyle bağırdı bu kez. “Ben kimseyi öldürmedim diyorum size!”
Tan, masada duran dosyayı çok hızlı ve sert bir şekilde dayadı adamın burnuna.
“Ben de delileler var diyorum lan! Kadının boğazında parmak izlerin bulundu.”
Elini geri çektiğinde Barış Elçi’nin burnundan ağzına doğru kalın bir çizgi halinde kan akıyordu ve adamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
“Bu imkânsız, kadının boynunda kırmızı…”
Sustu ama çok geç kalmıştı. Mete midesi bulanıyormuş gibi bakıyordu ağabeyine.
“Biraz fazla basit olmadı mı?”
Tan, gözleri fıldır fıldır dönen, kendi ağzıyla düştüğü tuzaktan bir kaçış yolu düşünen adamı süzdü dik dik.
“Evet Barış Bey, öldürdüğün kadının boynunda kırmızı bir eşarp bağlıydı. Ama tuvalete girerken kullandığın, az önce bilmediğini iddia ettiğin gizli kapıyı saklayan LED pano parmak izi bırakmak için oldukça ideal bir zemindi. Ayrıca olay yerinde düşürdüğün, çalıştığın kafeye ait olan kâğıt peçeteyi, barda içki içerken bardağının altına koyduğunu kamera görüntülerinden tespit ettik.”
Mete iğrenir gibi bir ses çıkarttı, “İnsan neden kirli bir peçeteyi cebine geri koyar ki? Pis misin, aptal mısın?”
Tan kardeşine bir bakış attı, yüzünü ekşitti.
“Uzaktan bakılınca pek bir asil duruyorlar değil mi? İstedikleri kadar temiz görünmeye çalışsınlar, ruhları pis bunların.”
Barış Elçi mavi kapağında kendi kanı olan dosyaya bakıyordu. Kirli ucuz bir kâğıt peçete yüzünden mi yakalanmıştı? Bilemezlerdi tabii bu ukala polisler o peçeteyi kapıdaki parmak izlerini silmek için yanına aldığını. Kadın, ellerinin arasında cansız yere yığılınca bir anda paniğe kapılıp kaçtığını… bilemezlerdi.
Sol tarafında duran Komiserin sert tekmesi sandalyesini sarstı.
“Bana bak, ikinci sefere bu kadar anlayışlı olmayacağım. Anlat, nereden tanıyordun kızı? Neden öldürdün?”
“Tanımıyordum.”
Tan masaya eğildi tekrar.
“Bak bir kez daha ‘ben öldürmedim’ dersen, seni bırakırım burada onunla. Gider, kapatırım kamerayı da. Artık bilmiyorum gerisini.”
Burnundan usul usul süzülen ılık kanı hissediyordu Barış Elçi. Rahatsız ediyordu ağzına bulaşan kanının tadı ama silmek için bir kâğıt peçete istemeyecekti. Hayatı boyunca bir daha kâğıt peçete görmek istemiyordu.
“O kadar çok eğleniyordu ki kahkahaları herkesin ilgisini çekmişti. Tuvalete giderken önümde yürüyordu. Telefonuyla konuşuyordu. Yanındaki zavallı iş arkadaşını anlatıyordu. Telefonda konuşurken bile eğleniyordu. Adamın bir senedir peşinde dolanan tam bir ezik olduğunu anlatıyordu. Kendisini bu gece yatağa atmak için hayaller kurduğundan emin olduğunu söylüyordu. Onu ekip sevgilisine gidecekmiş. Gizli kapıyı daha önceden bir garson kullanırken görmüştüm. Uyuşturucu saklıyordu orada. İçeri girdiğimde kadın makyajıyla oynuyordu. Diğerine yaptığım gibi arkadan yaklaştım. Aynalar çok küçük olduğu için beni görmesi zordu. Ağzını tutup kapının arkasına çektim. Kolay olacaktı, gecen sefer çok kolay olmuştu. Eşarbı sıkıp biraz havasız bırakmak, sersemlemesini sağlamaktı niyetim. Hemen öleceğini düşünmemiştim.”