Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Öykü: Komiser Banu ve Orkun- Karşılıksız Aşkın Bedeli

Diğer Yazılar

PENCEREDEKİ KADIN

ŞIPSEVDİ

TUTANAK

Orçun Yenilmez
Orçun Yenilmez
Orçun; kendi kabuğuna sığmayan bir ilaç mümessili, geniş hayal dünyasinda çoğu zaman farklı bir boyutta yaşar. Herkesin baktığı açıdan değil de kendi persfektifinden görmeyi sever hayatı. Amatörce yaşamayı sevdiğinden olsa gerek fotoğrafçılıkta da amatör kalmayi yeğlemiş; sadece, gönül verdiği polisiyeye profesyonel izler bırakmayı hedeflemiştir.

“Çabuk buraya gel seni piç kurusu, yakalarsam kemiklerini kıracağım!”

Top oynarken zemin kattaki Ayten teyzenin camını kıran Ahmet, arkasına bakmadan kaçmaktaydı. Topallayarak takip eden kadından kurtulmak için çareyi, yılladır yarım bekleyen inşaatın içine girmekte buldu.

Soluklanmak için durduğu yerlerde sayamayacağı kadar sigara izmariti, kırık şişeler, ısınmak amacıyla içinde ateş yakılmış teneke vardı. Keskin idrar kokusu nefes almayı güçleştiriyordu. Beklemesine gerek yoktu, Ayten teyzeden kurtulmuştu. İnşaatın öteki ucundan çıkabilir, top oynarken kırdığı camın kaza olduğunu ablasına anlatabilirdi.

Ayten teyze yaşlı, huysuz ve geçimsiz biriydi. Bahçeden konuşarak geçenlere bile söylenir, içindeki öfkeyi kusacak neden arardı. Henüz on yaşında olan Ege, vurduğu topun falso alıp kadının camını kıracağını hesap edememişti.

Nemli ve ürkütücü inşaattan bir an önce uzaklaşmak istiyordu küçük çocuk.  İki adım attıktan sonra varillerin orada karşılaştığı sahne yüzünden çığlık çığlığa bağırmaya başladı.

***

“Ne var ne yok Orkun?”

“Cinayet var siz yoksunuz Komiserim.”

“Zevzeklik etme, olay ne?”

“Müteveffanın ismi Rıdvan, yirmi altı yaşında. Cinayet işlendikten birkaç saat sonra Ege adında on yaşında bir çocuk tarafından bulunmuş. Maktulün göğsünde, kollarında ve bacaklarında derin morluklar var. Bunlar, zemin katta varilin içinde bulduğumuz vücudundaki izler. Kafası ise çatı katındaydı. Kafasını bulunca anlaşıldı ki yediği dayaktan dolayı şişen gözleri kapanmış. Ön dişlerinden birini olay sırasında yutmuş, otopside diş, midesinden çıktı. Öldüren kişi ya da kişilerin adamla işi bittiğinde kafasını bedeninden ayırmışlar. Çocuk da birinden kaçarken şans eseri inşaata girmiş, varilin içinden sarkan eli ve kan gölünü görünce çığlık atmış. Polisi, çığlıkları duyan mahalle sakinleri aramış. Detayları araştırıyoruz, iş temiz halledilmiş, delil yok. Bilgi alır almaz haber veririm. Sizin orada durumlar nasıl?”

“Burası da karışık, Fatma’nın biraz sıkıntısı var, bu konuda yardımını isteyebilirim.”

“Yedi yirmi dört emrinize amadeyim.”

 

İzmir, 15.07.2019

Orkun bir hafta tek başına idare edebileceğini söylediğinde Banu uzun bir aradan sonra izin alarak yakın arkadaşı Fatma’nın yanına gitmişti. Cinayet mahallinde esnaf ve semt sakinleriyle görüşmüş ama herhangi bir sonuca varamamıştı. Öldürülen adamı tanıyorlardı ve hiç kimse onun için üzülmüşe benzemiyordu.

Herkes ağızları bir olmuşçasına aynı şeyleri söylemişti: tam bir pislikti, uyuşturucu satıp gençleri zehirlerdi, mahallede terör estirirdi, kavgası gürültüsü bitmezdi, su testisi suyolunda kırıldı…

Orkun mahallelinin takıldığı kahveye gittiğinde ikindi olmak üzereydi. Emeklilerle birlikte işsiz tayfasından okey oynayan gençler de takılıyordu kahveye. Ahaliye selam verip şöyle bir göz attığında ceset dün akşam bulunmuş olmasına rağmen olayın çabuk unutulduğunu gördü. Köşeye çekilmiş, kendi halinde gazete okuyan kahvenin sahibini görünce yanına doğru hareketlendi. Olayı soruşturmaya başladığında daha önce buradaki çoğu kişiyle görüşmüştü fakat cevabını aradığı farklı sorular vardı.

“Dayı, selamünaleyküm. Oturabilir miyim?”

Gazeteden başını kaldırıp gözlüklerinin üzerinden bakan yaşlı adam Orkun’u hemen tanıdı, “Ne demek Amirim buyur, istersen ben kalkarım.”

Eliyle oturmasını işaret etti, “Seninle laflayalım biraz.”

“Reşat! Bak hele şuraya, Amirim ne ister sor bakalım.”

“Tamam Remzi Abi!” dedi çay ocağının başındaki genç çocuk.

Orkun bardakları sıcak sudan geçiren gence çay işareti yaptı.

“Çaylar iki!” diye bağırdı kahvehane sahibi. “Buyur Amirim, nasıl yardımcı olabilirim?”

“Öldürülen şu Rıdvan, mahallede at koşturuyormuş. Her boku da yiyormuş. Hiç polise şikâyet etmediniz mi zamanında bu adamı?”

“Etmez miyiz Komiserim, hem de defalarca. Bir şekilde polisten paçayı kurtarıyor, şikâyet edeni öğreniyor, biniyordu tepesine deyyus!”

“Hiç ceza almadı yani?”

“Almadı, arada ortalardan kaybolurdu. Döndüğünde mahallede sigara satardı, burada da birkaç kişiye sattıydı. Güya kaçak ve kaliteliymiş, soranlara öyle diyordu. Son zamanlarda yanında iki tane çapulcu takılır olduydu. Rıdvan’ı son gördüğümde o adamlarla kahvenin önündeydiler, bir şeyler konuşup ayrıldılar. Sonra Memurlardan Ferdah geldi, üstünü arayıp araca bindirip gittiler.”

Reşat çayları masanın üzerine bırakırken, masalarda oyun oynayanların dikkati de Orkun’un üzerindeydi. Ne olup bittiğini, Remzi ile ne konuştuklarını anlamaya çalışıyorlardı. Orkun saklama gereği duymadığından herkesin işiteceği şekilde yüksek sesle soru sorarak olayla ilgili bilgisi olanın oltaya gelmesini bekliyordu.

“Bu çapulcuların adını sanını, nerede kaldıklarını bilir misin?”

“Bilmem amirim, o çakallar bu sokağın itleri değillerdi. Baş köpek ölünce başsız kaldılar. Onları en iyi Mehmet dayı tanır.”

“Kim bu Mehmet dayı?”

“Mahallenin eski kabadayılarından, sabahtan beri ortalarda görünmedi.”

Bardağındaki son yudumu da içen Orkun kartını uzattı. “Mehmet dayı mutlaka beni arasın, onunla da görüşeyim. Nerede oturuyor?”

Remzi Mehmet dayının evini tarif etti. “Yolda kime sorsan gösterirler.”

 

Orkun, Buca’nın Göksu Mahallesi’ne doğru metruk evleri geride bırakarak yürürken, Mehmet dayı denen adamı düşündü. Cesedin bulunmasından sonra hemen hemen herkesle görüşmesine rağmen böyle biriyle konuştuğunu hatırlamıyordu. Belediye otobüsleri, özel dolmuşlar ve araçların işgal ettiği caddelerde ayakları çıplak çocuklar korkusuzca koşturuyorlardı. Hayat buradaki insanların yaşam biçimine göre akıyordu. Özellikle yürümeyi tercih etmişti, gözleriyle bu semtin florasını canlı şekilde görmek istiyordu. Orkun’un adı bu semtin sahipleri tarafından artık biliniyor olacak ki, yabancılara müsamaha gösterilmeyen sokaklarda onlardan biri gibi rahatça dolaşıyordu.

Remzi’nin tarif ettiği adrese gelince şaşırdı, tam da cinayetin işlendiği inşaatın karşısındaydı Mehmet dayının evi. O sırada devriye gezen meslektaşlarını görüp yanlarına gitti, adlarını öğrendi. Mahalle sakinleri ve cinayet hakkında sorular sordu. İçlerinden eski olan memurların ilgisiz tavrı canını sıktı. Ortağı izinli olduğundan geçici olarak başka biriyle görevdeydi.

 

Bursa, aynı gün…

Çarşı ve hanlar bölgesi, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’in Sadrazamı Mahmut Paşa tarafından İstanbul’daki Mahmutpaşa Külliyesi’ne gelir kaynağı olarak inşa ettirilmişti. Büyükçe avlusu, avlu ortasında şadırvanı ve mescidi ile artık turistlere ve gezmeye gelenlere hizmet veriyordu.

Banu’nun karşısında oturan Fatma’nın elleri titriyordu. Banu, gözyaşlarını tutamayan arkadaşının sakinleşmesini bekledi. Bursa’ya dün gece yarısı gelmişti. Fatma ile konuşmalıydı ama yanında eşi Kaan varken mümkün değildi.

Kaan evden gider gitmez Fatma ile evdeki dağınıklığı öylece bırakıp kendilerini dışarı atmışlardı. Sabırsızlık içinde neler olup bittiğini öğrenmek için can atan Banu, arkadaşının derdi ile uğraşmaya fırsat bulamadan İzmir’den cinayet haberini almıştı.

Banu uzanıp Fatma’nın ellerini tuttu. “Hayatım ilk önce sakin ol ve bana neler olduğunu tane tane anlat.”

“Ortaokula gittiğimiz zamanları hatırlıyor musun? Toy dönemlerimizdi. Pazar günleri pazar kurulurdu. Biz de çiçek satmaya gelen sarışın çocuğu izlerdik.”

Banu hatırlıyordu, Çiçekçi Gürbüz. Fatma ondan öyle hoşlanıyordu ki, gözünü ayırmadan izlerdi onu. Bir gün işi bittiğinde tezgâhı toplayıp yanlarına gelmişti ve Fatma ile tanışmışlardı. O zamanlar cep telefonları çocukların elinde oyuncak değildi.

Aynı günün akşamı arabayla kapının önüne gelip ‘Seni deli gibi seviyorum Fatma!’ diye haykırmış ve ailesinin Fatma’yı göz hapsine almasına sebep olmuştu. Gürbüz’ün sık sık mahalleden geçmesi başlarda sorun olmamıştı fakat Fatma’nın babası Şükrü amcanın karşısına çıkıp kızıyla evlenmek istediğini söylediğinde kıyamet kopmuştu.

Şükrü amca Gürbüz yüzünden Fatma’yı okula bile göndermemişti uzun süre. Maalesef Gürbüz pes etmek nedir bilmiyordu. Polise bile şikâyet edilmişti ama genç adam yaşa dışı bir şey yapmamıştı. Polisin yapabildiği adamı nezarete çekip korkutmaya çalışmak olmuştu, o da sonuç vermemişti.

Bu olayların üzerinden iki yıl geçmişti. Genç ve cahillerdi. Fatma unutmaya, uzak kalmaya çalışsa da Gürbüz her fırsatta varlığını hissettirmeye devam ediyordu. Aldıkları bir haberle rahatlamışlardı, Gürbüz cinayetten hüküm giymişti. Adamın hapse giriş sebebini bilmiyorlardı ama bir daha rahatsız edilmeyecekleri kesindi. Gürbüz’ün tutuklanmasıyla okula geri dönmüştü Fatma. Yıllar geçtikçe Gürbüz’ün adını bile unuttular. O olay kötü bir anı olarak kalmıştı hafızalarında.

Banu’nun geçmişi hatırladığını anlayan Fatma anlatmaya devam etti. “En son cinayetten hapse girdiğini biliyorduk, içerideyken birini daha öldürmüş fakat nefsi müdafaa olduğu için cezası çok uzamamış.”

Şaşıran Banu’nun gözleri fal taşı gibi açıldı. “Sen bunları nereden biliyorsun?”

“Gürbüz anlattı.”

Ses tonuna hakim olamayan Banu’nun sesi çığlık atarcasına çıktı. “Nasıl?”

“Hapisten çıktıktan sonra iş yerimin adresini bulmuş. Mesai bitiminde karşıma çıktı, konuşmak istediğini söyledi. Kabul etmek zorunda kaldım, etmeseydim evimin kapısına dayanmakla tehdit etti.”

“Bunca yıl sonra senden ne istiyormuş?”

“İlk cinayetini benim yüzümden işlemiş. Biliyorsun babam beni okula göndermediği dönemde sürekli evdeydim. Gürbüz bu durumu bilmiyordu ve aynı zamanda mahalleye giremiyordu. Beni görebilmek umuduyla okul çevresinde dolanırken okul kantinlerine simit servisi yapan çocuğun bizim kantini işleten Vejdin abiyle konuşmasına denk gelmiş. Simit taşıyan adam benim hakkımda ileri geri konuşunca Gürbüz atılmış ‘Hangi Fatma’dan bahsediyorsun?’ diye. Sonrasında aralarında yumruklaşma başlamış, çevredeki insanlar araya girip ayırmışlar. Olay kulağımıza kadar geldi, babamdan sağlam dayak yemiştim o gece. Beni ertesi gün evime ziyarete gelen arkadaşıma da babamın bana yaptıklarını yazarak Gürbüz’e bulup vermesini istedim. İçinde artık beni rahat bırakması için kısa bir not vardı. Yazdıklarımı okuyan Gürbüz adamı sıkıştırıp bıçaklayarak öldürmüş.

Hapis yattığı süre boyunca hep beni düşündüğünü söyledi. Karşılaşacağımız günün hayalini kurmuş. Evlendiğimi ve çocuğum olduğunu söylediğimde bunun bir önemi olmadığını söyledi. Geçmişteki kâbus geri geldi Banu. Adam hasta ruhlu, Kaan’a söylersem delirir, onun başına bir şey gelmesinden korkuyorum ama bu manyağın gözü dönmüş. Ben ne yapacağım?”

Arkadaşının gözyaşlarına kıyamayan Banu neşelendirmek istercesine, “Hiç merak etme, adaş olduğumuzu unuttun mu? Karşında İzmir Cinayet Şube’nin Erkek Fatma’sı var. Buradaki meslektaşlarımın yardımıyla izini bulur paketleriz. Ben biraz okşarım onu, yumuşattıktan sonra salarım. Sen rahat ol.” dedi.

 

İzmir, aynı günün akşamı…

“Soruşturmada ilerleme kaydedemediniz mi?”

Orkun, tek başına olduğu için, Amirinin şikâyet olarak algılamaması için sözcüklerini özenle seçiyordu cevap verirken. “Sağ olsun Başkomiser Cengiz, İlker’i görevlendirdi. Yardımcı oluyor.”

“Vay, Başkomiserime bak sen, kıyamamış sana.”

“Bana değil size kıyamadı. Mızmızlık yapar, ağlarım falan diye baştan koydu postayı. Sakın kızı arama, kırk yalın başında izne çıktı, bok etme, dedi.”

“Esaslı adam Başkomiser. Ben seni ne için aradım, bu kadar işinin arasında senden bir isteğim olacak, Gürbüz Akbaş diye birini araştırmanı istiyorum. Detaylı bilgileri mesaj olarak atarım ama en kısa zamanda bana dönüş yapmalısın.”

“Elbette, ne demek Amirim. Sesiniz beni endişelendirdi. Ters bir durum mu var?”

“Açık konuşayım, evet…” Banu arkadaşı Fatma’nın başındaki sıkıntıyı özetledi.

“Anlaşıldı Amirim, en kısa zamanda sizi bilgilendiririm.”

 

İzmir, ertesi gün…

Başkomiser Cengiz, gözlerinin altı morarmış ve çökmüş görünen Orkun’a takılmadan edemedi. “Ne o len gece beşik mi salladın?”

“Keşke sallasaydım Başkomiserim. Bir yandan dava ile ilgilenirken bir taraftan da amirim için küçük bir araştırma yaptım.”

Orkun detaya girmeyince Cengiz sorma gereği hissetmedi, “Bugün İlker’le birliktesin. Bana bakın ikinizin de aklı bir karış havada bu aralar, akıllı olun.”

“İlker’in adına konuşamam ama ben zaten uslu adamım Başkomiserim.”

“Biliyorum, o kadar uslusun ki geçenlerde meyhanenin işletmecine sırf ayar oldun diye milleti alakasız bir dava ile ilgili sorguya çektin.”

“Başkomiserim, lavuk beş liralık şişeye elli lira yazınca tepem attı. Ukala bir de bana Paran yoksa gelme kardeşim! diyor. Dua etsin daha fazlasını yapmadım.”

“Hadi uzatma. Akıllı durun yoksa döve döve akıllandırırım.”

 

İlker geldiğinde pek keyifli görünmüyordu. “Ne yapıyoruz kardeş?”

“Buca Polis Merkezi’ne gidelim. Gediz bölgesine bakan ekip hakkında bilgi almak istiyorum.”

“Hayırdır, meslektaşlara neden kafayı taktın?”

“Rıdvan öldürülmeden önce hakkındaki suçlamalar ile ilgilenen memurlar biraz işi savsaklamış gibi. İçlerinden biri de izinliydi. Ayaküstü konuştuk sadece. Rıdvan denen adamla husumet yaşamayan kalmamış. Son zamanlarda yanında iki de zibidi takılıyormuş. Kimliklerini teşhis edersek belki bir ipucu yakalarız. Bir de Mehmet dayı denen eski kabadayı varmış, onun hakkında da bilgi alalım.”

 

Buca Polis Merkezi’nde Rıdvan hakkındaki şikâyetlerle ilgilenen iki polis memurunun adını öğrenen Orkun, içlerinden birinin izinde olduğunu biliyordu. Diğerinin de devriyede olduğunu duyunca telefon açıp ikisiyle görüşmek istediğini söyledi.

 

İlker’le onların bulundukları yere gittiler. Daha önce Remzi ile çay içtikleri kahvede buluştular. İki polis memuru da o muhitin insanı gibi davranıyordu. Orkun çaycıya selam verdikten sonra meslektaşlarının masasına oturdu. İçlerinden zayıf, esmer, mavi gözlü olan uzattı elini, izinli olduğu sivil giyiminden belliydi. “Ben Ferdah.”

Gırtlaktan konuşan ve isminin anlamını merak eden Orkun sordu, “Nerelisin Ferdah, adının anlamı ne?”

“Tunceliliyim, ismimin anlamı da güçlü olan demek.”

Yanındaki adama dönen Orkun “Peki, ya sen?” diye sordu.

“Benim adım Ömer Amirim. İzmirliyim ama yıllar içinde de Bucalı olduk.” Gülümserken diğer arkadaşına göre daha toy görünüyordu. “Siz bizimle konuşmak isteyince, diğer ekip arkadaşım beni buraya bırakıp göreve devam etti.”

Kahvede oturanların tüm dikkati polislerin olduğu masadaydı. Yakınlarda bir kavganın olduğu telsizden anons edilince Ömer çağrıya cevap vermek üzereydi ki İlker durmasını işaret etti. “Aslanım başka ekip mi yok, sizinle biraz işimiz var.”

Orkun, İlker’in üslubundan kendisi gibi onun da bu adamlardan hoşlanmadığını anladı.

O sırada telefonu çalan Ferdah kimin aradığına bakıp meşgule attıktan sonra cebine koydu.

Bu hareketinin ardından İlker meslektaşı ile uğraşmaya devam etti, “Vay, iPhone mu o? En son modeli sanırım, bakabilir miyim?”

Ferdah cebinden çıkardığı telefonu isteksizce uzatırken Orkun soruları sormaya başladı.

“Sürekli Rıdvan hakkında şikâyet geliyormuş. Adam karakolu market gibi kullanmış, girdiği gibi elini kolunu sallayarak çıkıyormuş. Ne diye şikâyet ediyorlardı onu?”

Bir gözü telefonunu kurcalayan İlker’de olan Ferdah anlatmaya başladı. “Adamın uyuşturucu sattığını söyleseler de bir türlü delil bulamadık. Adam ya çok zeki ya da mahalleli tarafından sevilmediği için ona böyle bir yakıştırmada bulunuyorlardı. Dediğim gibi, adamı hiç uyuşturucu ile yakalamadık. Sadece kaçak sigara satarak yolunu buluyordu, onu biliyoruz.”

“Mahallenin eski kabadayısı olduğunu duydum. Adı Mehmet dayı. Kimdir? Kimin nesidir?”

Ferdah ile Ömer birbirine baktı, konuşan kişi yine Ferdah’tı. “Zamanın bıçkın delikanlılarındanmış, nerede kirli bir iş varsa bu adam da oradaymış. Mahalledeki insanlar, o ne derse inanıyorlar. Biraz da bu sıkıntılar onun başının altından çıkıyor gibi.”

“Nasıl?”

İlker’in uzattığı telefonu alıp cebine koyan Ferdah devam etti. “Gereksiz yere üst üste Rıdvan hakkında şikâyetler gelmeye başlayınca dayanamayan Rıdvan şikâyet edenleri öğrenip kapısına dayanmaya başladı. Milleti galeyana getiren de bu Mehmet dayı işte.”

Gözünü bir an Ferdah’tan ayırmayan Orkun, “Bu arada hayırdır? Sen neden izinlisin? Hasta falan değilsin inşallah.” dedi.

Bir süre sessiz kalan Ferdah’ın yutkunurken âdem elması belirgin şekilde hareket etti. “İnşaatın içinde arama yaparken omzumun üstüne düştüm, birkaç günlüğüne ağrılarım geçsin diye izin aldım.”

 

Kahvehaneden ayrıldıktan sonra Orkun İlker’e ne düşündüğünü sordu.

“Kardeşim adamlarda kıllanmakta haklısın, ben kıçımdaki yırtık donu değiştirecek para bulamıyorum herifçioğlu on bin liralık telefonla geziyor. İsimlerini öğrendiğimiz iki ayakçıyla Mehmet dayıyı bir araştıralım.”

“Ferdah’ı senin de gözün tutmadı değil mi?”

“Aynen, diğeri zaten süt oğlan, Ferdah’ın dediklerinden dışarı çıkmıyordur. Baksana sakar herif düşüp kendini yaralamış.”

Gülüştüler.

 

Bursa, aynı gün…

Banu Orkun’dan Gürbüz hakkındaki her şeyi öğrenmişti. Hapse girmeden önce sokak serserisi olan, berduş tipli psikopat, hapis yattığı süre içerisinde palazlanmış, suç dünyasının karanlık isimlerinden, Kara Bekir lakaplı suç makinesi İhsan Cengiz ile yakınlaşmıştı. Bu iyiye işaret değildi.

Bursa Cinayet Büro Amirliği’ndeki meslektaşlarının da desteğiyle Gürbüz Akbaş’ı yakalayarak sorgu odasına getirmişlerdi. Adam hiçbir suç işlemediğini söyleyerek kendisini savunmuştu.

Gürbüz’ün gözünü korkutmak niyetindeydi ama adam karakolun abone müşterisi gibi alışıktı. Tabiri caizse kaşarlanmıştı.

“Bana bak, bir daha değil Fatma’nın karşısına çıkmak adını anarsan seni hadım ederim. Anlıyor musun beni?”

Gürbüz cevap vermedi, gözlerini dikmiş meydan okurcasına bakıyordu.

“Fatma’nın senden ayrı bir hayatı var artık, onu unutacaksın ve bir daha karşısına çıkmayacaksın.”

“Kadere inanır mısın polis? Seni hatırlıyorum, Fatma’mla tanıştığımda sen de vardın yanında, küçüktün o zamanlar. Ben onu nasıl sevdim sen bilir misin? Adı sadece kalbimde yazılı değil, varlığı tüm hücrelerimde dolaşıyor. Ondan vazgeçemem anlıyor musun? Ha, uzak dur dersen ben durmasına dururum ama bu saatten sonra rahat durmam onu bilesin.”

“Ne demek istiyorsun sen?”

“Ne anladıysan onu diyorum. Fatma’ya yaklaşmayacağım.”

 

İzmir, günün devamı…

Orkun İlker’in yanına geldiğinde arkadaşı kahve içiyordu. “Bizim bebeleri almışlar. Mehmet dayı denen adamdan iz yok.”

“Hangi ara Angaralı oldun len? Neredelermiş?”diyerek takıldı İlker.

“Ankara ikinci memleket oğlum, bilmiyor musun? Yoldalar, on dakikaya burada olurlar.”

“Gel otur, ben de sana bomba bir haber vereyim. Zibidiler geldiğinde iyice sıkıştıralım.” diyen İlker bilgisayarın ekranını Orkun’a doğru çevirdi. “Bizim çocuklar Ferdah ve Ömer’i araştırdılar. İkisinin de sicilleri temiz. Ferdah şark görevini Diyarbakır’da yapıp buraya tayin olmuş. Uzun süredir de Ömer’le birlikte çalışıyorlar. Herifçioğlunun telefonunu görünce kıllandım. Üzerine ev ya da araba falan yok fakat internette onların adına açılmış sayfalara göz attığımda gördüklerim şaşırttı beni. Altlarında son model araçlarla gezip lüks mekânlarda takılıyorlar. Boy boy fotoğrafları var, Ömer de hep yanında. Yapışık ikiz gibiler adeta. Ömer’i de araştırdım, onun da ekip arkadaşından kalır yanı yok. Bu değirmenin suyu nereden geliyor bilemedim.”

İlker devam etti. “Şu bebeler gelsin ifadelerini alalım bakalım. Mahalleli Rıdvan’ın uyuşturucu sattığını söylüyordu fakat Ferdah ve Ömer onu satarken hiç yakalayamadıklarını belirttiler. Abiye anlattım, o uyandı işe. Pahalı telefon, lüks araba falan bizim meslekte çalışarak sahip olamazsın bunlara. Vardır bir bit yeniği, avanta mı alıyorlar acaba? Dedi. Biraz yakından takip edelim, anlarız ne ayak bunlar…”

 

Polis memurlarından biri kapıyı çalıp iki zanlıyı getirdiklerini haber verdi. Orkun sorgu odasına girdiğinde İlker dışarıda kalıp izlemeyi tercih etti. Yirmili yaşların ortalarında görünen adam kafasının yanlarını kazıtmış, kazınan derisine de enteresan şekillerin olduğu dövme yaptırmıştı. Dik dik jölelediği saçlarını da sarıya boyamıştı.

Orkun dosyasına baktı, Levent Bonkör. Suç dosyasında gasp ve uyuşturucudan oluşan bir dizi suç vardı, sabıkası oldukça kabarıktı. Adamın ensesini sıkan Orkun, “Anlat lan! Rıdvan’la ne dolaplar çeviriyordunuz?”

Bakışlarından bela akan adam “Çevirdiğimiz bir şey yoktu.” dedi.

“Bana maval okuma lan! Rıdvan’la uyuşturucu satıyormuşsunuz, öldürüldükten sonra kayboldunuz. Sen mi öldürdün len yoksa, Rıdvan paranızı mı vermedi?”

“Yok, öyle bir şey! Ben niye öldüreyim Rıdvan ağabeyi? Melek değiliz tamam da katil de değiliz.”

“En son sizi Buca çevresinde onunla görmüşler Rıdvan öldürülmeden yarım saat önce?”

“Rıdvan abi işi olduğunu söyleyince ben de Beto’yla mahalleye döndüm. Bizim elemanlarla sabaha kadar takıldık. Rıdvan ağabeyle ayrıldık, sonra haber alamadık kendisinden.”

“Beto kim lan?”

“Benimle birlikte getirdiğiniz arkadaşım, Beytullah.”

 

Orkun Levent’in yanından çıkıp Beto denen serserinin yanına girdi. Onu da sıkıştırmasına rağmen elle tutulur bir sonuç elde edemedi. Levent’in dediği gibi kahvehanenin önünde dağılmışlar bir daha görüşmemişlerdi.

Beklenmedik anda çalan telefonda yabancı numarayı gören Orkun şaşkınlık içinde cevapladı. Arayan Mehmet dayıydı, doğrudan konuya girdi.  “Beni arıyormuşsunuz, bekliyorum.”

“Neredesin?”

 

Bursa, öğleden sonra…

Telefonuna cevap veren Banu, Fatma’nın ağlamaklı aynı zamanda telaşlı sesini duyunca Gürbüz’ün rahat durmadığını anladı. Fatma’nın eşi telefonlarına cevap vermiyordu, Kaan iş yerinden müşteri ziyareti için çıkmış ama geri dönmemişti.

Banu, Bursa emniyet birimlerine Gürbüz Akbaş hakkında suç duyurusunda bulunup görüldüğü yerde tutuklanmasını istedi. Fatma’nın kocasının gittiği yer tespit edildi. Telefonunun son sinyal verdiği noktaya ait tüm güvenlik ve MOBESE kameraları incelendiğinde beyaz Kartal marka araçla Kaan’ın kaçırıldığını gördüler.

Bu haberle Fatma’nın dünyası yıkıldı. Banu ne kadar arkadaşına kocasını bulacağını söyleyip güç vermeye çalışsa da kendi de emin değildi. Gürbüz Fatma’dan uzak duracağına söz vermişti ama onun ailesi hakkında herhangi bir söz vermemişti. Banu böyle tipleri iyi biliyordu. Tehdit edip insanları sindirerek, kendi rızalarıyla ayaklarına gelmelerini sağlayıp sonra onların üstünde hüküm sürerlerdi.

Banu’nun telefonu çaldığında Fatma pürdikkat arkadaşının konuşmasını dinledi. Kapattığında merakla ne olduğunu anlamaya çalışan Fatma’ya, “Gürbüz’ü almışlar, sorguya ben de gidiyorum. Evden ayrılma, çocuğunla kal. Kapıda sizi korumak için görevli iki polis memuru var. Merak etme hepsi geçecek.”

 

İzmir, aynı saatlerde…

Dayının karşısına gelir gelmez Orkun, “Seni her yerde arıyoruz, nerelerdesin dayı?” diye sordu.

Mehmet dayı anlatmaya koyuldu. “Bir işim vardı onu halletmeye çalışıyordum. Beni neden aradığınız tahmin ederim. Durun size her şeyi baştan anlatayım hele. Bu gün sabah namazını kılmak için hazırlık yapıyordum, tıkırtı duyunca işkillendim. Emaneti, yatarken bile ayırmam yanımdan. Sesi duyunca, kalkıp şöyle bir ortalığı kolaçan edeyim derken gördüm kansızı, maske takmıştı. Bizde adettir, destursuz mahreme dalan, niyeti bozuk birine silah doğrulttun mu o namludan mermi çıkmadan inmez aşağıya. Neyse, vurdum şerefsizi omzundan.”

Bu sözler üzerine Orkun ve İlker birbirine baktılar ama dayının sözünü kesmediler. Adam anlatmayı sürdürdü. “Sendeledi ama kaçmayı başardı it oğlu it. Kim olduğunu bilmiyorum. Benimle kimin ne hesabı var eş dosttan bir öğreneyim demiştim. Sizin de beni aradığınızı öğrenince tez ulaşayım dedim.”

İlker biraz sinirli şekilde karıştı söze. “Bize neden gelmedin?”

“Yanlış anlamayın, polislerin başım üstünde yeri var. Boynumuz kıldan ince fakat bu zamana kadar bu itlere bir çözüm bulunamayınca, üstüne birileri evime girmeye kalkışınca kendi işimi kendim çözeyim dedim. Cinayet işlendiğini bile dönünce öğrendim. Kırk yılı aşkındır burada yaşarım, ilk defa biri bana kafa tutmaya cüret etti.”

Kafasını kaşıyan Orkun düşünürken İlker girdi araya, “Dayı bu vurduğun adamın boyu posu nasıldı? Anlat bakayım sen bana bir.”

Eski toprak hafızasındaki tüm ayrıntıları anlatsa da eşkâl çıkarmak imkânsızdı.

Sorma sırası Orkun’daydı. “Rıdvan’ın cesedi bulunmadan bir gün önce çevreyi rahatsız ettiğine dair isimsiz ihbar gelmiş.”

Konuşmanın ucunun kime dokunacağını anlayan Mehmet dayı dinlerken gözlerini kocaman açtı.

“Şikâyeti senin yaptığını öğrendik, o it sana da musallat oldu değil mi?”

Başını öne eğen Mehmet dayı “Benim kendisini şikâyet ettiğimi öğrenmiş it oğlu it ama yemez bir tarafları bana bulaşmaya. Af buyur amirim, bakma yaşlı olduğumuza namımız Dayıysa elbet boşuna Dayı olmadık. İte uğursuza selam çakmışlığım çoktur gençliğimde ama boğazımdan haram lokma geçmedi, yanlış yola sapmadım bilesin. Neyse, derim ki Rıdvan iti benim şikâyet ettiğimi öğrenmiş, mahallemizi koruyup kollayan memur kardeşler geldi kapıma, Aman dayı bulaşma bu ite! dediler.”

“Ferdah ile Ömer mi?”

Kafasıyla onayladı Mehmet Dayı.

“Sonra ne oldu?”

“Ne olacak, her zamanki muamele yapıldı, göstermelik aldılar. Güle oynaya binip gitmelerini izledim. Bilirim o kansızı! Tövbe tövbe ölünün arkasından sürekli kötü konuşuyorum. Af buyurun, sinirden ağzımın ayarı kaçtı.”

“Devam et.” dedi İlker.

“Eve girmelerinden önceki gece, uyku tutmadı. Çay demleyip oturup keyif çatayım dediydim o sıra camdan bakarken yabancı bir araba gördüm. Siyah son model bir araba yanaştı inşaatın oraya. Camları koyu olduğundan karanlıktan içindeki görünmüyordu. Rıdvan indi, arkasından da şapkalı, siyahlar içinde biri takip etti bunu. Ne olacak diye bekledim, şapkalı adam elinde siyah poşetle geri döndü. Bagaja koydu elindekini ve arabaya binmeden önce benden tarafa baktı.  Sonra gittiler ama Rıdvan görünmedi ortalarda. İnşaatın diğer tarafından çıkmıştır dedim kendi kendime. Çayı tazeleyip uzunca süre oturdum televizyon karşısında, dalmışım. Sabah namazı için kurduğum alarm sayesinde uyandım. O sırada duydum sesi, arka odanın bahçeye açılan kapının sesiydi işittiğim. Silahı alıp bakmak için giderken o şapkalı adamı karşımda görünce beklemeksizin sıktım bir tane, paslanmışım ıskaladım namussuzu. Kaçtı. Evime hırsızlık için girmediler bence, amaçları başkaydı. Bir gece önce gördüğüm, arabaya binen siyahlı adamdı karşıma çıkan. Mahallede Rıdvan’ı aradım, ne olup bittiğini sorayım dedim. Göremeyince sokakların eski sahiplerinden birkaç tanıdık vardı, onlara durumu anlatayım, kulakları açık olsun, kim olduklarını öğrenirlerse haber etsinler diye gitmiştim. Kendimce sordum soruşturdum lakin bilen, eden çıkmadı. Eve döndüğümde mahallemizdeki veledin Rıdvan’ın cesedini bulduğunu öğrendim. Sonra Remzi gelip aradığınızı söyledi, numaranızı verdi aramam için.”

“Neyse olan olmuş, ifadeni almamız gerek, bu olay önemli. Sen asıl şu lüks aracın marka ve plakasını biliyorsan onu söylesene.”

“Yaşam mücadelemiz hayatta kalmakla, hayatımız tabanvayla geçti, otomobil markası bilmem de plakasını almayı akıl ederim, işte burada, ne olur ne olmaz diye cüzdanımın arasında taşıyordum yazdığım kağıdı.”

Önemli bir ipucu yakaladığını düşünen Orkun hafif tebessüm etti.

 

Bursa, akşam saatleri…

Banu yumruklarını şıkmış masadan destek alarak alev saçan gözlerle Gürbüz’e bakıyordu fakat adam oldukça rahattı.

“Söyle lan, Kaan nerede?”

“Ben nereden bileyim? Benim aldığımı nerden çıkardın?”

“Külahıma anlat sen onu!”

Kapı açıldı, Bursa Asayiş Şube Komiseri Olcay kafayı uzattı. “Banu iki dakika yanıma gelir misin?”

Sorgu odasından çıkan Banu sinirlerine hakim olamıyordu. “Ne oldu Olcay? Bir şey buldunuz mu?”

Üzgün ifadeyle kafasını iki yana salladı. “Beyaz Kartal’ı Jandarma ekipleri bulmuş. Araba çalıntı çıktı. Üzerinde inceleme yapılıyor, iş bitince sahibine teslim edeceğiz. Üzerine taktıkları plaka da sahte, şahısların kimliklerini şapka taktıkları için tespit edemiyoruz. Tam çıkmazdayız.”

Sorgu odasını işaret eden Banu “O iti ne yapıp edip konuşturmamız gerek, bu işin arkasında o var, bundan eminim.”

“Seni anlıyorum fakat olayın gerçekleştiği sırada Gürbüz arkadaşlarıyla oturmuş yemek yiyordu. Kanıtı sağlam.”

Banu parmaklarını saçlarının arasından geçirirken bağırdı. “Kahretsin!” Kendisini çakmazsa hissediyordu.

“Sen biraz sakinleş, arkadaşının yanına git, ben Gürbüz’le ilgilenirim. Çevresindeki adamları da araştırırız. İşin peşini bırakmayacağız emin ol.”

 

İzmir, akşamın ilerleyen vakitlerinde…

Orkun ile İlker Pasaport tarafında denize nazır kafenin birinde oturmuş birer soğuk bira, yanında da fıstık yerken Mustafa dayının anlattıkları üzerine konuşuyorlardı. İkisinin de ortak buluştukları nokta Ferdah denilen polis memurunda garip bir işler olduğuydu.

“Dur bakalım, dayının bize söylediği plakayı araştırıyor çocuklar. Kısa zamanda bu işi ne çözeriz.”

 

Geçen bir saatin ardından bekledikleri telefon geldi, “Komiserim bahsettiğiniz araç Ulukent tarafında görüntülenmiş.”

“Tam olarak nereye gittiği belli değil mi?”

“Hayır.”

“Ekip gönder, o civarı didik, didik gezsinler, arabayı bulmalarını istiyorum.”

“Emredersiniz.”

 

 

MOBESE kameralarından bahsi geçen aracı tespit ettiklerinde sürücüsünün 35. Sokak Villaları’na girdiklerini öğrendiler. Tüm camlar filmli olduğundan içindeki şahıslar görünmüyordu fakat artık ellerinde somut deliller belirmeye başladı, aracın plakası ve ziyaret ettikleri adres.

Bir yandan yardım etmek için yoğun çaba harcayan İlker edindiği bilgileri Orkun’la paylaşmaya başladı. “Araç Selim Kırdemir adına kayıtlı.”

“Selim Kırdemir de kim?”

“Tanıştırayım, bir hayalet. Adam üç sene önce sizlere ömür. Sicilinde kaçakçılık, uyuşturucu satıcılığı altın harflerle işlenmiş. Sağlam mafya babalarından. Adam, yüksek doz uyuşturucu yüzünden evinde ölü olarak bulunmuş. Bulan kişi de karısı.”

İlker sorunu çözmüşçesine sırıtırken kafası karışan Orkun’a anlatmaya devam ediyordu, “Asıl bombaya hazır mısın? Selim’in eşinin adı Lamia Sürer, Polis Memuru Ömer Sürer’in ablası.”

“Hass…”

“İlk öğrendiğimde ben daha okkalı bir küfür savurmuştum. Hazırlan çıkıyoruz, Selim Kırdemir’in uzun zamandır yanında çalışan eski bir adamına ulaştım, Davut Biçer. Alalım şu zat-ı muhteremi, bakalım bize neler anlatacak?”

 

Bursa, 17.07.2019, gün ağarırken…

Bursa Asayiş Şube’nin telefonu çaldı, arayan Fatma’ydı. Komiser Olcay ile görüşmek istediğini söyledi.

“Buyurun Fatma Hanım, eşinizin durumunu soracaksanız herhalde, çalışmalarımız devam ediyor.”

Hıçkırıklara boğulan Fatma konuşmakta güçlük çekiyordu, kekeleyerek söyleyebildiği tek şey, “Bbb.. Ba… nu…” oldu.

“Sakin olun, Banu yanınızda değil mi?”

“Hayır, o… o… onu da aldı… laf.”

Olcay beyninden vurulmuşa döndü. Gürbüz, Banu ayrıldığı sırada nezaretteydi. “Banu’yu aldıklarını nasıl öğrendiniz Fatma Hanım?”

Ağlama krizine tutulan Fatma daha fazla konuşamadı, arkadan panik halinde yayılan kadınların bağırışlarını duydu. İki ya da üç kaldın aynı anda “Fatma!” diyerek feryat etmişlerdi.

Kadınlardan biri ahizeyi alıp Fatma’nın bayıldığını söyledi.

 

Olcay zaman kaybetmeden Fatma’nın yanına gitti, Banu’nun başına gelenler yüzünden kendini suçluyordu. Kendine gelen kadına bakıp gülümsedi. “Geçmiş olsun Fatma Hanım, kocanızı bulduk. Hastanede müşahede altında, doktorlar durumunun iyi olduğunu söylediler, en kısa zamanda Banu’yu da bulacağız. Şimdi, sakin olup bana neler olduğunu anlatmanızı istiyorum.”

Başını sallayan Fatma konuşmaya başlamadan önce yanı başında duran sehpaya baktı. Bir bardak su vardı, tek nefeste bitirmişti fakat acıdan dağlanan yüreğini söndürmeye yetmemişti. “Biri kapımın önüne Banu’nun kimlik kartını koyduktan sonra zile basarak kaçtı, kapıyı açtığında koşan birini vardı fakat yüzünü göremedim. Durmayacak, istediğini elde edene kadar durmayacak. İlk önce Kaan’ı aldı, sonra Banu’yu. Eğer arkadaşıma bir şey olursa kendimi asla affetmem.”

Hayalet görmüş gibi kaskatı kesilen Fatma’nın bakışları donuklaştı, birden kötü bir sahne izliyormuşçasına boş duvara sabitlendi gözleri. “Ya oğluma bir şey yapmaya kalkışırsa? Yaşayamam, ölürüm!”

“Sakin olun, istediği de bu, sizin çaresiz kalmanızı istiyor. Bizden habersiz sakın bir şey yapmaya kalkışmayın. Anlaşıldı mı? Tekrar etmeme gerek var mı? Sakın!”

Olcay Fatma’nın aptalca bir işe kalkışmasından korkuyordu. Banu’nun kaybolmasından Olcay gibi Fatma da kendisini sorumlu hissediyordu. Arkadaşının serbest kalması için o psikopatın kollarına kendi isteğiyle gidebilirdi.

 

 

İzmir, yeni günde Güneş yüzünü göstermeye başlamıştı…

Davut’u iyice sıkıştıran Orkun ve İlker adamın ağzından tüm bilgileri almayı başarmışlardı. Adam sütten çıkma ak kaşık sayılmasa da eski patronuna oldukça sadık biriydi. İlker, normalde böyle adamları eski muhbiri sayesinde eliyle koymuş gibi bulunduğu delikten alıp çıkartırdı fakat ölüm korkusundan Lamia’dan saklanan adamı bulmak biraz zaman almıştı.

Lamia’nın uyuşturucu baronu olan kocası Selim Kırdemir’i başka biri ile aldattığını ileri Süren Davut, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Patronunu işlerin başına konmak isteyen kadının öldürdüğünü iddia ediyordu ve bu iddiaları doğrulamak için Selim’in cesedini mezardan çıkartmak gerekebilirdi. En has bilgileri verdi: Lamia’nın uyuşturucuyu nerede ve nasıl sattıklarını. Uyuşturucuyu İzmir’e taşınmasını sağlayan isim Ferdah’tı. Özel bir sigara firmasının araçları gibi görünmesi için firma logosu ile giydirilen transit araçlar ile gün içinde dağıtıma çıkıyorlardı. Sigara paketlerinin içindeki uyuşturucu, insanlar tarafından kolay fark edilmediğinden satış oldukça kolay gerçekleşiyordu. Bu sistemi çok önce sigara firmasında çalışmış olan Selim kurmuştu. İşleyişi öğrenen Lamia, onun ölümünden sonra dümenin başına geçip kardeşiyle birlikte hareket ediyordu.  Ömer ve Ferdah’ın yaşadığı şaşalı hayata bakıldığında Davut’un cinayet teorisi kulağa mantıklı geliyordu.

 

İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde son zamanların en hareketli anları yaşandı. Narkotik’in peşinde olduğu çetenin Orkun ve İlker’in çözmek için uğraştıkları cinayet davasıyla bağlantılı olduğunu öğrendiklerinde İzmir genelinde eş zamanlı operasyonlar düzenlendi.

Uyuşturucu çetesinin lideri, polis memuru Ömer Sürer’in ablası Lamia Sürer’di.  Çetenin elebaşı olarak yakalanan Lamia’nın evinde yüklü miktarda döviz ve para sayma makineleri bulundu. Aynı zamanda uyuşturucu taşıyan, özel şirkete ait gibi görünen araçlar da tespit edildi.

Narkotik Şube’nin üç aydır izledikleri çete ele geçirilmişti. Harekâtın sonunda Lamia, Ömer, Ferdah ve içlerinde market işleten on yedi zanlı tutuklandı. Lamia, Ferdah’ın anlattıklarından sonra suçunu itiraf ederken, Ömer sessiz kalmayı seçti.

Ferdah, soğukkanlılıkla olanları tüm çıplaklığı ile anlattı, “Uzun zamandır mallarımızdan ufak ufak birileri tırtıklıyordu, bunu yapanın kim olduğunu araştırıyorduk Ömer’le. Bir gece karakola telefon gelmişti, şikâyet edilen kişi yine Rıdvan’dı. Şu adamı takip edeyim dedim. Yanında iki kişi vardı onu takip ettiğim sırada. Buluşmamız gerekiyor dediğimde adamlar yanlarından hemen uzadı. Peşinde olduğumu anlaması için çıktım karşısına, kahvede oyun oynayanların gözleri önünde göstermelik üst taraması yapayım dedim. O sırada cebinde bizim sigara paketlerinden birkaç tane çıktı. Kelepçeleyip arabaya bindirdim. Karakol yerine Şahin Tepesine çektim arabayı. Issız, kimsenin olmadığı bir yere. Ellerimde iz kalmaması için deri eldiven giyip yer misin yemez misin, dağıttım gerçeği öğrenene kadar ağzını burnunu. İtiraf etti. Malı çalıp yanındaki o iki adama sattırıyormuş. Patronculuk oynamaya başlamış bizden habersiz. Diğer malları sakladığı yeri sordum, inşaatın içinde gizlemiş. Nöbet bittiğinde gelip hepsini alacağımı bir daha yaparsa onu öldüreceğimi söyledim. Olay Lamia Hanımın kulağına gidince Rıdvan’ın işini bitirmemizi söylemiş. O gece, Ömer rahmetli eniştesinin arabasıyla gelip beni aldı. Eniştesi ölünce onun arabasını ara sıra kullanıyordu. Rıdvan’ı alıp inşaata gittik. Ben mahallelinin tanımaması için şapka taktım. Rıdvan bana poşeti verdiğinde boynunu kırarak öldürdüm. Çeteler arası hesaplaşma gibi görünmesi için kafasını kesip en üst kata, bedenini de varilin içine attım. Daha sonra cesedin icabına bakarız diye düşünmüştüm. Arabaya binerken pencerede bize bakmakta olan Mehmet dayıyı fark ettim. Beni tanıyıp tanımadığını bilmiyordum, işimi şansa bırakamazdım. Sabahları namaz kıldığını biliyordum. Savunmasız anında öldürecektim, ama evine girdiğimde zamanlama da hata yaptım ve beni gördü. Ateş edip yaraladı. Karakolda da durum fark edilmesin diye düştüğümü söyleyip birkaç gün izin aldım.”

Orkun ve İlker hikâyenin geri kalanını zaten biliyorlardı. Baştan beri o iki polisten de hiç haz etmemişlerdi.

Asayiş Şube ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyon sonrası, 70 kilo metamfetamin, 15 kilo esrar ve 30 kilo uyuşturucu ele geçirildi. Sorguların ardından adliyeye sevk edilecek suçluların işlemleri sürerken Orkun ve İlker davayı çözdükleri için rahat nefes almışlardı.

Lamia kardeşi Ömer sayesinde arkasında iz bırakmadan işlerini yürütüyordu. Saf olarak gördükleri Ömer ise aslında şeytanın en yakın yardımcısı çıkmıştı, İzmir’e tayini çıkan Ferdah’ı da ayartan oydu. Ekip arkadaşının bağlantılarını kullanarak uyuşturucuyu Tunceli’den daha kolay taşımaya başladılar, Buca ve civarında konuşlanan çete üyeleri diledikleri gibi hareket edebiliyorlardı. Ferdah ve Ömer’in asayişi sağladıklarını sandıkları vatandaşlar aslında çetenin işini rahatça yapabilmesi için çalışıyorlardı.

Yıllar içinde iki polis memuru da lüks hayat yaşamaya başlamıştı. Memurluklarının haricinde meslektaşlarının bilmediği ikinci hayatları vardı.

Düğümün çözülmesi Mehmet dayının Rıdvan’ı şüpheli biri ile inşaata girerken görmesi olmuştu. Şahit olduğu olay neredeyse hayatına mâl oluyordu fakat korkusuz, eski kurt şanslıydı.

Dava kısa süre içerisinde çözülmüştü. Narkotik ve Cinayet Şube Ekipleri başarılı bir operasyona imza atmışlardı. Şimdi sıra Orkun’un, amiri Banu’yu arayıp müjdeyi vermesindeydi.

 

 

Davanın çözülmesinden sonra…

Defalarca amirini arayan Orkun ona ulaşamıyordu. Aramalarını sürdürdü, sonuna biri cevapladı ama beklediği kişi değildi cevaplayan.

“Siz kimsiniz? Banu Komiserim nerede?”

“Ben Fatma,” kadının sesi ağlamaklı çıkıyordu. Güçlükle yaşadıklarını anlattı. Görüşme bittikten sonra Orkun zaman kaybetmeden aracın anahtarlarını alıp yola koyuldu.

 

Ortalama üç saatlik yol Orkun’a üç gün gibi gelmişti. Yol boyunca telefon trafiği de hiç durmamıştı. Komiser Olcay ile buluştuğunda tüm bilgileri ondan öğrendi. Amiri yer yarılıp içine girmişti sanki arkasında hiç iz yoktu. Banu’yu kaçırmak için Kaan’ın bulunduğu yeri ihbar eden kişilerin asıl amacının tüm birimleri o sırada oyalamak olduğunu düşünüyordu.

Orkun oturduğu sandalye tepesinde avucunun içinde tuttuğu telefonu sıkarken istemsiz şekilde ayaklarını hızla sallıyordu.

Bursa kazan emniyet güçleri kepçe her noktayı karış karış aramaya devam ediyorlardı. Banu’nun Emniyetten çıktıktan sonra nereye gittiğine dair kimsenin fikri yoktu, Komiser Olcay onu Fatma’nın yanına gittiğini sanıyordu.

Daha fazla dayanamayan Orkun “Kaan’la konuşmam gerek.” dedi.

“Kaan’la konuştuk, bildiği hiçbir şey yok.”

Komisere öfkeli gözlerle bakan Orkun suratını öyle bir yaklaştırdı ki, Olcay onun nefesini yüzünde hissediyordu. “Kaan’la görüşeceğim dedim! Bir sıkıntı var mı?”

“Sen ne saçmalıyorsun Orkun? Git konuş! Ben sakin kalmamız gerektiğini söylüyorum, bu şekilde fevri hareketlerle sonuç alamayız.”

Orkun onu dinlememişti bile, arkasını dönüp çoktan aracına doğru hareketlendi.

 

Hastaneye vardığında kapısının önünde polis memuru bekliyordu. İçeri girince ağlamaktan bitap düşmüş Kaan’ın karısı, neler yaşandığını anlayamayan bir çocuk ve üzgün ailesinin diğer üyeleri ile karşılaştı.

“Geçmiş olsun.” dedi içeri girer girmez. Kendisini tanıtıp Kaan’a neler hatırladığını sordu.

Kaan zaten tüm bildiklerini anlatmıştı, kendisini kaçıran iki kişi de maskeliydi. Ne istediklerini ya da ne yapacaklarını söylememişlerdi Kaan’a.

“Aralarında konuştular mı?” diye sordu Orkun ve ekledi “İyi düşün çünkü vereceğin en ufak ayrıntı Banu’yu bulmamıza yardımcı olabilir. Senden ne istediklerini değil ne yapacakları ve nereye gidecekleriyle ilgileniyorum.”

Kaan düşünmeye çalıştı. Gözlerini kapatıp adamların konuşmalarını bir yandan mırıldanırken bir yandan da aklında kalanları Orkun’a söylüyordu. “Yol boyunca neredeyse hiç sohbet etmemişlerdi. Yani ayıldığım andan itibaren demek istedim, baygınken neler olduğunu bilmiyorum. Bir saatten fazla sürdü sanırım yolculuğumuz. O sırada, ‘Bu iş bittiğinde ne yapacağız’ diye sordu biri.” dedi, duraksadı. Kısa sessizlikten sonra “Arkadaşı cevapladı: ‘Şu araçtan kurtulur Çınar’ın oraya kaçarız.’ dedi. Kafama bir şey geçirmişlerdi nerede olduğumu göremiyordum. Ellerim ve ayaklarım bağlıydı. İçlerinden biri arkadaşına beni kontrol etmesini söylediğinde başıma sert bir şeyle vurunca bağırdım. Kendime geldiğimi görünce karga tulumba arabadan atıp uzaklaştıklarını duydum, hepsi bu kadar.”

“Seni kim buldu?”

“Yoldan geçmekte olan insanlar, jandarmaya haber verdiler.”

“Kim bu insanlar daha fazla bilgi gerekli Kaan! Buldukları yer neresiydi?”

“Karacabey. Boğazköy yakınlarında motosikletli iki köylü genç buldu. Jandarma gelip beni Karacabey Devlet Hastanesi’ne götürdüler. Sonra Komiser Olcay buraya, Bursa Devlet Hastanesi’ne naklettirdi.”

Adı geçen yer Orkun’a yabancı gelmedi. Hemen telefonuna sarılıp Olcay’ı aradı, “Komiserim, Gürbüz hala elinizde mi?”

“Evet ne oldu? Bir şey mi öğrendin?”

“O orospu çocuğu Gürbüz Akbaş, Danışment Köyü’nden. Orada doğup büyümüş. Ailesi ölünce amcasının yanına yerleşmiş. Yıllarca pazarcılık yaptığı zamanlarda başı bir türlü beladan kurtulmamış. Uzun zamandır da hapisteydi. O ev çok uzun zamandır boşta olduğunu biliyorum. O adam hakkındaki tüm araştırmayı yapıp amirime ben bildirmiştim. Bizi oyalamak için Kaan’ı verdiklerinde Banu ellerindeydi ve hepimizi uyuttular. O evi kontrol etmeliyiz. Umarım hâlâ hayattadır!”

En Son Yazılar