Her gece olduğu gibi bu gece de kâbuslarımla buluşmamak için uyumaya direniyorum. Salondaki televizyondan gelen kahkahalar odamın duvarlarına çarparken ben yatağımda, anne karnındaki bir bebek gibi büzülmüş, çarşafımın üzeri dikenlerle doluymuşçasına huzursuz bir halde yatmaya çalışıyorum ama bana hiçbir faydası olmuyor. Çünkü, beynimdeki sesi susturmak için ne kadar çabalarsam çabalayayım, o konuşmakta o kadar ısrarcı. Ellerimle kulaklarımı kapatsam da faydası yok. Sürekli ölü olduğumu fısıldayan bu kaba ve kalın ses, şimdi ne kadar önce olduğunu hatırlamadığım bir zamandan beri, fısıltısını gittikçe yükselterek sanki çevremdeki herkese kendisini duyurmaya çalışıyor. Aynaya bakmaya korkuyorum. Sesin sahibi, içimden bir yerden çıkıp boğazıma sarılacak diye ödüm kopuyor.
Geçenlerde babama biraz anlatmaya çalıştıysam da elindeki gazeteyi bırakmadan, “Normal bunlar. Sen benim bu evi ve sizin geleceğinizi düşünürken beynimin içine girsen beni tımarhanede zannedersin,” deyip sözlerimi ağzıma tıkadı.
Annem ise sadece ders notlarımın düşüşü ile ilgileniyor. Arkadaşlarının yüzüne bu notlarla nasıl bakarmış? Yediğim önümde yemediğim arkamdaymış. Ne sesiymiş? Bunları hiç kimseye söylememeliymişim yoksa maazallah bana deli derlermiş ve ailemizin geçmişinde olmayan bir deliliği ben sırf ilgi çekmek için üzerime yapıştırıp onların da şerefine, toplum içindeki konumlarına zarar verirmişim. Hep bu okuduğum kitaplar sebepmiş buna. O öğretmenim var ya, adı her neyse, o sebepmiş tüm bu safsatalara. Benim ne işim olurmuş klasiklerle, o kitaplar bana göre miymiş? Daha on yedi yaşındaki bir çocuğun okuyacağı kitaplar mıymış bunlar? Ders kitaplarım dururken, neden bilmem kaçıncı yüzyılda yazılmış kitaplarla beynimi yoruyormuşum? Rus romanlarının bana nasıl bir faydası olacakmış?
Anneme beni dinlemesini söylediğimde bana sürekli aynı şeyleri tekrarladığı için artık ona da bir şey anlatmıyorum. Korkuyorum… Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok korkuyorum. Beynimdeki sesin söylediklerinin gerçek olmasından öyle korkuyorum ki, annemin pişirdiği yemekleri yerken bile öleceğimi, beni zehirleyeceğini düşünmekten artık aç dolaşmaya başladım.
Babam geçen pazar neyim olduğunu sorduğunda ona tekrar uyuyamadığımı, korktuğumu söyledim. Enseme yediğim hafif tokat o an bana gülle gibi ağır geldi. Babam bana, ”Erkek adam korkar mı, bu söylediğini duymamış olayım. Yoksa şapkaları değişiriz. Bu kadar pısırık olma, sen kime benzedin böyle anlamıyorum ki? ”deyip kahvaltı masasından kalktı. Ben ise onun arkasından baka kaldım.
Yatağımda artık hiç kıpırdamadan yatıyorum. Rüzgârın esintisi ile yerinden oynayan tül odamın içine dalan kocaman bir hayalete dönüşüyor. Gözlerimi sımsıkı kapatsam da bana hiçbir faydası olmuyor, gördüğüm hayalet tam başucumda gözlerini bana dikmiş, beynimdeki sesle bir olup bana neler yapmam gerektiğini söylüyor. İçimden annemin odaya gelmesi için ettiğim duayı bile artık duyamıyorum. Biri beynimi kesip bu sesleri susturmalı yoksa ben kendi kafamı keseceğim. Sallanmaya da başladım. Babam ve annem beni sürekli uyarıyorlar fakat yardım çığlıklarıma kulaklarını tıkamış durumdalar. Uyumalıyım hem öyle derin uyumalıyım ki bir daha hiç uyanmamalıyım.
Korku hikayesi devam ediyor
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama birden sıçrayarak uyandım. Burası benim odam değildi. Kasvetli, soğuk ve her tarafı gri renk olan bir odadayım. İçime sinsice giren ürperti tüm vücudumun titremesine sebep oluyordu. Yattığım yerden doğrulup, bacaklarımı karnıma kadar çekip sallanmaya başladım. Neredeydim ben? Bir kâbusun ortasında mı uyanmıştım? Annem, babam neredeler, neden içimdeki korku artarak çoğalıyor? Üzerimde ki kıyafetleri ne zaman giyindiğimi kendimi zorlasam da hatırlayamadım. Kafamı duvara yasladım, duvar da içim kadar soğuktu ama ben üşümenin, sallanmanın ve kendime engel olamadığım titremelerimin dışında sanki betona yapıştırılmış gibi kımıldayamıyordum. Beynimdeki ses uzun bir süreden sonra sessizleşmişti, konuşmuyordu. Buna nedense çocuk gibi sevindim. Ellerimle başımın üstünü tuttum. Ne yapmaya çalıştığımı ben de bilmiyordum ama sanki her şey sona ermişti. Derin bir uykuya dalma isteği duydum. Odada sadece bir sandalye ve masa vardı. Olsun, bunun hiçbir önemi yoktu, beynimdeki ses susmuştu ya oturduğum yerde uyusam ne olacaktı ki?
Gözlerimi tavanda yanan beyaz floresan lambaya çevirdim, garip bir cızırtı çıkarıyordu. Kapının açılması ile birlikte başımı o tarafa döndürdüm. Uzun boylu ve yapılı bir adam içeriye girdi. Elimde olmadan, beni görmesin diye oturduğum yerde ondan saklanmaya çalıştım. Ama bunun hiç bir işe yaramayacağını biliyordum. Adam yavaş hareketlerle gelip tam önümde durdu. Başını sağa sola hafifçe salladıktan sonra dizlerinin üzerine çöküp gözlerini gözlerime dikti. İfadesi sert olsa da bakışlarında şefkat vardı.
“Kendine gelebildin mi Kaan? ”diye sorunca şaşırdım ve başımı salladım. Kendimden geçtiğimi ve buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum ama sanki başka bir cevabım yokmuş gibi başımı sallamanın doğru olduğuna karar vermiştim.
Tam o sırada beynimin içindeki ses tekrar konuşmaya başladı.
“Sakın ona bir şey söyleme!”
Biraz önce duyduğum sevinç anında kaybolup gitti. Gözlerimi kapatıp kâbusun sona ermesini bekledim. Bir el kolumu tutunca irkilerek gözlerimi açtım, adam ayağa kalkmam için bana yardım ediyordu. Ben de ona bir kukla gibi itaat ediyordum. Her yanım uyuşmuş, titremem de artmıştı.
Masaya yaklaşınca beni sandalyeye oturtup tam karşıma geçerek, “Kaan, şu an nerede olduğunu biliyor musun?” diye sordu bu kez.
O kadar hızla başımı sağa sola salladım ki boynum acıdı. Derinlerde bir yerde nerede olduğumu bilsem de bunu kabul etmekte zorlanıyordum. İnkâr edersem kâbusumun sona ereceği gibi bir düşünceye kapılmıştım. Adam ellerini masanın üzerine koyup tekrar aynı soruyu sordu. Bense dilimi yutmuş, sanki ömrümce hiç konuşmamışım gibi ağzımdan kelimeleri çıkartamıyordum. Başımı önüme eğdim, ne yaptığımın bilincinde değildim. Birden sanki bana ait olmayan zayıf bir çocuk sesi ile “Anne” dedim. Buna ben bile şaşırdım, sonrasında ise çok komiğime gitti ve kahkaha ile gülmeye başladım. Karşımdaki adamın önce ellerini sonra kendisini masadan bir adım geriye çektiğini gördüm. Bense hala gülüyordum, beynimdeki ses de bana eşlik ediyor, o da gülüyordu.
Adam bir an öyle kaldıktan sonra masanın üstünden bana yaklaşarak, “Kendine gel, birazdan çocuk psikoloğu ve çocuk şubeden bir memur senin ifadeni almak için gelecekler,” deyince gülmem bıçak gibi kesildi.
Ona baktım. Nasıl bir yüzle baktıysam adam elini uzatarak saçlarımı okşamaya yeltendi. Bense oturduğum sandalyenin üzerine bacaklarımı karnıma çekerek tekrar sallanmaya başladım. İstem dışı gözlerimden yaş akıyordu.
Neden ağladığımı ben anlamamışken, adam şefkatli bir ses tonu ile ”Ağla, kendini sıkma rahatlarsın,” dedi. Neden öyle söylediğini anlamasam da ağlamaya ve sallanmaya devam ettim.
Beynimdeki ses, artık her şeyin bittiğini, korkmamam gerektiğini, bundan sonra birlikte daha neler neler yapacağımızı söylüyordu. Ama ben hala çok korkuyordum. Ellerimle kulaklarımı kapatıyordum. Ben onu duymamaya çalıştıkça o sesini daha çok yükseltiyordu.
Kapı ne zaman açıldı ve kadınla adam ne zaman içeri girdi hiç fark etmemiştim. Gelen kadın omuzuma dokununca korkudan neredeyse sandalyeden düşecek gibi oldum. Bana siyah gözlerini dikmiş, garip bir biçimde bakıyordu. Rahat olmamı ve korkmam için bir sebep bulunmadığını söyleyen sesini sanki rüyadaymışçasına çok uzaktan duyuyordum.
İlk gelen adam odadan çıktı ve elinde bir sandalye ile geri geldi. Kadın bu sandalyeye oturdu, karşıma geçti ve “Birkaç soru soracağım ama istemezsen cevaplamak zorunda değilsin,” dedi. “Benim adım Zeynep, psikoloğum. Senin adın ne?”
Adımı sorunca ürktüm. Beynimin içindeki ses, onun bana zarar vereceğini, sorularına cevap vermemem gerektiğini söylüyordu. Ama söyledim.
Kadın, kendi kendine konuşur gibi, “Güzel, güzel,” diyerek başını salladı. Sonra hafifçe tebessüm ederek, “Kaan buraya gelmeden önce neler yaptığını hatırlıyor musun?” diye sordu.
Bu soruyu sormasıyla birlikte ben yine başımı hızlıca sallayıp gözlerimi kapattım ve kollarımla, karnıma çektiğim bacaklarıma sarıldım. Sallanmam, istemediğim halde şiddetleniyordu.
Kadın, bacağımın üzerinde duran elimi tutarak, “Üzerindeki kıyafetler sana çok yakışmış, nereden aldığını bana da söyleyebilir misin?” dedi.
O anda, üstümdeki kıyafetlerin bana ait olamadığını farkettim. Ayağa kalktım ve korku içinde “Bunlar bana ait değil!” diye bağırmaya başladım. Bir yandan da üzerimdeki kazağı çıkarmaya çalışıyordum. Odada bulunan herkes etrafıma toplanarak anlamadığım bir dilde konuşmaya başladılar. Beynimde ki ses ise onlardan uzak durmamı söyleyip duruyordu. Kıyafeti bir türlü çıkaramadım. Yorulunca masanın dibine çöktüm, sağ tarafa doğru cenin şeklinde uzandım.
Kadın, yanı başımda dizlerinin üzerine oturmuş, sakin olmamı bana zarar vermeyeceklerini, bildiklerimi anlatmamı söylüyordu. Benim ise ağzımdan yine o çocukça sesle, anne kelimesinden başka bir söz çıkmıyordu.
Kadın saçlarımı yüzümden çekip “Kaan annene ne oldu?” diye sordu.
Beynimdeki ses, onu öldürdüğümü söyledi hem de bağırarak. Birden olduğum yerde, üzerime beton dökülmüşçesine donduğumu hissettim. Artık sallanmıyordum. Ses ise gittikçe yükselerek aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu. Bu gerçek olamazdı, kesinlikle bir kâbusun içindeydim. Yoksa, neden konuşamıyordum ki? Belleğimde anne dışındaki bütün kelimeler silinmiş gibi sadece bu kelimeyi tekrarlıyordum. Kadın kolumu tutup yerden kalkmam için çaba gösteriyordu. Yanında gelen adam ise sadece beni izliyordu. Ondan korktum, bakışında değişik bir şey vardı. Birden aklıma bir şey geldi. Gerçek mi rüya mı bilmiyordum fakat annemi salonda görmüştüm yerde yatıyordu her yerinde kan vardı. Ona dokundum, sarıldım ama ağladım mı bilmiyorum. O ara evimizin bahçesine açılan teras kapısından çıkan bir kadın gördüm, yoksa adam mıydı? Siyahlar giyinmişti. Ama bu gerçek değil, biliyorum gerçek değil. Sadece bir kâbus, birazdan uyanacağım ve annemin izlediği saçma sapan diziye bir göz atıp tekrar onunla konuşmaya çalışıp odama korkarak gireceğim. Kesinlikle böyle olacak. Başka türlü olamaz… Olmamalı…
Beynimdeki ses, “Sonunda oldu!” diyerek kahkahalar atıyor, “Bak annenden kurtuldun!” diye çığlık çığlığa bağırıyordu.
Kadın yüzüme bakıyordu. Saçımı okşayarak, “Kaan bir şey mi hatırladın, lütfen oturmaya çalış ve bana ne hatırladığını anlat, sana yardım etmek istiyorum,” dedi.
Uzun zamandan bu yana, ilk kez biri bana yardım etmek istiyordu.
“Korkuyorum,” diyebildim.
Kadın korkmamamı, benim için orada olduğunu söyledi. “Lütfen sana yardım etmeme izin ver, gel önce şu sandalyeye oturalım.”
Sandalyeye geçersem gördüklerimin gerçek olacağından korkuyordum.
Başımı sallayınca kadın da yere oturdu. “Evden bugün hiç çıktın mı, arkadaşlarını anneni, babanı gördün mü? Seni arkadaşlarım boş sokaklarda bağırarak dolaşırken bulmuşlar, hatırlıyor musun? “
Bunu dediğinde sanki başkası yapmış ta ben izlemişim gibi bir hisse kapıldım. Başımı aşağı yukarı sallayarak ona hatırladığımı söylemeye çalıştım.
“Güzel,” diyerek konuşmasına devam etti. “Peki, bağırırken ne söylediğini hatırlıyor musun?”
Hatırlamıyordum. Beynimdeki ses, sürekli benim yaptığımı söylüyordu ama ben ne yaptığımı bilmiyordum.
“Bak canım sürekli aynı kelimeleri tekrarlıyormuşsun. Ben yapmadım, anlamıyor musun, ben yapmadım diyerek bağırıyormuşsun.”
Beynimdeki ses, bağırmaya başlamıştı, sen yaptın boşuna kendini kandırma deyip duruyordu. Sesi duymamak için kadının yüzüne bakmaya başladım adı neydi, unutmuştum ama önemli değildi. O da bana bakıp “Sana yardım edeceğime inanıyor musun?” deyince hızla başımı salladım.
O ise tekrar kolumu tutup beni kaldırmaya çalıştı. Bu sefer ona uyarak sandalyeye oturdum. Saçım yüzüme düşmüştü. Elini uzatıp geriye doğru sevgiyle düzeltti. Saçımı tarıyormuş gibi hissettim. Birden çocukluk yıllarımdan kalma bir görüntü gözyaşlarıma eşlik etti. Ana sınıfına başladığım gün annem de saçlarımı bu şekilde sevgiyle geriye doğru eliyle taramıştı. Boş gözlerle kadına odaklanmaya çalışıyordum. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Beynimdeki ses yerine onu dinlemek istiyordum. Gözlerinde gördüğüm bir şey ona bakmamı sağlıyordu.
“Kaan sorduğum soruyu hatırlıyor musun, rica etsem hatırladığın kadarını anlatır mısın?”
Evet, evet anlatacaktım. Sonunda güçlükle, “Ben, ben sizi değil başımın içindeki sesi duyuyorum… “ diyebildim. “Korkuyorum, çok korkuyorum. Siz de o sesi duyuyor musunuz? Siz de korkuyor musunuz?”
“Ben korkmaman için buradayım,” dedi yumuşak bir sesle. “Sesi duymuyorum. Sana ne söylüyor?”
“Daha çok şeyler yapacağımızı, artık özgür olduğumuzu. Ve sürekli sen yaptın diyor… Ama ben hiçbir şey yapmadım, yapmadım!” Artık ben de bağırıyordum.
“Sana ne yaptığını söylüyor?”
“Sadece sen yaptın diyor başka bir şey demiyor.”
“Tamam, anneni babanı en son ne zaman gördün bana anlatır mısın?”
“Babamı… Onu bugün görmedim. Annem evde dizi seyredip gülüyordu.”
“Ona dışarı çıkacağını söyledin mi?”
“Hayır… Söylemedim, çünkü salonda kanlar içinde yatıyordu. Onu salladım, sarıldım, bir yerinde bıçak vardı…”
“Devam et canım seni dinliyorum korkma bak ben sana yardım ediyorum, anlıyor musun? Lütfen gözlerime bak, bana bak.”
“Ben anneme sarılınca o bıçak daha derine girdi. Sesini duydum. Ama bu rüyaydı. Gerçek değil ki. Ben hep böyle kâbuslar görüyorum. Beynimdeki ses beni kimsenin anlamayacağını, eğer anlatırsam deli diye oynatacaklarını söylüyor ama ben onu da dinlemiyorum. Anneme, babama kaç kez söyledim beynimdeki sesleri. Korktuğuma onlar bile inanmadı. Normalmiş bunlar. O yüzden kâbuslarımı sadece ben bilirim, kimseye anlatmam. Bu, bu da kâbus, birazdan uyanıp annemin yanına gideceğim… Biliyorum gideceğim.”
“Tabi ki gideceksin ama o kâbusta neler oldu şimdi tekrar hatırlamaya çalış. Sonra gideceksin, ben sana yardım edeceğim.”
“Ben odamdaydım, uyumaya çalışıyordum, sanırım uyudum. İnsan uyanıkken kâbus görmez ki. Rüyamda da uyuyordum, bir şeyin kırılma sesi ile uyandım ve salona doğru yürüdüm. Annem tam koltuğun önünde yerde yatıyordu… Her yerde kan vardı. Korktum ama yanına gidip oturdum, bağırdım, sarıldım ama o bana bakmıyordu… Gözleri kapalıydı. Sonra birini gördüm, terasa çıkan kapının önünden bana bakıyordu. Ben ise annemi yere bırakıp ellerimdeki kanı üzerime silmeye çalışıyordum. Ağlıyordum. Uyanmak istiyordum ama uyanamıyordum. Gördüğüm kişi yanıma geldi beni yerden kaldırdı ve banyoya götürdü, musluğu açtı ve ben ellerimde ki kanı yıkamaya başladım. Sonra bana yardım etti, üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine koydu. Ellerini ilk kez gördüm siyah eldivenleri vardı. Beni orada bıraktı tam banyo kapısının dışına çıkarken bana anneni sen öldürdün dedi… Bu kâbus dedim. Ben neden annemi öldüreyim diye düşünürken beynimdeki ses o seni sevmiyordu hatırla diye konuşmaya başladı. Bunu duymak istemiyordum. Annem beni seviyordu ve bu sadece bir kâbustu. Uyanınca soracaktım… Ama hala devam ediyor. Artık üşüyorum, bana yardım edin uyanayım. Söz veriyorum anneme bir daha ses duyuyorum demeyeceğim duysam bile demeyeceğim… Uyanmak istiyorum…”
“Tamam, canım, sen sakin ol. Peki, kâbusunda gördüğün kişiyi tanıyor musun? Acele etme biraz düşün.”
“Hayır tanımıyorum. Siz rüyanızda gördüğünüz herkesi tanıyor musunuz?”
“Tabi ki tanımıyorum fakat bazen çok küçük bir ayrıntı sabah uyandığımızda bize rehberlik edebiliyor.”
“Benim kâbuslarımda öyle bir şey olmuyor çünkü çoğunu korkudan hatırlamıyorum.”
“Ama bak bunu hatırlıyorsun. Bir daha düşün, zayıf mıydı, uzun muydu, gözleri saçları ne renkti? Annenin bir şey dediğini duydun mu?”
“Hayır, duymadım, duymadım anlamıyor musunuz bu sadece bir kâbus. Neden dikkat edeyim ki, uyanınca hepsini unutuyorum.”
“Tamam, canım sakinleş biraz. Ben seni çok iyi duyuyorum ve anlıyorum ama sana yardım etmek için burada olduğumu unutma lütfen.”
Utandım birden. İlk kez biri duyduğum seslere ve korkunç kâbuslarıma inanıyordu. Tekrar ona bakmaya çalışarak, “Siyah giyinmişti,” dedim. “Saçlarını kapatmıştı, kar maskesi vardı yüzünde. Zayıftı sizin gibi, boyu teyzem kadardı. Teyzem… Teyzem kâbusta olsa neden anneme zarar versin ki? Çok saçma. Bu kâbus bitmeli ben neler diyorum böyle? Neden hala uyanamıyorum? Bu çok gerçekçi, ilk kez böyle oluyor, kâbuslarımda hiç üiümezdim, ama şimdi donuyorum. Ve beynimin içindeki ses bunun kâbus değil gerçek olduğunu söylüyor. Gerçek değil, değil mi? Bana cevap verin gerçek olamaz bu… Yoksa annem gerçekten öldü mü?”
Tekrar sallanmaya başlamıştım ve farkında olmadan ağlıyordum. İçimde bir yer acıyordu. Hiç kâbuslarda insanın içi acır mıydı?
“Çok üzgünüm Kaan, seni sokakta iç çamaşırı ile bulan arkadaşlar üzerindekileri giydirip seni buraya emniyete getirmişler. Üzerinde kimlik yokmuş. Arkadaşlarımız seni buldukları cevrede soruşturunca bir üst mahallede oturduğunu öğrenip aileni görmeye gitmişler. Evinizin dış kapısı açıkmış ve annen gerçekten salonda kanlar içinde yatıyormuş. Babana haber vermişler. Şehir dışında olduğu için hemen gelemedi fakat şu sıralar uçağı inmek üzeredir. Baban gelir gelmez seni hastaneye aldırıp müşahede altında tutacağız. İnan çok üzgünüm.”
Artık onu duymuyordum annem yoktu artık ve ben burada olduğuma göre, bir de beynimdeki ses sen yaptın dediğine göre annemi ben öldürmüştüm. Yok, bu olmaz kesinlikle olmaz ben neden annemi öldüreyim ki? Birden ayağa kalktım odadaki herkes bana bakıyordu. Ben ise bağırmaya başladım.
“O siyahlar giyinmiş olan ve ellerimi yıkayan kimdi? Anneme o zarar verdi ben böyle bir şey yapamam. Ben sadece ses duyuyorum ve kâbus görüp korkuyorum ama anneme bir şey yapmadım anlıyor musunuz yapmadım.”
Artık konuşulanları anlamıyordum. Dudakları oynuyor, kolumu tutuyorlardı fakat ben onları duyamıyordum. Yere çöktüm, dizlerimi karnıma çekip kollarımla ayaklarıma sarıldım. Karanlık bir kuyuya doğru düşüyordum. Önceleri korkuyordum fakat şu an garip bir biçimde huzurluydum. Etrafıma sanki duvar örülmüş gibiydi ve ben o duvarın içine kimsenin girmesine izin vermeyecektim…
Korku hikayesinde finale doğru
Odamın camından dışarıyı seyrederken kapının açıldığını duysam da başımı çevirmedim. Artık hiç konuşmuyordum. Buraya getirildiğimden beri sadece hemşireler ve doktorların bana yaptıkları zorunlu şeylere uymaya çalışıyordum. Beynimdeki ses tamamen susmuştu ve ben kendimi içi boşaltılmış bir hayvan gibi hissediyordum. Babamın ve doktorumun haricinde bir ses duyunca kıpırdamadan dinlemeye başladım. Sesin sahibini tanımıştım. Bana o küçük tuhaf odada ilk kez inanan kadının sesiydi bu. Adı neydi?… Hatırlayamadım. Dinlemeye başladım.
“Doktor Bey hastamızın gelişim göstermesine çok sevindik. Ben de size bilgi verip Kaan’ı görmek için ziyaret etmek istedim. Onun katil olduğuna inanmamıştım.”
Bu son cümleyi duyar duymaz onlara doğru döndüysem de bunu fark etmediler. Babam başını sallıyor fakat doktorum benim gibi can kulağı ile kadını dinliyordu. Nefesimi tutup, dinlemeye devam ettim.
“Kaan’ın verdiği bilgiler doğrultusunda emniyetten arkadaşlarımız olayı derinlemesine araştırmaya başladılar. Katil her ne kadar ipucu bırakmamaya çalışmışsa da evde iki farklı ayak izine rastladık. Kurbanın yanındaki kana bulanmış ilk ayak izi Kaan’ındı. Fakat farklı bir ayak izi daha vardı. Adım uzunluğu silik te olsa altmış dört santimetreye denk geliyordu. Bu da katilimizin tahminen bir metre altmış santimetre boyunda olduğuna işaret ediyordu. Kaan benimle konuşurken siyahlar giyinmiş bir kişiden bahsetmişti ve teyzem gibi demişti. Biz de soruşturma gereği tüm akraba, komşu ve aile ile iletişimi olan herkesi sorguya aldık. Sonuçta gördük ki Kaan yanılmamış. Annesini öldüren gerçekten de teyzesiymiş. Sebebi ise, miras davası!”
Bunu hatırlıyordum. Teyzem kendisine haksızlık yapıldığını annemin daha çok pay aldığını söyleyip duruyordu. Oysa ki miras eşit olarak bölüştürülmüş sadece anneannem pırlanta gerdanlığını ve küpelerini ilk çocuğu olan anneme bırakmıştı. Teyzem bir yıl önce annemden kolyeyi istemiş annem ise onun kendisine ait olduğunu söyleyince, tartışma kavgaya dönüşmüştü .
Garip bir şekilde o günü en ince ayrıntısına kadar hatırlayarak konuşmayı dinlemeye odaklanırken, babamın pişmanlığını ilk kez görüp şaşırdım. Gözlerinde yaş vardı. O da kadını can kulağı ile dinliyordu.
“Üzülerek söylüyorum doktor bey, Kaan ses duyduğunu ve gerçeğe yakın kâbuslar gördüğünü teyzesine de anlatmış. O da ablasını öldürüp çocuğun üstüne yıkmaya çalışmış fakat çocuğun konuşabileceğini tahmin edememiş. Konuşsa bile ona kimsenin inanmayacağını düşündüğünü dile getirmiş. Ben Kaan adına çok sevindim. Tedavisinin de iyi gitmesi onun tekrar hayata tutunmasına sebep olacak. Ben de elimden geldiği kadar onun hayatında yer almaya çalışacağım.”
Sözlerini tamamladıktan sonra bana baktı. Bakışlarındaki koşulsuz sevgiyi görünce, gözümden akan yaşlara mani olamadım.
“Teşekkür ederim,” dedim kendimi bile ürperten bir sesle. “bana inanarak ne kadar büyük bir iyilik yaptığınızı size anlatamam. Annemi ben öldürmüş olsaydım eğer, emin olun, bir daha nefes almamak için elime geçen ilk fırsatı değerlendirdim.”
Babam ve kadın yanıma yaklaşıp bana her şeyin yoluna gireceğine dair sözler söylediler. Doktorum da onlara tedavime devam ettiğim sürece nasıl daha iyi olacağımı anlattı.
Bunu ben de çok istiyordum. İyileşmek, yeni bir hayata başlamak ve geçmişi tamamen unutmak en büyük umudumdu. Babamın güçlü elini omuzumda hissedince bu umuda daha çok sarıldım…