Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Mahzen

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Nurhan Işkın
Nurhan Işkın
Nurhan Işkın, Almanya doğumludur. Eğitim hayatını Almanya'da tamamlamıştır. Daha sonra Türkiye'ye dönen yazar İzmir'de yaşamaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan polisiye yazarının Geçmişten Gelen Cellat ve Katilin Özrü adlı iki polisiye kitabı bulunmaktadır. Nurhan Işkın'ın polisiye dergimizde yayınlanan eserlerini bu sayfada bulabilirsiniz.

Peder Antony akşam duasından sonra yorgunluktan bitap düşmüş ağrıyan kemiklerine aldırış etmeden sızıp kalmıştı. Yoğun bir gün geçirmişti. Artık genç değildi. Yaşı yetmişleri devirmişti fakat kendini duanın gücü ile daha genç hissettiğini kendi kendine söyleyip duruyor ama bu düşüncesinin gerçeği yansıtmadığını da biliyordu. Bu kilisede görev yapmaya başlayalı neredeyse yirmi yıl olmuştu. Karşıyaka semti İzmir’in en gözde semtlerinden birisiydi. Buraya İtalya’dan gelmiş ilk yıllar zorlansa da katolik cemaatin ve esnafın yardımı ile Türkçeyi öğrenmişti. Her dinden insanın kendisine duyduğu saygı ve sevgiden memnundu. Geldiği günün ertesinden itibaren her gün toplu dua rutinini cemaatine aşılamayı başarmıştı. Bu rutine başladıktan bir hafta sonra kendisini ziyarete gelen İmam Yakup ile o günlerde tanışmıştı. Birlikte geçirdikleri yıllardan sonra en iyi dostu olmayı başaran bu din adamı Karşıyaka Mustafa Kemal Paşa Camisi’inde görev yapıyor, her iki cemaat tarafından seviliyordu. İmam Yakup’a göre bütün inançlar Allah’a çıkıyordu. Fırsat buldukça akşamları bir araya gelir her tür konu hakkında konuşur ve tartışırlardı. İmamın dünya güzeli kızı Meryem ise, Peder Antony’nin gönlünde farklı bir yere sahipti. Onun yüreğinde bütün çocuklar değerliydi fakat Meryem elinde büyüdüğü için onu olmayan evladı yerine koyar, her şeyi ile ilgilenmeye çalışırdı. Son dönemlerde Meryem’in solgun gözleri kendisini endişelendirmişti. Defalarca onunla konuşmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Oysa Meryem kendisi ile her şeyini paylaşır fikir alışverişinde bulunurdu. Ziraat mühendisliği okuyor, kilise kütüphanesinin kaynaklarından yararlanıyor, Peder Antony’nin ilgilendiği alternatif tıp ile ilgili sayısız sorular soruyordu. Neredeyse bir aydır ne kütüphaneye ne de kiliseye uğramıştı. Peder Antony onun gençliğine vererek biraz zaman tanımaya karar verdi. İmam Yakup’un hanımı Fatma Hanım kilisenin karşısında ikamet etmenin verdiği bir yakınlıkla her akşam pişirdiği yemeklerden kendisine gönderir yada fırsat bulursa  kendisi getirirdi. Yirmi yıldır birbirlerine yarenlik eden bu farklı dinlere inanan iki din adam birbirlerini hiç kırmadan, üzmeden bu güne gelmişlerdi. Peder Antony ve İmam Yakup bütün dünyadaki din adamlarının farklılıklarını hoş görerek, birbirlerine saygı ve sevgi duyarak tüm kötülüklerin üstesinden gelineceğine inanıyorlardı. İkisine göre; vaazlarında sık sık dile getirdikleri, sevgi ve anlayış ile dünyada ne savaş, ne açlık, ne de suç olacağı konusunda hemfikirlerdi. Bu manada da tüm insanlara kucak açmayı kendilerine görev adletmişlerdi. Peder Antony, Ramazan ve diğer kutsal günlerde İmam Yakup’u mutlaka ziyaret eder, İmam Yakup ve ailesi de onu kutsal günlerinde yalnız bırakmazlardı.

Bugün günlerden cumaydı. Peder Antony kendi dini vecibelerini yerine getirdikten sonra İmam Yakup’un vaazını dinlemek için camiye gidecekti. Bu neredeyse yirmi yıldır sürdürdüğü bir geleneğe dönüşmüştü. Hazırlıklarını tamamladı. Kilisenin mihrabından aşağıya indiğinde bir ses duydu oysa bütün Karşıyaka sakinleri cuma vakti Peder Antony’nin kiliseden ayrılacağını bir saat sonra geleceğini bilirdi. Sesi tekrar duyunca etrafına bakındı. Dikkat kesildiğinde sesin günah çıkarma kabininden geldiğini anladı. Adımlarını olabildiğince hızlı atarak kabine yaklaştı. İçeride biri vardı. Kendi bölümüne geçip, gelen kişinin tövbesini dinleyip gitmek istiyordu.

İçine çöken huzursuzluğa aldırış etmeden “Hoş geldin evladım,” diyebildi.

Ahşap paravanın arkasında oturan kişiyi çok iyi göremiyordu. Hafifce öksürerek gırtlağını temizledikten sonra, “Evladım, Tanrı’nın evine hoş geldiniz. Merhametli Tanrı sizi bağışlayacaktır,” diyerek şansını tekrar denedi. Huzursuzluğu artmaya başladı. Günah çıkarmaya gelen insanlar genellikle sesini duyar duymaz pişmanlıklarını dile getirir bir an önce işledikleri günahı kendisine yükler ve aceleyle çıkar giderlerdi. Pişmanlığın verdiği utancı kimse görsün istemezlerdi. Peder Antony bu durumda başını öne eğer, elindeki tesbihe odaklanır, gelen kişinin rahatsız olmaması için paravana doğru bakmazdı. Sonuçta insanlar hata yapabilir, günah işleyebilirlerdi; bu yaradılışlarında vardı. Bir dakikaya yakın sessiz kaldıktan sonra oturan kişiye tekrar seslendiyse de cevap alamadı. Tanrı’nın evinde olması sebebi ile gelen kişi konuşana kadar beklemek zorundaydı. Tam ağzını tekrar açmıştı ki, kabinin kapısının açılıp kapandığını duydu. Başını paravanın küçük oymalarına doğru kaldırdığında içeride kimsenin olmadığını gördü. Gelen kişi konuşmadan çıkıp gitmişti. Bu duruma üzüldü zira insanoğlu ne günah işlerse işlesin, tövbe eden  kişiyi merhametli Tanrı affedeceğini söylüyordu. Bu durum tuhafına gittiyse de üzerinde durmamaya çalıştı. İnsanlar kendisine güvenir ve her sırlarını açarlardı. Biraz önceki gibi bir olayla meslek hayatı süresince hiç karşılaşmamıştı. Ne kadar düşünmemeye çalıştıysa da kiliseden çıkıp camiye doğru giderken, gelen kişinin neden günahını itiraf etmediği kafasının içinde dönüp durdu.

Camiye geldiğinde cemaat namazını bitirmiş can kulağı ile İmam Yakup’un vaazını dinliyordu. Kendisine hemen bir yer bulup oturdu. Yıllardır geldiği bu cami ona huzur verirdi ama bugün nedense huzur yerine içine çöken sıkıntı daha da artmıştı. Ne kadar uğraşsa da can dostunu dinlemeyi başaramadı. Bir yanı kalkıp gitmesini söylerken bir yanı da İmam Yakup’u beklemesini öğütlüyordu. Cemaat kıpırdanmaya başladı. Esnaf olanlar hızlı ve yüzlerinde ibadetin verdiği huzur ile ayrılırken, kalan kişiler de yavaş yavaş camiyi ve bahçesini terk etmeye başladılar.

Peder Antony minberde cübbesini çıkaran İmam Yakup’a yaklaşarak “Tanrı dualarını kabul etsin kardeşim,” dedi.

İmam Yakup da ona tebessüm ederek “Allah’ım hepimizin dualarını kabul etsin kardeşim. Seni gördüğüme çok sevindim. Hanım yaprak sarması ve ayran çorbası pişirdi ve bizi bekliyor. Oyalanmayalım ne dersin?”

“Bugün gelmesem çok mu ayıp olur?”

İmam Yakup onun yüzüne odaklanarak “Sen iyi misin Peder? Yüzün çok solgun görünüyor. Bir şey mi oldu?” diye endişe ile sordu.

“Yok, aslında bir şey olmadı; nedense biraz keyifsizim. Sen merak etme. Gidip biraz uzanayım. Akşam duasından sonra gelirim.”

“Ben senin bu halde gitmene izin vermem. Canın bir şeye sıkılmış. Biz birbirimize destek olmaz isek kim olur? Gel şuraya otur biraz konuşalım,” diyerek yere çöktü.

Peder Antony biraz tereddüt ettiyse de bu içten daveti geri çevirmeye gönlü razı olmadı. İmam Yakup’un karşısına geçip oturdu. Derin bir nefes alıp bugün yaşadığı olayı anlattı.

Onu can kulağı ile dinleyen İmam Yakup, “Sıkma canını Peder Antony,” dedi. “Belki cesaret edememiştir itiraf etmeye. Hem bunda bu kadar tedirgin olacak ne var? Adam ya da kadın pişmanlık duyup kapına kadar geldiyse mutlaka geri gelecektir. Hem sen demez misin, ‘Her günah, tövbe gününü bekler,’diye. Belki pişmanlığından büyük utancı vardır, bilemeyiz ki.”

“İyi güzel söylüyorsun da gelen kişi her ne günah işlediyse içime bir huzursuzluk bıraktı. Hem kilisemde hem burada hâlâ tedirginim. Ben Tanrı’nın evlerinde bu kadar huzursuzluğu daha önce hiç yaşamadım. Neden bilmiyorum ama içime bir karanlık çöktü Yakup.”

“Biraz önce söyledin ya daha önce böyle bir durumla karşılaşmadığın için olabilir huzursuzluğun. Bak yineliyorum o kişi geri gelecek, bunu sen de biliyorsun. Zaman zaman hepimiz de olmuyor mu bir şeyi söylemek isteyip de söyleyemediğimiz. Sen sıkma o güzel canını. Eğer çok tedirginsen bu gece bizde kal. Biraz fikir alışverişi yapar, sabah ben camiye sen de sabah duası için kiliseye gidersin. Ne dersin?”

“Yok, Yakup ben en iyisi gideyim.”

Peder Antony, oturduğu yerden zorlukla doğruldu. Can dostuna dönerek “Ah şu romatizmalar… dizlerimi kütük ediyor… Yaşlılık çok zor çok,” diyerek ayağa kalktı.

“Dur Antony ben de seninle geliyorum. İkindi vaktine daha çok zaman var. Hanıma sesleniriz yemekleri kiliseye gönderir. Hem bana bir satranç maçı sözün vardı onu aradan çıkaralım.”

İmam Yakup, Peder Antony’nin koluna girdi, camiden birlikte çıktılar. Peder Antony dışarı adım atar atmaz üşümüş gibi cübbesinin önünü sıkıca kapattı. Yaz mevsiminin ilk ayında sebepsizce titreyişini İmam Yakup’a belli etmemeye çalışarak içinde gitgide artan huzursuzluğun ne anlama geldiğini düşünüyordu.

Camiden çıkıp kiliseye doğru giderken yol boyu insanların soru ve sevgileri ile karşılaşıp kısa muhabbetler ettiler. Kilise Sokağı’na girdiklerinde, İmam Yakup, “Peder Antony ben bir Hanım’a görüneyim. Hem yemekleri alayım hem de üzerime rahat birşeyler geçirip geleyim. Sen de satranç takımını hazırla,” dedi.

Peder sadece kafası ile onu onaylayarak sessizce yanında yürümeye devam etti. Kiliseye gelince,

“Seni bekliyorum Yakup. Ben de yemek için masayı hazırlayayım eğer Fatma Hanım kızımın ve Meryem’in işi yoksa onları da al gel. Hele Meryem’i görmek bana çok iyi gelecek,” diye mırıldandı.

“Meryem arkadaşına gidecekti döndü ise getiririm. Biliyorsun zamane gençleri bizimle değil arkadaşları ile zaman geçirmeyi daha çok seviyor. Hoş biz de öyleyiz ya.”

İmam Yakup, karşı kaldırıma geçti. Anlam veremediği bir tedirginlikle kilisenin bahçesine giren Peder Antony’nin arkasından bir süre baktıktan sonra, acele ile apartmanın ikinci katına çıktı. Fatma Hanım onu her zamanki güler yüzüyle  karşıladı. Yakup ona yemekleri hazırlamasını, öğle yemeğini kilisede Peder Antony ile birlikte yiyeceklerini söyleyince kadın gülümseyerek karşılık verdi. Peder Antony Fatma Hanım’ın gözünde baba gibi bir adamdı. Şansına bugün onun en sevdiği böreklerden de yapmıştı. Din adamı vasfı dışında herkese kucak açan, dürüst, doğru ve sevecen olması, çocuk yaşlarda kaybettiği babasını hatırlatırdı ona. Geçen yıllar ise bu adamı öz babası kadar çok sevmeyi öğretmişti. Hemen hazırlıklarını yaptı. İmam Yakup, kapıda onu beklerken Meryem annesini aramış kadın ise İmam Yakup’un eline yemekleri tutuşturmuş, kaş göz işareti ile gitmesini birazdan kendisinin de geleceğini anlatmayı başarmıştı. Yakup merdivenleri koşar adım inmiş, yaşlı dostunun tedirginliği kendisine de sirayet ettiğinden, biraz da huzursuzca kiliseye doğru koşar adım yürümüştü. Kilisenin bahçesinden içeri girdiğinde Peder Antony’yi kuşlara su koyduğu kapları doldururken bulmuştu. Onu görünce rahatladı. Hemen yanına giderek “Ah Peder Antony,” dedi. “Sokak hayvanları ile ilgili verdiğimiz vaazları cemaatimiz yanlış anlıyor; kimi çok fazla su ve mamaları sokaklara adım başı koyarken, kimi de hiç umursamıyor. Defalarca anlattım mamaları bir kabın içine koyup uluorta bırakmayın, çevreye de duyarlı olun diye ama dinletemedim. Şu sokağımıza hiç dikkat ettin mi? Her adım da mamalara basmayalım diye çaba gösteriyoruz ama bir arka sokakta ne su ne de mama var. İki kabın içine koyup bir sokağın başına bir de sonuna koysalar daha iyi olacak. Hoş Meryem koymuştu ama ertesi gün ne su kabı nede mama kapları ortalardaydı. Yardıma ihtiyacın var mı?”

“Yok, Yakup bitirdim zaten. Hani, Fatma Hanım kızım yok mu?”

“Tam çıkacaktı ki Meryem aradı. Birazdan aramıza katılacak.”

Tam bu sırada Fatma Hanım kapıdan içeri girdi. Hep birlikte Pederin ev olarak kullandığı arka bölüme geçtiler. Burası iki küçük oda, mutfak ve banyodan oluşan küçük bir evdi. Peder Antony kapıyı açıp onları içeri buyur ettiğinde Fatma Hanım ona dikkatle bakıp hasta olup olmadığını sordu. Peder Antony ise onun omzuna şefkatle dokunup yorgun olduğunu söylemekle yetindi. Fatma Hanım masayı hazırlarken İmam Yakup ve Peder Antony dünya ve ülkenin gidişatı hakkında konuşmaya başlamışlardı bile…

İkindi vakti geldiğinde yemekler yenilmiş, üzerine kahveler içilmiş, satranç maçına başlanmıştı. İki dost akşam duasından sonrası için sözleşmişlerdi. Fatma Hanım bulaşıkları yıkamış, mutfağı toparladıktan sonra eve geçmişti. İmam Yakup ise caminin yolunu tutmuş, Peder Antony de kilisenin kütüphanesine geçmiş, ‘İnsanın Yaratılışı’ ile ilgili kutsal kitaplar olan Kuran-ı Kerim, İncil, Tevrat ve Zebur’da yaptığı araştırmalara devam etmeye başlamıştı. Bir kaç ayet okudu. Notlar aldı ama kendini tamamen veremeyeceğini düşününce kitapları bıraktı. Aslında biraz bitkileri ile uğraşmak istiyor ama odaklanamayacağını biliyordu. Alternatif tıp kendini bildiğinden beri ilgisini çekiyordu. Kütüphanede biriktirdiği ve zaman zaman incelediği zehirli bitki kavanozlarını kimsenin ulaşamayacağı ayrı bir bölümde tutuyordu.Tüm bu karmaşık düşünceler eşliğinde bahçeye çıktı. Zaman ne kadar da hızlı geçmişti. Akşam duası yakındı. Minareden duyduğu ezan sesini huşu içinde dinledi. İmam Yakup’un sesi insanın içine işliyor, makamın uygun okuduğu ezan kalbine huzur veriyordu. Ezan bitince içeri geçti. Akşam duası için mumları yaktı ve kilisenin tam ortasında bulunan haçın karşısına geçerek tüm insanlık ve kendisi için dua etti. Sunak da diz çöküp dua etmeyeli yıllar olmuştu. Zira kendisi Tanrı’nın insanın nerede, ne zaman, nasıl dua ettiğine değil, kalbinden dilediklerine baktığına inanırdı. Bu konu ile ilgili İmam Yakup ile de konuşmuştu. Yaptığı araştırmalarda da kutsal kitaplarda duanın içten gelerek ve iman ile edilmesi kabul edileceğine dair ayetlerle doluydu. Duasını bitirdi. Şimdi odasına geçip biraz dinlenmeliydi. Tedirginliği geçmemişti. Kiliseden evine doğru ilerlerken her zaman kullandığı bahçe yolunu değil de içeriden mahzenden geçen yolu tercih etti. Arka tarafa doğru ilerlerken içsel olarak oraya ait olmayan bir şeyin var olduğunu hissetti. Kiler olarak kullanılan odanın kapısı aralıktı, oysa orası hep kapalı ve kilitli olurdu ama anahtarı daima üzerinde dururdu. Ayakları titremeye başladı. İçini saran ürpertinin mahiyetini anlamasa da gayriihtiyari aralık kapının önünde buldu kendisini. İçeriden dışarı gelen koku midesini bulandırdı. Kapıyı bilinçsiz bir şekilde hızla açtı ve bedeni onu taşımaktan vazgeçerek yere yığıldı. Bakışları odanın ortasında yatan genç delikanlının üzerinde sabitlenip kaldı.

İmam Yakup namaz sonrası Pederin garip davranışları yüzünden duyduğu huzursuzlukla kiliseye girdi. Peder Antony’ye seslendi cevap alamadı. Dönüp dışarı çıkacak iken bir inilti duyarak adımlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Hızlıca geldiği mahzen yolunun üzerindeki kilerin kapısının önünde yatan pederi görünce kalbi sıkıştı. Hemen yanına diz çöküp “Dostum, iyi misin?” diye endişe ile sordu.

Peder onu duymuyor görmüyor gibi boş gözler ile bakıyordu.

İmam Yakup, onun başını ellerinin arasına alarak “Peder Antony bir şey söyleyin! Neyiniz var?” diye tekrar sordu.

Peder sağ el parmağı ile odayı işaret etti. İmam Yakup başını o yöne çevirdiğinde odanın ortasında yüzüstü yatan delikanlıyı görünce pederi bırakıp ona doğru yöneldi. O şok ile, dokunmaması gereken delikanlın nabzını kontrol ettikten sonra hemen cep telefonunu çıkarıp gerekli yerlere haber verdi.

Peder Antony kendini biraz toparlamaya başlamıştı. İmam Yakup onun yanına gelerek koluna girdi, kilisenin kapısına doğru götürdü ve bahçede bulunan bankların birinin üzerine oturttu. Yıllardır Peder Antony kilisenin kapısını kilitlemez, gelen herkese Tanrı’nın evinde özgür olmanın verdiği his ile duasını etsin isterdi. Karşıyaka esnafı ve emniyet birimleri bu konuda kendisini defalarca uyarmış ama Pederi bu fikrinden vazgeçirememişlerdi.

 

 

Sabaha doğru emniyet güçleri, Olay Yeri İnceleme ekipleri işlerini yapmış, kiliseyi mühürlemiş, Peder Antony ve İmam Yakup’un ifadelerini almışlardı. Ölen delikanlının kimliği belliydi. Karşıyaka esnaflarından dönerci Mehmet’in oğlu Akın’dı. Bu delikanlının namı iyi anılmıyordu. Okul hayatı başarısız, arkadaş çevresi ise ipsiz sapsız doluydu. İmam Yakup onunla defalarca konuşmuş hatta Peder Antony bile ona destek olmaya çalışmıştı ama hiçbir işe yaramamıştı. En son vukuatı ise kız arkadaşına uyguladığı şiddetti. Mahkemesi hâlâ devam ediyordu. Babası ise sevilen sayılan bir insandı. İmam Yakup, Fatma’nın hazırladığı yatağa Peder Antony’nin yattığına emin olmak için odaya girdi. Yaşlı peder yatağın kenarına oturmuş ve düşüncelere dalmıştı. Omuzları daha çok çökmüş pencereden vuran gün ışığı beyaz sakallarını daha da belirginleştirmişti. Kapının açıldığını fark etmemişti. Kendi dünyasına dalmış gibi görünüyordu. İmam Yakup ona yaklaşıp yatağın kenarına oturdu.

“Aziz dostum,biraz uyumayı denesen çok yorgun görünüyorsun.”

Peder Antony, baktığı halının deseninden başını kaldırmadan, “Anlamıyorum Yakup,” dedi. “Tanrı’nın  evinde nasıl olur da cinayet işlenir? Gelen Komiser Mustafa’nın dediğini duymadın mı? Akın oraya öldürülüp getirilmemiş, bizzat orada öldürülmüş; hem de öğlen saatlerinde. Acaba diyorum günah çıkarma kabinine gelen kişi o muydu? Eğer oysa neden benden yardım istemedi? Ya o değil de gelen katil ise diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Her iki durumda da dikkatsizliğimin günahını ödemeliyim. Ben nasıl bu kadar duyarsız oldum Yakup? Akşamdan beri düşünüyorum. Neden günah kabini açılıp kapanınca çıkıp peşinden gitmedim.? Bu vicdan azabı ile nasıl yaşarım ben? Akın yanlış işler yapmış olabilir fakat o daha küçük bir çocuktu. Doğruları mutlaka öğrenecekti.”

“Şu an ne desek boş Akın için çok uğraştık sonunun böyle olmasını istemezdim. Çok yazık oldu çok ama sen kendini suçlamayı bırak. Eğer gelenin peşinden gitseydin belki sen de şu an burada oturuyor olmazdın. Ben gelenin Akın değil de katil olduğuna daha çok inanıyorum. Neden dersen; Akın olsaydı seninle mutlaka konuşurdu. Katil belki yaptığının şoku ile günah çıkaracaktı ama sonrasında sana zarar verebilirdi; iyi ki de gitmemişsin. “

İmam Yakup sesinin titremesine mani olamamıştı.

Gözünden akan yaşları silen Peder Antony başını yerden kaldırıp İmam Yakup’a baktı. “Keşke gitseydim; o zaman katilin kim olduğunu görürdüm. Sen de duydun olay yerinde katil parmak izi veya herhangi bir ipucu bırakmamış. Komiser Mustafa, Akın’ın ölüm sebebine zehirlenme dedi ki bu konuda hemfikirim. Akın’ın yüzü neredeyse bir felçli gibi yana doğru kaymıştı. Cildi ise tuğla rengindeydi. Biri bu çocuğu Tanrı’nın evinde zehirledi Yakup! Acı olan ise, ben oradaydım.”

“Çok üzgünüm çok ama eminim katil kısa sürede yakalanacaktır.”

“Keşke yıllar önce bozulan kameranın yerine yenisini taktırsaydım ben hep Tanrı’nın evlerinin gözetlenmeye ihtiyacı olmadığını savundum; gel gör ki insanoğlu artık Tanrı’nın evlerine saygı duymuyor. Kimi hırsızlık için kimi de cinayet için kutsallarımızı kirletiyor.” Bir an durduktan sonra, “Hadi sen git sabah ezanını oku,” dedi. “Ben de tüm ölülerimizin ruhu için dua edeyim.”

“Gel beraber gidelim seni böyle bırakmak içimden gelmiyor. Ne dersin?”

“Sen gelene kadar biraz düşüneyim belki aklıma bir şey gelir.”

“Bak bir şeye ihtiyacın olursa Meryem’e seslen senin yanındaki odada. Biraz da dinlenmeye çalış. Sağlığın için endişeleniyorum. Yorucu bir gece geçirdik. Sabahın hayrı gecenin şerrinden iyidir. Biraz dinlen sonra neler yapacağımıza bakarız.”

Odadan çıkan İmam Yakup, camiye gidene kadar Peder Antony’nin söylediklerini düşündü.

Eve geldiğinde Peder Antony’nin odasının kapısını kapalı görünce biraz uyumak için yatak odasına geçti. Kendini çok yorgun hissediyordu. Fatma Hanım, huzursuz bir uykunun rüya aleminde garip nefesler eşliğinde uykuya dalmıştı bile. Onu rahatsız etmemek için son derece dikkatle üzerini değiştirdi. Gözbebekleri yanıyordu. Biraz uyku kendisini dinlendirirdi. Nasıl olsa saat dokuz gibi kahvaltıyı hazır eder, sonra kendisini uyandırırdı Fatma Hanım. Bu düşünceler eşliğinde kendini uykuya teslim etmekte geç kalmadı.

Fatma Hanım’ın sesi ile uyandığında hala yorgundu. Acelece kalkıp giyindi. Banyoya geçmeden önce Peder Antony’nin odasının kapısına tıkladıktan sonra içeri girdiğinde beklemediği bir manzara ile karşı karşıya kalınca yorgunluğu uçup gitti. Zira yatak hiç bozulmamıştı ve Peder Antony odada yoktu. Koşar adım mutfağa gitti. Meryem ve Fatma Hanım kahvaltı hazırlamış, onları bekliyorlardı. Telaş içinde pederi sordu ama onlar da görmemişlerdi. İmam Yakup merak ve endişe ile evden çıktı. Kilise dün mühürlenmişti. İyi de bu adam sabahın kör karanlığında nereye gitmişti? Aklına hiç bir şey gelmedi. Yine de pederin kilisenin bahçesinde bulunan evinin yolunu tuttu. Kapıya defalarca vurdu fakat açan olmadı. Bir an ne yapacağını şaşırdı. Çarşı Karakolu’na gitse ne diyecekti? Belki hava almak için dışarı çıkmıştır diye düşünerek evine geri döndü. Fatma Hanım ve Meryem de endişelenmişlerdi. En iyisi dönmesini beklemekti.

Peder Antony, İmam Yakup evden çıkar çıkmaz ayrılmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu fakat mühürlü de olsa kiliseye gitme dürtüsünü bastıramadı. Kendi evinden eski mahzen yolunu kullanıp içeri geçecekti. Dün Olay Yeri İnceleme araştırmalarını yapmış bir şey bulamamışlardı. Akın’ın kiliseye girdiğini karşı kaldırımda bulunan esnaflardan kimse görmemişti. Demek ki arka bahçe kapısından içeri girmişti. Belki de katili ile beraber gelmişlerdi. Peder Antony mahzen yolundan kilisenin içine doğru yürüdü. Kilerin kapısının önüne gelince durdu. Nefes alış verişini düzenlemeye çalıştı. Kalbi çok hızlı çarpıyordu. Bir müddet bekledikten sonra kiler kapısını açtı. Bu odanın arka bahçeye açılan gizli bir bölümü vardı ama kimse bilmiyordu. Odaya girince karşı duvarı eliyle yokladı. Yıllardır açılmayan gizli kapı büyük bir gürültü ile yerinden oynadı. Peder Antony, bahçeye çıktı, kapının sağ ve sol tarafını iyice inceledi ama hiç birşey bulamadı. Geri içeri geçip gizli kapıyı kapattı. Bir yandan da düşünüyordu. Bu kapının varlığını gerçekten kimse bilmiyor muydu? Dün o panikle Komiser Mustafa’ya bahsetmeyi unutmuştu. Bu bilgiyi verip vermemekte kararsız kalarak günah çıkarma kabinine doğru yürümeye başladı. Ne aradığını kendi de bilmiyordu ama bir şeyler yapmak zorundaydı yoksa suçluluk duygusu onu esir almak için acele ediyordu. Önce gelen kişilerin girdiği tarafı inceledi. Parmak izi tozları her yerde duruyordu. Biraz oturdu. Yorulmuştu. Dünkü olayları gözünde yeniden canlandırmaya başladı. Kiliseden çıkmak için koridorda yürürken bir ses duyup buraya gelmişti. Kabinin içinde oturan kişinin yüzünü görmemişti fakat tamamen siyah giymiş olduğunu görmüştü. Bu bilgiyi Komisere de vermişti. Sonra kendi oturduğu tarafa geçip gözlerini kapattı. Hiçbir şey hatırlayamadı. Yaşlı zihnini tekrar tekrar zorladı ama başarılı olamadı. Biraz dua edip ağladı. Tam kalktığı sırada kabini ortasından ayıran panonun üzerinde bir saç teli görünce şaşırdı, zira bu tarafa kendisinden başka kimse girmiyordu. Eli titreyerek saç telini uzanıp aldı. Uzun ve kızıl saç telini cübbesinin cebinden çıkardığı mendilinin arasına koydu. Aklına gelen düşünceleri ne kadar kovalamaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Kalktı ve kabinden dışarı çıktı. Kütüphaneye gitmek için hızlı adımlar atıyor ama ayakları birbirine dolanmasın diye büyük bir çaba harcıyordu. Yıllardır yaptığı araştırmalar için biriktirdiği bitki kavanozlarına bakma ihtiyacı birdenbire aklına gelmişti. İçeri girdiğinde kavanozların olduğu bölüme gitti. En zehirlilere göz attı. Ölüm Meleği Mantarı, Hint Yağı, Karayemiş, Difenbahya, Ortanca ve Ölüm Camas’ı hepsi yerli yerinde duruyordu. Eğer Akın’ı biri zehirlediyse ve bu zehri buradan aldıysa ne yapardı? Biri kilisenin içinde serbestçe dolaşmış, bilmeyenleri bildiğinin düşüncesini zihnine atmıştı. Korkmaya başladı. Buraya en sık gelen kişi İmam Yakup’tu. Ama o Akın’ı öldürmüş olamazdı. Çünkü cuma namazına Müslümanları davet etmek için ezandan önce sela okuması gerekiyordu. Kendisi kabinde gördüğü kişi gider gitmez camiye gittiğinde İmam Yakup, namazı kıldırmış vaaz veriyordu. Aynı anda iki yerde birden olamazdı. Kütüphanedeki eski sandalyeye oturdu. Kendini toparlayıp emniyete gitme kararı aldı. Gözlerini kapatıp ellerini göğsünün üzerinde birleştirip dua etmeye başladı. Bir kaç dakika öylece kaldı. Ta ki bir el omuzuna değene kadar. Olduğu yerde sıçradı. Karşısında duran kişiyi tanıyınca tebessümle, “Hoş geldin evladım,” dedi. “Geldiğini duymadım. Ben de seni görmeye gelecektim.”

“Ben de sizi uyanıp göremeyince merak ettim,” dedi karşısındaki. “Yakup Efendi sizi aramaya çıktı. Balkondan onu izledim. Sizi burada bulamadı. Eminim mahzen yoluna ve kiler odasına bakmamıştır. O ayrılınca ben geldim. Hem size taze sıkılmış meyve suyu da getirdim. Dünkü olay sizi çok sarstı. Biraz içiniz ferahlar diye düşündüm.”

“Fatma kızım çok naziksin ama şu an hiçbir şey yiyecek içecek durumda değilim. Takdir edersin ki burada bir delikanlı katledildi. Tanrı bunu asla hoş görmeyecektir.”

“Peki onun yaptıklarına ne demeli? Akın’ın yaptıklarını Tanrı hoş görüyor muydu?”

“Elbette görmüyordur ama o daha çocuktu. Doğru yolu mutlaka bulacaktı. Hem cezayı da ödülü de Tanrı verir. Biz kulların böyle bir yetkisi olsa bile Tanrı affettiğimiz takdirde bizi ödüllendireceğini bütün kutsal kitaplarında söylerken, biz insanları kazanmaya çalışmak ile yükümlüyüz. Aksi takdirde herkes birbirini öldürse bu dünyada yaşayan insan kalmaz. Bana yanlış gelen sana doğru gelir. Bu durumda seni öldürmeli miyim? Bu hangi insanlığa, hangi ahlaka ve hangi dine sığar?”

“Siz onun neler yaptığını bilmiyorsunuz. O ölmeyi hak etti. Dövdüğü kız psikolojik destek alıyor. Babası ve annesi ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Hele Meryem’e yaptığının affedilir hiçbir yanı yok. Yakup efendiye cesaret edip anlatamadım bile. Meryem’deki değişikliği hiç fark etmediniz mi? Siz ki onun bebekliğini biliyorsunuz. Kızıma nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum. Akın ile kaç kez konuşup Meryem’den uzak durmasını söyledim. O ne yaptı? Beni tehdit edip durdu. Rezillik çıkaracağını, bir daha bu civarda sokağa çıkamayacağımızı söyledi. Yakup efendiye gidip türlü iftiralar atacağından bahsetti. Siz olsanız ne yapardınız? Söz konusu olan benim kızımın onuru ve Akın kızımı gölge gibi takip edip ona olmayacak şeyler teklif ediyordu.”

Sustu. Pişmanlık duyan bakışları yine de soğukkanlı görünüyordu.

Peder Antony oturduğu yerden ayağa kalkmaya yeltenince, “Otur oturduğun yerde Peder efendi,” dedi. “Senin Akın’ı kimin öldürdüğünü bulacağından emindim. Mahzeni, kileri ve gizli kapıyı bizden başka bilen yoktu. Dün onu buraya konuşmak için çağırdığımda hiç şüphelenmedi hatta benimle alay bile etti. Senin camiye gideceğini biliyordum, sen sabah duanı yaparken ben kütüphaneye girdim ve Ölüm Camas’ı yazan kavanozu alıp evin yolunu tuttum. Yaptığım böreklerin içine koydum ve onları diğerlerinden ayırdım. Sonra zehirli olanları sanki sana getirecekmiş gibi tabağa sıraladım. Akın’ın esnafın hazırladığı yiyeceklere bile el uzattığını bilmeyen yoktu. Öğlen tekrar geldiğimde sen daha gitmemiştin, beni görme diye günah çıkarma kabinine girdim ama sen kapının sesini duyup geldin. Baktım günah çıkarmamı bekliyorsun hemen oradan çıkıp arka bahçeye çıkan koridora doğru yürüdüm. Senin bana yetişemeyeceğini hesap etmiştim. Zira arka bahçe kapısı ve kilisenin ön kapısı aynı koridorun sonundaydı. Muhtemelen benim ön kapıdan çıkıp gittiğimi düşünürdün, yok arka bahçeye doğru gelecek olsan da beni göremezdin mahzene girer sen gidinceye kadar beklerdim. Neyse  nerede kalmıştım? Hatırladım. Senin gittiğini görünce arka bahçeye gidip Akın’ın gelmesini bekledim. Ona ön kapıdan gelmemesini söylemiştim. Salak. Pişkin pişkin gülerek geldi. Ben de ona rahat konuşabilelim kimse bizi duymasın diyerek mahzene doğru götürdüm. Börekleri mahzendeki küçük şamdanın durduğu sehpanın üzerine bırakmıştım. Ona yemesini teklif bile etmeden ‘Damat adayını böreklemi kandıracaksın cadaloz’ diyerek benimle alay ederek yedi. Ben ise hiçbir şey söylemeden ve yapmadan onu izledim. İçimden ettiğim duaları bir duysaydın Peder. Onun zehirlenip gebermesi için neredeyse tüm duaları hatmettim. Bir yandan yiyor bir yandandan kızımın ismini pis ağzına alarak, bana soru soruyordu. Kızımı eğer başka biri ile görürse onu öldüreceği tehdidini yineleyip duruyordu. Tam bu sırada bir şeyler olduğunu anladım. Çünkü terlemeye ve tutunacak yer aramaya başladı. Elinde ki böreği düşürdü. Dışarı gitmek için hamle yaptığında onun kolunu tutarak yere doğru çektim. Direnmeye çalıştı ama başaramadı. Bana ağza alınmayacak küfürler savurmaya çalışıyor ama diline hükmedemiyordu. Bilinci kapandı. Ben ise onu sürükleyerek hemen kiler odasından içeri çektim ve tam ortasına bıraktım. Bana salak diye dalga geçen Akın ellerimde bu sıcakta neden eldiven olduğunu hiç sormadı bile. Anlayacağınız üzere Peder, ben sadece kızımın geleceğini kurtardım.”

Peder Antony, “Evladım, sizi yargılamak bana düşmez,” dedi. “Tövbe eder iyi bir kul olmaya çalışırsınız fakat adaletten kaçamazsınız. Gelin birlikte emniyete gidelim onlar bize mutlaka bir yol gösterir.” Fatma’nın onu dinleyecek hali yoktu.

“Peder Antony, bu dediğinizi göze alamam. Şimdi size biraz meyve suyu vereceğim.”

Bardak almak için Peder’in çalışma masasına doğru yürüdü. Masanın üzerinde duran bardağı eline alıp dibinde kalmış suyu yere boşalttı, elinde tuttuğu şişedeki meyve suyu ile doldurdu. Şişeyi masanın üzerine bıraktı.

Peder Antony ölmekten değil; ailesi kadar yakın saydığı, kızım diye sevdiği kadının elinden öleceğini bildiği için üzgün gözlerle ona baktı. Sonra ağır ağır, “Müsaade et, tövbe edip senin ruhun için de dua edeyim,” dedi.

Fatma ise onu duymuyordu. Bardağı Pederin ağzına tam götürmüştü ki…

“Sen ne yapıyorsun Fatma’m?” diye gürleyen İmam Yakup’un sesi tüm kütüphanede yankılandı.

Fatma bakışlarını önce kocasına çevirdi sonra fısıltıyla, “Beni affedin. Ben sadece kızımın onurunu kurtardım,” dedi.

Elinde tuttuğu zehirli meyve suyuyla dolu bardağı bir dikişte içti. Peder Antony onun eline vurdu fakat bardak düşmedi. İmam Yakup şoktan çıkıp karısının yanına koştu.

Hemen ambulansı aradılar ama geç kalmışlardı.

Fatma yerde, son çırpınışlar eşliğinde gözlerini kapatıyordu…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU