Arabanın arka kapısını açan adam, yazlık ceketini buruşturarak koltuğun üzerine fırlattı. Biraz sonra ön kapı açıldı ve aynı adam arabasına binerek kapıyı sertçe kapattı. Üzerinde ince bir tişörtle kalmıştı. Derin iki nefes aldıktan sonra ellerini direksiyonun üzerine koyarak başını dayadı. Bir iki defa da yutkundu. Muhtemelen en az iki gündür kapının altındaki gözde duran pet şişeyi hatırlayınca hemen şişeyi alarak açtı ve kafasına dikti. Sıcacık olmuş su boğazından geçerek belki hararetini almadı ama yine de onu, biraz olsun kendine getirmişti.
Boşalmış pet şişeyi yeniden kapının altındaki göze sıkıştırarak arabasını çalıştırdı. Eve gidecek sıcacık bir duş alıp sonra da hemen yatacaktı. Bu uğursuz gün bir an önce bitmeliydi artık. Arabayı çalıştırdığı anda aklına bir şey geldi. Az önce çıkartıp arka koltuğa attığı ceketini alarak ceplerini yokladı. Aceleyle ceplerini karıştırdığından cüzdanını düşürmüştü. Cüzdan, şeffaf kimlik kısmı üste gelecek şekilde düştüğünden adam, arabadaki az ışığa rağmen kimlikte yazan kendi ismini okuyabiliyordu: Deniz Araz.
Cüzdanını adeta kaparak yerden aldı Deniz. Arabasının ön koltuğunda arkaya doğru gerilerek kot pantolonunun arka cebini de kontrol etti. Sonra da yan ceplerini yokladı. Heyecanlı ruh hali yerini korkuya bıraktı. Aramanın boşuna olduğunu anlayınca arabadan çıktı. Hızlı adımlarla caddenin sonuna doğru yürüdü. Birkaç saniye sonra koşmaya başlamıştı.
Beş dakika hiç durmadan koştuktan sonra soluk soluğa durarak nefesini dinledi. Saat henüz on bir buçuk civarı olmasına karşın sokakta tek bir Allahın kulu yoktu. Ne biçim mahalleydi burası? Sağ tarafında bir park görünce oraya girdi.
Ufak bir parktı burası. Birkaç bank, çocuklar eğlensin diye konulmuş salıncaklar vardı. Fazla ağaç da yoktu. Sağ yanındaki duvarı geçince kaşlarını çatarak olduğu yerde kalakaldı. Biraz ilerisinde bir adam, yok hayır genç bir çocuk, yerde yatan birinin üzerine eğilmişti.
“Hayırdır birader?” deyince genç çocuk, kurşun yemiş gibi olduğu yerde zıpladı. Deniz’e bakabilmek için ters döneyim derken dengesini sağlayamadı ve yerde yatan adamın diğer tarafına doğru yere yuvarlandı. Elinde bir şey vardı genç adamın.
Deniz’in kaşları biraz daha çatıldı. İki adım ilerleyerek yerde yatan adama iyice yaklaştı. Adamın göğsü kan içindeydi.
Genç çocuk hâlâ yerde yatar bir halde, “Abi vallahi ben öldürmedim!” diye bağırdı.
Deniz durumu anlamıştı. Sırtındaki tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Birisi bu adamı vurmuş veya bıçaklamış olmalıydı. Hemen eğilerek adamın boynunu kontrol etti. Nabız falan yoktu. Zaten herif tam buz gibi olmasa da soğuktu.
Deniz genç çocuğa döndüğü anda çocuk ayaklandı ve kaçmaya hazırlandı ancak Deniz onu yakaladı.
“Dur bakalım nereye gidiyorsun lan!”
“Bırak beni abi vallahi ben öldürmedim, bırak gözünü seveyim yaa!” Elindeki torbayı burnuna götürerek derin bir nefes aldı. Deniz çocuğun elindeki torbayı görüp etrafa dağılmış keskin kokuyu duyunca durumu anladı tabii.
“Hiçbir yere gidemezsin! Bu adam ölmüş daha doğrusu öldürülmüş! Cüzdanını istedin vermeyince bıçakladın değil mi lan? He! Söyle, konuş!” Adamı ayran çalkalar gibi sallıyordu ancak az önce belki de gereğinden fazla dumanı ciğerlerine doldurmuş olan çocuk cevap bile vermedi. Gözleri kaymış hareketleri yavaşlamıştı bile.
Deniz tiksintiyle baktığı tinerci çocuğu yavaşça yere bıraktı.
“Adın ne senin? Ne arıyorsun burada?”
Tinerci genç adam yerde bağdaş kurmuş bir halde Deniz’e baktı. Sonra gülmeye başladı. Deniz sabırla bekliyordu. En sonunda genç adam, “Adım Engin,” dedi. “Engin Kapıcı. Bu mahalle benden sorulur.” Torbayı tekrar burnuna götürüyordu ki Deniz atılarak torbayı kaptı. Buruşturarak hemen birkaç metre ilerideki yarım metre duvarın üzerinden fırlatıp attı.
“Heeey ne yapıyorsun be!”
“Kes sesini Engin efendi! Burada bir cinayet işlenmiş sen keyif peşindesin. Kim bu adam tanıyor musun?”
“Tanıyorum tabii. Puştun tekidir! Caddenin en güzel yerinde kocaman helvacının sahibi ibne! O kadar yalvartır bizi de bir gram helva koklatmazdı bize. Oh iyi olmuş geberdi gitti!”
“Niye bıçakladın adamı? Parası için mi?”
Engin’in gözleri büyüdü. Oturduğu yerden kalkmaya çalışırken, “Ben yapmadım dedim ya oğlum!” dedi. Ancak kalkamadı. Dengesini sağlayamayınca tekrar yere oturdu. “İnanmıyor musun sen bana? Bu mahallenin kralıyım ben be!”
Deniz biraz acıma biraz da tiksintiyle suratını buruşturdu. Tiner yolunu bulmuş beyne ulaşmış Engin’i başka diyarlara götürmüştü bile. Bu yüzden genç adamın kaçma gibi bir durumu en azından şimdilik yoktu. İki adım bile atamazdı bu halde. Zaten gözleri yarı kapalı olduğu yerde sallanıp duruyordu.
Deniz cesede döndü. Çoktan dünya değiştirmiş adamın üzerine eğildi. Dört köşe suratlı, esmer bir adamdı. İriyarı sayılırdı. Cesede dokunmamaya çalışarak adamın etrafını inceleyince biraz uzakta yeşil çimlerin üzerinde yatan bir nesne gördü. Cesedin üzerinden atlayarak oraya gitti ve bir çeşit köstekli saate benzeyen nesneyi yerden aldı. Kapağını açarak içine baktı. Kaşlarını yine çatmıştı. Zinciri olmayan sadece kapaklı bir saat şeklinde olan nesneyi kot pantolonunun yan cebine sıkıştırdı.
Aynı anda parka biri daha girdi. Ellerini arka belinde birleştirmiş yavaşça yürüyen bu yaşlıca adam tam üzerlerine doğru geliyordu. Deniz ve Engin ne yapacaklarını bilmez şekilde bu gelen adama bakakalmışlardı. Yaşlı adam kafası önde ilerlerken birden kafasını kaldırınca göz göze geldiler. Yaşlı adamın hareketleri yavaşladı ancak hâlâ yürüyordu.
“İyi akşamlar…”
Fazla umursamadan tekrar hızlanmaya başlamıştı ki yerde yatan adamı fark ederek tamamen durdu. Arka belinde birleştirdiği ellerini açtı.
“Ne oluyor lan burada?”
Engin, “Vallahi ben öldürmedim amca…” diye mırıldanarak sessiz bir kahkaha attı. Gözleri baygın şekilde yaşlı adama bakarken hâlâ olduğu yerde hafifçe sallanıyordu.
Deniz tinerci gence bakarak başını iki yana salladıktan sonra yeni gelen adama döndü.
“İyi akşamlar beyefendi. Adım Deniz Araz. Önemli bir firmanın IT yöneticisiyim.” Kartını çıkarmış yaşlı adama yaklaşıyordu. Adamın yanına geldiğinde sesini iyice kısarak, “Buraya geldiğimde çocuğu adamın üzerine eğilmiş buldum,” dedi. “Sanırım parası için bıçaklamış adamı. Tinercinin teki görüyorsunuz işte.”
“Aman Allahım!” dedi yaşlı adam. İki gözü kanlı cesette olduğu halde o tarafa doğru gitmek istedi ancak Deniz onu durdurdu.
“Hiçbir yere dokunmasanız daha iyi. Ben polisi arayacağım.” Cep telefonunu çıkardı ama arayamadan yaşlı adam bağırdı.
“Siktir lan bu bizim Türker!”
Deniz’i iterek cesede yaklaştı. Bu sırada Engin hâlâ bağdaş kurduğu yerde tinerin etkisiyle arkaya doğru devrilerek hareketsiz kalmıştı. Deniz yaşlı adamın peşinden giderken hafifçe bağırıyordu.
“Durun dokunmayın cesede? Polisi beklemeliyiz…”
“Lan bu bizim Türker diyorum sana be adam! Türker Coşkun! İyi tanırım. Kim yapmış, nasıl olmuş? Vay anasını ya!”
Deniz adamı omzundan tutarak yerden kaldırmaya çalıştı. “Tamam beyefendi anlıyorum ama yine de dokunmayın mevtaya. Polisi aramalıyız.” Adamı zorlukla ayağa kaldırdıktan sonra yaşlı adama daha dikkatle bakmaya başladı. “Caddedeki dükkânın sahibiymiş galiba kendisi.”
“Evet. Arkadaşımdır, yani arkadaşımdı. Allahım işe bak!”
“Siz kimsiniz peki?”
“Ben… Ben şey… Adım Serdar. Serdar Altın. Vay anasını ya, çok samimi arkadaşımdı. Hâlâ inanamıyorum… Daha bugün beraberdik. Esnafız biz. Şeyde işte… Caddede… Dükkanlarımız yan yana. Emlak işiyle uğraşıyorum ben. Kesin kardeşi olacak o uyuz yapmıştır. Vallahi billahi kalıbımı basarım o öldürmüştür.”
“Kim kim?”
“Kardeşi Tamer, Tamer Coşkun. Dükkân yüzünden birbirlerine girmişlerdi geçen hafta. Yumruk yumruğa kavga ettiler sokak ortasında. Tüm esnaf şahit. Tamer biraz serseri bir tiptir. Çalışmaz, boş gezen aylak herifin tekidir. Dükkândaki hisseleriyle ilgili bir konuda birbirlerine girdiler. Tamer’in dediğine göre Türker hile hurdayla dükkânın tamamını üzerine almaya çalışıyormuş falan filan. Tamer herkesin içinde seni geberteceğim diye bağırdı abisine. Hepimiz duyduk…”
“Tamam sakin olun. Bunu polise de anlatmalısınız.” Deniz yeniden cebinden telefonunu çıkarmıştı ki bir ses yine durmasına neden oldu.
“Kimse kıpırdamasın!”
Serdar ve Deniz, şaşkınca pek de bir şey düşünmeden arkalarını döndüklerinde gençten bir adamın elindeki tabancayı üzerlerine doğru tuttuğunu fark ettiler. Genç adam bir adım daha ilerleyerek yineledi.
“Kimse kıpırdamasın dedik, eller yukarı!”
Deniz içinden, “Lan ne biçim bir işe bulaştık?” diye düşünürken ellerini kaldırdı mecburen. Serdar da ellerin kaldırmıştı ancak yaşlı emlakçı daha cesurdu.
“Ne oluyor oğlum lan? Sen de kimsin?” Sonra bir adım daha yaklaşıp gözlerini kırpıştırınca adamı tanıdı. “Lan Gökhan sen misin? Manyak mısın oğlum ben Serdar abin tanımadın mı?”
“Konuşma lan pis katil!”
“Katil mi? Ne katili Gökhan, delirdin mi? İndir o silahı!”
“Konuşma lan puşt! Bir saat kadar önce burada Türker abiyle tartışıyordunuz. Gördüm sizi! Türker abi seni itti küfür etti. Sen de vurdun adamı değil mi?”
Deniz kaşlarını çatarak yanındaki bu masum görünüşlü yaşlıca adama döndü. Elleri hâlâ havadaydı.
Bu sırada Serdar’ın surat ifadesi ise birden değişmişti. Adamın yüzünde şimdi endişe ve korku vardı. Kendisine dönerek ilgiyle bakan Deniz’e bakmamaya çalışıyordu. Deniz yana doğru bir adım atınca onun bu hareketini gören Gökhan silahı bu sefer de Deniz’e çevirdi.
“Sen de kımıldama lan! Hareket edeyim deme Allahıma vururum ikinizi de! Ortak mısınız, kiralık mısın bilmem ama acımam yemin ederim!”
Deniz önce yutkundu sonra dudaklarını yaladı. Temkinli bir sesle, “Bak birader benim bu olaylarla bir ilgim yok,” dedi. “Buradan geçiyordum sadece. Cesedi ben buldum. Hatta Engin sandım önce katili.”
“Engin de kim be?”
Deniz biraz daha Serdar’dan uzaklaşarak yan döndü. Bu hareketiyle Gökhan’ın, hemen arkasında hâlâ yerde yatan şu an hafifçe homurdanarak sızmış genç adamı görmesini sağladı. “Gördün mü bak, tinerin etkisiyle sızıp kaldı mal. Serdar Bey de sonradan geldi buraya.”
“Evet oğlum aynen böyle oldu işte,” diye lafa karıştı Serdar.
“Sana neden inanayım lan! Kimsin neyin nesisin tanımam etmem? Ellerini indireni mıhlarım!”
“Lan manyak mısın Gökhan. Ben öldürmedim Türker’i, neden öldüreyim?” diye bağırdı Serdar. Kendisini biraz daha toparlamış gözüküyordu.
“Şu Türker abime verdiğin borç yüzünden olmasın. Durmadan geri istiyordun Türker abi de seni oyalayıp duruyordu değil mi? Biliyorum ben. Daha dün bahsetti bana. Tehdit ediyormuşsun adamı. Vermezsen gebertirim demişsin!”
“Tamam doğru bana borcu vardı,” dedi Serdar sakin bir sesle. “İyi de bunun için adam öldürülür mü oğlum manyak mıyım ben? Ayrıca tehdit falan da etmedim kimseyi.”
“Gerçekten bir saat önce burada mıydınız peki?” diye sorarak araya girdi Deniz.
“Buradaydı tabii gördüm ben!” diye atıldı Gökhan.
Serdar ona aldırmadan Deniz’e döndü. “Tamam kabul ediyorum. Doğru, buradaydım. Paramı istedim. Ne var yani, kendi paramı da isteyemeyecek miyim siktiğimin yerinde ya? Allahallah? Herhalde hakkım vardır buna! Neyse paramı istedim ama Türker veremem şimdi falan dedi. Ben de sinirlenip gittim. Ne yapacağım başka? O zaman sağdı vallahi billahi.”
“Peki sonra neden döndün buraya tekrar?”
Serdar yutkundu. Gözleri fer fercil oynuyor sanki bir bahane bulmaya çalışıyor gibiydi. Bir süre bekledikten sonra, “Şey…” dedi. “Şeyden döndüm, yani… Allah kahretsin ne bileyim hava almaya çıkmıştım. Yürüyordum, buradan geçtim. Tesadüf işte!”
Deniz bu sefer de Gökhan’a dönerek, “Peki sen?” deyince Gökhan çekingen bakışlarını Deniz’e çevirdi.
“Ne olmuş bana?”
“Madem burada tartıştıklarını gördün neden müdahale etmedin duruma?”
Gökhan elindeki silahı biraz daha havaya kaldırarak, “Sen ne ayaksın birader?” diye çemkirdi. “Hesap mı soruyorsun? Müdahale etmedim çünkü… Şey, çünkü Türker abi kızardı böyle işlere, hiç hoşlanmazdı. Sonradan bana çatardı işime ne karışıyorsun diye.”
“Belki de bu sabah seni itin götüne soktuğu içindir he Gökhan efendi?” diyen Serdar yılışık bir şekilde yarım ağız gülümsüyordu şimdi. Çocuk şaşalayınca hemen devamını getirdi. “Bana dert yandı bugün seni azarladıktan sonra. Ne savsaklığını bıraktı ne de vurdumduymazlığını. Sen kimi kandırıyorsun? Senin yüzünden otel mal almayı kesmiş Türker’den. Oteldeki satın almacıya diklenmişsin adama ağzına geleni söylemişsin. Yalan mı?”
“Ne alakası var lan!”
“Hem de çok var. Belki de seni kovacaktı Türker. Bunun için adamı sen vurmuş olmayasın?”
Gökhan öfkeden kıpkırmızı oldu. Parktaki loş sokak lambası altında bile belli oluyordu bu. Sesli bir şekilde yutkunarak bir adım daha ilerledi.
“Sen etrafı suçlayacağına adamı öldürdükten sonra buraya neden geri döndüğün konusunda polise ne masal anlatacaksın onu düşün bence. Pis katil!”
“Tesadüf dedik ya lan!”
Gökhan deminden beri iki eliyle tutuğu silahı titreyen sol eline aktararak cebinden telefonunu çıkartmaya çalışıyordu. Bir yandan da, “Tesadüfmüş…” diye mırıldanıyordu. “At yalanını sikeyim inananı…” Cebini çıkartarak açtı. Bir yandan da hafifçe titreyen sol elini ve dolayısıyla tabancasını ileride tutarak hâlâ iki adama tutmaya devam ediyordu. “İkiniz de kımıldamayın. Şakam yok, polisi arıyorum artık. Bu kadar gevezelik yeter… Onlara da anlatırsın artık bu masalları Serdar efendi!”
“Lan oğlum delirdin mi? Ben öldürmedim diyorum sana, Tamer yapmıştır!”
Gökhan telefonunu çıkarmış polisi aramaya hazırlanırken yılışık bir şekilde güldü. “Hee tabii ya, Tamer yapmıştır… Önce beni suçla sonra Tamer’i. Kıvır bakalım…”
Gökhan telefonu kulağına götürdüğü anda Deniz derin bir nefes aldı. Tam büyük belaya bulaşmıştı. Bu sessiz sakin sandığı mahallede her türlü entrika dönüyordu. Birbirlerinin hissesine konmaya kalkan kardeşler, borcunu ödemeyen adamlar, hırsızlık, cinayet. Maşallah her şey vardı. Deniz bir şey düşünmeden arkasına baktı bu sefer de. Ceset hâlâ aynı yerde atıyordu tabii ama Engin ortalıkta yoktu. Deniz kaşlarını çatarak ellerini beline dayadı. Sızdı sandıkları adam karışıklıktan yararlanıp kaçmış mıydı yoksa?
Aynı anda Gökhan hafif bir ses çıkartınca Deniz’in düşünceleri dağıldı. Hemen sesin geldiği tarafa döndü. Birisi Gökhan’ın arkasından onu yakalamıştı. Gökhan sendeledi. Elindeki cep telefonu yere düştü. Tabanca da sallandı ancak herhalde Gökhan tabancasını daha sıkıca tuttuğu için o düşmedi. Gökhan’ı arkasından yaklaşarak yakalamaya çalışan adamın kafası Gökhan’ın hemen omzu üzerinde gözükünce Deniz, Gökhan’a saldıranı tanıdı. Engin’di bu. Kaçtı sandığı Engin.
“Ne oluyor lan puşt!” diye bağırıyordu Engin. “Önce Türker denen ibne abin şimdi de sen mi çıktın lan başımıza!”
Engin, Gökhan’ın sırtına binmiş adamı sıkıca yakalamıştı. Gökhan debelenerek kurtulmaya çalışıyor ellerini sallıyordu ancak sırtındaki ağırlıktan dolayı bunu başaramıyordu. Engin çektiği tinerin de etkisiyle biraz daha yüklenince daha fazla ayakta kalamayan Gökhan yere yuvarlandı. Aynı anda silah da patladı. Kurşun Deniz’in baldırına saplanınca adam acıyla bağırarak bir adım geriledi.
Aynı anda Serdar boyundan büyük bir küfür ederek koşmaya başladı. Biraz sonra parktan çıkarak karanlığa karıştı. Kimse onunla ilgilenmedi. Silah sesiyle kendine gelmiş olan Gökhan ve Engin ise kavgayı bırakmış, korkuyla Deniz’e dönmüşlerdi.
Deniz mırıltıyla küfretti. Bacağı korkunç acıyordu. Eliyle bastırınca kanın keskin kokusunu ve eline bulaşan sıcaklığını hissetti. Bu onu daha fazla heyecanlandırdı. Kalbi deli gibi atarken olduğu yere çöktü.
Gökhan korkuyla üzerine binmiş Engin’i arkaya atarak ondan kurtuldu ve Deniz’in yanına koştu. Suratı korkudan bembeyaz olmuştu. Heyecanla elleri titreyerek Deniz’e birşeyi olup olmadığını sorarken çimlere uzanmış Engin’in kafa hâlâ dumanlıydı. Büyük ihtimalle neye sebep olduğunun farkında olmadan yattığı yerde yine, “Bu mahalle benden sorulur oğlum! Ona göre ayağınızı denk alın…” diye mırıldandı. Yine kısık sesle gülüyordu. Ardından yeniden sızdı.
***
Deniz gözlerini açtığında karşısında karısını gördü önce. Bir hastane odasında yatıyordu. Hemen sağ tarafındaki camdan yükselen güneşe bakılırsa öğlen olmalıydı. Dün gece başına gelenler aklına gelince toparlanarak kalkmak istedi ancak karısı onu yatıştırdı.
“Sakin ol hayatım, herşey yolunda. İyisin. Kurşun bacağına saplanmış ama dün gece ameliyatla aldılar. Herhangi bir araz da kalmayacakmış. Doktor şanslı olduğunu söyledi.”
Şans mı? Doktoru gördüğünde ona şansın tanımını sormalıydı mutlaka. Derin bir nefes alarak kafasını yastığa dayadı. “Dün başıma gelenlere inanmazsın hayatım?”
“Biliyorum, biliyorum. Polis bana haber verince hemen geldim. Ne arıyorsun sen buralarda hâlâ anlamış değilim. İstanbul’un bir ucu.”
“Polise kim haber vermiş?”
“Gökhan Teksoy diye biri aramış herhalde. Silah da onunmuş. Cinayete şahit mi oldun? Ne oldu anlatsana? Gökhan denilen çocuğun ne dediği belli değildi. Korkudan ödü patlamıştı.”
Tam bu sırada hastane odasının kapısı açıldı. İçeriye yuvarlak suratlı, sivil ancak sol koltuk altındaki tabancadan kimlikli olduğu belli olan bir adam girdi. Arkasında ise zayıf, ondan daha genç başka bir polis geliyordu. O da sivildi.
Yuvarlak suratlı adam yatağa yaklaştı ancak elini uzatmadı.
“Geçmiş olsun Deniz Bey,” dedi. “Ben Başkomiser Barış Ballı.” Kafasını şöyle bir sallayarak arkasını göstermeye çalıştı. “Yardımcım İbrahim.”
Deniz iki adama da ayrı ayrı bakarak kafasını salladı. Deniz’in eşi ayaklanarak kantinle ilgili birşeyler mırıldandı ve odadan çıktı. İbrahim kadının arkasından kapıyı kapatmıştı.
Başkomiser Barış Ballı oradaki sandalyeyi yatağa yaklaştırarak oturdu. İbrahim ise kapı tarafına yakın bir yerde ellerini kavuşturmuş ayakta dikiliyordu. Başkomiser, Deniz’e hafifçe gülümsedi.
“Artık kendinize geldiğinize göre şu işi bize baştan itibaren anlatmaya ne dersiniz Deniz Bey? Tüm konuştuklarımız ayrı telden çalıyorlar. Hiçbir şey anlamadım desem yalan olmaz.”
Deniz derin bir nefes aldıktan sonra dün geceki olayları ayrıntılarıyla anlattı. Sözleri bitince, “Gökhan denen gencin suçu yok komiserim,” dedi. “Eminim ki aslında ateş edebilecek cesarete sahip biri değil. Silah yanlışlıkla patladı zaten. O mal Engin üzerine atlamasa ateş edemezdi eminim.”
“Sonuçta elinde silahla sizi tehdit etmesi de suç. Neyse siz suçlama işlerini bize bırakın, konumuz o değil.”
“Katil hangisiymiş peki yakaladınız mı?”
Başkomiserden önce İbrahim adlı genç komiser yardımcısı atıldı. Kapı tarafında durmaktan vazgeçerek yatağa biraz daha yaklaşmıştı.
“Serdar Altın ve Tamer Coşkun’u merkeze aldık. Engin Kapıcı da artık kendine geldi. Sabahtan beri sorgu odasında zırlayıp duruyor. Aslında en baş şüphelimiz o. Dediğinize göre cesedin üzerine eğilmiş bir halde yakalamışsınız onu. Ayrıca üzerinden bir tomar para çıktı. Türker Bey’in cüzdanı da bomboş. Belli ki adamı soymuş.”
“Evet. Ben de baştan beri öyle düşünmüştüm.”
“Ama adamı öldürmediğini sadece cüzdanındaki parasını aldığını söylüyor. Öldüğünü anlayınca parasını almış.”
“Ya Serdar?”
Başkomiser elini hafifçe havaya kaldırdı. Amirinin bu hareketlerine belli ki alışkın olan İbrahim hemen sustu. Barış Başkomiser sakince, “Olayla çok ilgilisiniz Deniz Bey?” dedi.
“Şu halime baksanıza. İnsan ister istemez ilgi duyuyor komiserim.”
“Doğru haklısınız…” diyerek kafasını salladı başkomiser. İlgiyle Deniz’i süzüyordu. Geldiğinden beridir üzerine dikilmişti bu gözler. Deniz biraz huylanmıştı doğrusu bu bakışlardan. Barış başkomiser devam etti. “İnsan neden vurulduğunu bilmek ister tabii.”
“Bana kalırsa, tabii siz daha iyi bilirsiniz başkomiserim ama Türker’i Engin veya Gökhan’ın öldürdüğünü sanmıyorum. Tamer veya Serdar’dan biri olmalı katil.”
“Neden böyle düşündünüz?”
“Gökhan zaten Türker abisini bizim öldürdüğümüzü düşünüyordu. Bu yüzden öfkeliydi ve bize silah çekti. Daha doğrusu Serdar’a. Aralarındaki ilişkiyi tam bilmiyorum ama Serdar’ın bahsettiğine göre işle ilgili bir birliktelik olmalı. Neticede sevdiği biriydi Türker onun.”
“Evet, patronuymuş. Yıllardır adamın yanında çalışıyor. Dediğiniz gibi araları çok iyiymiş. Patron işçi ilişkisinden çok, abi kardeş gibiymişler.”
“Tahmin etmiştim zaten. Engin denen çocuk da bilemiyorum ama bana pek cinayet işleyebilecek biri gibi gelmedi. Zaten beyni sulanmış o madde yüzünden.”
“Ama cesedin üzerine eğildiği zaman maddenin etkisinde değilmiş, siz söylediniz ya.”
“Evet doğru. Tamamen kendindeydi hatta kaçmaya kalktı, izin vermedim.”
“Öyle mi? Bundan haberim yoktu. İyi yapmışsınız. Serdar Altın hakkındaki düşünceniz nedir peki? Ya da Tamer Coşkun?”
“Tabii hiçbirini tanımıyorum ben başkomiserim. Yani ne desem boş ama Serdar, Tamer hakkında hiç iyi konuşmadı. Ayrıca Serdar da pek güvenilir biri gibi gelmedi bana. Türker’le tartıştıklarını kabul etti adam.”
“Tamer’in dün gece için şahitleri var. Daha kontrol etmedik tam olarak ama masum olabilir. Serdar ise… Bakın onunla ilgili haklı olabilirsiniz. Biraz karanlık bir tip. Enver Çalışmaz adlı adamla bağlantısını keşfettik. Paşa Enver’i biliyorsunuzdur herhalde. İstanbul’un sayılı mafyalarından biridir. Eli her tarafa uzanır ama her seferinde yakayı kurtarıyor bir şekilde. Serdar, Paşa Enver’i tanıdığını da itiraf etti. İş ilişkileri olduğunu söylüyor.”
“Belki de o öldürdü Türker’i.”
Barış başkomiser, “Belki de…” derken ilgiyle Deniz’i süzmeye devam ediyordu. Doğrusu Deniz sıkılmıştı artık bu bakışlardan.
Bir süre sessizlik oldu. Deniz, Başkomiser Barış’ın kendisini biraz daha sorgulayacağını düşündüğü için ona konsantre olmuştu ancak ses başka taraftan geldi. Uzun süredir lafa karışmayan Komiser İbrahim’di bu kez konuşan.
“Size çok teşekkür ederiz Deniz Bey. Bu vakada polise çok yardımcı olduğunuz belli.”
Deniz ona döndü. “Rica ederim.” Sıkıntıyla üzerindeki örtünün kenarıyla oynamaya başladı. Başkomiser hâlâ onu izliyordu. Sonunda sakince lafa girdi.
“Evet tüm olayı detaylarıyla anlattınız ama birşeyi atladınız Deniz Bey?”
“Unuttuğum bir şey olduğunu sanmıyorum, herşeyi anlattım.”
“O köstekli saati neden alıp cebinize attığınızı anlatmadınız mesela?”
Odada buz gibi bir hava esti. Deniz yutkundu. Sıcacık odada sırtında buzdan bir el dolaşıyordu sanki. Titrememek için kendini zor tuttu. Örtüyle oynamayı da bıraktı. Boğazını gürültüyle temizledikten sonra, “Han… Hangi saat?” diye sordu.
“İçinde uzun zaman önce kaybettiğiniz kardeşiniz Ediz Araz’ın fotoğrafı olan saatten bahsediyorum. Ne oldu? Saati olay yerinde unuttuğunuzu fark ettiniz değil mi? O yüzden mi geri döndünüz? Ama geri döndüğünüzde bambaşka bir manzarayla karşılaştınız. Kuş uçmaz kervan geçmez ıssız bir mahalle arasındaki parkta bir sürü insan dolup taşmıştı. Önce Engin denen tinerci çocuk çıktı karşınıza, sonra da Serdar. Saati yerde bulup emniyete almıştınız belki ama parka dolanlar yüzünden bir türlü oradan uzaklaşamıyordunuz. Bir de silahlı adam çıktı başınıza. O da yetmedi üstüne üstlük vuruldunuz bir de?”
Başkomiser tüm dişlerini göstererek gülümsedi. Devam etti.
“Halbuki planınız basitti. Kardeşiniz, pardon ağabeyiniz Ediz Araz’ın ölümüne neden olan Türker Coşkun’dan uzun zamandır intikam almak istiyordunuz zaten. Sonunda izini bulup buraya kadar geldiniz. Adamla bağlantıya geçerek dün akşam için parkta buluşma sözü aldınız. Sizi tanımış mıydı bilmiyorum ama ağabeyinizi tanıyordu neticede. Onun için geldi. Ona saati ve fotoğrafı gösterdiniz ve nefretinizi kustunuz. Peki o ne yaptı? Büyük ihtimale umursamaz bir tavırla elinize vurdu saat yere yuvarlandı ve alay etti. Sizin de tepeniz attı tabii. Üzerine atlayıp kavga ettiniz ve adamı bıçakladınız. Adam ölünce belki de panik yaptınız ve hemen kaçtınız ama saati unutmuştunuz. Parktan çıkarak arabanıza koştunuz. Bıçağı yola bir yerde büyük ihtimalle bir çöp konteynırına veya yere fırlattınız. Üzerinizdeki cekete de kan bulaşmış olmalı. Onu da çıkarıp bir köşeye veya arabanızın arka koltuğuna attınız. Sonra saati hatırladınız. Aradınız ama bulamadınız. Olay yerinde düşmüş olduğunu hatırlayınca hemen olay yerine geri döndünüz. Üzerinizde ceketin altına giydiğiniz tişört vardı. Saati alıp tekrar yok olacaktınız çünkü saat olay yerinde bulunursa cinayeti sizin işlediğiniz kabak gibi meydana çıkacaktı.”
Deniz sıkıntıyla dudaklarını yaladı. Ardından kafasını kaşıdı. Geldiğinden beri gözlerini suratına dikmiş olan başkomisere bakmamaya çalışıyordu. Sonunda kafasını kaldırarak kararlı bir sesle, “Bütün bunlar deli saçması,” dedi. “Herhalde bütün gün ufacık karakolunuzda sıkılıp bolca kahve tüketiyorsunuz komiser! Bütün bu hayal gücünün nedeni bu olmalı.”
Başkomiser Barış Ballı bir sihirbaz gibi elini kaldırınca Deniz adamın elinde köstekli bir saat gördü. “Bu cebinizde ne arıyordu o zaman?”
“O benim çünkü. Cebimde taşırım her zaman.”
“Ama Engin’e göre bunu maktülün yanında bulup cebinize atmışsınız. Sizi görmüş.”
“Ne alaka? O herif tinerden burnunun ucunu göremiyordu.”
“İnkâr faydasız Deniz Bey,” diyerek söze karıştı İbrahim komiser. “Arabanızı park ettiğiniz yerin karşısındaki marketten saat onu beş geçe meyveli soda almışsınız. Kamera kayıtlarına baktık. Üzerinizde yazlık ceketiniz var. Ayrıca ceketi arabanızın arka koltuğunda bulduk. En geç yarına kadar üzerindeki kanın Türker Coşkun’a ait olduğu ortaya çıkar. Cinayet aletini bulamasak bile bu sizi suçlamaya yetecektir.”
Deniz elleriyle yüzünü kapatarak derin nefes almaya çalıştı. Kalbi deli gibi atıyordu. Başkomiser sonunda Deniz’e bakmaktan vazgeçerek gözlerini yanındaki komodine çevirdi. Oradaki sürahiden bir bardağa su doldurarak adama uzattı. Deniz plastik bardağı kapar gibi alarak başına dikerken ellerinin titremesi yüzünden bardak da titriyordu.
Suyu içtikten sonra herhalde daha aklı başında düşünmeye başlayan Deniz, “Tamam kabul ediyorum,” dedi. “O adi Türker Coşkun denen adam abimi öldürdü. Daha doğrusu öldürttü. Aslında Serdar Altın denen adamı ve hepsinin ‘Paşa’ dedikleri Enver Çalışmaz’ı da tanıyorum. Yani en azından gıyaben tanıyorum. Abimi onlar öldürdüler. Daha doğrusu Türker puştu abimden kurtulmak için Paşa Enver’i tutmuş. Önce Serdar’a söylemiş o da Paşa Enver’i araya sokmuş. Paşa Enver bir kiralık göndererek ağabeyimi öldürttü. Adam teslim oldu. ‘Anama küfretti onun için vurdum,’ diyerek tahrik indirimi bile aldı. Şu an hapiste ama gerçek suçlular dışarıda. Bu ne biçim adalet ha başkomiser, sorarım size!”
“Adaleti uygulamak insanları tekelinde değildir Deniz Bey…”
Barış başkomiser kafasını hafifçe sağına çevirince İbrahim hemen atıldı. Yıllardır çalıştığı amirinin ne demek istediğini hemen anlamıştı. Elindeki kelepçenin bir tarafını Deniz Araz’ın sağ bileğine tuttururken diğer tarafını da demir karyolaya bağladı.
Deniz korkuyla iki polise bakakaldı. Yolun sonuna gelmişti.