Artık ne okuduğum kitaplar, ne konuştuğum insanlar ne de izlediğim televizyon programları tat veriyor bana. Şu dört duvar arasında geçen günlerin ne tadı ne tuzu ne de bir anlamı var benim için. Mutsuzum, hem de çok. Öylesine de karamsarım. Birisi bana birkaç yıl önce hayatının geri kalan kısmını dört duvar arasında hapiste geçireceksin dese, ona deli gözüyle bakar, kahkahalarla gülerdim. Çünkü burası bana öyle uzaktı ki. Çok yumuşak huylu biri olduğum için kimseye zarar verecek yapıda bir insan değildim. Hayata olumlu bakan, bunu çevresine de yansıtan, bulunduğu ortama sıcacık enerji yayan bir insandım ben. Kime zararım dokunabilirdi ki? Hiç kimseye…
Siz hayata dair güzel planlar yaparken onun da size karşı planları olduğunu, zamanı geldiğinde anlayabiliyorsunuz ancak. Aynı benim hayatımda olduğu gibi.
Ben anne ve babasının öpmeye, koklamaya bile kıyamadığı, doyamadığı el bebek gül bebek büyütülen, neredeyse her istediği yapılan bir evin tek bebeği, biricik prensesiydim. Ailem bana çok düşkündü. Maddi durumumuz da iyi sayılırdı. Babam esnaftı. Küçük bir şehirde işinin kalitesiyle tanınan bir mobilyacıydı. Müşterisi çoktu, kazancı da yerindeydi. Annem ev hanımıydı ama kitap okumayı seven bir kadındı. Her boş zamanını okuyarak geçirirdi. Hani öyle hızla okunan aşk romanları da değildi okudukları. Dünya klasikleri içinde Victor Hugo’nun Sefilleri, Jane Austen’in Aşk ve Gurur, Tolstoy’un Anna Karanina’sı okudukları kitaplardan bazılarıydı. Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, Yaşar Kemal’in İnce Memed, Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’sunu bile okumuştu. Ben kitap okumayı sevmezdim. Bana da çocuk kitapları alır, “Hadi bugün ikimizin de okuma günü olsun. Okuduklarımızı birbirimize anlatalım,” diyerek okumaya şevklendirirdi beni. Böylece annem sayesinde okumayı sevmeye başladım. Ben daha çok günümüz edebiyatını tercih ediyordum okumak için ama arada annemin okuduklarına da göz atmaktan kendimi alamazdım.
Yaşım ilerledikçe kader ağlarını da yavaş yavaş örmeye başladı.
Üniversite sınavını kazandığım gün evimizde resmen bayram havası esti. Babam ve annemin benimle gurur duyduklarını sözle ifade etmelerine gerek yoktu. Bunu rahatlıkla görebiliyordum. Yüzlerindeki mutluluğa rağmen ikisinin gözlerindeki hüzün de gözümden kaçmıyordu. Çünkü üniversiteyi okumak için onlardan ayrılacaktım. Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi’ni kazanmıştım. Çorum’a yakın olduğu için özellikle bütün tercihlerimi Ankara’dan yapmıştım. Aradaki mesafe yakın olsa dahi her zaman onlarla birlikte olamayacaktım. Bu arada babam çevresindeki herkese kazandığım bölümü söylüyor, “Okulu bitirince kaymakam olacak benim kızım,” diyordu. Öyle gururla söylüyordu ki bunları, onu böyle gördükçe ben de mutlu oluyordum. Artık ulaşmak istediğim iyi bir hedefim vardı. Okul bitecek ve kaymakam olacaktım.
Tabii ki hiçbir şey düşündüğüm gibi gelişmedi ve hayat beni başka yollara savurdu.
Üniversite yılları öyle güzel, öyle hızlı ve öyle muhteşem geçti ki dört yılın nasıl bu kadar çabucak geçip gittiğini anlayamadım. Ankara’yı da çok sevdim ve büyük şehirde yaşamanın rahatlığına ve güzelliklerine de doyamadım. Bu yüzden artık Ankara’ya yerleşmek ve orada yaşamak istiyordum. Bunun için de mutlaka bir işe girmem gerekiyordu. Üniversiteden çok samimi iki arkadaşım vardı; Özge ve Nejla. Onlarla dört yıl boyunca yediğimiz içtiğimiz hiç ayrı gitmemişti. Okul bittikten sonra da Ankara’da kalma konusunda aynı düşünceye sahiptik. Özge Aydın’dan gelmişti. Nejla da Adana’dan. Üçümüz de memleketlerimize geri dönmek istemiyor, Ankara’da kendimize yeni bir hayat kurmak istiyorduk. Ailemin buna onay vermeyeceğini, verseler bile çok üzüleceklerini biliyordum. Bu durum beni de üzüyordu ama artık Çorum’da da yaşamak istemiyordum.
Bu isteğimden onlara bahsettiğimde çok üzüldüler. Hatta annem ağlayarak beni vazgeçirmeye dahi çalıştı. Babam ise hiç değilse kaymakamlık sınavına kadar yanlarında kalmamı, sınavı kazanırsam nasıl olsa görev icabı farklı şehirlere gideceğimi söyledi. Babamı üzmek istemiyordum ama ben artık kaymakam olma isteğimi de kaybetmiştim. Çünkü ilçede değil, büyük şehirde yaşamak istiyordum. Bu arada Özge Ankara’da büyük bir şirkette yönetici asistanı olarak işe başlamıştı. Hemen arkasından Nejla da yine başka bir şirkette pazarlama elemanı olarak iş buldu. İkisinin de Ankara’da kalması çok mutlu etmişti beni. Artık sıra bendeydi ve ben de iyi bir işe sahip olmalıydım. O günlerde Özge beni arayıp özel bir bankanın sınavla memur alacağını söylediğinde çok heyecanlandım. Bu sınavı kazanmak için var gücümle çalıştım ve sonunda da hayalimi gerçekleştirdim.
Kader artık ağlarını benim için örmeye başlamış, beni buralara kadar getiren alın yazımın başlangıç noktası olan bankadaki işime adımımı atmıştım.
Çok mutluydum ve hayallerim birer birer gerçek oluyordu. Üç samimi arkadaş aynı evde kalıyorduk. Özge’nin üniversiteden beri çıktığı erkek arkadaşı vardı. İlişkileri oldukça ciddi ilerliyordu. Kısa süre içinde nişanlandılar. Özge genelde hep nişanlısıyla vakit geçirdiği için bizden biraz uzak kalıyordu doğal olarak. Bu yüzden Nejla ile ben daha çok yakınlaştık birbirimize. Her zaman her yerde birlikteydik. Bir akşam yemek yemek için gittiğimiz bir restoranda Nejla’nın patronu ile karşılaştık. Yanında çok güzel bir kadın vardı. Buna rağmen Nejla’yı görünce tebessüm ederek selam verdi. Sonra yakışıklı patronunun gözleri bana kaydı ve tebessüm etti. Selamına aynı şekilde karşılık verirken hafifçe kızardım. Arada patronunun gözü bizim masaya kayıyor, haliyle bizim de oraya kaydığı için göz göze geldiğimiz anlar oluyordu.
“Yanındaki eşi mi?” diye sordum Nejla’ya
“Ben bekâr diye biliyorum patronu. Sevgilisi olabilir,” dedi.
Adam çok havalı ve karizmatik bir görünüşe sahipti. Uzun boylu, geniş omuzlu, kumral ve mavi gözlüydü. Üzerine giydiği siyah takım elbise onu daha bir çekici gösteriyordu. Nejla ile arada istemeden gözümüz onların masasına kayıyordu. İkimiz de kazasız belasız, kendimizi rezil etmeden akşam yemeğini atlatıp eve gelene kadar bayağı bir dedikodusunu yaptık adamın. Nejla, işyerindeki çalışanlarıyla oldukça güzel ve dostane bir ilişkisi olduğunu, her çalışanını ismiyle tanıyacak kadar kibar ve dikkatli biri olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla arkadaşım da hayrandı patronuna.
Birkaç gün sonra hayatımın sürprizini yaşayacak ve kendi kaderime doğru itilecektim.
Bankanın yoğun olduğu bir gün müşterilerle ilgilenirken bir anda karşıma Nejla’nın patronu çıktı. Üstelik müşteri olarak numara alıp sırasını beklemişti. Onun bana denk gelmesi de hoş bir tesadüftü.
“Merhaba,” demişti insanın içine işleyen çekici ses tonuyla.
“Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?” diye karşılık vermiştim bende kızararak.
Metin ile resmen o gün tanıştım. O günden sonra da bankanın en değerli müşterisi oldu. Bir ilaç şirketi sahibiydi ve mali işlerini bizim bankayla halletmek istiyordu. Bu işleriyle de özellikle benim ilgilenmemi rica etmişti müdürden. Zaten o gün direk müdürle irtibat kuracak bir müşteriyken sırf benim dikkatimi çekmek için sıra numarası aldığını anlamıştım. O günden sonra da bankanın en değerli memurlarından bir haline geldim. Çünkü Metin’in yüklü miktarlardaki bütün mali işleri bizim bankamız vasıtasıyla hallediliyordu. Ayrıca hemen her gün de bankaya benim adıma ya çiçek ya çikolata geliyordu. Diğer mesai arkadaşlarımın da beni kıskandığının farkındaydım ve bunu umursamamaya çalışıyordum. Çünkü Metin’in ilgisi çok hoşuma gitmekle birlikte bana kendimi değerli hissettiriyordu.
Bütün bunları Nejla’ya anlattığımda onun bir an durgunlaştığını gördüm. Metin’in bankaya gelmesini beklemiyordu büyük ihtimal. Şaşırmıştı ama yine de benim adıma mutlu olduğunu söyledi. Çalıştığım bankayı Nejla’dan öğrenmediğini o an anladım. Demek beni araştırmış, öyle öğrenmişti. Bu durum gururumu daha da bir okşamıştı. O gün karşılaştığımız restoranda onun bu denli dikkatini çektiğimin farkında bile değildim çünkü.
Birkaç gün sonra Metin, gönderdiği bir çikolatanın içine küçük bir not iliştirmişti. Notta akşam yemeğini onunla birlikte yememi istiyordu. Nasıl hayır derdim ki? Kabul ettim hemen. Böylece bizim ilişkimiz de çok hızlı bir şekilde başlamış oldu. Metin çok kibar, çok ince düşünceli ve karşısındaki insana değer veren biriydi. Onunla olmak hoşuma gidiyordu. Fakat ilk karşılaştığımız zaman yanında gördüğüm genç kadının kim olduğunu da merak etmiyor değildim. Çünkü Metin bu konudan hiç bahsetmiyordu. Ona sorduğumda ise, “Senden önceki hayatımdan kalan bir kız arkadaş,” dedi. Ciddi bir ilişki olmadığını, günübirlik birkaç ilişkisi olduğunu, fakat beni tanıdıktan sonra hepsini arkasında bıraktığını söyledi. İnanmıştım ona. Çünkü kendimi öyle değerli hissettiriyordu ki aksi bir düşünceye sahip olamıyordum. Hemen her buluşmamızda beni hediyelere boğuyor, tatlı ve baştan çıkarıcı sözlerle ruhumu okşuyordu. Sırılsıklam âşık olmuştum bu adama ve dünyanın en şanslı insanı olarak görüyordum kendimi. Bir gün o da bana aynı şeyi söyledi. Çıktığımız bir akşam yemeğinde bana deli gibi âşık olduğunu, beni düşünmekten geceleri artık düzgün bir uyku uyuyamadığını ve hayatının bundan sonraki her saniyesini benimle geçirmek istediğini söyleyince resmen ayaklarım yerden kesildi. Ben de güzel bir kadındım. Belime kadar inen siyah dalgalı saçlarım, iri koyu kahverengi gözlerim ve pürüzsüz kumral bir cildim vardı. Boyum uzun, fiziğim de oldukça düzgündü. Yani bir erkeğin dikkatini çekebilecek kadar güzeldim ama yine de bu erkeğin Metin olması beni normalden daha fazla heyecanlandırıyor, ister istemez kendimi güvensiz hissetmeme neden oluyordu. Ya beni başka güzel bir kız için bırakırsa, ya benden soğursa, ya bana artık değer vermezse diye sürekli bir endişe içindeydim. Fakat evlenme teklif ettiği gün, bir saniyemi bile sensiz geçirmek istemiyorum dediği an, öyle mutlu olmuş ve kendime güvenim gelmişti ki hemen, “Evet” diye atlamıştım teklifine. O anda kırmızı kadife bir kutu çıkarıp aldığı tek taş elmas yüzüğü parmağıma geçirivermişti.
Sonrasındaki evlilik süreci ise neredeyse ilişkimizden daha hızlı bir şekilde gelişti. Beni hemen anne ve babamdan istediler. Fakat ailem Metin ile evliliğime hiç sıcak bakmıyordu. Babam her fırsatta, “Bu adamı hiç gözüm tutmadı. Böyle zengin insanlardan iyi koca olmaz,” diyerek beni vazgeçirmeye çalıştı. Fakat ben dinler miyim? Dinlemedim tabii. Çünkü Metin’e çarpılmış gibi âşıktım. Benim direnmem karşısında mecburen babam gönülsüzce de olsa evliliğimize onay vermek zorunda kaldı. Bazen o gün keşke babamı dinlemiş olsaydım diye düşünmüyor da değilim. Fakat ne yaşamış olursam olayım, aşkı doya doya yaşadığımı da inkâr edemem. Sevilmediğimi ise hiç söyleyemem.
Hayat ne kadar garip değil mi?
Metin’in ailesi bize göre daha resmi insanlardı. Sıcakkanlı bir yapıları yoktu. Söz, nişan, düğün hepsi çok resmi bir ortamda gerçekleşti. Kayınvalidem gösterişi seven bir kadındı. Bu yüzden düğünümüz fazlasıyla özenli ve gerektiğnden çok abartılı oldu. Peri masallarını andıran güzellikte bir düğünle dünyaevine girdik. Aileler arasındaki ekonomik ve kültürel farklılıklar yüzünden her iki aile, samimi bir dünür ilişkisi kuramadılar. Düğünden sonra da zaten çok fazla görmedim onları. Sadece bir iki defa aile yemeğinde bir araya geldik. Annesini son görüşüm ise mahkemede tutukluluk kararı verildiği gün oldu. Kadın salondan çıkarken yanıma gelip nefretle yüzüme baktı ve sonra da tükürüp gitti. Bana bağırıp çağırsa ve suçlasa, belki bu kadar içim acımazdı. Onun bu tavrı beni derinden yaraladı. Çünkü ona göre suçlu olan bendim. Allah’tan o günden sonra da bir daha yüzünü görmedim.
Metin ile evliliğim o kadar güzel başlamıştı ki ikimiz de masmavi gökyüzünde birbirine kur yapan, dans eden ve özgürce süzülen beyaz güvercinler gibiydik. Âşık ve mutlu…
Kanarya adalarında muhteşem geçen bir haftalık balayı tatilinden sonra Türkiye’ye döndüğümüzde, Metin artık benim çalışmamı istemediğini söyledi. Onu anlıyordum. Paraya ihtiyacımız olmadığı için çalışmamı gereksiz buluyordu. Bu konuda ısrarcı olup onu üzmek istemiyordum ama ani bir kararla da işimi bırakmak niyetinde değildim. Çünkü bu beklenmedik bir istekti. Bu yüzden onu birkaç ay daha çalışmaya ikna ettim ama bu hiç de kolay olmadı. Bu konuşmayı yaparken o güne kadar tanımadığım bir Metin çıktı karşıma. Asabi ve dediğim dedik bir ruh haline bürünmüştü. Benim üzüldüğümü görünce sadece altı ay daha çalışmama izin verdi. Sonrasında ise istifa edecektim.
Bu çalıştığım altı ay ilişkimiz açısından hiç de kolay geçmedi. Çünkü işyerindeyken sık sık arayıp beni denetliyor, özellikle aynı ortamda çalıştığım erkekleri sorun ediyor ve sürekli onlarla ilgili sorular soruyordu. İş arasında muhabbet ediyor muydum? Birlikte çay ve kahve molası verdiğim kişiler var mıydı? Sohbetlerimiz ne üzerine oluyordu? Her gün sabah akşam bunun gibi sorularla beni yıldırıyordu. Her sorduğu soruya bıkmadan, usanmadan cevap veriyordum. Onlarla sohbet ettiğimi duyduğunda yüzü anında değişiyor, oradaki hiçbir erkek arkadaşımla konuşmamı istemiyordu. Zaman zaman tepki gösteriyordum bu konuda ona. Çünkü artık kendimi, evliliğimin ilk günlerindeki gibi özgür hissedemiyordum. Bunu ifade ettiğim bir gün öyle çok sinirlendi ki o anda öfkeyle yüzüme sert bir tokat atıp “Sen benim karımsın, bana aitsin. Benim dışımda hiçbir erkekle konuşamazsın,” diye bağırdı. O ilk tokat içimi çok acıtmıştı. Hemen yatak odamıza koşup kendimi yatağıma attığım gibi hıçkırarak ağladım. Ben ailemden bırak tokat yemeyi, yüksek sesle bile uyarılmamıştım bugüne kadar. Hiç alışık olmadığım çok acı bir durumla karşı karşıyaydım. Bu yüzden içim çok acıyordu. Kırılmıştım ve öfkeliydim. Bir saat kadar sonra yanıma gelip beni kolları arasına alarak özür diledi. Saçlarımı okşuyor, beni öpücüklere boğarak sıcak ve ilgi dolu bir sesle sürekli özür diliyor ve kendisini affetmemi istiyordu.
Özrü içtendi. Beni çok sevdiğini söylüyor, bir daha asla el kaldırmayacağına yeminler ediyordu. Bir anlık bir gafletle attığı tokat yüzünden ona daha fazla acı çektirmek istemeyip affettim. Bunu ona söylediğimde ise yüzündeki o mutlu ifadeyi hayatım boyunca unutamam. Beni öpücük yağmuruna tutmuş ve neredeyse kaburga kemiklerimi kıracak derecede sımsıkı sarılmıştı. Sürekli kulağıma, “Benim için çok değerlisin. Seni çok seviyorum aşkım, seni çok seviyorum,” diye fısıldıyordu.
Bu adamın beni gerçekten sevdiğinden nasıl şüphe ederdim?
Dilediği özürler ona yeterli gelmemiş olacak ki o hafta sonu beni Bodrum’a götürdü. Ailesine ait çok lüks bir villada ikimiz baş başa iki gün geçirdik. Gündüz evde, havuzda oluyor, akşam da Bodrum’u geziyorduk. Bana karşı müşfik ve sevgi doluydu. Aramızda geçen o küçük tatsız olay o hafta sonu unutulup gitmişti. İkimizde rahatlamış bir halde döndük Ankara’ya.
Neredeyse birkaç ay hiç tatsız bir olay yaşanmadı aramızda. Metin, aynı hafta sonu kaçamağımızdaki gibi müşfik ve sıcaktı. İş yerindeyken beni eskisi kadar sık aramıyordu artık. Bu da beni oldukça rahatmış, çalıştığım ortamdan zevk almamı sağlamıştı. Fakat güzel geçen günlerime rağmen içimde beni rahatsız eden bir huzursuzluk vardı. Nedeni de işimden ayrılmak istemiyor olmamdı. Çünkü Metin’in bana verdiği altı aylık süre dolmak üzereydi ve ben de ona verdiğim sözü tutmak zorundaydım. Yine de bu konuyu Metin ile konuşup çalışma iznimi uzatmayı düşünüyordum. Bu aralar öyle anlayışlıydı ki bana karşı, hayır demeyeceği düşüncesindeydim.
Fakat o akşamüstü iş çıkışı arabamla eve giderken durduğum bir kırmızı ışıkta hayatımın şokunu yaşadım. Tam önümdeki araba eşimindi ve yanında da başka bir kadın vardı. Onunla o kadar ilgiliydi ki arkasında bekleyen arabanın benimki olduğunun farkına bile varmadı. Hafifçe yana dönüp gülümseyen yüzüyle yanındaki kadının yanağını okşayışını, sonra da elini tutup dudağına götürerek öpmesini büyük bir şaşkınlıkla, başımdan aşağı kaynar sular dökülerek izliyordum. Yanındakine dikkatle baktığımda Metin ile ilk karşılaşmamızda yanında gördüğümüz kadını tanımam zor olmadı. Onun için, geçmişimde kalan biri demişti. Gördüğüm kadarıyla kadın pek de geçmişte kalmış görünmüyordu. Kocam beni aldatıyordu ve bunu da kendi gözlerimle görmüştüm. Işık yeşile dönünce trafik yine hareketlenmiş ve Metin hızla bu trafiğin içinde kaybolmuştu.
Eve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Sinirden ve öfkeden titrediğimin farkındaydım sadece. Nasıl bu kadar saf ve aptal olabilmiştim? Nasıl inanmış, nasıl kanmıştım bu adama? Ona kızgındım ve gururum bir kez daha incinmişti. Aldatılmanın derin şoku ve şaşkınlığı içindeydim. Aslında en çok da onun bana büyük bir aşka bağlandığını sanacak kadar saf oluşuma ve kendi aptallığıma kızıyordum. Evin içinde deli gibi dört dönüyor, kızgınlık ve sinirle sürekli kendime bağırıp çağırıyordum. Bir süre sonra yorulmuş ve salondaki kanepeye çökercesine oturup hıçkırıklar içinde sarsılmaya başlamıştım. Yediremiyordum bu durumu kendime. Ben bu davranışı hak edecek ne yapmıştım ki? Üstelik daha henüz altı aylık evliydim ve bunun sonrasını düşünmek dahi istemiyordum. Bu aldatılmanın hesabını mutlaka Metin’den sormalıydım. Yerimden doğrulup saate baktım. Vakit neredeyse gece yarısına yaklaşıyordu. Banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkayarak kendime çekidüzen vermeye çalıştım. Nedense Metin’in beni böyle perişan bir halde görmesini istemedim. Onun karşısına zayıf biri gibi çıkmamalıydım.
Ara sıra böyle gece yarısına kadar geciktiği oluyordu ama bu, çok nadirdi. Genelde yurt dışından bir misafiri varsa geç gelirdi. Fakat bugün durum farklıydı ve eve geç gelme sebebi misafirleri değildi.
Bir saat kadar sonra Metin geldiğinde beni ayakta görünce yanıma yaklaşıp dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. Sonra, “Neden bu saate kadar oturdun? Yattığını düşünüyordum,” dedi.
“Merak ettim seni, arayıp gecikeceğini söylemedin.”
“Merak ettin ama bir arayıp da nerede olduğumu bile sormadın,” dedi Metin sitem edercesine. Aslında haklıydı. Ona o kadar kızgındım ki arayıp neden geciktiğini sormak aklıma gelmemişti.
“Mutlaka bir nedeni olduğunu düşündüm,” dedim oldukça soğuk bir ifadeyle.
İfademin soğukluğunu da zaten Metin’in tepkisinden sonra fark edebildim.
“Çok tuhafsın bugün?”
“Nasıl tuhafım?”
“Soğuksun.
“Seni merak ettim.”
“Toplantıda olduğumu tahmin etmen gerekirdi.”
“Bu saate kadar mı?” diye sorguya devam ettim.
“Senin neyin var Yasemin?” diye sert bir şekilde tepki gösterdi. Onun sesindeki sertlik canımı daha fazla sıktı.
“Misafirin olmadığını biliyorum,“ dedim.
Hızlı ve sert bir hamleyle kolumu tutup “Sen ne demek istiyorsun?” diye tısladı yüzüme karşı. Suratı hem şaşkınlık hem de sinirden gerilmişti.
“Bana gerçeği söyle,” diye üzerine gittim.
“ Hangi gerçeği?” diye bağırdı.
“Beni aldattığın gerçeğini!” diye ben de bağırdım. Artık sakin olma çabamı yitirmiştim.
O andaki yüz ifadesi görülmeye değerdi. Büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu bana.
“Bunu da nereden çıkardın şimdi?” diye sordu.
“Bugün gördüm ikinizi!” diye sinirle bağırmayı sürdürdüm.
O da çok öfkeliydi ve ellerini yumruk yapmıştı.
“Kiminle gördün beni?” diye sordu. Sinirini biraz da olsa zapt etmeye çalışıyordu.
“Seni ilk gördüğüm zamanki kadınla,” dedim ve nerede gördüğümü de söyledim.
“Ne yani arabamda bir kadın gördün diye hemen seni aldattığımı mı düşündün?”
“Eğer her arabana aldığın kadının yanağını okşamıyorsan ve elini dudaklarına götürüp öpmüyorsan öyle düşünürüm,” diye haykırmamla yüzüme sert bir tokatın inmesi bir oldu.
“Sen iş yerindeki erkeklerle fingirderken ben, beni aldattığını düşünmüyordum,” dedi.
Bu sözler ve yediğim tokat beni çok sarsmıştı.
“Kiminle fingirdeşmişim?” diye sordum kızgınlıkla.
“Çay ya da kahve molalarında kim varsa yanında,” dedi.
Önce bu sözün ne anlama geldiğini çözemedim fakat sonradan jeton düştü.
“Sen beni mi izletiyorsun?” diye sordum inanmazlıkla. O anda ağzımda kan tadı aldım. İlk anda sinirden fark etmemiştim ama attığı tokat yüzünden dudağım patlamış, ağzımın içi de kanla dolmuştu.
“Ne sanıyordun ki?”
“İyi de neden?”
Sorumun cevabını beklemeden ağzımdaki kanı tükürmek için banyoya koştum.
O ise, “ Beni aldatıp aldatmadığını öğrenmek için,” diye bağırdı arkamdan.
Ağzımı temizledikten sonra tam karşısında dikilip “Sen hastasın,” dedim acıma dolu bir ifadeyle.
“Şimdi sen bana deli mi diyorsun?” diye bir tokat daha attı aniden.
Yediğim şamarın etkisiyle dengemi kaybedip yere düştüm. Artık iyice sinirlenmiş ve kendimi kaybetmiştim.
“Bir kadına el kaldıracak kadar zayıf, düzgünce kendini ifade edemeyecek kadar da acizsin,” dedim gözyaşları içinde. Bana attığı tokadın fiziksel acısına değil, içimde hissettirdiği acıya dayanamıyordum çünkü. Ben böyle bir davranışı hiçbir şekilde hak etmemiştim. Maruz kaldığım şiddet yüreğimi yakıyordu. Sevdiğim, âşık olduğum, hayatımı adadığım adam bir nevi kum torbasına çevirmişti beni. Ağzım, burnum kan revan içindeydi. Ben yerde yatarken de başımda dikilip kendi kendine sinirle söylenmeye devam ediyordu. Aldatan sanki o değil de benmişim gibi bir tavır içindeydi.
“Sana o kadar dedim çalışmanı istemiyorum diye. Yok hanımefendi çalışmayı seviyormuş. Yersen tabi. Sen çalışmayı değil fingirdeşmeyi seviyorsun?” diye bağırıp bu seferde ayağıyla böbreğime tekme atınca iyice nefessiz kaldım. Zorlukla yerde sürünerek ondan kaçmaya çalıştım.
“Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun?” diye saçımdan tuttuğu gibi beni hızla kaldırıp tekrar yere doğru fırlattı. O esnada başımı parke taşına çarptım. Sanki bir anda gözlerimin önünden yıldızlar kayar gibi oldu. Artık ne gücüm ne de takatim kalmıştı doğrulmak için. Başımın içi zonkluyor, gözlerim kararıyordu. O anda içim geçti, bayılmışım.
Kendime geldiğimde bir hastane odasında yatıyordum. Başım sarılıydı ve bütün vücudum ağrılar içindeydi. Metin ise bembeyaz bir yüzle ve endişeyle yanı başımda oturmuş beni izliyordu. Uyandığımı görünce hemen endişeyle üzerime doğru eğilip “ Beni çok korkuttun Yasemin. Sana bir şey olacak diye aklım çıktı” dedi. Şaka gibiydi söylediği sözler ama o çok endişeli görünüyordu ve yüzü sapsarıydı. O anda odaya hemşire gelip “Kendinize geldiğinize sevindim Yasemin Hanım. Çok korkuttunuz bizi. Lütfen bir daha dikkatli olun merdivenlerden inerken,” dedi ve sonra da doktoru çağırmak için odadan çıktı. O anda anlamıştım Metin’in neden öyle endişeli göründüğünü. Rol yapıyordu kocam. Beni döverek hastanelik ettiğini saklamış, merdivenlerden düşerek bu hale geldiğimi söylemişti. Artık ondan korkmaya başlamıştım. Sağlıklı bir ruh hali yoktu ve her an bana yeniden zarar verebilirdi. Onun tekmelerkenki hali gözümün önüne geldiğinde vahşi görüntüsü beni iliklerime kadar titretti. Çok severek evlendiğim adamın aslında tehlikeli biri olduğunu, hatta benim katilim bile olabileceğini düşündükçe vücudumdan istem dışı titreme geçiyordu. Metin ise büründüğü rolüne hiç zorlanmadan devam ederek ilgili koca rolünü başarıyla oynuyordu.
“Ah Yasemin, dün senin bayıldığını gördüğüm anda inan ben de korkudan ölüyordum. Ne oldu bana gerçekten anlamış değilim. Baygın olduğun süre boyunca bütün gece endişeden gözümü dahi kırpmadım. Doktor yüzeysel berelenme dışında önemli bir şeyin olmadığını söyleyince rahatlayabildim ancak. Yine de kendimi bir türlü affedemiyorum,” dedi büyük bir üzüntüyle. Üzüntüsü gerçek görünüyordu fakat ben dünkü vahşi halini gördükten sonra bu durumuna inanmıyordum artık. Ona hiç cevap vermedim ve başımı diğer tarafa çevirip göz pınarlarımda biriken yaşları sessizce sildim.
Benim bu hareketimden sonra Metin ağlamaklı bir şekilde, “lütfen bunu bana yapma. Ağlama ne olur. İnan içim dayanmıyor,” deyince, artık kendimi tutamayıp “Rol yapmayı kes artık!” diye bağırdım. Metin’in yüzü aniden sapsarı oldu.
“Bunu nasıl söylersin?” dedi şaşkınca. Hem rol yapıyor hem de bunu inkâr ediyordu.
“Neden merdivenden düştüğümü söyledin?” diye sordum soğukça.
“Burada seni yalnız bırakmamak için. Polis, sorgu için götürdüğünde sen burada yalnız kalacaktın ve benim de aklım hep sende olacaktı.”
“Artık benim için endişe etmene gerek yok. Bugün polise doğruyu söyleyeceğim.”
“Bunu yapma lütfen! Yemin ederim seni çok seviyorum. Belki buna şimdi inanmayabilirsin. Bunda da haklısın ama lütfen bana bir şans daha ver. Bu yaptığımı unutturmak ve seni mutlu etmek için elimden geleni yapacağım. Söz veriyorum sana,” dedi üzgün bir şekilde.
Ve ben onu affettim. Oysaki birkaç dakika öncesine kadar bu adamdan boşanmayı düşünüyordum.
Bir gün daha hastanede kaldım ve bu süre zarfında Metin, bir saniye bile olsa beni yalnız bırakmadı. Bana karşı ilgi ve sevgi doluydu. Yaptığından dolayı öyle vicdan azabı çekiyordu ki ona sert davranarak daha fazla işkence etmek istemedim. Hem hastanede hem de eve çıktıktan sonra Metin ile her şeyi konuştuk. Beni çok sevdiğini ve çok kıskandığını ve aramızda yaşanan her sorunun sebebinin de kıskançlık olduğunu söyledi. O gün arabasında gördüğüm kadının da önemli biri olmadığını, benim çalışmamdan kaynaklanan kıskançlık ve kızgınlıktan dolayı içgüdüsel olarak benden intikam almak için çıktığını söyledi. Onun açıklaması bu şekildeydi. Bana çok inandırıcı gelmiyordu. Evet, beni kıskanıyordu bunu biliyordum ama bu kıskançlığın beni aldatmasıyla bağlantısı zayıftı. Açık bir şekilde aldatılmıştım ve benim gözümde bunun bahanesi yoktu. Bunu bilmeme rağmen yine de üzerinde çok durmadım. Çünkü bu durum aramızdaki sorunu daha da büyütmekten öteye gitmeyecekti. Benim ise bu kırılgan günlerimde soruna değil, huzura ihtiyacım vardı. İçimden onu affetmesem de affettiğimi söyledim. Çünkü onun da bunu duymaya ihtiyacı vardı. Metin’e, bana şiddet uyguladığı için öfke sorunu olduğunu, bu konuda yardım almadığı takdirde evliliğimize devam edemeyeceğimizi söyledim. Bu sözlerim umduğumdan daha fazla sarstı onu. Yaptıklarından dolayı ciddi anlamda vicdan azabı çekiyordu. O gün bu adam karşımda çocuklar gibi ağladı. Bana bunu yapan kişinin o olmadığını, içindeki o canavarı tanımadığını ve iyi birisi olmak için de bu canavardan kurtulması gerektiğini söyleyerek bu teklifimi kabul etti. Eşimin psikolojik sorunları vardı, yani rahatsızdı ve o da bunu kabul ediyor, iyileşmek için bir adım atıyordu. Bu adımı görmezden gelemezdim. Bu yüzden ona destek olmak için bende işimden ayrılmaya karar verdim.
Birkaç ay hayatımda her şey çok güzeldi. Metin yine sevdiğim adam olmuştu. Çok ilgili ve sevgi doluydu. Her fırsatta pahalı hediyelerle beni şımartmaktan geri kalmıyordu. Hatta bu süreçte araya, birkaç defa yurt dışı seyahati bile sığdırmıştı. Yine hayatının merkezinde ben vardım. Tedavisi de oldukça güzel ilerliyor, hiç aksatmadan düzenli bir şekilde terapiste gidiyordu. Yani hayatımda her şey rayına oturmuştu.
Her şey çok güzel bir şekilde ilerlerken o uğursuz gün gelip çattı.
Birlikte alışverişe çıktığımız bir hafta sonu, gittiğimiz alışveriş merkezinde üniversiteden bir erkek arkadaşımla karşılaştık. Üniversite yıllarında yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmez dediğimiz bir grubumuz vardı. Kızlı erkekli bir gruptuk ve oldukça güzel bir dostluk gelişmişti aramızda. Fakat ben Metin ile evlendikten sonra onlarla iletişimimi koparmıştım. Nejla’yla bile evli olduğum süre içinde sadece iki defa görüşebilmiştim ancak. Metin çok fazla arkadaş çevremle dışarıda takılmamı istemiyordu. Zaten ilk altı ay çalıştığım için buna ben de zaman bulamıyordum. Sonrasında ise Metin istemediği için görüşmemiştim. Bu yüzden pat diye karşımda eski bir arkadaşımı görünce hem şaşırmış hem de tedirgin olmuştum. Arkadaşım ise evliliğimdeki sorunlarımdan habersiz bana sarılıp yanaklarımdan öpmüştü. Bu çok dostane bir kucaklaşma olsa da Metin tarafından bu şekilde algılanmayacağını biliyordum. Arkadaşımla ayaküstü kısa bir sohbetten sonra vedalaşıp ayrıldık. O yanımızdan ayrılır ayrılmaz kocam kolumdan tuttuğu gibi sürükleyerek arabaya götürdü beni. Yol boyunca arabayı sessizce kullanmıştı ama ben suratının sinirden mosmor kesildiğini görebiliyordum. Villanın önüne geldiğimizde de kolumdan sertçe tutup hoyratça çıkardı arabadan, evin kapısına kadar çekiştirerek götürdü. Sonra da kapıyı açıp beni hızla içeri doğru savurdu.
Kıyamet de işte o zaman koptu.
“Kimdi bu adam? Çabuk cevap ver bana!” diye bağırdı.
Bağırtısı resmen gök gürlemesi gibi inletmişti evi.
“Üniversiteden arkadaşım olduğunu söylemiştim zaten orada. Tanıştırdım ya sizi de, “dedim sakin olmaya çalışarak. Benim ona sert bir şekilde karşılık vermem olayı daha da büyütebilirdi.
“Sen her erkek arkadaşınla böyle sarılıp kucaklaşıyor musun?” diye üzerime doğru yürüdü. Öfkeden gözleri kapkara olmuştu, sinirden resmen tir tir titriyordu.
“Böyle olmadığını biliyorsun Metin. Lütfen bu konuyu daha fazla uzatma.”
“Ne demek uzatma? Yanımda adamın birisi sana sarılıyor, sen de uzatma diyorsun. Doğru söyle bana, bu adamla bir ilişkin var mı senin?”
“Nasıl bir ilişkim olabilir ki? İyice saçmaladın sen de,” diye sesimi yükselttim bu sefer ben de ona karşı.
Fakat Metin beni duymuyordu. Sinirle yanıma yaklaşıp saçımı hızla geriye doğru çekti.
“Beni aldattığından her zaman şüphe etmiştim zaten, seni sürtük!” diye bağırıp sert bir tokat attı yüzüme. Artık bu kadarı da fazlaydı. Metin yine sapıtmıştı ve her an bana zarar verebilirdi. Bu düşünceyle hızla yatak odamıza gitmek üzere merdivenlere doğru koştum. Metin de arkamdan gelip kolumdan yakaladı ve sefer yüzüme okkalı bir yumruk savurdu. Kendimi savunmak için sarf ettiğim hiçbir sözü dinlemiyordu. Aşırı sinirli ve öfkeliydi. Bütün gücümü toplayarak merdivenlerden yukarı tırmandım. Amacım siniri geçinceye kadar kendimi odamıza kilitlemekti. Sonrasında ise evi terk edip gidecek, bir daha Metin ile bir araya gelmeyecektim. Çünkü artık onun yanında kendimi güvende hissetmiyordum. Merdivenlerden çıkar çıkmaz bana yetişti ve yine kolumdan tutup “Benden kaçamazsın seni rezil sürtük!” diyerek bir tokat daha atmaya hazırlanırken, can havliyle hızla onu geriye doğru ittim. Dengesini kaybedip arka üstü merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Sonra da hareketsiz bir şekilde düştüğü yerde öylece kalakaldı. Yukardan bir süre onun hareketsiz bedenini izledim. Korku ve panikten soluk soluğa kalmıştım. Nefesim düzene girer girmez korkuyla merdivenden aşağı koştum. Metin’in bu hareketsizliği endişelendirmişti beni. Boynu yan dönmüştü ve gözleri kapalıydı. Başının arkasından da yere kan sızıyordu. Büyük bir panikle hemen 112’yi arayarak ambulans çağırdım. Fakat yapabilecekleri bir şey yoktu. Merdivenden düşerken boynu kırılmış ve olay yerinde ölmüştü.
Metin’in bu ani ölümü çok fazla sarsmıştı beni. Öldüğünü kabullenemiyordum bir türlü. Ne yaşarsam yaşayım bu adamı sevmiştim çünkü. Olay benim açımdan tamamen kaza olsa da Metin’in ailesinin nüfuzunu kullanmasıyla, mahkeme tasarlayarak ve kasten adam öldürme suçlamasıyla yirmi beş yıl hapis cezası verdi bana. Kocamın ölümüne sebep olduğum için hapis cezasını kabul ediyordum ama kasten adam öldürme olduğunu kabullenemiyordum. Metin’in ailesi çok zengin ve tanınmış bir aileydi. Bu yüzden oğullarına toz kondurmuyorlardı. Onlara göre biricik evlatları kusursuz bir insandı ve mahkeme boyunca da bunu bu şekilde yansıtmak için ellerinden geleni yaptılar. Parayla yalancı şahit bile tutup aleyhime ifade verdirdiler. Metin’in beni daha önce dövdüğü suçlamalarını da şiddetle reddettiler. Önceki hastanelik olduğum olay zaten kayda merdivenden düşme diye geçmişti. Metin’in bana şiddet uyguladığını kanıtlayacak hiçbir şeyim yoktu. Son olayda attığı yumruktan dolayı yüzümde oluşan morluklar ise basit bir karı koca kavgası olarak lanse edildi. Sonrasında yaşananlar ise planlayarak adam öldürme olarak kayıtlara geçti ve mahkûmiyetim de böylece başlamış oldu. Evliliğim boyunca birkaç kez görüşebildiğim ailem bile çok şaşkındı ve şok geçirmişlerdi. Çünkü onlar hep mutlu olduğum, Metin’in en çok şımarttığı zamanlarda görmüşlerdi beni. Gerçi onlar bana inanıyorlardı ama yine çok şaşırmış ve üzülmüşlerdi. “Neden bize haber vermedin?” demişti babam. Ne diyebilirdim ki onlara? Sonuçta mutluydum aslında ben kocamla. Öfke sorunu olmadığı zamanlar iyi bir insandı. Fakat o sorunu yaşarken de hiç tanımadığım birisi çıkıyordu karşıma. Ben öyle zamanlardaki tavırlarını hak etmiyordum. Yediğim yumrukları ve tekmeleri unutamıyordum. Keşke böyle bir sorunu olmasaydı da sağlıklı bir insan olsaydı diye çok geçirmiştim içimden. Hem böylece Metin hâlâ hayatta olur ve evliliğimiz de devam ediyor olurdu.
Bazen koğuştaki diğer kadınlar bana sahte bir acımayla bakıyorlar. Aslında onların gözünde sosyete gülüyüm ben. Zengin kocasını öldüren sürtük diyorlar kimi zaman arkamdan. Kim bilir onu aldattığımı bile düşünen vardır belki de içlerinde. Arkasından salla sallayabilirsen hesabı artık benimki. Aslında bu hikâyede mağdur olan bendim ama herkesin gözünde suçlu olan da ben oldum. Garip bir dünya ve zamanda yaşıyoruz diye düşünmekten de alamıyorum kendimi. Güçlünün haklı, güçsüzün haksız olduğu, kadının mağdur olduğu bir dünyada kendimi kime, nasıl anlatabilirdim ki? Eğer ölen ben olsaydım belki de Metin, “Beni aldattı, namusumu temizledim,” diyecek ve kendisini mağdur gösterip temize çıkaracaktı. Bu düzende her şey mümkündü. Fakat benim için, o kadın şiddet gören bir mağdur diyen olmadı hiç. Bana kimse arka çıkmadı ailemden başka. Onların da gücü yetmedi zaten Metin’in ailesine karşı. Şu anda benden daha kötü durumda olduklarına eminim. Öpmeye, koklamaya kıyamadıkları, el bebek gül bebek büyüttükleri kızları dört duvar arasına hapsolmuş durumda ne de olsa. Kahrolduklarını biliyorum ama elimden de bir şey gelmiyor ve kendimden çok onların durumuna üzülüyorum. Mecburen çekeceğim cezamı, çekmekten başka çarem de yok zaten. Bazen soruyorum kendi kendime, bütün bunları hak edecek ne yaptım, ne suç işledim diye. Sanırım tek suçum âşık olmaktı benim ve de kadın olmak…