Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Polisiye Öykü: Vicdansız Yedi

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Yamaç Yalçın
Yamaç Yalçın
Yamaç Yalçın, 1983'te İstanbul'da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Metalurji ve Malzeme Mühendisliği mezuniyetinin ardından Sabancı Üniversitesi'nde İşletme Yüksek Lisansı'nı tamamladı. Profesyonel kariyerini Hızlı Tüketim Sektörü'nde satış yöneticiliği yaparak sürdüren Yamaç Yalçın, diğer yandan polisiye öyküler yazıyor.

Belki de hayatımda ilk kez uzun uzun uyudum bu gece. Sabah ezanı ile uyandım. Yarım açık penceremin kenarından süzülen rüzgar, arka bahçedeki ıhlamur ağacının kokusunu içeri taşıdı. “Keşke bir daha hiç uyanmasan,” diye fısıldadı kulağıma. “Hayır,” dedim, “daha yeni başladım hesaplaşmaya.” Önümde uzun bir yol vardı. Başucumdaki vicdansızlar listeme bir göz attım. Bir kişinin üzeri çizilmişti. Kaldı altı.

***

– Merkez 2440!

– 2440 merkez, dinlemede…

– Cinayet ihbarı var. Olay Yeri yolda… Kadıköy Caferağa Spor Salonu önündeki çöp tenekesinde bir ceset bulunmuş.

– Anlaşıldı, olay yerine intikal ediyoruz.

***

Komiser Yardımcısı Merve, cinayet mahalline vardığında Olay Yeri İnceleme, halk için girilmez anlamına gelen bantlarını çekmiş, mıntıka sınırlarını belirlemişti. İncelemelerini tamamlamak üzere olan Başkomiser Taylan, Merve’yi görünce kalın kaşlarını çatıp söylendi: “Hayrola? Emir başkomiserim uyanamadı mı daha?”

“Yok amirim, yolda, birazdan burada olur,” dedi Merve. Çöp tenekesine yaklaştı. Burnuna keskin, kötü bir koku geliyordu. Rıhtıma doğru uçuşan martıların çığlığı kulağını tırmalarken parmak ucunda yükselip cesede baktı. Maktul kırklı yaşlarda, erkek, açık kahverengi kıvırcık saçlı, sinekkaydı tıraşlıydı. Gök yüzüne bakan bal rengi gözlerine şaşkınlık ifadesi oturmuştu. “Boğazındaki derin kesik, kan kaybından ölmesine yol açmış olmalı,” diye düşündü Merve. Sonra gördüğü şeye inanamadı; adamcağızın gömleğinin ön kısmı yırtılmış, seyrek tüylü göğsünün ortasına kesici bir aletle yedi (7) rakamı kazınmıştı. Muhtemelen adamın boğazı kesilirken kullanılan aletin marifetiydi bu. Çevreye göz atarken arkasından tanıdık bir ses yükseldi.

“Öldürüp çöpe mi atmışlar zavallıyı?”

“Ooo Emir başkomiserim hoş geldin.”

“Hoş bulduk Taylan’ım! Nedir durum?”

“Valla en fazla iki saat olmuş. Adamın boğazını kesmişler. Bir de göğsünde imza var: Rakamla ‘yedi’ yazmış katil.”

“Yapma be! Basın duyarsa yandık ha. Her yöne çekerler vallahi o yediyi. Maktulün kimliği belli mi? Kim bulmuş?”

Merve yaklaşıp lafa girdi: “Hilmi Terzi, kırk altı yaşında, evli. Spor salonunda güvenlik görevlisi olarak çalışıyormuş amirim. Belediyenin çöp arabası gelince bulunmuş. Maktulü bulan iki belediye işçisi minibüste bekliyor.”

Başını hafifçe sallayarak anladığını teyit etti Başkomiser. Hilmi Terzi’nin cansız bedenine göz attı. “Gözü açık gitmiş,” diye mırıldandı.

“Efendim amirim?”

“Hiç… Bu ‘yedi’ ne anlama geliyor acaba?”

“Bir manası vardır mutlaka. Umarım katilin yediden geriye sayma niyeti yoktur amirim.”

Emir gülümsedi. “O filmlerde olur evladım. Bana bu Hilmi Terzi’yi araştırın. Kimin nesiymiş? Alıp veremediği biri var mıymış? Ne bileyim, borcu, harcı, belalısı vesaire…”

“Emredersiniz amirim.”

“Ben şu belediye işçileriyle konuşayım. Sen de eşinin yanına uğrayıver. Cesedi teşhis etsin. Sonra merkeze getirirsin, ifadesini alırız.”

***

Penceresi bulunmayan, kasvetli, soğuk, bir masa üç sandalyeden ibaret sorgu odasının kapısında elinde ince bir dosya ile amirini karşıladı Merve.

“Amirim, Emine Terzi, yirmi sekiz yaşında. Kendisini evde bulamayınca komşularından bilgi aldım. Eşinden şiddet gördüğünden Mor Kulübe Derneği’ne sığınmış. Oradan alıp morgda eşini teşhis ettirdim. Yüzünde darp izleri var. Önden biraz konuşmaya çalıştım ama epey içine kapanık biri. Lafları kerpetenle çektim valla ağzından. Beş yıl önce evlenmişler Hilmi Terzi’yle. Çocukları olmuyormuş. ‘Bana evlat veremedin’ diye diye dövüyormuş kocası. Birkaç defa Mor Kulübe’ye başvurup orada kalmış. En son iki gün önce çok fena dayak yiyince gitmiş derneğe. O zamandan beri de dışarı adımını atmamış.”

***

Odadan içeri giren Başkomiser Emir, Emine Terzi’yi boynu bükük, içini çekerken buldu. Simsiyah iri gözleri vardı kadının. Başörtüsünün üst kısmından siyah bir perçem dökülmüştü alnına. Sağ gözü ve çenesindeki morluklar, yuvarlak hatlı, güzelce yüzünü gölgelemişti.

“Başınız sağolsun.”

Başkomiser ile göz göze gelmekten çekinerek korkak bir bakış attı Emine Terzi.

“Sağolun.” Kadının sesi o kadar kısık çıkmıştı ki Emir duymakta zorlandı.

“En son ne zaman gördünüz rahmetliyi?”

Sesini biraz yükselterek cevapladı kadın: “İki gün önce akşam gördüm.”

“Size karşı şiddet uyguluyormuş?”

Lafı dolandırmadı: “Döverdi, evet.”

“Anlıyorum. Sık sık gider miydiniz Mor Kulübe’ye?”

“Yok. Üçüncü gidişimdi bu. Yüzümün halini görüyorsunuz. Beter etti bu son sefer beni.”

“Çocuğunuz yok, değil mi?”

Başını öne eğen kadın utanarak ayrıntıya girmeden, “Yok, olmuyordu,” diye yanıt verdi.

“Rahmetlinin yüklü borcu ya da anlaşamadığı birileri var mıydı?”

“Yoktu. Kıt kanaat geçinirdik ama ne borcu vardı ne de anlaşamadığı biri. Yalnız… Şey…”

“Nedir? Çekinmeyin, söyleyin.”

“Muhtarla kavga etmişlerdi geçen. Yani tartışmışlardı.”

“Konu neydi?”

“Geçim sıkıntımız vardı. Muhtara bir dernek gelmiş, mahalledeki yardıma muhtaçların listesini istemiş. Muhtar da bizim adımızı listeye eklememiş. Bize yardım paketi gelmemişti o yüzden.”

***

“Merve, Emine Terzi’yi evine bırakır mısın? Yolda muhtarlığın yerini de öğrenir, bir uğrarsın. Hilmi Terzi, muhtarla geçenlerde kavga etmiş. Bir soruştur bakalım. Apartmanına uğrar, komşuları ile de konuşursun. Bir de mahallede takıldığı kahveye göz atıver. Şüpheli bir duruma rastlarsan haber ver, olur mu?”

“Anlaşıldı amirim.”

***

Gücünün farkına varmak ne güzel şey! Keşke yıllar önce yapabilseydim. Şimdi vicdanım çok rahat. Kendime tavşan kanı bir çay demledim. Belki sabah haberlerinde benden bahsederler de vicdansızların içine korku salmaya başlarım. Başucumdaki listede beş kişi kaldı.

***

– Merkez 2440!

– 2440 merkez, dinliyorum.

– Cinayet ihbarı var. Henüz ilgili karakoldan bir doğrulama alamadık ama Şengider Sokak, Fikirtepe Koleji karşısı numara on altıdaki rezidans inşaatı alanında bir erkek cesedi bulunmuş.

– Anlaşıldı merkez, intikal ediyoruz.

***

– Amirim şimdi Emine Terzi’yi bıraktım. Aynı mahallede bir cinayet ihbarı var. Oraya geçiyorum.

– Tamam Merve, ben de geliyorum.

***

Komiser Yardımcısı Merve inşaat alanı girişinde bekleyen polis memurlarını fark edince adımlarını hızlandırdı. Kimliğini gösterip soluğu maktulün yanında aldı.

“Hayret, Olay Yeri gelmedi mi henüz?”

“Taylan Başkomiser yoldaymış komiserim.”

“Üzerinden kimlik çıktı mı?”

“Çıktı komiserim. Bu mahallenin muhtarıymış kendisi.”

***

“Hoş geldiniz amirim.”

“Hoş bulduk Merve. Nedir durum?”

“Amirim vaziyet kötü. Maktul, Hilmi Terzi’nin kavga ettiği muhtar çıktı. Boğazı kesilince kan kaybından ölmüş. Göğsüne kesici bir aletle altı (6) rakamı kazınmış. Cinayet aleti yine ortalıkta yok.”

“Kızım, sen ne dediğinin farkında mısın?”

“Ben de çok şaşırdım amirim. Seri katilimiz hayırlı olsun.”

***

Cinayet Büro’da yoğun ve hararetli saatler yaşanıyordu. Ekibini toplayan Başkomiser Emir, serinin üçüncü cinayetinin haberini almadan önce eldeki delilleri değerlendiriyor, katilin bir an önce bulunması için tüm birimleri seferber ediyordu. Tahtadaki isimler Hilmi Terzi, eşi Emine Terzi, Muhtar Selim Yıldız ve Mor Kulübe Derneği’ydi.

“Muhtar hakkında ne öğrendiniz?” diye sordu.

Merve sözü aldı: “Selim Yıldız, elli üç yaşında, yeni boşanmış, iki çocuğu var…”

Cümlesini bitiremeden Komiser Bertan telaşlı bir şekilde içeri girdi: “Selim Yıldız’ın eski eşini getirmişler. O da şiddet mağduruymuş! Çocukları ile beraber Mor Kulübe Derneği’ne sığınmış.”

“Nerede şimdi?”

“Sorgu odasında.”

“Sen ifadesini al, ben Merve’yle şu derneğe gideyim.”

***

Komiser Bertan odaya girdiğinde masanın başında ufak tefek, sol gözü çevresinde koyu bir morluk bulunan açık tenli, kumral bir kadın oturuyordu. Karşısına geçip sandalyeye yerleşti.

“Başınız sağ olsun.”

Kadın sesi titreyerek cevap verdi: “Sağ olun.”

“En son ne zaman görmüştünüz rahmetliyi?”

“Üç gün oldu. Beni bu hale getirdi.”

“Sizce onu kim öldürmüş olabilir?”

“Bilemiyorum.”

“Bakın, iki cinayetin bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. İlk maktulün eşi de Mor Kulübe Derneği’ne sığınmış. Lütfen iyi düşünün.”

Kadın başını öne eğip sağ eliyle yüzünü kapattı. Belli ki kafasını toparlamaya çalışıyordu.

Sonra “Neriman Abla,” dedi, “O yapmış olamaz.”

***

Mor Kulübe Derneği’nin kayıtlı adresi Kadıköy’de Cengizoğlu Pasajı’ndaydı. Başkomiser Emir ve yardımcısı Merve pasajın girişinde derneğe ait herhangi bir tabelaya rastlamadılar.

“Haklı olarak tabela koymamışlar.” dedi Emir, “Belli ki eşi buraya sığınan bir ton manyak var.”

Hemen girişte soldaki dükkanın kapısında “Berber Fatih” yazıyordu. Kafayı uzatıp “Birader, burada Mor Kulübe Derneği varmış?” diye yokladı.

İçeride bir başına oturmuş kitap okuyan kır saçlı genç adam, Emir’i alıcı gözle süzdükten sonra “İki yan dükkanda gizli bir girişi var komiserim,” dedi gülümseyerek.

Emir, adamın insan sarraflığına şapka çıkarıp Merve’ye dönerken, Merve “Amma da çok kitap varmış burada,” deyiverdi, “sanki berber değil, kütüphane…”

Emir bir kez daha dönüp baktı içeriye; bir duvarı kaplayan kitaplıkta bin kadar kitap vardı.

İki polisin şaşırdığını gören genç adam, “Baba oğul okumaya meraklıyız da,” dedi hafifçe gülümseyerek.

“Ne güzel,” dedi Emir ve iki yan dükkana yöneldi.

Burası bir çiçekçiydi. Bu işte bir yanlışlık olduğunu sezdi. Tam gerisin geri dönecekti ki çiçekçinin “Hayırdır, birine mi bakmıştınız?” sorusuna muhatap oldu.

Adamın beden dili her an kavgaya hazır olduğunu gösteriyordu. Budadığı gülü kenara bırakıp sanki elindeki bıçağı göstermeye hevesli bir şekilde göğüs hizasında tutması, sert tavrı üzerine tuz biber oldu.

“Cinayet Büro’dan geliyoruz,” dedi Merve araya girip. Başkomiserine bıraksa, adamın gırtlağına sarılması an meselesiydi.

Çiçekçi hemen yumuşayıp alttan aldı. Affedersiniz komiserim, yanlış anlamayın, iti kopuğu, her türlü insanı geliyor buraya. Kırdığı potu telafi etmeye çalışan iyi niyetli bir gülümseme yerleştirmişti suratına: “Size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Mor Kulübe Derneği’nin girişini arıyorduk,” dedi Emir.

Adam, “Buyurun,” dedi, “size göstereyim.”

Arkasını dönüp köşedeki kapıyı açtı. “Bu merdivenlerden çıkınca girişe ulaşırsınız.”

“Gizlilik falan anlaşılabilir de, bu kadar tedbir garip,” diye düşündü Emir.

Merdiveni tırmanıp üst kata, derneğin lobisine ulaştılar. Basit, ahşap görünümlü pvc kaplama bir bankonun arkasında oturan ellili yaşlarda esmer, gözlüklü bir kadın elindeki gazeteyi okumakla meşguldü.

Kafasını gazeteden kaldırıp “Buyurun?” diye sordu ilgisiz bir tavırla.

“Polis,” dedi Emir, “Cinayet Masası… Yetkili siz misiniz?”

“Hayır,” dedi kadın, “Neriman Hanım’a haber vereyim.” Önündeki telefondan bir numara tuşladı, “Polisler geldi abla, sizi soruyorlar… Peki…” Telefonu kapatan kadın, “Buyurun,” dedi arkasındaki koridoru işaret ederek, “karşıda, en sondaki oda.”

On kadar beyaz kapı açılan, bembeyaz uzun koridoru geçip Neriman Hanım’ın odasına girdiler.

Cam bir masanın arkasında oturan, yüz elli kiloluk, sert bakışlı, sarışın bir kadındı Neriman.

“Hoş geldiniz,” dedi.

Önündeki iki deri misafir koltuğuna yerleşirken, “Hoş bulduk,” dediler bir ağızdan.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Bakın,” dedi Emir, “lafı dolandırmayı sevmem.”

“Hay hay,” dedi sert bir şekilde Neriman.

“İki cinayet var. Ölen adamların eşleri buraya sığınmış.”

“Yani?”

“Yani, katil her kimse ya burada çalışıyor ya da bu kadınlar ile bir bağlantısı var.”

Neriman alaycı bir ses tonuyla, “Beni mi suçluyorsunuz? Avukatımı aramalı mıyım?” diye sordu.

“Söylediğim gibi, burayla bağlantılı herkes şüpheli.”

“En iyisi avukatımı arayayım.”

“Kimi isterseniz arayın. Burada kalan ve çalışan herkesin ifadesini almamız gerekiyor.”

***

Asayiş Şube Müdürlüğünde, misafir edilen yirmi beş kişi nedeniyle curcuna yaşanıyordu. Dernek çalışanları, şiddet mağduru kadınlar, çocukları ve avukatlar bekleme salonunda derin bir uğultu oluşturmaktaydı.

“Lütfen, biraz sessiz olun!” diye bağırdı Komiser Bertan. “Söz veriyorum ifadelerinizi hızlıca alıp sizi derneğe geri bırakacağız.”

“Çoluk çocuk bizi buraya sürüklediniz!” diye karşılık verdi genç bir kadın. Kafasında beyaz bir sargı bezi vardı.

“Lütfen, sakin olun,” diyerek alttan aldı Bertan, “Bir ihtiyacınız varsa hemen karşılayalım.”

“İstemez,” diye tersledi kadın, “yeter ki çabucak salıverin bizi.”

***

“Üç avukat, dört dernek çalışanı, yedi şiddet mağduru kadın, on bir çocuk… Elde var sıfır!” diye içinden söylendi Başkomiser Emir. Sinirliydi. Saatler süren ifade alma işlemi sonrası, doğru düzgün bir delile ulaşamamışlardı. Muhtar Selim Yıldız’ın Terzi ailesini yardıma muhtaçlar listesine almamasından dolayı Hilmi Terzi ile kavgalı oldukları; her ikisinin de eşlerine şiddet uygulaması; iki kadının da aynı derneğe sığınmış olması dışında, ellerinde hiçbir net bilgi yoktu. Konuştukları kişiler arasında cinayet işleme ihtimali olan tek şüpheli ise dernek başkanı Neriman Tutucu’ydu.

İfadesi alınırken rahat tavırlar sergileyen Neriman Hanım, “Bana kemik kıran Neriman derler,” demişti. Derneğin adresini bulup eşlerini almak üzere pasaja dalan iki adamın kemiklerini beyzbol sopası ile kırması sonrası kendisine bu lakap takılmıştı. “Berber Fatih ve Çiçekçi Suat araya girmese, adamları çoktan öldürmüştüm,” bile demişti. Bu söylemlerine rağmen, elinde delil bulunmayan Cinayet Büro Amiri Emir, diğerleri gibi onu da serbest bırakmış, ancak uzaktan izlemeye aldırmıştı.

Başını iki elinin arasına almış düşünürken kapısı çalındı.

Merve, “Amirim, eşleri öldürülen iki kadın haricindeki diğer beş kadının eşlerinden üçüne ulaşmayı başardık. Yoldalar, buraya geliyorlar. Ancak ikisi ile henüz irtibata geçemedik,” dedi.

“Onları da bulmamız lazım. Her an cinayete kurban gidebilirler.”

“Elimizden geleni yapacağız amirim. Bu arada ilk kurbanın otopsi sonuçları çıktı. Oldukça ince bir kesici alet kullanılmış. Maktul boğazı kesilince hemen can vermiş. Göğsündeki ‘yedi’ öldükten sonra yapılmış.”

“Derneği, orada kalan kadınları ve özellikle Neriman’ı izlemeye devam edin. Bu gece de bir cinayet işlenirse yarın tüm gazetelere manşet oluruz bak!”

***

“O zaman diye mırıldandım dönüp giderken, gerçekler bazen hayal gücünden nasıl da daha tuhaf olabiliyor,” diye yazmış üstat Edgar Allan Poe. O halde ben de şöyle ilave ediyorum: Gerçekler hayalin ötesinde güzel bazen. Özellikle aldıkları nefes dahi haram olan birilerini bu dünyadan koparmak, müthiş bir haz! Ayrıca Orhan Veli’nin Gün Olur şiirinde dediği gibi: “Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; Çiçekler gürültüyle açar…” Ah benim güzel çiçeklerim, çıkardığım gürültü size şiir gibi gelmeye devam edecek. Kaldı dört…

***

– Merkez 2440!

– 2440 merkez, dinliyorum.

– Cinayet ihbarı! Yeldeğirmeni Sokak, Rasimpaşa Sanat Merkezi yanındaki basketbol sahasında bir erkek cesedi bulunmuş. Olay yerine intikal edin.

– Anlaşıldı. Yoldayız.

***

“Seyfullah Odabaşı, otuz sekiz yaşında, evli, bir çocuk sahibi, işsiz. Boğazı kesilerek öldürülmüş. Göğsüne beş (5) rakamı kazınmış. Maalesef onun da eşi Mor Kulübe’ye sığınanlardan. Dün ifadesini almıştık; Handan Odabaşı.”

“Bertan, şaka mı bu? İpimizi çekerler evladım! Göz göre göre gitti ha bu adam da?”

“Amirim, Seyfullah Odabaşı’na dün ulaşmaya çalışmıştık, fakat telefonu kapalıydı.”

“Yer tespiti de mi yapılamıyor? Bile isteye ölüme mi terk ettik adamı?”

“Amirim…”

“Dışarı çık Bertan. Tüm ekibi harekete geçir, kalan dört adamı burada görmek istiyorum hemen! Anlaşıldı mı?”

“Anlaşıldı amirim.”

***

– Evet müdürüm… Anlaşıldı… Olay kontrol altında müdürüm… Başka bir cinayet olmayacak… Evet. Adamlar yoldalar… Yok, katiyen salmayız müdürüm… Basına sızmayacak… Anlaşıldı müdürüm…

“Merve! Gelmediler mi halen o üç adam? Emniyet Müdürü ile akraba olacağım yakında!”

“Şimdi sizi arıyordum amirim. Emniyete giriş yaptılar. Aşağı aldırıyorum.”

“Diğer ulaşamadığınıza ne oldu? Yerini tespit edebildiniz mi?”

“Maalesef amirim. Yer yarıldı, adam içine girdi. Telefonu sinyal vermiyor. Her yere baktık, yok.”

“Aramaya devam edin!”

***

“Komiserim teşekkürler, hayatımızı kurtardınız.”

“Sizin ben hayatınızı…”

“Aaah, komiserim vurmayın!

“Ne yapıyorsunuz amirim?”

“Aaah!”

***

Kan ter içinde sorgu odasından çıkan Başkomiser Emir, elini yüzünü yıkamak için tuvalate girmişti. Şiddet yanlısı adamlara yarım saat boyunca ağır şiddet uygulayarak neredeyse tüm hırsını çıkardığından, biraz rahatlamış hissediyordu.

Odasına girerken Merve seslendi.

“Amirim ikinci maktulün otopsi raporu geldi. İlk cinayetle aynı kesici alet kullanılmış.”

“Oldukça ince bir kesici alet,” diye geçirdi içinden. Aklına çiçekçinin gülleri budadığı ufak bıçak geldi.

“Hadi,” dedi Merve’ye, “pasaja gidiyoruz!”

***

Çiçekçi Suat’ın yerinde yirmilerinde gösteren bir delikanlı oturuyordu.

“Suat Abi yok,” dedi, “memlekete gitti, cenazesi varmış.”

Çocuğun başka bir söz söylemesine müsaade etmeden arkasındaki polislere seslendi Emir, “Alın bunu, alın!”

Olay Yeri İnceleme Ekibi de gelmiş, çiçekçide ne kadar bıçak varsa hepsini analiz için toplamıştı.

***

Çocuk çiçekçinin yeğeni çıktı. Suat’ın hikakaten cenazesi olduğu, kayınpederinin sabaha karşı kalp krizi geçirip vefat ettiği, bu yüzden apar topar memleketi Bursa’ya doğru yola çıktığı anlaşıldı. Cenaze sonrası sorgu için alınıp İstabul Emniyet Müdürlüğüne getirildi. Ne sorgudan bir şey çıktı, ne de çiçekçiden toplanan bıçakların analizinden…

“Elde var sıfır!” dedi Emir, “O sonuncu adamı buldunuz mu?”

“Hayır amirim, henüz ulaşamadık.”

“Hayır! Hayır! Hayır!”

***

Bir saat geçmişti ki Bertan büroya girdi.

“Amirim Neriman’ı öldürmüşler!”

“Ne! Ne diyorsun evladım? Kim? Nasıl?”

“Şu ulaşamadığımız adam var ya amirim; Fethi Düdek. Derneğe gelip öldürmüş kadıncağızı! Yayan kaçmaya çalışırken ilçedeki ekipler yakalamış.”

“Ulan, bizim yüzümüzden gitti kadın! Çiçekçinin yeğenini aldık! Adam elini kolunu sallaya sallaya girdi derneğe! Siz de kadını uzaktan izleyecektiniz güya! Kim izliyordu ulan kadını? Bulun getirin bana çabuk!”

***

Yüz elli kiloluk cüssesi ile yerde yatıyordu Neriman. Duvar köşesine dayalı beyzbol sopasına uzanırken iki el ateş etmişti Fethi Düdek. Sonra paniklemiş, silahı yere atıp tüymüştü.

Maktul ceset torbasına alınırken Emir de dernekten ayrıldı. Pasajdan çıkmadan berbere uğradı. Fatih içeride kitap okuyordu.

“Başın sağ olsun.”

“Sağ olun amirim.”

“Yine tek takılıyorsun bakıyorum?”

“Baba oğul çalıştırıyoruz amirim burayı. Babam yarım gün geliyor. Müşterisi belli; otuz beş yıldır aynı müşteriler…”

“Peki. Yakın mıydınız Neriman Hanım’la?”

“Sabahtan akşama ‘merhaba merhaba’ amirim. Ama komşuyduk sonuçta. Allah rahmet eylesin. İyi kadındı. Sahip çıkardı mağdur kadınlara. Kim yapmış amirim? Yakalandı diyorlar?”

“Evet yakalandı; manyağın teki! Sakal tıraşı için vaktin var mı?”

“Tabii amirim, buyurun.”

“Ne okuyorsun?”

Platon’un Devlet isimli kitabını gösterdi Fatih. “Devlet,” dedi.

“Epey kalın bir kitap, ne anlatıyor?”

“Adil bir devletin oluşmayabileceğini ama insanın adil olması gerektiğini anlatıyor amirim.”

“Adalet ha,” dedi içinden Emir, “ne devlet, ne de insanlar adil bu diyarda…”

***

“Herkes seçtiği hayattan kendi sorumludur,” der Eflatun. Ben seçtim, ben sorumluyum. Kusursuz dediğim plan, suçsuz birinin canına mal oldu. Giden üç, kalan dört. Sanırım ben mağlup oldum.

***

Sabah Emir’in ilk işi, üçüncü maktulün otopsi raporunu incelemekti.

Boyunda yine aynı derin kesik… Sağ kulak arkasından başlayarak, sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru oluşan kesiğin açtığı yara…

“Yani katil solak!” dedi.

Yara dudaklarında çentik yok. Jilet ya da ustura kullanılmış olması muhtemel. Aynı ilk iki maktulde olduğu gibi.

“Jilet ya da ustura!”

Düşündü. Hayır, Fatih solak değildi. O olamazdı. Kimdi peki katil?

“Merve, şu çiçekçi Suat’ı ve berber Fatih’i alın getirin evladım.”

***

İkisi de solak değildi. İkisinin de cinayetlerin işlendiği saatte başka yerde olduğu katiydi. Şahitleri vardı. Evlerinde yapılan aramalarda da herhangi bir delil bulunamamış, şüpheli bir durumla karşılaşılmamıştı.

***

Araştırmalar netice vermiyordu. Katil bir haftanın sonunda bulunamamıştı. Neyse ki, kalan dört kişi nezarette olduğundan, seri cinayetlerin arkası gelmemişti. Basının da olayın peşini bırakması, Cinayet Büro üzerindeki baskıyı bir nebze hafifletmişti.

Emir yine pasaja gitti. Niyeti derneğe uğrayıp ortalığı kolaçan etmekti. Berber Fatih’e selam vermek için kafasını uzattığında yaşça ondan büyük bir adam gördü. Aynı Fatih gibi, koltuğa oturmuş dikkatlice kitabını okuyordu.

“Merhaba,” dedi, “siz Fatih’in babası olmalısınız?”

“Evet, ama ben sizi tanıyamadım, kusura bakmayın.”

“Ben Emir. Fatih’in eski bir arkadaşıyım, ama uzun süredir uzaklardaydım.”

“Ben Fatih’in tüm arkadaşlarını tanırım. Fakat sizi çıkaramadım. Eski mahalleden miydiniz?”

“Evet. Ama pek kalmamıştık orada.”

“Pekala. Fatih gelince uğradığınızı söyleyeyim.”

“Aslında, vaktiniz varsa, bir sakal tıraşı olmak isterim.”

“Tabii, buyurun.”

Platon’un, nam-ı diğer Eflatun’un, Devlet kitabını kenara bırakıp usturayı sol eliyle aldı yaşlı adam.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar