Başlıktaki soruyu duyduğunda tüylerinin diken diken olacağından emin olduğum H. W. Auden’e göre, Suç ve Ceza bir sanat eseridir ve bir sanat eseri olmayan polisiye romanla asla mukayese edilemez. Auden iddiasını şöyle temellendirir: Suç ve Ceza, okuyucunun “başka birinin acısını” paylaşmasına imkân tanıdığı için bir sanat eseridir. Polisiye ise bir fantezi olup okurun gerçeklerden kaçmasını, hayal dünyasına sığınmasını sağlar. Bu nedenle polisiye roman bir sanat eseri olamaz.
İnsanın ister istemez “Neden?” diye sorası geliyor. Gerçeklerden kaçmamızı sağlayan bir roman neden sanat eseri olamasın? Evet, sanat, Tolstoy’un da dediği gibi, bize hayatı sevmeyi öğretir. Düşündürür, hissettirir, bilgilendirir eğitir ama aynı zamanda eğlendirir de. Bir süreliğine de olsa hayatın gerçeklerinden kaçmamızı, eğlenmemizi, acılarımızı unutmamızı sağlayan bir roman neden sanat eseri olma onuruna erişemesin?
Neyse ki günümüzde polisiye romanların sanat eseri olabileceği konusunda en ufak bir tereddüt yok. Peki, o zaman başlıktaki soruya dönersek, Suç ve Ceza’nın polisiye roman olması mümkün mü? Polisiye romanların da sanat eseri olabileceklerini kabul ettiğimize göre şimdilik bu sorunun cevabı “evet” gibi görünüyor. Ancak, Suç ve Ceza’nın polisiye bir roman olup olmadığı, onun sanat eseri olup olmamasıyla bağlantılı değildir. Suç ve Ceza’yı polisiye roman yapacak veya yapmayacak olan kriterler polisiye roman türünün yapısıyla alakalıdır.
KURGU TÜRLERİ
Kurgusal eserleri ikiye ayırırız. Popüler kurgu ve edebi kurgu. Popüler kurgu, bildiğimiz bütün roman türlerini kapsar. Aşk, gerilim, mecera, polisiye gibi bütün türler popüler kurgudur. Edebi kurgu ise, bu türlerin hiçbirine sokulamayan romanlardır. Bu kurguya edebi denmesi onun diğerinden üstün olduğu anlamına gelmez. Adlandırma, bu romanlar hiçbir türe dahil edilemedikleri için yapılmıştır.
Edebi kurgu, klasik dediğimiz 18 ve 19. yüzyıllarla 20. yüzyıl başlarında yazılmış romanları kapsar. Klasik romanlarde birkaç türün özelliği bir arada bulunur. Birçok klasik roman, aşk, macera, gizem, gerilim gibi özellikleri bünyesinde barındırır. 20. yüzyılla birlikte romanda da bir iş bölümü başlamış ve böylece türler ortaya çıkmış ve zamanla kendi geleneklerini, mecazlarını, klişelerini ve kurallarını oluşturmuşlardır. Roman türleri içerisinde kuralları en katı olan tür, polisiyedir.
POLİSİYE ROMAN
Polisiye roman, genellikle bir cinayetin aydınlatılma sürecini anlatan edebi bir kurgu türüdür. Bu nedenle anlatı, daima bir cinayetle başlar. Ardından ortaya çıkan dedektif ilk keşfini yapar potansiyel katil adaylarını belirler. Bunu izleyen evre, dedektifin kanıt toplama ve tanıklarla görüşme safhasıdır. Böylece dedektif, cinayet öncesindeki ve sonrasındaki günlerde neler olup bittiğini öğrenir. Soruşturmanın sonunda muhtemel çözümlerden birini, kendi çözüm önerisi olarak sunar. Bunu yaparken, olay örgüsünde yer alan bilgilere dayanmak zorundadır. Bu bilgilerin dışına çıkamaz. Çözüm, kaçınılamaz bir biçimde öncüllerden ortaya çıkmalı ve mümkün olabilecek yegane sonuç olmalıdır. Okur, bunun tartışılamaz doğruluğu konusunda en ufak bir şüphe bile duymamalıdır. Polisiye romanın finali, eserin en önemli kısmı yani doruk noktasıdır. Burada yazar okurla hesaplaşır ve meselenin çözümü konusunda onu ikna edecek tüm kanıtlarını sunar. Bir polisiye romanı iyi ya da kötü yapan her şey yazarla okurun hesaplaştığı bu bölümde yer alır.
Bu kısa analizden anlaşılacağı üzere, polisiye roman, son kertede bir “katil kim” romanından başka bir şey değildir. İster rahat, ister sert polisiye tarzında yazılmış olsun, her polisiye romanın tek bir amacı vardır: Katilin kim olduğunu bulmak. Yani polisiye roman bir cinayet gizemi içermek zorundadır. Eğer gizem yoksa, katilin kim olduğu belliyse, cinayeti neden ve nasıl işlediği açıkça ortadaysa, orada polisiye romandan söz edilemez.
Polisiye romanın olay örgüsü, kaçınılmaz bir biçimde iç içe girmiş iki ayrı hikâyeden oluşur. Bu yapısal bir zorunluluktur. Birinci hikâye cinayetin öncesindeki günlerde başlar, cinayetin işlenmesiyle sona erer. İkinci hikaye ise soruşturmayı anlatır. Cinayetin işlenmesiyle başlar ve katilin yakalanmasıyla sona erer. Polisiye romanda okuyucu bu iki hikâyeyi bir arada okur. Çünkü her iki hikâye aynı anda, aynı sayfada hatta aynı cümlede anlatılır. Sadece polisiye romana özgü olan bu tuhaf durum, onu diğer bütün türlerden ayıran en önemli özelliğidir.
Bir polisiye romanın olmazsa olmazı ise muammadır. Cinayetin gizemi, bir polisiye romanın mummasını oluşturur. Muamma sadece katilin kim olduğuyla değil, örneğin kilitli oda veya imkansız suç polisiyelerinde olduğu gibi, cinayetin nasıl işlendiğiyle de alakalı olabilir. Bazı hikâyelerde katilin motivasyonu, yani cinayetin nedeni de muammanın bir parçasıdır.
Bir polisiye romanda muamma mutlaka çözülmelidir. Bu okurla yazar arasında yapılmış gizli bir anlaşmadır. Her okur, bir polisiye romanı eline aldığında, en sonunda muammanın çözüleceğini, cevapsız soru kalmayacağını, belirsizlik gibi bir durumun asla ortaya çıkmayacağını bilir. Her polisiye roman, romanın sonunda katilin yakalanacağından ve bir şekilde adaletin sağlanacağından kuşku duymaz.
Sonuç olarak, bir polisiye romanı diğer türdeki romanlardan ayıran temel özellikler, anlatının ikili yapısı, muamma ve muammanın finalde kesin çözümüdür. Bu üç özellikten herhangi birinin olmaması durumunda o roman polisiye vasfını kazanamaz.
Polisiye romanda ayrıca dedektif , katil, soruşturma, vs. gibi zorunlu unsurlar da vardır ama bunlar bir polisiye romanı diğer romanlardan ayıran temel özellikler değildir. Bir macera romanında da dedektif, katil, soruşturma gibi unsurlar bulunabilir.
SUÇ VE CEZA
Hikâye, Rusya’nın Batılılaşma döneminde geçiyor. Sanayileşen Avrupa’nın gerisinde kalan Rusya, feodalizmden kapitalizme doğru ağır aksak yol almakta. Doğal olarak sancılı bir süreç bu. Sınıflar arasında çatışma, ekonomik sıkıntılar, sosyal huzursuzluk, hükümetin yoksul sınıflara ilgisizliği had safhada. Bir bakıma bu nedenle, romanın en önemli karakterlerinden birinin ülkenin kendisi olduğu bile söylenebilir. Sessiz ama varlığını sürekli hissettiren bir karakter.
Romanın başkarakteriyse –yine sanırım adını bilmeyen yoktur- Raskolnikof. Yoksul ve çaresiz bir adam olan Raskolnikof, bazı insanların diğerlerinden daha üstün olduğuna inanır. Ona göre, bu gibi insanların eylemleri yasadışı ve ahlaken kabul edilemez olsa bile amaçları insanlığı daha iyi hale getirmek olduğu için mazur görülmelidirler. Kendisinin böyle bir insan olup olmadığını anlamak için ahlaksız bir kişi olduğuna inandığı yaşlı bir tefeci kadını öldürmeye karar verir. Toplumun iyiliği için onu öldürmesi gerektiğini düşünür. Ancak işler planladığı gibi gitmez. Önce, o sırada tefeci kadının evinde bulunan üvey kız kardeşi de baltasından nasibini alır. Ardından kısa bir süre içinde üstün insan olmadığını anlar. Çünkü suçluluk duymakta bu da ona acı vermektedir. Ondan kuşkulanan polis müfettişi onunla kedi-fare oyunu oynar. Raskolnikof vicdanının sesine daha fazla dayanamaz, akıl sağlığı giderek bozulur ve sonunda her şeyi itiraf eder.
Dostoyevski’nin birçok romanında suç edebiyatı için bol malzeme vardır. Sadistlerden fahişelere, devrimcilerden casuslara ve soğukkanlı katillere kadar, suç romanlarınlarına özgü karakterler üretmiştir. İllegalitenin ve ahlaksızlığın yaşam biçimi olduğu mahalleler onun başlıca dekorudur. Şiddet, soruşturma, polis sorgulamaları, takipler detaylı biçimde romanlarında yer alır.
Kuşkusuz onun en soğukkanlı katili Raskolnikof değil. Ama en psikopat olanın o olduğu kesin. Romanda deliliğinin geçici bir cinnet olduğu söyleniyor ama bundan o kadar da emin değilim. Romanın anlatıcısının güvenilir olmadığını da hesaba katmak lazım.
Raskolnikof tüyler ürperten cinayetler işliyor. İki kadını baltayla öldürüp kaçıyor. Sebep? Açıkçası doğru dürüst bir sebep yok. Kahramanın nihilist fikirleri onu önce cinayete, ardından zihinsel bir çöküşe sürüklüyor.
Şimdi baştaki soruya dönüp tekrar soralım: Suç Ve Ceza, polisıye roman mıdır?
Önce iç içe geçmiş iki hikâye olup olmadığına bakalım. Romanda ikili bir hikâye yapısı yok. Yani, cinayetlerin hikâyesi ile soruşturmanın hikâyesi ayrı ayrı ama aynı zamanda anlatılmıyor. Romanda tek bir hikâye var ve başından sonuna kadar anlatılan da o.
Sadece bu durum bile Suç Ve Ceza’nın bir polisiye roman olmadığına karar vermemiz için yeterli. Ama başka kanıtlar da var.
Suç Ve Ceza’da muamma da yok. Katilin kim olduğunu, cinayetin neden işlendiğini biliyoruz. Hatta nasıl işlendiği hakkında da detaylı bilgimiz var. Okur olarak bilmediğimiz tek şey, bundan sonra ne olacağı? Raskolnikof suçunu itiraf mı edecek? Yoksa yakalanacak mı? Ne olacak? Yani, kahramanın başına ne gelecek?
Romanda muamma olmayınca haliyle, çözümün açıklandığı bir bölüm de yok. Onun yerine, kahramanın felaketinin kesinleşmesinden sonra başına ne geldiğini açıklayan bir bölüm var. Bence romanın en zayıf kısmı da burası. Böyle bir açıklama olmasa daha iyi olurdu diye düşünenlerdenim.
Bu kanıtlar ışığında Suç Ve Ceza’nın polisiye roman olmadığı çok açık. Ancak roman baştan sona bir cinayeti anlattığı için suç romanı olma sıfatını fazlasıyla hak ediyor. Cinayetin bireysel ve toplumsal sebeplerini, cinayet işlendikten sonra katilin yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatan etkileyici bir suç romanı…