Sene 1930’lar. Yer Amerika. Bütün dünyayı avuçlarının içine alıp Taş Devri’ndeki Bambam gibi yerden yere çalan Büyük Buhran’ın etkileri hala sürmekte. Hikâyenin anlatıcısı Frank Chambers, sonradan başrolü paylaşacağı lokanta sahibinin karısı Cora’yla tanışmadan önce oradan oraya sürüklenmiş bir serseridir. Arada başını derde sokup ufak tefek cezalar da almıştır. California kırsalında bir yolüstü lokantasında karşılaştığı Cora, Frank’ın hayatını değiştirecektir. Fakat bu etki elbette karşılıklıdır.
Amerikalı yazar James M. Cain tarafından 1934 yılında yazılmış bu roman bana İngilizcedeki ‘desperate’ kelimesini hatırlattı. Peki, neden ‘desperate’? Türkçeye çaresiz, olarak çevrilebiliyor ama bence romanda yaşananlar çok daha ötesi. Umutsuz, çaresiz, tükenmiş bir halde ve bu ahvalin içinden çıkabilmek için akla gelmedik şeyleri yapabilen insanlar var hikâyede. Bu hikâyede başroldeki kadın kendince ne kadar çaresiz bir haldedir ki karşısına çıkan ilk dala –bu dal ne kadar tekinsiz olursa olsun- tutunup elindeki diğer dalı bırakmak istemektedir. Bunda bir maymun iştahı da mevcut elbette. Hayattan daha fazlasını hak ettiğini düşünürken insanlığa evrilememiş ve maymun olarak geçirdiği her güne lanet eden bir maymunun iştahı. Bu kadının adı Cora’dır ve maymun iştahının aksine ilk bakışta göz alıcı ve güzel bir kadındır. Bir yol üstü lokantası sahibi olan kocası Yunanistan’dan göçmüş bir Amerikalıdır. Cora, âşık olmadan evlendiği erkekten kurtulabilmek için yine yanlış bir erkeğe âşık olacak ve ondan medet umacaktır.
Roman, 30’lu yılların cinselliğe ve suça bakış açısına göre aşırı sayıldığı için Boston şehrinde yasaklandı. 1946’da Tay Garnett’in yönetmenliğinde Lana Turner ve John Garfield’in başrollerini üstlendiği ilk filmi çekildi. Bu filmin IMDb puanı 7.4. 1981’de ise Bob Rafelson’un yönettiği filmde Jessica Lange ve Jack Nicholson başrollerde. IMDb puanı 6.6. IMDb’de 46 yapımı olan “film noir” olarak değerlendirilirken 81’deki “erotic thriller” olarak kaydedilmiş.
Önce kitabı okuyup sonra filmleri izledim. 1981 yapımı filme “erotic thriller” denmesinin nedeni, Frank ve Cora’nın (Nicholson ve Lange) arasında daha ilk andan itibaren kıvılcımlanan elektrik sayesinde birbirlerine müthiş bir çekim gücü duymaları. Genç kadın kocasıyla olan ilişkisinde yaşayamadığı ihtirasla ilk fırsatta genç ve yakışıklı ama bir o kadar da serseri olan Frank’le bütün tabuları yıkarak sevişiyor. Amerika gibi kendini “özgürlükler ülkesi” olarak tanımlayan bir ülkede bile kitabın yasaklanmasına sebep olan cümleler 1981 yapımı filmde senaryoya aynı ihtirasla aktarılmış.
Peki bu hikâye, içinde cinayet, suç, polis ve katil olmasına rağmen neden polisiye değil de suç hikâyesidir? James M. Cain, yazının başında dediğim gibi çaresiz insanların hayatlarından bir çıkış yolu bulmak için neler yapabileceğini anlatmış. Çaresiz bir kadının içinde bulunduğu kapana kısılmışlıktan kaçabilmek için yoldan geçen yakışıklı bir serseriye bel bağlayışını etkili bir biçimde aktarmış. Roman, pervasız, genç ve yakışıklı bir erkeğin başkasının kadınına hiç tereddütsüz göz koyarken onunla yaşadığı ihtiraslı anlar uğruna cinayet işleyecek denli ileri gidebileceğini de adım adım bize yaşatıyor. Yazar, karakterlerin içinde bulunduğu durumları, karşıdan seyreden ya da okuyanların, aynı psikolojik durumu hissederek empati yapmasını sağlayacak kadar gerçekçi anlatmış. İki kişi beceriksizce cinayeti planlarken başlarına gelebilecekleri hesaba katmadıkları için adım adım kendi sonlarını da planladıklarının farkında değiller. Romanda ve tabii ki filmde giderek yükselen “Acaba şimdi ne olacak?” gerilimi okuyucuyu ve izleyiciyi devam etmeye zorluyor.
Elbette karakterlerin iki yanlıştan bir doğru çıkmayacağını anlamaları uzun sürmeyecektir.