Bütün masallar bizi aynı şeyler hakkında uyarır. İyi çocuklar ormana asla yalnız gitmemelidir. Yoldan çıkarsanız neyle karşılaşacağınız hiç belli olmaz. Aç bir kurtla yakışıklı bir prens arasında kalabilirsiniz. Ya da çok daha kötüsü olabilir. Yakışıklı prens gibi görünen aç bir kurt… Ormana giren hiç kimse aynı şekilde geri dönmez. Hepsi kökten bir değişim geçirir. Bu değişim bazen iyi olsa da çoğunlukla kötüdür. Kız eve bakarken bunları düşünüyordu. Anneannesinin her masalın sonunda söylediği o cümleleri…
Ormanın ortasında, iki yana açılan ahşap kepenklerden görülen kırmızı puantiyeli perdeleriyle taş bir ev, bütün şirinliğiyle karşısında duruyordu. Köşesine dikilmiş kocaman pembe bir begonvil, neredeyse tüm evi sarmıştı. Bacasından kıvrılarak gökyüzüne yükselen duman, kızda eve geldim duygusu uyandırdı. Patikadan sapmasaydı bu masalın içine düşmeyecekti. Koruda ilk koşusu değildi ama ağaçların gizlediği o yola ilk sapışıydı. Ne zamandır buradaydı acaba? Terini soğutmamak için hızlı adımlarla evin etrafında üç beş tur attı. Ormanın kendi kadim müziği dışında ses ya da hareket yoktu. Ev masallardan çıkmış gibiydi ama o, mutlu sonlara inandırılmayarak büyütülmüştü. Tam sessizce ayrılmaya karar vermişti ki oymalı kapı açıldı ve en az kapı kadar güzel bir adam eşikte belirdi.
“Buyur bacım,” dedi. Kızdaki hayranlık yerini hayal kırıklığına bıraktı.
“Bu ormanda ara ara koşuya çıkarım, burayı ilk defa gördüm. Çok güzel bir ev, size mi ait? Yani, tabii cevap vermezseniz de olur, alınmam. Amacım sizi rahatsız etmek değildi, özür dilerim…” Suçüstü yakalanmışlık duygusuyla saçmalamaktan yorulup sustu. Derin bir nefes alan kız mahcup bir bakışla, “Merhaba,” dedi.
Adam gülümseyince daha da yakışıklı oldu. Kızın nefesi kesildi. İçinden sürekli ‘Aç kurt mu, yakışıklı prens mi?’ diye tekrarlayarak karşısındakine bakmaya devam etti.
“Gel bi’ soluklan, bi’ suyumuzu iç.” Kızın tereddüdünü fark eden korunun yakışıklı prensi, görüntüsüyle çelişen konuşmasına devam etti. “Adım Kerem, karımla beraberiz, çekinme bacım,” der demez dönüp evin içine seslendi. “Aslııı!”
Aslı kocasının arkasından ürkek, sessizce kapıdaki davetsiz misafire baktı. Şaşkınlıktan, belki de ne yapacağını bilememenin karasızlığıyla, kendini tanıtmayı unuttu. Kız ilk defa kanlı canlı bir Aslı ile Kerem görüyordu. Bir yanı gitmek isterken bir yanı meraktaydı. Kimdi bu insanlar? Burada ne yapıyorlardı? İsimleri neden böyleydi? Kafasında cevabını duymak istediği sorular birikince, gençliğin verdiği meraka yenik düştü.
“Size zahmet vermek istemem,” dedi ancak kapıdan da uzaklaşmadı.
“Yok bacım, o nasıl söz,” dedi Kerem.
Aslı hâlâ sessizdi. Adam yol açmak için kenara çekilince görünmez de oldu. Genç kız hafifçe gülümseyip ürkek adımlarla içeri girdi. Kapının tam karşısında yanan büyük kuzine soba evin içini sıcacık yapmıştı. Perdelerin kırmızısıyla aynı renkte bir kilim, yeri süslüyordu. Ev sahibi teklifsizce uzanıp misafirinin montunu aldı. Kız dönüp Aslı’yla yüz yüze gelince şaşkınlığa uğradı. Hiç böylesine duru bir güzellik görmemişti. Yüzündeki her şey yerli yerindeydi. Kaşı şöyle, gözü böyle demek yetersiz kalırdı. Aslı bu tarz hayran bakışları daha önce de görmüş olmanın mahcubiyetiyle gülümsedi, gençliğin saflığıyla biraz utanarak bakışlarını kaçırdı.
Adam, sobanın yanındaki kanepeye bağdaş kurmuştu bile. Kız şaşkın, ondan uzaktaki tekli koltuğa yavaşça ilişti. Kaçamak bakışlarla etrafını süzerken karşı duvardaki doldurulmuş baykuşun gözlerini dikip ona baktığını gördü. Tedirginlik sinsice onu ele geçirdi.
“Aslı, konuğumuza su getir. Çayımız da var, taze demlendi,” dedi adam sobanın üzerindeki çaydanlığı işaret ederek.
“Teşekkür ederim, su yeterli.”
Aslı yüzünde aynı sakin gülümsemeyle, üstü dantelli cam tabağa koyduğu bardakla, su ikram etti. Beklerken kocasının karşısındaki kanepeye ilişti. Elindeki cam tabağı sıkıca tutmuş, uzun kirpiklerinin altından genç konuğunu süzerken arada Kerem’ine de bakıyordu. Bir müddet sobanın çıtırtısından başka ses duyulmadı. Sonra adam boğazını temizleyerek söze başladı.
“Bacım, biz bir ay oldu burada yaşarız. Şehirde de evimiz var ama sıkıldık, daha doğrusu ben sıkıldım, kalktık buraya geldik. Bu ev de bizim, daha doğrusu kayınpederin. Ee, o kadar kızına bakıyoruz, biraz da artık biz kullanalım dedik. İyi de oldu. Aslı, kalk misafire bir çay getir kız.” Adam konuşurken tedirgin misafir, onun parmakları arasında gidip gelen tespihe bakıyordu.
Kız gerek yok diyemeden Aslı kalkıp yine sessizce mutfağa gitmişti bile.
“Eşiniz ne kadar güzel, çok oldu mu evleneli?” diye sordu. Sonra hâlâ kendini tanıtmadığını fark etti. ‘Bu orman perileri de beni sormadığına göre merak etmiyorlar demek ki,’ diye düşünüp sustu. O sırada Aslı yine dantel serdiği bir tepsi üzerine koyduğu çay ve kurabiyelerle önünde sessizce durdu. Bu sessizliği çözmeye çalışan kız, adamın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
“Bak Aslı, bacım seni güzel bulmuş,” dedi gülerek. “Bakma benim bunu seçtiğime, bizim oralarda böyle çok Aslılar vardır,” deyince kız neredeyse ağzındaki çayı püskürtecekti. Telaşla ahu gözlü kadına döndü ama kadın hiç istifini bozmadan sakince oturmaya devam ediyordu. ‘Allah Allah, nereye düştüm ben böyle!’ diye düşündü. Elindeki kurabiyeyi tabağa koydu.
Adam öküzlüğünü fark etmiş gibi “Bakma, ben bunu çok sevdim, o da beni çok sevdi, halen de çok severiz, di’ mi kız?” dedi.
Aslı ilk defa kocasının gözlerine bakarak sevgiyle başını salladı. Onlar bir süre birbirlerinin gözlerinde kaybolurken kız gıptayla âşıkları izliyordu. Farkında olmadan tekrar kurabiyesini yemeye başladı.
“Masal kahramanı gibisiniz. Kalmadı böyle aşklar.”
Adam “Kalmadı ya, Aslı bacımın çayını tazele,” deyince,
“Yok ben gideyim artık, merak ederler,” diyerek ayağa kalktı.
Aslı çabucak bir çay daha getirince içini ısıtan bu sessiz kadını kırmamak için kalktığı yere geri oturdu. ‘Neden konuşmadığını kırmadan nasıl sorabilirim?’ diye düşündü. Çayın lezzeti ve sıcağın rehavetiyle uykusunun geldiğini hissetti. “Artık gideyim,” diye ayağa kalkınca başı döndü. Kendini koltuğa bırakırken etrafta hiç fotoğraf olmadığını fark etti. Düştüğü yerden ev sahiplerinin çamurlu botlarını hayal meyal gördü. Tepesine dikilmiş, gülerek birbirlerine bakarlarken o hâlâ ne olduğunun farkına varamamıştı. Görüntüler gittikçe bulanıklaşır, kız kendinden geçerken anneannesinin sesini duydu: “Unutma kızım, her görünen güzellik, içinde letafet barındırmaz.”
Adam, “Asuman, tut kız şunun bacaklarından diğerinin yanına indirelim,” dedi sertçe. Asuman baygın kızın bacaklarına yapışıp zorlanarak havaya kaldırmaya çalıştı. İsmini bile sormadıkları kızı oflaya puflaya merdivenlerden indirip bodrumun karanlık köşesine attılar. İçeride başka bir kadının ağlama sesleri duyuluyordu. Kızı sıkıca bağlayan adam, işini bitirmenin rahatlığıyla ayağa kalkıp eserine baktı. Asuman sessizliğini bozdu.
“Ahmet abiye söyle de yarın gelsin, bunları götürsün. İkisi de güzel, iyi para ederler.”
Merdivenlerden çıkarken adam kadının omzuna sevgiyle vurdu. “Olur, kız sen de ne güzel dilsiz taklidi yaptın imansız!”
Kadın gururla kıkırdadı. Sonra kızgın bir sesle, “Bu şehirli kadınlar da çok saf oluyor. Aslı ile Kerem mi kaldı ya?” dedi.
Adam “Hiç sorma,” diyerek bodrumun kapısını ertesi güne kadar açılmamak üzere kapattı. Bodrum katı karanlığa gömülürken kızın arka cebindeki çağrı cihazının ışığı yanıp sönmeye başladı.
Masallar hakkındaki yaygın yanılgı budur. Çünkü masallar nadiren mutlu sonla biter.