Kırk yaşlarındaki adam gözlüğünü, göbeğini kapatmakta zorlanan atletine sildi, bakışlarını ufka dikti. Derin bir nefes alarak, “Burası resmen cennet,” dedi. “Şu güzelliğe bir bakar mısın?”
Deniz hafif bir meltemle kabarıyor, güneşin son ışıkları suyun üzerinde altın şeritler bırakıyordu. Mankenleri kıskandıracak güzellikteki uzun boylu, dalgalı sarı saçlı genç karısı, adamın yanında durup gülümsedi. Başını onaylarcasına salladı. Kasabanın hemen dışında, denize sıfır konumdaki bu iki katlı evi –her ne kadar on yıl öncesinin modasıyla teknolojisi olsa da– içinde dayalı döşeli eşyaları, yaptıkları anlaşmada hiç bahsi geçmediği hâlde piyangodan çıkmışçasına sevinmelerine sebep olan neredeyse yepyeni kayığıyla birlikte aldıkları fiyata hâlâ inanamıyorlardı.
“Kardeşin gerçekten iyi iş başardı İsmail,” dedi kadın. “Bu kadarını beklemiyordum. Tam hayallerimizdeki gibi.”
Evli çift burada yeni bir hayata başlıyordu; bir rüyanın içindeydiler.
“Burada insan asla yaşlanmaz Ebrucuğum, yemin ederim.”
Yıllık izinlerinin tamamını taşınma, tadilat ve ev işleriyle geçirmeyi planlamışlardı. Keyifli, zevkli bir uğraş olacaktı ikisi için de. Geçen yıl evlenmişlerdi. Üç ay geçmeden İsmail’in memleketten gelen kardeşi Süleyman –iş bulana dek geçici olmak kaydıyla– yanlarına yerleşmişti. Kısa sürede emlak işi bulmasına rağmen üçü birlikte yaşamaya devam etmişlerdi. Bu evi de onlara kardeşi ayarlamış, ev sahibinden ağabeyi için her türlü kolaylığı sağlamıştı. Eskiden kiracısı oldukları o daire de İsmail’in kardeşine kalmıştı.
***
Evlerine taşınmalarının üzerinden henüz bir hafta geçmişti ki iri yarı bir adam yanında zayıf, çelimsiz bir arkadaşıyla çıkageldi. Yan yana çok uyumsuz görünüyorlardı. İri adamın iki metre boyu, kas yığını bir vücudu, uzun bacakları vardı. Gözleri, burnu, elleri oldukça iriydi. Ellerine plastikten siyah eldivenler geçirmişti. Kıvırcık, yağlı, siyah saçları, güneşten kararmış suratı ilgi çekiciydi. Diz altında bir avcı pantolonu giymişti. Üzerinde bir gömlekle ince krem renkte bir ceket, ayaklarında standart boyutların ötesinde uzun çizmeleri vardı. En fazla otuz beşinde gösteriyordu. Zayıf olansa neredeyse bir deri bir kemik, gözleri, avurtları içine göçmüş, göz altları kararmış, ince seyrek bıyığı, ayağında köy yaşamına uymayan kararmış spor ayakkabılarıyla tuhaf görünüyordu. Çok basit, sıradan bir tipti. Dikkat çekecek hiçbir özelliği yoktu. Erken çökmüş, veremli gibi duruyordu. Ellisinde vardı. İkisi de karanlık bakışlarla ev sahibi çifti süzdü.
“Hoş geldiniz,” dedi iri adam, neredeyse tehditkâr bir tonda. Sanki orada olmaları bir lütufmuş gibi davranıyordu. Sağ elini uzattı. Ev sahibi yabancı adamın eline, bir de boşta sallanan kendi eline baktı. Tokalaşmak istemiyordu ya, bu mümkün de değildi zaten. İri adam ev sahibinin kolunu fark edince indirdi elini.
“Hayırlı olsun. Güle güle oturun. Yeni komşularımızla tanışmak istedik. Benim adım Kâmil,” dedi çarpık bir sırıtışla. “Hemen yukarıda, tepede oturuyoruz. Bu da yardımcım Sedat. Her işte elim ayağımdır.”
Adamlar teklifsizce girdikleri evin bütün odalarını dolaştıktan sonra aynı kayıtsızlıkla dışarı çıktılar. İri olanı denizin kıyısındaki iskeleye bağlanmış, sallanıp duran kayığı işaret etti. “Bu kayık bizim,” dedi, sesinde en ufak bir tereddüt yoktu.
İsmail şaşkınlıkla baktı. “Nasıl olur? Bize böyle bir bilgi verilmedi. En az on senedir bu ev boş, diye biliyorum ben.”
İri adam sertçe başını salladı. Kelimelerin üzerine basa basa tıslayarak, “Bizim bu kayık,” diye tekrarladı.
Bir haftalık huzur dolu yaşamları, bu beklenmedik ziyaretle sarsılmıştı. Ne tiplerini ne bakışlarını ne de konuşmalarını beğenmişlerdi komşularının. Can sıkacaklardı belli ki. İşler daha da kötüleşmez umarım, diye geçirdi içinden İsmail.
Tanışmalarının üzerinden sadece birkaç gün geçmişti ki, davetsiz misafirler tekrar geldiler. İri yarı adam etrafı iyice kolaçan ettikten sonra bu defa evin önündeki toprak renkteki el arabasını istedi. Zayıf olanı el arabasını bahçeden çıkarırken iri adam bir sigara yakmış bekliyordu.
İsmail itiraz etmeye hazırlanırken karısı, “Sorun istemiyorum,” dedi yumuşak bir sesle. “Bırak onların olsun. Yenisini alırız.”
İsmail, karısının gözlerindeki korkuyu görüyor, onu anlayabiliyordu. Ancak bu şekilde işler kontrolden çıkacağa benziyordu. Böyle devam edemezlerdi.
***
Satın aldıkları ev çok güzel olsa da yıllardır kullanılmadığı için epey tadilat gerektiren kısımlar vardı. Döşemede kimi yerler kalkmıştı. Tuvaletin, mutfağın bataryalarının değişmesi gerekiyordu. Banyodaki fayansların derz dolguları dökülmüştü. Çardaktaki iki sandalyenin birer ayağı kopmuştu. Çimlerin biçilmesi şarttı. Çatıda da tamir gerekiyordu. Kış gelmeden hepsini halletmek şarttı. İsmail ayrıca davetsiz misafirleri engellemek için bahçenin etrafını demir çitlerle çevirmeyi planlıyordu. Taşındıklarından bu yana bütün eksiği gediği not alıyordu. Kasabaya gittiğinde çim biçme makinesinin de fiyatını sormaya karar verdi.
Kasabaya indi, hırdavat dükkânından tadilat için gerekli malzemeleri aldı: Çiviler, testere, çekiç, mala, kürek, alçı, derz dolgusu, çimento… Bir de çim biçme makinesi. Fiyatı uygundu, ancak makine ellerinde kalmamıştı. Bir hafta sonra kapıya teslim edilecekti. Adresi bıraktı. Çit konusunu bir süre ertelemeye karar verdi. Çünkü bir buçuk metre yükseklikte demir çitler, otomatik kapı, kurulacak güvenlik sistemi ve yapılacak işçilik eklendiğinde, planladığı bütçeyi fazlasıyla aşıyordu. Şimdilik boyayla yeni bir görünüm kazandırabilirse mevcut tahta çitlerle idare edebilirlerdi. Çitleri boyamak için boya, fırça, rulo aldı. Aldıklarını aracına yükledi, eve döndü.
***
Eve vardığında karısını korkmuş hâlde evin içinde dolaşırken buldu.
“Ne oldu?” diye sordu endişeyle.
“Komşular,” dedi. “Komşular yeniden geldi.” Sesi titriyordu. “Bu defa eve girdiler, gümüşlüğü sırtlayıp götürdüler. İnanabiliyor musun? Allah’ım nasıl bir yer burası? Çok korktum. Bana öyle pis bakıyorlardı ki… Ne yapacağımı bilemedim.”
Adamın başından aşağı kaynar sular döküldü.
“Sana… sen iyisin değil mi? Sana dokundular mı?”
Başını iki yana salladı Ebru.
İsmail çok öfkeliydi, kabul edilebilir şey değildi yaptıkları, onun evden uzaklaşmasını beklemişlerdi. Bunun hesabını mutlaka soracaktı. Sadece hırsızlık değildi bu. Haneye tecavüz, insanların huzurunu bozmak, hatta tacizdi yaptıkları. Ama karısı onu durdurdu.
“Hayır. İstemiyorum. Yapacağın her şey başımızı daha fazla belaya sokar sadece. N’olur. Beni burada bırakıp gitme bir daha. Söz ver bana,” dedi. Gözleri yaşlarla doluydu.
Adam, içinde büyüyen öfkeyi bastırmaya çalışarak karısına söz verdi. Sol elinin izin verdiği ölçüde, karısının da yardımıyla, evde tadilata başladı, ama aklında sürekli komşuları vardı. Bugün değilse bile bekleyecekti, burada bitmemişti bu iş.
***
Salondaki duvar takviminden sadece iki yaprak koparmışlardı ki, iri yarı adamla arkadaşı tekrar çıkageldi. İsmail’in kasabadan aldığı eşyaları sahiplenmeye kalkıştılar.
“Bu kadarı fazla artık,” diye patladı adam. “Bunları ben kasabadaki dükkândan aldım. Faturaları da duruyor. Mümkün değil, bunlar sizin olamaz.”
İri adam, alaycı bir tavırla cevap verdi. “Bizim, hepsi bizim,” derken eliyle düğmeleri açık ceketinin eteğini geri çekerek belindeki tabancayı İsmail’in görmesini sağladı. Meydan okurcasına sırıtıyorlardı. Ardından duraksamadan arkadaşına gözleriyle işaret etti. O da yanında getirdiği –daha önce yine bu evden alıp götürdükleri– el arabasına eşyaları yükledi. Yan yana bekleyen karı kocanın dibine kadar sokuldular. Dalga geçercesine, düzmece bir kibarlıkla şapkalarını çıkarıp önlerinde eğildikten sonra, “İyi günler sayın bayan, görüşmek üzere sayın bayım,” diyerek geldikleri yoldan gittiler.
Nefesleri leş gibi alkol kokuyordu. “Sarhoş köpekler, pis ayyaşlar,” diye tısladı adam. “Allah belanızı versin.”
Karısına rağmen bu kez durmayacaktı. Onlara da dediği gibi bu kadarı fazlaydı. Başından beri biliyordu. Onlara ait olan eşyalardı hepsi. Alıp götürdükleri her şey, kayık, el arabası, gümüşlük, diğer her şey… Tek amaçları onları buradan kaçırmaktı. Çok beklerlerdi. Bu sorunu evin erkeği olarak kendi başına halledecek, erkek erkeğe çözecek, ardından kaldıkları yerden hayalini kurdukları hayatı yaşamaya devam edeceklerdi. İçindeki öfke patlamak üzereydi. Evin içinde dört dönüyordu. Eşkıyalıktı bu düpedüz. Kendi kendine aynı sözleri tekrarlayıp duruyordu. Hayır, bu kadarı kesinlikle fazlaydı.
Karanlık çöktüğünde “Bunlara haddini bildirmem gerek!” diye bağırarak evden çıktı. Onlardan da silahlarından da korkmuyordu. Dağ başı mıydı burası? Karısı gitmesine engel olamadı.
***
Solgun ay ışığı patika yolu aydınlatıyordu. Ağaçların gölgeleri uzuyor, esen rüzgârda ürkütücü şekillere bürünüyordu. On dakikadan fazla hiç durmadan tepeye doğru yürüdü. Oradaydı işte evleri, ya da ev de denemezdi, çadır mıydı bu? “Her ne sikimse, bana ne,” diye söylendi. “Allah’ın cezaları.” Sessizce yaklaştı. El arabası evin önünde, içinde son çaldıkları eşyalarla öylece duruyordu. Götürdükleri eşyalara hiç dokunmamışlardı bile. El arabasındaki eşyaları yanında getirdiği çantaya doldurdu, yokuş aşağı dönerken birdenbire karşısına iri adamla arkadaşı çıktı.
“Nereden çıktınız siz?” diye söylendi İsmail.
İri adam, adı Kâmil olan, burnundan soluyarak, “Şimdi de hırsızlığa mı başladın yoksa, sayın bayım?” dedi. Konuşmasında küçümseme vardı.
“Hayır. Bunlar benim. Siz de biliyorsunuz.” Sesi kararlıydı.
“Benim tek bildiğim, izinsiz olarak konutuma girdin, izinsiz olarak benim eşyalarımı aldın.”
“Hayır,” diye diretti İsmail. “Bunlar benim. Bizim eşyalarımız. Çekilin önümden. Amacınız bizi buradan kaçırmak. Asla başaramayacaksınız, Allah’ın belaları. Sizden korkmuyorum. Bir dahaki sefere aracımla gelip el arabasını da alacağım. Kayığı da bırakmayacağım burada.”
Kâmil’le zayıf arkadaşı birbirlerine bakıp alayla güldüler. “Duydun mu, Sedat? Bizden korkmuyormuş,” dedi iri adam.
İsmail, kendini savunmak için bir adım geriye gitti. Ama fazla uzaklaşamadan, çelimsiz olan bir muşta ile suratına vurdu. Görünüşünden, zayıflığından hiç beklenmedik sertlikte bir yumruktu bu. Adam yere yığılınca, Sedat gene beklenmedik bir çeviklikle üzerine çullandı, her yumrukta adamın direnci biraz daha kırılıyordu.
İri adam sonunda, “Yeter!” dediğinde İsmail çoktan bilincini kaybetmiş, baygın yatıyordu. Yüzü gözü dağılmış, bütün suratı kan içindeydi. Sedat kalktı, tek kelime etmeden tepeye yürüdü, iki-üç dakika geçmeden elinde çuvalla döndü. Onu çuvala koyarak ağzını sıkıca bağladılar. El arabasına atıp tepeden denize yuvarladılar.
İri adam sanki bütün işi kendi halletmişçesine derin bir nefes aldı.
“Hadi,” dedi, “Kadını ziyaret edelim.”
Zayıf olan başını sallayarak gülümsedi. “İyi olur Kâmil abi.”
Gece karanlığında çadırdan bozma evlerini söktüler, bütün eşyalarını topladılar. 4×4 aracın arkasına yığdılar. Arkalarında tek bir iz bırakmadılar. Karanlığın içinde ağır ağır aşağıya indiler. Evin önünde durdular. Şoför mahallindeki zayıf adam kornaya bastı.
Genç kadın kapıya çıktı. Ellerini göğsünde kavuşturdu. Sert bir yüz ifadesiyle, “Ne yaptınız?” diye sordu.
Araçtan inen iri adam, karanlık bir gülümsemeyle cevap verdi. “Hepsi konuştuğumuz, anlaştığımız gibi,” dedi.
Kadının gözleri parladı, yüzü yumuşadı. Bu arada arkasında, kocasına benzeyen bir genç belirdi. Kocasının kardeşiydi. Kocasından kesinlikle çok daha uzun boylu, oldukça yakışıklıydı. Kadına sarılıp boynundan öptü.
“Demiştim sana,” dedi genç adam, kadını iyice sıkarak. “Başardık.”
“Evet sevgilim,” dedi kadın gülümseyerek. Eliyle kendini arkadan saran elleri tuttu.
İri adamın gözlerinde soğuk bir ışık vardı. Nefretle baktı karşısındaki genç adama. “Öyleyse,” dedi, “işimizi bitirelim.”
Kâmil’le arkadaşı Sedat, kadının yanına yaklaştılar. Kadının elleri hâlâ genç adamın ellerinin üzerindeydi. Kocasının kardeşini belinden uzaklaştırdı, iki arkadaş da genç adamı iki yandan çekiştirerek kadından ayırdılar.
Genç adam şaşkın gözlerle etrafına bakarak kurtulmaya çalıştı, ama nafileydi. “Ne demek oluyor bu? Ebru? Böyle anlaşmamıştık! Saçmalıyorsun. Bir şey desene!”
Ebru, sırıtıp duran zayıf adama baktı. “Bitir işini,” dedi.
Çırpınmaya devam ediyordu genç adam. Kanı çekilmişti. Titriyordu. “Kahretsin! Nasıl kandım. Nasıl inandım sana! Aptal kafam. Allah belanı versin senin!”
Sedat, cebinden çıkardığı muştayı parmaklarına geçirdi, genç adamı bayıltması için sağlam tek bir yumruk yetti. Onu da çuvala koyup aracın arkasına attılar.
Sedat aracın başında beklerken Kâmil, genç kadının yanına gitti. Ebru, adamın iri kollarını okşadı. “Bitti mi?” diye sordu.
“Bitti sevgilim,” dedi Kâmil, uzun uzun öpüştüler. Elini kalçasında gezdirirken “Seni çok özledim,” diye fısıldadı kadının kulağına.
Ebru gülümsedi. “Bunları ne yapacaksın?”
İri adam güldü. “Orasını bana bırak sevgilim.”
***
Ertesi sabah kasvetli bir hava kasabanın üzerine çökmüşken televizyon ekranları trajik bir kazayı haber veriyordu. Sunucunun sesi, her zamankinden daha ağır, üzgün bir tona bürünmüştü.
“Evet sevgili seyirciler, güne dehşet verici bir kaza haberiyle başlıyoruz. Dün gece uzmanların tahminine göre saat 23.00 ila 01.00 sularında, elli bir yaşındaki Sedat Aydın yönetimindeki 34 TPRK 345 plakalı kamyonet, bilinmeyen bir sebeple yoldan çıkarak köprüden denize uçtu. İlk belirlemelere göre Sedat Aydın’ın araçta yalnız olduğu, olay yerinde hayatını kaybettiği anlaşıldı. Gece geç saatte meydana gelen kaza, sürücülerin tercih etmediği ıssız köprü yolunda gerçekleştiğinden, olaya ilişkin görgü şahidine rastlanmadı.”
Sunucu, derin bir nefes alarak haberin en çarpıcı kısmına geldi.
“Ancak bu kazayı ürkütücü kılan yalnızca bu değil. Kaza mahallinde yapılan incelemelerde, aracın arkasında, çuval içinde, darp edildiği anlaşılan bir erkek cesedi bulundu. Cesedin cebindeki kimlikten, yirmi beş yaşındaki Süleyman Demir’e ait olduğu tespit edildi.”
Ekran, kaza mahallinden canlı görüntülere döndü. Araçtan çıkarılan çuvalın içindeki ceset, etrafını saran polislerle Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından inceleniyordu. Olay mahallinden canlı bilgiler aktaran haber muhabiri kamera çuvaldan çıkarılan adamı görüntülerken, sunucunun az önce verdiği bilgileri etti.
“Cesedin üzerindeki darp izleri dikkat çekici. Adamın, ölen şoför Sedat Aydın’ın cebinden çıkan muştayla defalarca darp edilmiş olabileceği düşünülüyor. Dolayısıyla, cesedin Sedat Aydın tarafından öldürüldüğü, ardından çuvala konulup aracın arkasına yerleştirildiği şüphesi kuvvetle muhtemel.”
Haberin ilerleyen kısımlarında, sunucunun bahsettiğine göre olayların ardındaki karanlık daha da derinleşiyordu. “Bu arada aldığımız yeni bilgiye göre, Süleyman Demir’in ağabeyi İsmail Demir’in de kayıp olduğu bildirildi,” diye devam etti haber muhabiri.
SON