- Dilan Hanım, öncelikle Zehirli Kalem başarınızdan ötürü sizi tebrik ediyoruz. Okurlarımız ve yarışmadaki adaylarımızın kim olduğunuzu çok merak ettiklerinden eminiz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Çok teşekkür ederim inceliğiniz için. Bahsedeyim kendimden: İstanbul’da doğdum, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı alanında lisans eğitimini tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesinde Yeni Türk Edebiyatı alanında yüksek lisans ve doktora yaptım. Uzun yıllar edebiyat öğretmeni olarak çalıştım, şu an müdür yardımcılığı görevini yürütüyorum. Kendimi farklı kültürleri bir arada ele almayı, çoğulculuğu önceleyen biri olarak tanımlıyorum. Bu yazınsal anlamda da böyle; farklı türde metinleri; polisiyeyi, bilimkurguyu, fantastik edebiyat örneklerini vs. art arda okumayı yahut toplumda eşine az rastlanır öykü/roman karakterlerini keşfetmeyi oldukça seviyorum.

- Yazmaya ne zaman başladınız? Daha önce polisiye türünde yazmış mıydınız?
Mesleğim dolayısıyla yazı ile tanışıklığım uzun bir geçmişe dayanıyor lakin burada söz konusu olan bildiri ve makaleler gibi akademik metinler. Kurmaca adına ise önceden de kaleme aldığım denemeler vardı ancak bu güne değin yazdıklarımı paylaşma kararlılığını gösterememiştim. Akademik eğitim ise, iyi örneğin okur karşısına çıkarılması gerektiği noktasında biraz törpülüyor insanı. Bununla birlikte polisiye türünde herhangi bir metin yazmamıştım. Şeytan Tuzağı bu anlamda benim için bir ilk.
- Zehirli Kalem’e katılmak fikri nasıl gelişti?
Tam anlamıyla bir anda gelişti. Yarışma duyurusunu okuduğum gibi, polisiye bir öykü kaleme alsam nasıl olur diye düşündüm ve kendimi ikna edince çalışmaya başladım.
- Zehirli Kalem ödülünü kazandığınızı duyduğunuzda ne hissettiniz?
Şaşırdım, oldukça hem de. Öykünün kendimce nitelikli olduğunun farkındaydım ancak itiraf edeyim ki Zehirli Kalem ödülü benim için çok sevindirici bir sürpriz oldu.
- Zehirli Kalem Öykü Yarışması seçici kurullarında daha önce görev almıştım. Öykülerin ne kadar titizlikle değerlendirildiğini, pek çok kıstasın göz önünde bulundurulduğunu iyi biliyorum. Ancak bu sene görev almadığımdan öykülere vakıf değildim. Sizin öykünüzü okuduğumda daha ilk paragrafta içimden şunu söyledim: “Kesinlikle çok farklı bir üslup.”
Şeytan Tuzağı adlı öykünüzü yazarken nerelerden esinlendiğinizi ya da beslendiğinizi anlatır mısınız?
Şeytan Tuzağı, ezoterik ögelerin kendini hissettirdiği bir öykü. Uzun zamandır ezoterizm üzerine okuma yapıyorum; okült inanışlar, ritüeller, mitler hayata dair realist bir duyuşa sahip olmayı öncelesem de anlatı zenginliği açısından her daim dikkatimi çekmiştir. Özellikle Erik Hornung’un Ezoterik Mısır adlı eseri beni bu anlamda çok etkiledi. Fakat asıl üstadım elbette ki Mircea Eliade, onun Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Okült, Büyücülük ve Kültürel Modalar, Babil Simyası ve Kozmolojisi gibi eserleri bana kalırsa kendi alanının başyapıtları. Yine Christopher Dell’in Okült, Cadılık ve Büyü’sü de bu doğrultuda sayabileceğim çalışmalar arasında. Edebî üretimlere baktığımızda batıl inançların topluma etkisini Türk yazınında işleyen en çarpıcı yazarın Hüseyin Rahmi Gürpınar olduğunu düşünüyorum, beslendiğim kaynaklar arasında rahatlıkla sayabilirim. Gürpınar’ın özellikle kendimi bulduğum yönü üslubundaki mizahi ton, bunun özgün bir yansımasını da son yıllarda İhsan Oktay Anar’ın metinlerinde görmüştük.
- Öykünüzle oldukça eski bir döneme yolculuk yapıyoruz. Bu oldukça cesur bir zaman seçimi, bu dönemi seçmenizin belli bir sebebi var mı?
Şeytan Tuzağı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında geçiyor, 1322 teşrinievvelinde. Miladi 1906 yılına yani II. Abdülhamit Dönemi’ne tarihleniyor. Biz modern Türk edebiyatı üzerine çalışan araştırmacılarda Tanzimat’tan Servet-i Fünûn sonrasına uzanan çizginin yeni edebiyatın doğuşu ve gelişimini kapsayışı açısından önemli bir yeri vardır; zannediyorum ben de hâkim olduğum bir süreci odağa almak istedim.
- Şahsi görüşüm tek hikâyede kalamayacak kadar orijinal bir karakter kurguladığınız yönünde olduğu için merak ediyorum, ilerleyen zamanda başka bir Dikran Efendi macerası okur muyuz?
Teşekkür ederim, Dikran Efendi adına bunu bir iltifat kabul ediyorum ve evet, onu tasarladığımdan beri ben de bir yolculuğun başında olduğumu hissediyorum. Bugünlerde bir roman üzerine çalışıyorum. Umuyorum ki ilerleyen dönemlerde Dikran Efendi’nin çözmesi gereken düğümlerin sayısı artacak.
- Roman çalışmanızdan bahsettiniz ancak ben yine de sormak istiyorum: Öykü yazarlığında ilerlemek mi yoksa romanla okurun karşısına çıkmak mı istersiniz? İki tür hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Aslında bu daha ziyade ilhamın ve metne hazırlık araştırmalarının süreci nasıl şekillendirdiği ile ilgili. Aklımda birkaç hikâye fikri de var, hatta bir tanesini şu an yazıyorum, üstte belirttiğim gibi roman fikri de. Görünen o ki iki kalemde de denemeler yapacağım. Türleri değerlendirecek olursam da bilindiği üzere roman bir ayrıntı sanatı, öyküde maharet tam tersine kısaltabilme, fazlalıkları atabilmede kendini gösteriyor. İki türün de biricik olduğunu düşünüyorum bu açıdan.
- Polisiye yazarken kendinizi en çok hangi türe yakın hissediyorsunuz? Katil kim türüne mi yoksa noir ve gerilim türlerine mi? Yerli polisiye edebiyatı hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Öyküm ve bundan sonraki tasarılarım beni “soft-boiled” diye nitelendirilen tatlı-sert polisiyeye yönlendirecek gibi hissediyorum. Okuru baştan sona dehşete sürükleyen bir gerilim metni yazmaktan ziyade arada espriler yapabileceğim, mizahi unsurları da rahatlıkla kullanabileceğim metinler oluşturmak bana daha uygun. Neticede yazarken de günlük hayatımızdan topladıklarımızı harmanlıyoruz ve mizah benim için bir nevi dünyayı anlamlandırma yöntemi. Yerli polisiye edebiyatı hususuna gelirsek bizim coğrafyada polisiye metinler denildiğinde hâlâ Agatha Christie, Jean-Christophe Grange, Trevanian gibi Batılı isimler akla geliyor. Oysaki Türk yazınında da Ahmet Midhat Efendi’den beri süregelen bir gelenek var. Şimdilerde Koç Üniversitesi Yayınlarının tefrikada kalmış eserleri günümüz okuruyla buluşturmak adına yaptığı çalışmalar sonucu basılan Ziya imzalı yazara ait Kesik Baş Cinayeti ve Selim Nüzhet Gerçek’in yazdığı Meçhul Kuvvetlere Kurban gibi romanlara baktığımızda erken dönemde de polisiyeye ilgi duyulduğunu görüyoruz. Yine Hüseyin Rahmi’nin Kesik Baş, Ben Deli Miyim?, Ölüler Yaşıyorlar Mı? gibi eserlerinde de polisiye izlerini seçebiliyoruz. Server Bedii müstear adıyla Peyami Safa’nın oluşturduğu metinlerden ve Ebusüreyya Sami’nin Amanvermez Avni serisinden bahsetmeye gerek dahi yok sanıyorum. Hatta klasik bir romancı olan Halide Edib Adıvar’ın dahi Yolpalas Cinayeti ile türe göz kırptığını görebiliyoruz. Böyle olunca daha modernleşme süreciyle beraber yazarlarımızca ilgi duyulan bir türün yerli köklerinin okuyucular tarafından keşfedilmesini gerekli buluyorum.
- Size esin veren yazarlar ya da kitaplar var mı? En çok hangi türde okuma yapıyorsunuz?
Akademik anlamda daha ziyade realizm üzerine çalışsam da edebî metinlere yaklaşımım farklılaşabiliyor. Daha çok mitolojik ve fantastik yapıtlara ilgi duyuyorum, yine başta Kitâb-ı Mukaddes’te geçenler olmak dinî anlatılar da dikkatimi fazlasıyla çekiyor. Bana ilham veren isimlerin başında yukarıda da belirttiğim gibi İhsan Oktay Anar ve Hüseyin Rahmi Gürpınar gelmekle birlikte Orhan Pamuk’un da bilhassa Benim Adım Kırmızı ile doğan etkisi yadsınamaz. Son olarak Türk okurunca çok tanınmayan bir ismin, bir tiyatro ve mizah yazarı olan Hagop Baronyan’ın da adını anmak isterim. Bugünlerde ise Türk edebiyatı adına Arlin Çiçekçi, Mehmet Berk Yaltırık ve Eyüp Aygün Tayşir’in dikkat çekici işler yaptıklarını düşünüyorum. Dünya edebiyatından da J. R. R. Tolkien, Gabriel Garcia Marquez, Umberto Eco ve Isaac Asimov en sık okuduğum yazarlar arasında.
- Bu keyifli ve aydınlatıcı sohbet için teşekkür ederiz. Umarım Dilan Yamaç imzasını daha birçok eserin altında görme şansımız olur. Yolunuz açık ve her daim aydınlık olsun.
Bana kendimi ifade etme fırsatı verdiğiniz için ve güzel dilekleriniz için ben teşekkür ederim. Sevgilerle…