İTALYA’DA ORTAYA ÇIKAN METİN MESELESİ: ANARŞİSTLER VE TORPİDOLAR
Elinde, zarfında İtalya’dan geldiği kocaman damga pulundan belli, çocuksu, okumayı yazmayı, iyice geç yaşında, farklı bir alfabeyle ikinci kez öğrenmiş bir öğrencinin acemi harfleriyle dolu bir mektup. Komşum kıkır kıkır. Bir yandan ünlü piposunu tüttürüyor. Pijaması hala üzerinde, traşsız ama bütün gece cin gibi uyanıkmışçasına zinde, ütüsü hiç bozulmayan o meşhur sabahlığına sarınmış. Ayağında ev terlikleri. Karşısında ona “bakalım bu işin altından ne çıkacak?” dercesine muzip gözlerle bakan Doktor Watson. Sonunda onun duyacağı zarif bir sesle mektubu okumaya başladı:
“Sevgili Joyce, Allah senden razı olsun! Cenneti kesin garantiledin, Papa bize bunu açıkça söyleyemese bile… Sana bir fıkra anlatmak istiyorum: fakir bir kürdün biri günün birinde zengin bir türkü ziyarete gider. Ev sahibi ziyaretçisine başının üstünde yeri olduğunu ifade etmek için büyük ikramlarda bulunur. Şerefine bir koç kurban eder, altına yedi döşek serer, en leziz tatlıları pişirtir, bir eli yağda bir eli balda ağırlar. Fakat o yedi döşekli yatakta bütün bu ikramlardan sonra misafirin gözüne gece boyu bir damla uyku girmez. Bütün gece “vay anam vay, ben şimdi bu ağırlama yükünün altından nasıl kalkayım, ne koçum var ne döşeğim, ne de böyle tatlılar pişirebilmek için unum, balım, ömrümün son gününe dek bu yükün altından kalkamam… Misafirperverliğe aynı şekilde karşılık veremezse ev sahibim yaptıklarına kıymet vermediğimi düşünüp üzülecek. Ben ona hakkıyla karşılık veremediğime üzülürken, o da benim bütün bunları kendime layık bulmadığıma üzülecek diye diye sabahı sabah etmiş. En sonunda işin içinden çıkamayınca iyisi mi demiş ben onun boğazını kesip atayım da, hiç olmazsa onu üzüntüden kurtarayım. İşte beni bu hikayedeki misafir durumuna düşürdün sevgili Joyce. Bana ettiğin iyiliklerin karşılığını hayatım boyu sana ödemem mümkün değil, karşılık veremediğim için doğabilecek sıkıntılardan kaçınmak için acaba ben de senin boğazını mı kessem?”
Malum Sherlock’un diline son derece vakıf olduğu İtalya ile bağlantısı diğer ülkelere kıyasla sınırlı. Buna rağmen İtalya’nın komşumun kalbindeki yeri özeldir. Maceralarını yakından takip etmiş olanlarınız iyi bilir, o unutulmaz Kırmızı Daire macerasında azgın Italyan katil Giuseppe Gorgiano’nun maskesini, verdiği İtalyanca sinyalleri, dilin ince gramer ayrıntılarına gösterdiği dikkat sayesinde bir şifre gibi çözerek düşürmüştür. Klasik müziğe düşkünlüğü, İtalya’nın bu alandaki katkılarına şüphesiz hayranlık duyduğunun kanıtı. İtalya’ya verdiği özel önem en çok Boş Ev macerasında, Moriarty ile birlikte Reichenbach şelalesine düşüp boğulmaktan kıl payı kurtulduktan bir hafta sonra, 4 Mayıs 1891’de varıp geldiği yerin Avrupa’daki bütün şehirlerin arasından seçtiği Floransa olmasından bellidir.
Yine de Sherlock’un İtalyancası, bir macerasını sadece İtalyanca yayınlayacak derecede akıcı değildir. Söz konusu macera kanon dışında kalan “Anarşistler ve Torpidolar” macerası . Aniden İtalya’da ortaya çıkan metin meselesi.
Şu an elinde tutup da karşısındaki Doktor Watson’a sakin sesiyle içinden gülerek okuduğu mektup onun bu macerasını kaleme alan İtalyan yazar Joyce Lussu’ya yazılan bir mektup. Mektubu onu bu maceraya taşıyan kalemi iyi tanımak üzere arşivden kısa bir süre önce, onu taa Sardinya’ya kadar taşıyan uzun ve zahmetli bir araştırmadan sonra ortaya çıkardı.
Halbuki mektubu yazanı bizler yakından, hem de çok iyi tanıyoruz. O bizim biricik, kıymetli şairimiz Nazım Hikmet. Mektubu yazdığı kişi ise Nazım’ın kadim dostu, şiirlerini İtalyancaya muhteşem bir güzellikle taşıyan Joyce Lussu. Yani Sherlock’un Anarşistler ve Torpidolar macerasına imzasını atan yazar. Italya’da ortaya çıkan metin yazarı o.
Komşumu da Nazım gibi hayrete düşüren Joyce Lussu.
Nazım yeni eşi ve aşkı Vera ile Polonya’da hayatındaki ilk ve son hakiki balayında iken, ona asla inanamayacağı bir şeyi yaparak, büyük şoka düşüren Joyce Lussu’ya duygularını bu mektuptaki fıkra ile aktarmış.
Lussu, yurt dışına gitme izni alamadıklarından Türkiye’de babasına hasret kalan Memed ve anası Münevver’in durumunu görünce, komşum Sherlock’tan aldığı ilhamla onları bir Polonya aristokrat ailesi kılığında, tebdil-i kıyafet sınırdan geçirip, 1961 temmuzunda Carlo Guilluni adlı zengin iş adamının yatıyla Midilli adasına kaçırdıktan sonra, Agustos ayında Varşova’ya Nazım Hikmet’e gönderivermiş. Bu büyük süpriz karşısında o kadar hasretini çektiği biricik oğlu Memed’i ve anasını aniden karşısında bulan şair küçük dilini yutmasın da ne yapsın? Onları karşılamaya havalanına dahi gidemediği anlatılır. Lussu, Nazım’a bu planını önceden açıkça anlattığı halde. Hikmet gülümseyerek, keşkeyle dinlediği bu hikayeye, bu işin olabileceğine inanamamış belli. İşte oturmuş o duygularını Joyce’a yazdığı bu mektupta dile getirmiş. Bu hınzır kadının ona yaptığı iyiliğin yükünün omuzlarına öyle çöküverdiği, gecelerini uykusuz bıraktığını bu fıkra ile dile getiriyor.
Komşum Lussu’nun aynı hınzırlığı kendine yaptığını da böyle anladı işte. O mektubu buluncaya dek “Anarşistler ve Torpidolar” macerasının onun izni olmaksızın nasıl olup da, aniden İtalya’da İtalyanca yayınladığını bir türlü anlayamamıştı çünkü. Doktor Watson’ın ondan izin almadan hiç bir macerayı yayınlamayacağından emindir Sherlock. Onun da İtalyanca’yı bu kadar akıcı kullanamayacağını biliyor ayrıca. Bu mektup sayesinde hiç bir şüphesi kalmadı. Artık emindi. Macerayı Joyce Lussu kaleme almıştı. Hem de ondan izin almaksızın. Hikmet’in satırlarını içtenlikle tekrar okudu. Sonra Doktor Watson’a döndü: kadının fendi sevgili Watson dedi, biraz daha kıkırdayıp tekrarladı: Hiç şüphe yok, kadının fendi.