Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

ALPER KAYA İLE RÖPORTAJ

Diğer Yazılar

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.

Merhaba, hoş buldum! Öncelikle nazik takdiminiz için teşekkür ederim. Ben de bu vesileyle, 52 sayı gibi ciddi bir rakama ulaşma azminizin fevkalade takdire şayan olduğunu belirtmek isterim.

Kimdir Alper Kaya? Açıkçası ben kendimi bir hikâye anlatıcısı olarak nitelendiriyorum. Kendimi bildim bileli -ki bu da yaklaşık 4-5 yaşlarına tekabül ediyor- hep hikâyeler oluşturup onları geliştirmeye çalışıyorum. İlk zamanlar bunlar oyuncaklarla mizansen yaratarak oluyordu, 6 yaşımdan sonra kâğıt ve kalem gibi iki mucizevi icadın varlığını keşfedince iş yazmaya dönüştü. Sonra da dönüşü olmadı.

Edebiyat literatürü bağlamında bakacak olursak da ilk romanım 2011 yılında yayımlandı, o günden beri öykü olsun roman olsun bir şekilde kurgu üretmeye devam etmeye çalışıyorum. Aslında bütün hikâyem bu…

ALPER KAYA İLE RÖPORTAJ 1

Evet, Evrensel’de – bu röportajı yaptığımız 9 Eylül haftası itibarıyla- bir haftası pas geçilmiş olmak üzere (o hafta düğünüm vardı çünkü) 375 haftadır alt ligleri odağına alan spor yazıları yazıyorum. Onun öncesinde de 2010 yılına kadar uzanan, farklı gazeteler ve online mecraların dahil olduğu spor yazarlığı geçmişim var… Şimdi böyle sayarken fark ediyor insan, yıllar biraz hızlı geçiyor sanırım.

Yazarlık hikâyem, gayri resmi olarak 6 yaşımda yazdığım ilk öykümle başladı. O öykü bir korku öyküsüydü. Ardından irili ufaklı öyküler, bir süre sonra daha geniş hacimli kitap denemeleri, minik çizgi roman çalışmaları derken ilk kitabım “08.00” 2011 yılında yayımlandı. Neden polisiye / suç edebiyatı derseniz, çünkü aklıma bu hikâye geldi. Sonrasında korku ve gerilim yazdığım da oldu, bilimkurgu soslu polisiye yazdığım da… Bir de tabii, fazlasıyla kriminal bir coğrafyada yaşayınca insanın kafası bu frekansa daha çok yöneliyor galiba.

Çok naziksiniz, ilk sayımız çıktığında da siz çok hoş bir jestle bizi takdim etmiştiniz. Bence ülkemizde -sektör fark etmeksizin- ihtiyaç duyduğumuz bir nezaket ve yüce gönüllülük örneği gösterdiniz. Maalesef herkes için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Fakat umarım, tüm polisiyeseverlerin sevinçle karşıladığı savınızda haklısınızdır; belki sadece bize yansımamıştır.

SUÇÜSTÜ nasıl doğdu, şöyle doğdu: Ben 50 Maddede Polisiye Edebiyat kitabımı yazarken bir gerçeğin ayırtına vardım. Bizde yaygın bir ‘suç edebiyatı’ tanımlaması olmadığı için okurların da yazarların da polisiye teriminden kaynaklı bazı saplantıları olduğunu keşfettim. Malum polisiye, ‘polisi alakadar eden’ tınısı olan bir kelime. Zaten bizde ilk zamanlar ‘zabıta romanları’ adıyla yayımlanıyor polisiye kitaplar, o da o dönemin resmi polisini tanımlamak amaçlı… Neyse, sadede geleyim, suç edebiyatı kavramının bizde yaygınlaşması hâlinde yazarlar için de okurlar için de ferah bir alan açılacağı kanaatine kapıldım. Çünkü böylece, bilimkurgu, gerilim, fantastik gibi alternatif kabul edilen türlerin de kapsandığı; gerçek anlamda bir üst tür söz konusu olabilirdi. Bu da hem yazanlar için yeni suç tiplerine ve suçu yeni(den) anlatma biçimlerine vesile olurdu hem de okuyucular için farklı eserlere ulaşmayı daha cazip hâle getirebilirdi. İsim ve tema böyle ortaya çıktı.

İşin mutfağında (kendimi azade tutarak) Aras Gençtürk ve Melih Günaydın da var. Aras, zaten yazarlığa önce Polisiye İstanbul kitabı ardından da Dedektif Dergi’nin Zehirli Kalem Öykü Ödülleri ile adım atmış bir arkadaşımız, sizin de ismine fazlasıyla aşina olduğunuzu düşündüğüm genç bir yazar dostumuz. Röportajlarımızı yapıyor, yazılarımızı editöryal süzgeçten geçiriyor, eh bunca işin gücün arasında vakit kalırsa kendisi de yazıyor.

Melih Günaydın, iki kitabıyla Kayıp Rıhtım Okur Ödülleri’nde yılın polisiye romanı ödülünü aldığı için pek çok okuyucunun aşina olduğunu bir yazar. Yayıncılık sektöründe editör olarak da ciddi bir tecrübesi olduğu için bize gelen öykülerin kabul süreçleri ve ardından düzenlenmeleri tamamen onun sorumluluğunda. Tabii o da fırsatı oldukça yazıyor…

Ancak mutfakta sadece üçümüzün olduğunu söylemek, bize bu kadar gönülden içerik üreten dostlarımıza haksızlık olur. Bazen onlarca sayfayı bulan çevirileriyle katkı sunan N. Bengisu Günaydın ile Bünyamin Tan; tefrikalarını bize düzenli olarak ileten Didem Kazan Sol, Günay Gafur ve Ufuk Tekin; sinema ve TV yazılarıyla bizi yalnız bırakmayan Gizem Şimşek Kaya ile Evliya Çelebi; kitap eleştirileriyle aramızda olan Aysu Şahlı ve Selin Bak, teorik açıdan suç kurgusuna eğilen yazılarıyla Bilgütay Hakkı Durna ve Bahadır Eren ile konsol ve bilgisayar oyunları konusunda ufkumuzu açan Ahmet Ziya Yıldırım’ın yanı sıra öykülerini bize emanet etmiş ve isimleri saymakla bitmeyecek nice güzel yazar da bu işin mutfağında. Biz, bize içerik göndermiş herkesi bizim mutfağımızda kabul ediyoruz, sağolsunlar şimdiye dek samimiyetinden şüpheye düştüğümüz pek kimse de olmadı. (Yok diyemiyorum ama “pek olmadı” diyebilirim, burada bir ufak kelime oyunu var elbette)

ALPER KAYA İLE RÖPORTAJ 2

Elbette, zaten dergimizdeki bütün görselleri yapay zekâ destekli üretiyorum. Bu da bu sorunun tam yeri tam zamanı olduğunun bir ispatı niteliğinde. Edebiyat ve sanata girişi konusunda söyleyeceklerimle, etik mevzusuna dair söyleyeceğim aslında örtüşen konular. Ben yapay zekâyı herhangi bir gerçek sanatçıya referans vererek çalıştırmayı doğru bulmuyorum. Yani bir görsel oluştururken, misal “Picasso style” olarak komut verip bir üretim yaptırmak; ardından bu üretimden ekstra gelir elde etmeye çalışmak bence doğru değil. Benim tercih ettiğim bir şey de değil.

Bir de işin tüketiciye sunulma boyutu var. Yapay zekâ destekli bir içerik ürettiyseniz bunu yapay zekâ etiketiyle sunmanız gerekir. Aksi takdirde bence burada etik çatışma devreye girer.

Çok teşekkürler, kaynakçanın genişliğine dikkat çeken ilk kişi siz oldunuz. Gerçekten de böyle bir eseri oluştururken benden önce bu minvalde üretim yapmış, benim değineceğim konulara şimdiye kadar değinmiş kimseyi es geçmemeye çalıştım. Böyle böyle, 100’ü aşkın kaynaktan yararlandığımı iş bittiğinde fark ettim. Bu benim için gurur verici bir durum. Ancak ne acı ki o kaynakta yer alan mecraların hemen hemen hiçbirisi benim kitabıma yer vermedi.

Dolayısıyla kitapla ilgili geri dönüş de olmadı. Birkaç okur (ki onlar da genelde yazar dostlarımızdı) kitapların oylandığı bazı platformlarda yorum yazdı. İki veya üç tane de kritik yazısı çıktı ama bu yazıların büyük kısmının kitabımı “polisiyeye giriş kitabı” olarak nitelendirmesi, bence emeğimin hakkının gasp edilmesi gibi bir durumdu çünkü polisiyeye giriş için bir kitap almak isteyen kişinin beklentisi Queer polisiyelerden Türkiye’deki polisiye ödüllerinin tarihçesine kadar detaylı bilgilerin olduğu bir kitap olmamalı. Bunun için yazılmış ve bilgi hatalarıyla da dolu başka kronolojik çalışmalar var. Boyunu aşmadan polisiyeye giriş yapmak isteyenler için o kitapları tavsiye edebilirim.

Başka kurmaca çalışma planım vardı, eşim Gizem Şimşek Kaya ile birlikte onu hayata geçirdik. Onun uzmanlık alanı olan Türk korku sinemasına dair “50 Maddede Türk Korku ve Gerilim Sineması: Yine mi Cin Filmi?” isimli kitabımız birkaç ay önce yayımlandı. Şimdilik aklımda bir tane çalışma daha var ama o sürpriz olsun, detay vermeyeyim.

Bir de zaten yayımlanır mı yayımlanmaz mı onu da bilmediğim için afaki konuşmayayım…

Daha önce 5 kitaplık ‘Komiser Tahsin’ serisini kaleme aldınız. Son romanınız olan ‘Karınca Karambolü’ ile ‘K Polisiyeleri’ isimli yeni bir seriye başladınız. Okurdan olumlu eleştiriler alan Karınca Karambolü’nün karakterlerinden ve hikayesinden bahsedebilir misiniz?

Karınca Karambolü, benim pandemi döneminde sıkılmayayım diye başlayıp 20 günde yazmayı bitirdiğim; sonra da üç yıla yakın süre yayımlanmasını beklediğim son kurgu eserim. Olumlu eleştiriler almasına sevindim, doğrusu güzel yaklaşımlara mazhar oldu.

Kitabın baş kahramanı Korhan Karay, mecburi ‘eski’ boksör, şike soruşturmasından hapis yatıyor. Ardından hapisten çıkıyor ve hayata karışmaya çalışıyor. Bu esnada karşısına çok güzel bir kız çıkıyor ve o kızın babası tarafından bir dedektiflik faaliyeti için tutuluyor.

Korhan’ın yanı sıra kitapta onun davasını üstlenen kuzeni Avukat Utku ve Utku’nun yanında çalışan Ahu isimli bir kız var. İş ağırlıklı olarak bu üç karakter üzerinden dönüyor. Yan karakterleri de sayıp hikâyeyi yeni okuyacak okurların hevesini kaçırmayayım.

İlhamla başlar, ilhamla biter. Genelde hikâyemin başı, ortası ve sonu gözümde canlanır. Oturup sadece boşlukları doldururum. Rutinim yoktur ama bir roman üzerinde çalışıyorsam her gün -bir paragraf bile olsa- yazmaya gayret ederim.

Sevdiğim yerli ve yabancı yazarlar… Zor soru! Çağdaşlarımı şimdilik pas geçiyorum çünkü birinden birini saymazsam ayıp ederim. Peyami Safa ve Celil Oker’i saymazsam da ayıp ederim. Bu iki ismin yazdığı akıcılıkta ve tutarlılıkta bir karakter serisinin henüz yazılamamış olması da enteresan mesela, şimdi isimlerini sayarken fark ettim.

Yabancılarda ise Daniel Pennac, Manuel Vazquez Montalban ve Eduardo Mendoza’yı henüz okumamış bir polisiye / suç yazarının çok şeyi ıskaladığını söyleyebilirim.

Son dönemde okuduğum kitaplar mevzusu da biraz karışık. Aras Gençtürk’ün psikolojik gerilim türündeki romanı “Geçmiş Günahların Bedeli”ne torpil geçeceğim çünkü basılmadan önce okudum, yetmedi kapağını da tasarladım. Sevdiğim bir kitap, beğenileceğini düşünüyorum.

Dizi ve film konusundaysa eskisi kadar iştahlı değilim ama son dönemde Monsieur Spade dizisini ve yeniden dönen CSI serisini çok beğenmiştim. Ne yazık ki biri mini diziydi biri de erken final yaptı.

31 Aralık’a kadar yarışmamızın katılımı devam edecek. Bizim de en büyük temennimiz gelenekselleştirebilmek. SUÇÜSTÜ’nün gelecekte güzel projeleri var, fakat ben (galiba şimdiye dek verdiğim cevaplardan anlaşılmıştır) biraz temkinli bir yapıya sahibim. O yüzden bazı fikirlerimi nihai sonuca ulaşana dek bazen kendi kendime bile sesli olarak söylemiyorum. Sonuçta gündemi stabil bir ülkede yaşamıyoruz, bizim yaptığımız planların tuzla buz olması bazı kişilerin iki dudağının arasından bazen saliselik çıkan sözlere bakabiliyor.

Ben de sabırsızlıkla bekliyorum doğrusu… Söyleşi soruları gerçekten oldukça özenli hazırlanılmış, detaylı sorulardı. Yeni yazarlara, yeni isimlere, yeni projelere kapı açmak konusunda örnek olduğunuz kadar bizim ilk sayımızı paylaştığımız günden bu yana Dedektif Dergi olarak pek çok kişiye ve kuruma örnek olması gereken tavırlarınızdan dolayı da hem kendim hem de dergim SUÇÜSTÜ adına tekrar teşekkür etmek isterim. Sonuçta bu ülkede polisiye ve suç edebiyatı çerçevesinde samimi olarak bir şeyler üretmeye çalışan (küstürülüp kaçırılanlar da dahil) kaç kişiyiz ki?

Sevgiler…

En Son Yazılar