Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Ayna Ayna!

Diğer Yazılar

UCUZ ETİN YAHNİSİ

FIRTINALI BİR GECE

SİYAH EL

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.

“Kraliçe’m?”

Oda hizmetçisinin sesiyle ürpererek daldığım hayal aleminden uyanıyorum. Kadın, aynanın ardından kızarmış gözlerime, dağılmış saçlarıma ürkerek bakıyor, titreyen ellerini saklayacak yer arıyor. Korkutma, sindirme çocukluğumda bana öğretilen ilk şey. İktidar olmanın zahmetsiz yolu.

Yavaşça doğruluyorum. Kan rengi örtüsü bozulmamış yatağımın ayak ucunda hizmetli kızların üzerimi değiştirmelerine izin veriyorum. Hepsi ellerini özenle ısıtmış, kokulu yağlarla yumuşatmış. Bu nafile çabalar benim, kraliçelerinin esmer teni ürpermesin, incinmesin diye. Kuruyup, yüzümde yol yapmış tuzlu izleri silmek istiyor biri, sertçe itiyorum elini. Şefkate tahammülüm yok. Nazik dokunuşları, tenimi geçip ruhumdaki kabuk tutmuş yaraları tekrar kanatıyor. Korsemi sıkmaları gerekmiyor. Altın kaselerde gelen leziz yemeklere dokunmuyorum günlerdir. Bedenim hiç olmadığı kadar kırılgan. Mutsuzluk, verdiğim her nefeste çevreme yoğun, kara bir sis gibi yayılıyor. Yüksek tavandan aşağı sarkan kadife perdeler sımsıkı kapalı. Açılmasına izin vermiyorum. İnsana kaçma isteği verecek kadar soğuk odama gelinceye dek neşeyle gülüp eğlenen bu zavallı kadınlar, sessizleşiyor, bakışlarını mecbur kalmadıkça yerden kaldırmıyorlar. Gözlerimi kapayıp oradan oraya koşuşturan bu haşerat sürüsünün bir an evvel dağılmasını diliyorum.

Tacım, örülüp başımın üzerinde toplanmış saçlarıma özenle yerleştirilirken, muhafızlar kraliyet ulağının geldiğini bildiriyor.

“Yüce kraliçem!” diyerek abartılı bir reveransla yerlere kadar eğiliyor ulak. Selamlaması, sıraladığı iltifatlar o kadar abartılı ki onu dinlemek yerine tekrar aynamın karşısına geçiyorum. Hiç kimse aynada neler gördüğümü bilmiyor. Sırlı camın ardında dalgalanarak kaybolan aksimin garip bir yaratığa dönüştüğünü, tiz çığlıklar atarak dans ettiğini fark etmiyorlar. Anlatmaya kalksam, korku dolu bakışlar şüpheli dudak büküşlere, suskunluklar saklı gülüşlere döner. Hepsi, gece odamdan sarayın taş koridorlarına yayılan korkunç çığlıkların benim olduğunu sanıyor, kulaklarını tıkayarak kifayetsiz ilahlarına dualar ediyor, ıstırapla uykuya dalıyorlar. Sabaha dek yataklarında tekinsiz kabuslar görüyorlar.

Elimi omzumun üzerinden geriye silkeleyerek odadan çıkmalarını sağlıyorum. Gümüş ayaklı, siyah mermer gövdeli masada ulağın getirdiği zarf açmam için hareketsiz bekliyor. Üzerindeki mum mührün kokusunu alabiliyorum. Mektup bekleyebilir. Önce aynaya soracak önemli bir sorum var.

“Ayna ayna! Söyle bana, var mı benden daha güzeli bu dünyada?”

Ayna buğulanıyor. Yansımam, sahte sırıtışı, uzun bembeyaz yüzüyle sarayda tek konuştuğum kişiye, o vefasız arkadaşa dönüşüyor.

“Siz çok güzel bir kadınsınız sevgili kraliçem ama…” diyor kıs kıs gülerek.

“Yeter!” diye haykırıyorum. Sırıtışı yüzünde asılı kalıyor.

Günlerdir aynı cevabı almaktan tükenmiş bedenim yere yıkılıyor.

“Yeter! Benden daha güzeli var, biliyorum. Pamuk prenses, pek sevgili üvey kızım. Ülkenin neşe kaynağı, babasının nadide incisi o. Dertsiz tasasız oradan oraya koşarak kahkahalarıyla beni deli eden baş belası. Kar beyaz giysileri içindeki gün ışığı görmemiş saydam teniyle, yapış yapış mutluluğunu yanından geçtiği herkese bulaştıran zehirli çiçek. Şehla gözlerindeki hülyalı bakışıyla en soğuk kanlı savaşçıları bile kendine hayran bırakan kadın. O, biliyorum!”

Aynadaki dostum alaylı bir kahkaha atıp kayboluyor. Binlerce kez sorsam aynı cevabı alacağım. Geldiğim günden beri bana zindan oldu bu uğursuz saray. Yavaş yavaş dengesini yitiren aklım, temiz havaya hasret bedenim artık ölmeyi istiyor. Vahşi atların sırtında, saçlarımı özgürce savurduğum günlerin özlemi içimi kavuruyor. Cehennem ateşi beni bu yalnızlık kadar kahredip yakamaz. Ölürsem belki cansız bedenim, denizler, dağlar aşıp getirildiğim, karlı yurduma ulaşır. Evlilik buyruğunu verirken utançtan yüzüme bakamayan kral babam belki soğuk alnıma son bir kere dokunur. El değmemiş çıplak bedenimi, ölü eşine bağlılık yemini etmiş yaşlı bir kocanın soğuk yatağı yerine, hasretle sarıp sarmalayacak ılık toprağa veririm.

Bugün sona erdiğinde bir şeyler değişmeli. Matem dolu gözyaşlarıyla, övgü dolu ağıtlarla uğurlanma bekliyor değilim. Güzellik için iksirler hazırlattığım yaşlı büyücüye solmuş dudaklarımı, fersiz gözlerimi sonsuza dek mühürleyecek bir zehir yaptırmalıyım. Kurtuluşumu lezzetli bir elmaya zerk etmeli ki yediğimde çektiğim ıstırap zevkle son bulmalı. Cam bir tabuta konmalı cesedim, ölüler diyarının en güzel kadınını herkes görmeli.

Tüm bu hezeyan ve elemin arasında gözüm ulağın getirdiği zarfa takılıyor. Mührü kırıp açıyorum. Zarif bir yazıyla yazılmış davet içimdeki ölü kuşları kanatlandırıyor. Aynadaki dostum kıkırdıyor. Nihai kararımı veriyorum. Yıllardır beni gerçek hayattan tecrit etmiş bu saraydan bir beden eksilmeli. Yalnız, buhran dolu gecelerimde üzerime yıkılan duvarlara çınlasın diye fettan bir kahkaha bahşediyorum. Hızlanan topuk seslerim, siyah ipek elbisemin hışırtısına karışıyor. İki kanatlı kapıyı şevkle açıyor, sesleniyorum.

“Muhafızlar! Bana avcıyı çağırın.”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar