Beylerbeyi
Günlük
Böceklerden sonra içimde her geçen gün büyüyen öldürme dürtüsüne karşı koyamıyorum… Kıskandığım, sinirlendiğim ve hazmedemediğim kim varsa kafamdan geçen çeşitli senaryolarla onun ölümünü düşler dururdum. Kan görmek bana ayrı haz veriyordu.
Daha dokuz yaşımdaydım böcekler dışında bir canlıyı öldürmeye karar verdiğimde. Cesaretim biraz daha yerine geldiğinde ilk deneyimimi sokak kedisini öldürerek gerçekleştirdim. Hayvanın boğazından akan kanın sıcaklığı elime bulaştığı anda heyecanın zirvesindeydim. Fakat bu heyecan fazla uzun sürmedi, ikinci kedi, üçüncü kedi derken içimdeki o zevk veren dürtüyü kaybettiğimi düşünmeye başladım. Daha büyük ve güçlü bir av, kediden sonra ne olabilir diye düşünürken köpek geldi aklıma. Nispeten kediden daha güçlü olduğu için zorlayabilecek varlıklardı, neden olmasın dedim.
Bu deneyimimi bir adım öteye taşımak üzereydim ki avlanma sırasında yakaladığım köpekle uğraşırken yabancı birinin bana bağırdığını duymuş, korkarak hayvanı bağlı şekilde bırakıp kaçmıştım. Soluk soluğa koştururken altıma kaçırmıştım, ta ki durduğum zaman yükselen adrenalin, deli gibi atan nabzımın bana ayrı bir heyecan yaşattığını keşfettim. Kediden sonra köpek öldürememiştim, lakin yeni bir deneyim yaşamıştım, bu zevki daha uç noktalara taşımam gerektiğini düşündüm. On birime ulaştığımda masum bir çocuktan kim şüphelenebilirdi ki? Yalnızca köpeği öldürürken yaptığım hataları tekrarlamamam gerekiyordu, üstelik daha da dikkatli olmalı öldüreceğim kişiyi ona göre seçmeliydim. Kediler gibi, benden güçsüz olan insanları seçmeliydim…
Günümüz
Cesedi bulan bisikletçi çifti sorgulayan Turan Komiser onları dikkatle süzdü. Kadınla adamın kafasında kask, ellerinde eldiven, her ikisinde de tayt vardı. Kadının tayt giymesi tamam da erkeğin tayt giymesi garibine gitmişti. Çiftin yüzünden üstlerindeki şoku atlatamadıkları belliydi.
Turan Komiser yanındaki polis memurlarından birine bağırdı, “Beylerbeyi’ne söyleyin yanıma gelsin.”
Memur komiserin suratın ablak ablak baktı, ne demek istediğini anlayamadı. Söylediğini yineletmemek için ikinci kez de soramadı, çünkü Turan Komiser aksi, ters biriydi. Cinayet Büroda ün salmış Komiseri kızdırmak bir köşede dursun kimse onun düşüncelerine ters düşecek bir şey söylemeye dahi cesaret edemezdi.
Memur, Komiserin yanından ayrılarak yeni göreve geldiği İzmir’de ilk tanıştığı anda kendisine yakın gördüğü devresi olan arkadaşının yanına gitti, Turan Komiseri kendisinden daha iyi tanıyan arkadaşına ‘Beylerbeyi’nin’ kim olduğunu sordu. Devresi Baki, bahsi geçenin Komiserin yardımcısı Miran olduğunu söyleyince şaşkın bir ifadeyle baktı, “Komiser ona neden öyle diyor?”
Baki gülümsedi, “Bilmiyor musun? Miran’ın anlamı Beylerbeyi demek, Turan Komiser de ona öyle diyor. Aklı sıra takılıyor işte.”
Devresine biraz daha yaklaşıp fısıltıyla sordu, “Turan Komiser çok ilginç adam öyle değil mi?”
“Evet, Büroda çok sevilen bir kişi değildir ancak oldukça başarılı, o yüzden amirler onun manyaklıklarına göz yumuyor. Sen, sen ol asla onu kızdırma, külahları değiştiği kişilere neler yaptığını duymuşsundur.”
Arkadaşının yutkunduğunu gören Baki, “Sen göz önünde fazla durma, ben Miran Amirime haber veririm,” diyerek onu rahatlattı. Hızlı adımlarla arkadaşının yanından ayrılıp Miran’ı buldu.
“Amirim, Turan Komiser seni çağırıyormuş,” dedikten sonra genç adamın Turan’ın adını duyar duymaz gözlerini devirdiğini gördü. Muhtemelen diğerleri gibi yardımcısı da amirini sevmiyordu. Aslında Miran büroya geldiği ilk günden beri herkes tarafından saygı duyulan, çalışkanlığı ile Turan dışında diğer amirleri başta olmak üzere, tüm ekibin takdirini kazanan biriydi.
Miran, kafasını tamam anlamında sallayıp elindeki not defterine kısaca birkaç şey yazdı ve yürümeye başladı. Baki de sessizce onu takip etti. Turan ve Miran’ın karşı karşıya geldiği anda birbirlerine bakışları arasındaki negatif elektrik bariz şekilde belliydi.
Turan, “Var mı elle tutulur bir şey?” diye sordu kayıtsız bir şekilde.
“Maktul, Nil Yenice, on altı yaşında. Keskin bir cisimle, boğazının sol tarafından başlayarak sağa doğru kesilmiş, bu da katilin sağ elini kullandığını gösteriyor. Kesiğin şiddetine ve izlere bakılacak olursa katil kurbanını arkasından yakalamış. Tek bir hamlede aldığı öldürücü darbe ile kurban kan kaybıyla can çekişerek hayatını kaybetmiş. Kurbanın tırnakları arasında boğuşmaya dair hiçbir iz, cinsel istismara dayalı herhangi kanıt yok.”
Turan Komiser bulundukları ormanlık alanı göstererek, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olduğunu desteklemek amacıyla kollarını açtı, “Genç kızın burada ne aradığına dair fikrimiz de yok!”
Miran biraz daha cılız sesle, “Adım izlerinin silindiğini tespit edebildik sadece. Katil, kurbanı öldüreceği noktaya kadar ya yürütmüş ya da taşımış. Otopsi sonucunda toksikoloji raporları elimize geçtiğinde cinayetin nasıl işlendiğini anlayabiliriz Amirim.”
“Hmmm, anlarsın,” dedi Turan kinayeli bir tonda. Sonra yardımcısının omuzlarının düşmüş olduğunu gördü, “Bu cinayet seni neden bu kadar etkiledi?”
“Kurbanı tanıyordum, komşumuzun kızı.”
Günlük
Hayvanlardan sonra ilk öldürdüğüm kişi, bizim köyden uzakta yaşayan yaşlı, yetmişli yaşlarda yaşlı bir teyzeydi. Kendi işini kendi gören yalnız biriydi. Yakınlaşmak çok kolay olmuştu.
Av zamanı öğrendiğim en önemli husus, avını ve avlanacağın bölgeyi iyi tanıman gerektiğiydi. Bu yüzden tanınmadığım ve kolayca bilgi toplayabileceğim bir kasaba seçtim.
Yaşlı teyze, her Salı pazar kurulan kasabada ihtiyaçlarını almak için alışverişini yapardı. Bir gün karşısına çıkıp, sıcak yaz gününde poşetlerini taşımasına yardım edebileceğimi söylediğimde oldukça sevindi. Zaten önceden takip ederek öğrendiğim adresine bu kez onunla birlikte gittim, evin içini görme, yaşam alanını koklama şansı buldum. Yol boyunca ona ailem ve kendim hakkında inandırıcı ama yalan bir hikâye uydurdum. Bunu yaparken de özellikle yaşadığımız küçük köyümüzün halkı tarafından tanınan bir öğretmenin kuzeni olduğumu söyledim. Sorup soruştursa dahi kim olduğumu öğrenmesi zordu. Çünkü, kasabaya inen her öğrenci işinin görülmesi için öğretmenin kuzeni olduğunu söylerdi.
Ve, sonrasında son hafta klasik bir ritüeli yerine getirir gibi pazar alışverişini yapmış dönerken yakaladım yaşlı kadını ve ağır yükü ellerinden alıp evine kadar sohbet ederek gittik. Yaşlı kadıncağız son sohbeti olacağını bilmiyordu tabii. Dairesine vardığımızda bu sefer beni içeri davet etti, sabah taze kurabiye yaptığını çay demleyip beraber içebileceğimizi söyledi. Açıkçası daveti beklemiyordum, hızlı düşünen ve çabuk karar vermemle her zaman övünürüm. Teklifi kabul edip içeri girdim. Elbette bir iki komşusu bizi o gün eve girerken gördü. Yaşlı kadın, kendisine yardım eden genç ve saygılı öğrenciden övgüyle bahsetmiş her buluştuklarında. Elbette ki komşularla karşılaşmamızda meşhur öğretmenin kuzeni olarak takdim edilmek kaçınılmaz oldu. Yüzümü görmemeleri için utangaç bir tavırla başımı eğdim. Taktığım kep sayesinde kimliğimi gizlemeyi başardım.
İlaçlar hakkında yeni yeni edindiğim bilgileri de deneme sırasıydı. Ayrıca artık kedileri kestiğim evdeki kör bıçakla avlanmayacaktım. Reşit olduğum ve ilk cinayetimi işleyeceğim için paraya kıymış indiğim şehir merkezindeki kamp malzemeleri satan bir mağazadan kasabadaki öğretmenin kuzeni olduğumu söyleyerek kaliteli bir bıçak almıştım. Halk arasında sustalı olarak bilinen ancak profesyonellerin Epic Blisterli Bıçak olarak adlandırdığı keskin bir bıçak temin ettim. Biraz pahalıya mâl olsa da son derece kaliteli görünüyordu. İlk cinayetimi de bu aletle işleyeceğim için heyecanlıydım.
Pratik kazanmak, hızlı olmak için defalarca çalışmış ve alışmıştım. Bir saniye içinde keskin ucunu ortaya çıkarabilir ve kadının boğazını kesebilirdim.
İlk çaylarımız bittikten sonra tazelemek için atıldım ve boş bardaklarla mutfağa yöneldim. Demli bir çay koyduktan sonra ilacı da karıştırıp götürdüm. Çayın tadı teyzeye garip gelse de ses etmedi, servisi ben yaptığım için alınabileceğimi düşünüp afiyetle içti. Çok geçmeden terlemeye, midesi kötü olmaya başladı. Yatağına yatmasına yardım edip dinlenmesi için onu evde yalnız bıraktım. Çıkarken evin anahtarlarını da yanımda götürdüm, planım gece gelip işini bitirmekti.
Evden ayrılırken komşulara yine utangaç tavırla selam verip uzaklaştım. Hava kararmaya yüz tutmuşken ve sokaklar tenhalaşmaya başladığında anahtarı hazırlayıp kimseye görünmeden teyzenin evine girdim. Yatağında mışıl mışıl uyuyordu, sağ elimde tuttuğum bıçakla tek darbeyle boğazına derin bir kesik attım. Korkunun da vermiş olduğu güçle hayalimde gerçekleştirdiğimden daha derin bir kesikti attım.
Eylem iki saniye kadar sürdü ancak zaman sanki o an ağır çekimde ilerlemişti. Birkaç adım geriye çekilip kadının ruhunun bedenini terk edişini izledim. Bileklerime bulaşan kanın sıcaklığı ve kadının gırtlağından çıkardığı garip hırıltı bana koyunların kurban edilirken can çekişmelerini anımsattı. Tek farkla, benim kurbanlarımın elleri ve kolları bağlı değildi. Bu sayede, can çekişirken bedeni bilinçsizce hareket ettiğinde kanla çizdiği özgün resmi izledim. Bu da ayrı bir sanat sayılırdı…
İlkler özeldir, o yaşlı teyze de benim için hep özel olarak kaldı. Daha sonraki cinayetlerimde bana farklı bir haz veren şey ise kurbanlarımın boğazını kestikten sonra gözlerindeki hayat ışığının sönmesi oldu. Her bir ayrıntı, gerçekleştirdiğim öldürme sanatının ayrı bir zanaatıydı.
Saat neredeyse yedi olmak üzereydi, sokak kapısını araladıktan sonra şapkamı da takarak evi terk ettim. Daha sonra neler oldu, cesedi kim ve nasıl buldu bilmiyordum ancak kasabanın meşhur öğretmeni sorguya alındı. Polisler delil yetersizliğinden öğretmeni bırakmak zorunda kaldılar. Faili meçhul olarak kapanacak bir dosya vardı ellerinde.
Daha detaylı plan yapmalıydım, kurbanlarımı kendi ininde öldürmek yerine kanlarının sıcaklığını elimde hissedebileceğim ve geride kanıt bırakmayacağım şekilde gerçekleştirmeliydim.
Annemi ve babamı hiç tanımadım, beni sevmeyen dayımın elinde büyüdüm. O da ayyaşın tekiydi ve ne yaptığımla hiçbir zaman ilgilenmezdi. Dedelerimi de görme şansım hiç olmamıştı, bana yardımcı olan bir anneanne vardı, babaanne de çoktan göçüp gitmişti. Asıl mesleği hemşirelik olan Anneanne mesleğini yapmak yerine köyde kalıp insanlara kocakarı ilaçlarıyla şifa dağıtarak geçimini sağlardı. İnsan anatomisi ve farmakolojiyle ilgili sürüsüyle kitabı vardı. Öldürürken, o kitapları okumanın faydalarından yararlanıyordum. İlaçların dozunu, ne işe yaradığını bu sayede biliyordum.
Yaşlı teyzeden sonra ikinci cinayetimi dayımı öldürerek gerçekleştirdim. Bir gece öncesinde çalışıp eve para getirmem gerektiğini, artık bana bakamadığını söyleyerek sağlam kötek attı. Ertesi gün iş bulduğumu ancak iş yeri sahibinin onunla görüşmesi gerektiğini söyledim. Birlikte yola koyulduk, tenha yollardan giderken sürekli söylenip durdu. Bu sefer ilaca ihtiyacım yoktu, zaten körkütük sarhoştu. Ve tek seferde işini gördüm. Nedense dayımın kanı bana fazla zevk vermedi.
Yabancıları aldatmanın kolay olduğunu düşünürdüm ancak tanıdığım, özellikle de bana yakın olan insanları tuzağıma çekmenin çok daha kolay olduğunu görünce tanıdığım kişileri öldürmeye yöneldim. Bunu yaparken de arkamda hiçbir kanıt bırakmamayı da öğrendim.
O günden sonra diğer kurbanlarım da hep çevremdeki tanıdıklar oldu. Sevmediğim, asosyal ya da küçük yalanlara kanabilecek ahmakları seçtim. Her birini de tam da istediğim gibi elde ettim. Dayımı öldürdükten sonra özellikle kadınları hedef aldım, onların kanlarını tenimde hissetmek çok daha güzeldi.
Güç bela ortaokulu bitirdim ve hayatımı sürdürebilmenin yollarını aradım – Yaşlı teyze ve dayımdan sonra beş kişi daha avlamıştım- bu süre zarfında avlanmaya ara verdim. O süreçte katıldığım liseyi bitirebilmek için – Komşuların desteğiyle- ders kitaplarının haricinde seri cinayetlerle ilgili çeşitli kitaplar da okudum. Her seri katilin bir imzası, bir tarzı vardı. Benim de tarzım, ilaçla kendilerini kötü hissetmesini sağlıyor sonra da imzamı kurbanlarımın boyunlarına atıyordum. Her geçen gün bilgi birikimimi de arttırırken tereyağından kıl çeker gibi avlanmayı sürdüyordum.
Avlanmak, evet, kulağa oldukça hoş geliyordu. Kendime sıradan bir yaşam kurmayı başardığımda avlanmaya kaldığım yerden devam ettim. Akıllıydım, bana yardım eden, geldiğim noktada katkısı olup da benimle övünen kişiler arasından da seçtim avımı. Seçim yaparken farklı şehirlerde olmalarına özen gösterdim. En büyük özelliğim de insanlara verdiğim güven duygusuydu. Kurbanlarımın canını almadan önce onlar hakkında bildiğim detaylar işimi de kolaylaştırıyordu.
Farklı şehirlerde aynı tarzda işlenen cinayetleri birbirine bağlayamayan işgüzar polislere de bir yandan kızıyordum. Hiç mi polisiye film izleyip roman okumuyorlardı, anlamaları için illa kurbanlarımın yanına not mu bırakmalıydım? Niyetim yoktu, ne zaman uyanacaklarını merakla bekleyecektim.
Bu zamana kadar avladığım insan sayısı çift hanelere ulaşmıştı.
Günümüz
Turan Komiser yardımcısıyla birlikte maktulün ailesini ziyaret ettiler. Acılı anne ve baba kızlarının vahşice öldürüldüğüne hâlâ inanmakta güçlük çekiyorlardı. Özellikle annesi Zeynep, yakından tanıdıkları komşuları Miran’ın gözlerinin içine kızının katilinin bir an önce yakalaması için yalvarırcasına baktı.
Turan buz gibi donuk bir ifadeyle sorularına başladı. Öldürülen Nil’in ne bir düşmanı ne anlaşamadığı birileri ne de saplantılı bir erkek arkadaşı vardı. Turan, özellikle o yaşlarda öğrenci olan genç kızların yanlış kişilerle arkadaşlık kurmalarının, ayrılmak istediklerinde ise başlarına neler geldiğine fazlasıyla şahit olmuştu. İnsanlar, Türkiye’de yaşanan vahşetlerin sadece birkaçını öğrenebiliyordu, o da basına yansıyanlardı sadece. Lakin cinayetlere tepki gösteren vatandaşlar olmasına rağmen ölümler hız kesmeden devam ediyor bu durumda siyasiler ise kılını kıpırdatmıyordu. En son, kadınlara yönelik ve aile içindeki şiddetin önlenmesine ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamak için daha neden bekleniyordu? #Kadıncinayetinedurdemekiçinneyapmalı?
Araya giren Miran, “Nil her zamanki saatinde mi okuldan çıktı?” diye sordu.
Zeynep kafasını iki yana salladı, Nil ile en son onu canlı gördüğü gün konuştuklarını aktarmaya başladı, “Öğlen okula gitti. Ders bitiminde de arkadaşlarıyla okulun kütüphanesinde eksik notlarını tamamlayacağını söylemişti. Hava kararmadan gelmesini tembih ettim. Her şey yolundaydı. Saat yedi sularında ses çıkmayınca aradım, ama telefonu kapalıydı. Şarjının bittiğini düşündüm. Aradan bir saat geçince tekrar aradım, yine kapalıydı. Bu sefer terslik olduğunu düşündüm. Eğer kızımın işi uzayacaksa bir şekilde bana haber verirdi. Bahadır’ı aradım, durumu anlattım. O da iş yerinden izin alıp okula gitmiş. Okuldaki güvenlik ve nöbetçi öğretmen kütüphanedeki tüm öğrencilerin üç saat önce ayrıldığını söylemiş,” sözlerini güçlükle tamamlayan kadın hıçkırıklara boğuldu. Kocası Bahadır ise destek olmak istercesine karısına sarıldı. Adamın da ağlamaktan gözpınarları kurumuş ve kıpkırmızıydı.
Elleri bomboş çıktıklarında Turan Komiser Miran’a baktı, “Sen evine git, yarın sabah büroda görüşürüz.”
“Amirim, buyurun bana geçelim, bir kahve ikram edeyim,” diyen Miran Turan’ın teklifi kabul etmeyeceğini biliyordu, ama aldığı cevap onu şaşırttı.
“Eh, peki madem… Bir kahveni içip öyle gideyim eve.”
İçeri girdiklerinde bir bekâr evinden ziyade kadın eli değmiş gibiydi, temiz, derli toplu. Islık çalan Turan, şaşkınlığını dile getirdi, “Maşallah, pek de hamaratsın Beylerbeyi!”
“Düzeni seviyorum amirim,” diyen Miran salonu işaret etti, “Kahvenizi nasıl içersiniz?”
Yürürken etrafını inceleyen Turan kahvesini bol şekerli istediğini belirttikten sonra kendi kendine söylendi, “Belli, düzeni sevdiğin belli.”
Büyükçe salon oldukça sadeydi ancak duvarın birine kargacık burgacık tarzda yazılardan bisiklet resmi oluşturulmuştu. Garip harflerin arasında en belirgin ve büyük olanı, ‘LYL’ yazılı olanıydı. Çok şık görünüyordu, Miran gerçekten de özenli ve düzenli biriydi. Elinde tepsiyle içeri giren yardımcısına dönüp resmin anlamını sordu.
“Amirim uzun zamandır boş vakitlerimde bisiklet biniyorum. Zinde kalmamı sağlıyor.”
“Sen de şu maktulü bulan bisikletçi adam gibi tayt giyiyor musun yoksa?”
Miran gülümsedi, “Evet, amirim o taytlar sıradan tayt değil, altlarında selenin acıtmaması için özel jel dolgu var. Benim gibi kilometrelerce yol yapanlar o tarz özel kıyafetler giyer.”
Turan anladığını belirtircesine kafasını salladı, “Peki, oğlum arabalar falan, tehlikeli değil mi?”
“Elbette, bisiklet yolları var, oraya ulaşana kadar biraz sıkıntılı olabiliyor, ama sonrası çok rahat. Zaten bisiklet yolu, bizim evin oradaki parkın hemen başlangıcında.”
“Bu bisiklet yollarını hiç görmüyorum ben. Yol dediğin öyle parça parça olmayacak.”
“Değil aslında, toplu taşıma ya da özel araçla o yolları takip etmek mümkün değil çünkü şehir merkezinin dışına çıkıldığında ücra noktalarda birbirine bağlı konumda. Genelde bisikletçiler kullandıkları uygulamalar sayesinde bu güzergâhtan haberdar oluyorlar.”
“Hmmm, Nil’in cesedini bulduğumuz gibi ücra yerleri kastediyorsun değil mi?”
Miran başını öne eğdi, “Evet, amirim,” dedi sonra konuyu değiştirmek istercesine hem de amiriyle aralarında ilk kez sohbet açılmışken onun da özelinden birkaç şey öğrenmek istedi, “Amirim, sizin uğraştığınız bir hobi yok mu?”
“Olmaz mı Beylerbeyi, işimin dışında kalan zamanlarda yerim, içerim, sıçarım ve uyurum,” dedikten sonra ortamda derin bir sessizlik oluştu.
Kahvesini höpürdeterek bitiren Turan Komiser teşekkür edip ayrıldı, evden çıkar çıkmaz polis memuru Baki’yi arayıp Türkiye haritasında Nil’in cinayetine benzer tüm davaları araştırmasını ve detaylarını öğrenmesini, raporu da en kısa sürede masasında istediğini belirtip telefonu adamın yüzüne kapattı.
Günlük
Sıradaki avım, diğerleri gibi sıradan değildi. Ona karşı iiçimde beslediğim duygularım vardı, aşk, ihtiras ve de kıskançlık… Onu başkalarıyla paylaşma düşüncesine bile tahammül edemiyordum.
Ebediyen benim olmalı, hatıralarımda yaşamalı ve kalbinin atmasını sağlayan can sıvısının sıcaklığını hissetmeliydim. Öldürdüğüm yaşlı kadından sonra gerçekten onun yerini dolduracak özel bir av olacaktı. Diğer avlarımın aksine, hangi rengi sevdiğini, hangi müzik türünden hoşlandığını, hobilerini, fobilerini kısaca ona ait her detayın çok daha fazlasını biliyordum.
İzinli olduğum gün takibe başladım, kalabalığın arasında artık fark edilmeme konusunda iyice ustalaştığımdan insanların arasında hayalet gibi gezinebiliyordum. Avım beklediğimden geç çıkmıştı okuldan, hemen yanına gitmek yerine biraz yürümesine izin veridim. Saat neredeyse beşe varmak üzereydi. İki dakika sonra pedala yüklendim ve karşılaşmamız tesadüfmüş gibi yanında durdum. Kokusu burnuma çalındığı an damarlarımda dolaşan kanın hızlandığını hissettim. Nil ise, beni gördüğüne hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. Orada ne aradığımı sordu, bisikletle öylesine gezmeye çıktığımı söyledim. Bisikletime her zaman hayranlıkla baktığını bildiğimden ona arkama oturabileceğini söyleyerek eve bırakmayı teklif ettim. Bana karşı hissettiği güven sayesinde tereddütsüz kabul etti.
Ondan sonrası kolaydı, sırtımdaki çantayı göğsüme aldım ve içinden daha önceden hazırladığım ilaçlı su şişesini verdim. Yüzüne rüzgâr vurdukça cildi kuruyacak ve su ihtiyacı doğacaktı. Suyu içtiğinde ise içindeki ilaç sayesinde midesi bulanacak ve kendini kötü hissedecekti. Elbette bunu verdiğim suya değil bisikletin arkasında yolculuk etmeye bağlayacaktı.
Bisiklet yolundan daha hızlı ve tehlikesiz gideceğimizi söyleyip gözlerden uzak, az kişinin kullandığı yola saptım. Eğer, Nil okuldan zamanında çıkmış olsaydı bisiklet yolunu o saatte kimsenin kullanmadığını bildiğimden işim daha kolay olacaktı. O yüzden tedbirli olmalıydım. Bir ay boyunca avımın kanını akıtacağım noktaya kamera yerleştirmiş kaç kişinin geçtiğini saptamıştım, bir ayda sadece tek kişi geçmişti!
Sapa yolda hafif esinti tam da düşündüğüm gibi Nil’in suyu hızla içmesini sağladı. Beş dakika sonra ise başının döndüğünü söyleyerek durmamı rica etti. Bisikletimi Ardıç Ağacının arkasına görünmeyecek şekilde koyup Nil’in koluna girdim. Kız, midesindekileri çıkarmamak için mücadele ederken onu sürüklediğim yerin farkında değildi. Etrafıma bakındığımda hiç kimseyi görmediğim anda göğsüme taktığım çantanın yan gözünden emektar bıçağımı alıp tek seferde Nil’in sahibi oldum. Şanslıydım ki gözlerindeki ışık sönene kadar onu izleme şansı buldum.
Ellerimi teninde, sıcacık kanın içinde gezdirdim. Artık vedalaşma anının geldiğini düşünüp kalktım ve bisikletimi sakladığım ağacın arkasına gittim. Önce eldivenleri ardından da anorağımı giydim. Bileklerimi kapatan kırmızı anorak kanı da gizleyecekti. Zaten spor amaçlı bisiklete binen birinin kask, eldiven, anorak giymesi hiç de tuhaf kaçacak bir durum değildi.
Günümüz
Baki, Turan Komiserin istediği tüm bilgileri kalınca bir dosya haline getirip masasına söylediği gibi bıraktı. Turan ise mesai saatinden çok daha önce Cinayet Büroya gelmişti. Masasında istediği bilgileri görünce tebessüm etti. Böyle insancıl tepkileri başkalarının yanında vermeyi sevmiyordu. Ne de olsa onu herkes kalpsiz olarak biliyordu. Geldiğini haber alan Baki kapıda belirdiğinde onun yüzüne baktı, gözlerinin içi kıpkırmızıydı ve çevresi de morarmıştı. E, kalpsiz olduğunu bilenler kendisiyle çalışmanın da kolay olmadığını biliyor olmalıydı.
“İstediğiniz tüm bilgi…”
Turan Komiser sözünü kesti, “Teşekkür ederim, söyle de bana bir kahve getirsinler,” diyerek kestirip attı.
Baki odadan çıkınca dosyaları okumaya başladı, gelen kahvesini bile unuttuğu için buz gibi olmuştu. Saatler geçmişti, odaya giren Miran’ın sesiyle irkildi.
“Amirim kolay gelsin, neyi inceliyorsunuz?”
Oturmasını işaret etti, “Günaydın, erkencisin Beylerbeyi! Adli tıp raporu elimize ulaştı, Nil’in kanında midenin bulanmasını, aynı zamanda bireyin kusmasını sağlayan emetin ve sefelin alkol kalıntılarına rastlanmış. Cinayet için bu ilacın neden kullanıldığını çözemedim ancak aynı yöntemle bu şehirde bisiklet yolunda işlenen bir vakaya daha rastladım. Son cinayeti senin evine yakın yolda, diğeri ise çok ters, uzak noktada. Başka şehirlerde de benzer şekilde boğazı kesilerek öldürülen, faili meçhul cinayetler var. İşin enteresan yanı, on cinayetin yedisi de bisiklet yolunda, aynı Nil’in cinayetinde olduğu gibi tenha noktalarda işlemiş. Katilimizin profilini ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Kafamı kurcalayan nokta ise, daha önceki vakalar. Öldürülme tarzları bisiklet yolunda işlenen cinayetlerle aynı fakat yer ve mekânları farklı. Kurbanlarını da hep kadınlardan seçiyor. Belli bir yaş kriteri yok.
Sen Nil’in ailesini yakından tanıyorsun, git konuş bakalım, Nil’in bisiklet binen sporcu tanıdığı kimler var. Öğretmenlerine varana kadar çevresindeki herkesi araştır. Sık seyahat eden, şüpheli biri olabilir!
Kız, yaya olduğu için o yolu kullanması hiç de mantıklı değil, çünkü mesafeyi iki katı kadar uzuyor. O yüzden yakın tanıdığı biri onu oraya bisikletiyle sürüklediğinden şüpheleniyorum.”
Günlük
İlk defa yakalanmaktan korkmaya başladım. Polislik mesleğini seçtiğimden bu yana suçluların nasıl hareket ettiğini, polislerin nasıl yol izlediklerini iyi bilememe rağmen ilk kez yakayı ele vermeye bu kadar yakınlaştım.
Bu, köpeği öldürmek üzereyken beni gören birinin çıkmasından daha muazzam bir korku hissi yaşamamı sağladı. Şu ana kadar neredeyse on yedi kişiyi öldürdüm, hayvanları saymıyorum ve bu güne kadar yaşadığım heyecanı hiç tatmadım.
İçten içe Nil’e beslediğim hayranlık ve onun canını aldıktan sonra farklı bir avım olacak. O da, beni yakalamak isteyen amirim. Erkek olsa da onun kanının sıcaklığını hissetmek de çok ayrı bir haz olacak benim için. Bir kez evime gelip kahvemi içti, neden ikincisi olmasın?
Bu kez onun kahvesine ilaç katıp etkisiz hale getirecek ve kendine geldiğinde gözlerinin içine bakarak alacağım canını.
Günümüz
Miran, Turan Komiseri arayarak Nil’in ailesiyle görüştüğünü söyledi ve mesai saati bir hayli geçtiği için onu yine kahve içmeye evine davet etti. Turan’ın bu sefer teklifi reddetmesinden korkuyordu ama korktuğu gibi olmadı. Amiri geleceğini söyledi.
Bir saat sonra kapısı çalındı. Miran kapıyı açtı. Turan Komiser her zamanki sevimsizliği ile karşısında dikilmekteydi. Kocaman göbekli, kirli sakallı, saçları dökülmüş amirine baktı. İçinden, “Evlat olsa sevilmez,” diye geçirdi. Onu içeri buyur ederken Turan’ın elinde tuttuğu altılı bira kutusunu nice sonra fark etti.
Miran’ın şaşkınlığını gören Turan Komiser takıldı, “Ne oldu Beylerbeyi? İçki mi içmiyorsun yoksa bana içmeyi mi yakıştıramadın, hangisi?”
“Yok… Amirim,” dedi ancak Miran planının bu kadar sekteye uğramasını beklemiyordu. Turan’ı içeri davet ederken mutfağa gidip bardak alacağını söyledi. Düşünmek için zamana ihtiyacı vardı. Kapağını açtığı raftan bira bardaklarını alırken aklına iyi de bir fikir geldi. Susadığında içmesi için getireceği suya neredeyse tüm kurbanlarına yaptığı gibi ilaç verip – emetin ve sefelin alkollerinin ne işe yaradığını amiri de biliyordu- midesinin bulanmasını sağlayacaktı. Sonra ayılması için bir kahve yapıp içine sinirlerinin uyuşması için koyacağı diğer ilaçla işini bitirecekti. Sinsice güldü ve bardaklarla içeri girdiğinde bira kutularını açmış bekleyen Turan’ı gördü.
Turan Komiser bardağın birini Miran’ın elinden alırken sordu, “E, Nil’in davasıyla ilgili araştırmadan bir şeyler öğrendin mi?”
“Çevresinde bisikletçi arkadaşlarının olduğunu tespit ettim,” söylediği tamamıyla yalandı, çünkü konuşup zaman kazanmak istiyordu. “Yarın, edindiğim bilgiyle şahısları alır sorguya çekeriz. Arkadaşlarının arasından Dorukhan isimli birinin sabıka kaydı çıktı. Uyuşturucu kullanırken yakalanmış, – Verdiği bu bilgi doğruydu, zamanında Nil’in etrafındaki herkesin şeceresini çok önceden çıkarmıştı- başka da bir vukuatı bulunmuyor. Bisiklet gruplarına üye olduğunu ve çok sık seyahat ettiğini öğrendim.”
Kadehini kaldıran Turan Komiserin yüzünde buz gibi bir ifade vardı, “Aferin Beylerbeyi, iyi iş çıkardın! Ben de yaptığım araştırmalarla ilgili sana bilgi vereyim. Sabah sen geldiğinde evrakların içinde beni gömülmüş buldun, çalışmaya devam ettiğimden sana detaylı açıklama yapamadım. Şu ana kadar Nil’in öldürülme tarzına benzeyen tam on dört cinayete ulaştım.”
Miran’ın gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu, öne doğru eğilince Turan Komiser kahkaha attı. Onu ilk kez gülerken görüyordu. Konuşmaya başladığında irkildi.
“Hadi, ne duruyorsun? Fondip!” diye haykırdı Turan Komiser.
Tek seferde ikisi de birayı bitirince Miran amirine su isteyip istemediğini sordu, Turan Komiser, “Olur, getir koca bir bardak,” deyince mutfağa yöneldi. İlacı hazırlarken ellerinin titremesine engel olamıyordu. İlk kez yaşlı kadın Leyla’yı öldüreceği zaman böyle titremişti. Salona geri döndüğünde amiri çoktan ikinci kutuyu açmış bardaklara doldurmuştu bile.
“Şerefe,” dediğinde yine içmek zorunda kaldı. Çok hızlı gidiyorlardı, başı dönmeye başlamıştı ancak Turan Komiser sünger gibi içiyordu. Miran ikinci bardağın yarısına geldiğinde amiri çoktan üçüncü kutuyu açmıştı bile.
Yanında su bardağı dururken birasına uzandı Turan Komiser, Miran’a gülümserken anlatmayı sürdürdü, “Bu işlenen cinayetlerde beni en çok şaşırtan ne oldu biliyor musun? Kurbanların öldürüldüğü yıllarda hep senin de o yerlerde bulunmuş olman. Yaşlı bir kadın, savunmasız, yalnız yaşayan Leyla Birer, ilk kurbanın o muydu?” bira bardağını sehpanın üzerine koydu ve neredeyse insanı tahrik edecek fısıltıyla konuşmayı sürdürdü, “Ondan sonra ulaştığım kişilerden hepsi ya okul ya da mahalle arkadaşların çıktı karşıma. Ne hikmetse Polis Akademisindeki öğrencilik yıllarında benzer hiçbir cinayet işlenmemiş, Mezun olduktan kısa bir süre sonra tekrar benzer cinayetler başlamış. Öldürülen kurbanların hepsi de senin köyünde ikamet etmiş insanlar ya da onların çocukları.
Cinayetlerin en sonuncusu da Nil! Kurbanlarının hepsini tanıyordun, böylelikle onları daha kolay tuzağına düşürüyordun değil mi?”
Miran’ın yüzü kızarmaya başladı, sinirlerine hakim olmakta zorlanıyordu.
“Senden şüphelenmeme sebep olan şey, Nil’in annesine sorduğun soruydu, ‘Nil her zamanki saatinde mi okuldan çıktı?’ dediğinde okul çıkış saatini bilen komşu olabilir mi dedim kendi kendime. Ayrıca duvarına çizdiğin şu bisiklet fotoğrafı, içlerinde kısaltma şeklinde harfler var, en büyükçe yazılanı da ‘LYL’ daha dikkatli bakınca da laciverte kaçan bir mavi ile ‘LYL’ harflerinin yanına iliştirdiğin ‘N’ harfi. Üstelik diğerlerine kıyasla o harf çok taze ve yeni işlenmiş. Çünkü sen Nil’in, mavi, lacivert anlamını taşıdığını biliyordun, bu yüzden kimse anlamasın diye kurbanlarını duvarına çizdiğin bisiklet resminin içinde ölümsüzleştirdin değil mi?”
Artık Turan Komiserin gözlerinde ölümcül bir bakış vardı, tiksinircesine karşısındakine baktı. Daha sonra sehpanın üzerindeki suyu alıp tek nefeste içti. Bu hareketle Miran’ın gözünün hafiften seğirdiğini hissetti.
“Bir sonraki planın ne?” diye sorup arkasına yaslandı.
Miran, planının işleyeceğini düşünmenin verdiği rahatlıkla kendine olan güveni geldi, “Evet, Amirim. Söylediklerinin her biri doğru, açıkçası bu kadar bilgiye bu kadar kısa sürede ulaşman beni şaşırttı. İlk kez misafirim olduğunda fark ettiğin gibi, düzenli ve planlı olmayı her zaman sevmişimdir. Avımı belirlediğim zaman her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplar, irdeler ve incelerim. Şu ana kadar da tüm olasılıkları düşünerek koleksiyonumu bu denli geniş tutmayı başardım. Her avladığım kişinin bendeki değeri çok farklı, ancak Nil bunların dışındaydı. Çünkü ilk kez avladığım biri kalbimde kendine yer açmıştı. Sadece isimleri değil o duvarda yazılı olan, avlandıkları tarihler ve yerleri de var.
Hakkını teslim etmeliyim, sen de farklı avlarımdan biri olacaksın. Aynı Nil gibi! Ve ismin bu bisiklette kocaman yer almayı hak ediyor. Düşündüğümden zeki çıktın. Merak ediyorum, ölüm haberin yayıldığında arkandan kaç kişi üzülecek? Her şey bittiğinde diğer avlarımda olduğu gibi senin ismin tüm ayrıntılarıyla günlüğümde ölümsüzleşecek! Ne zaman yazmaya başladım biliyor musun? Bu şehre geldiğimde, seninle tanıştığım günün akşamı karar verdim.”
Turan Komiser pis pis sırıttı, midesinin bulantısını bastırmaya çalışır gibiydi, “Benim gülümsediğimi de kimler görür biliyor musun Beylerbeyi? Sonunu hazırladığım pislikler…”
Günlük
Maceram sürüyordu. Bu da temiz, ayrı sayfa açtığım yeni günlüğümün ilk sayfasıydı. Artık daha da tecrübeli sayılırdım. Köpeği öldürme girişimimden sonra ikinci kez başarısız olmuştum. Ama bu başarısız girişim beni yıldırmadı, tam aksine hapisten çıktığımda artık başka bir kişi olmama olanak sağlayacaktı. Üstelik ünlü biri… El konulan günlüğümün el altından piyasa roman olarak çıktığını öğrenmiştim.
Turan Komiser düşündüğümden zeki, gerçekten çok zeki bir adamdı. Ben onu oyuna getirmeyi düşündüğümde asıl oyuna gelen ben olmuştum. Benim planımı bana uygulamış mutfakta ikimize bardak ararken bira şişesinin içine kaslarımın uyuşmasını sağlayacak ilacı attığını hareket edemediğimde anlamıştım. Özellikle kadeh tokuşturup fondip demişti. Su isteyip istemediğini sorduğumda ikinci golü yemiş, ilaçlı birayı hazırlamasına olanak sağlamıştım. Zerk ettiği ilaç bu sayede hızla kanıma karışmaya başlamıştı.
Hazırladığım bardağın içindeki suyun ilaçlı olduğunun da farkındaymış. Sırf planımın işlediğini sanmam için o suyu içmiş. Midesinin bulanmaya başladığında harekete geçmek için bekleyen ekiplerle arasında bir şifreymiş bana söylediği, ‘Benim gülümsediğimi de kimler görür biliyor musun Beylerbeyi? Sonunu hazırladığım pislikler…’ Ekipler bu sözle harekete geçtiğinde içtiğim biranın içindeki ilaç sayesinde olduğum yerden kalkamadığım gibi keklik gibi avlanmıştım.
Bu günlük de bulunduğu zaman, okuduğum dünyaca ünlü seri katillerle ilgili kitaplarda ismimin geçeceğinden emindim. Nasıl firar ettiğimi de bu günlüğü polise gönderdiğimde beni tanımak isteyip de takip edenler öğrenecekti. Şimdilik veda ediyorum. Çok yakında tekrar görüşmek üzere…
Günümüz
Miran, aldığı müebbet cezasının hapisteki kırk sekizinci gününde ne kimse ile konuştu ne de biriyle yakınlık kurdu. Tek yaptığı yemek yemek, uyumadığı zamanlarda da kitap okumaktı. Konuşmak için kendisine yaklaşanlara ise arasında görünmez bir set çekip muhatap olmaktan kaçınıyordu. İçeride adı ile anılmıyordu, tutuklular arasında ondan Beylerbeyi olarak bahsediliyordu.
Görüşmeye geleceği ailesi de olmadığından özgür kaldığında yapacaklarını da planlıyordu. Mahpus hayatında da dikkatli olmayı kısa sürede öğrenmişti. Mahkûmlar arasında kimin sözünün geçtiğini, kimin iş bitirici olduğunu çözdüğünde hareket geçmiş tek bir isimle iletişim kurmuştu. O da hapisten kaçmasına yardım edecek tek kişiydi. Mahkûmun adı Adil’di. haberleşme şekilleriyse, tuvaletin rezervuar kapağının içine bıraktıkları yazışmalardı.
Adil her şeyin ayarlandığını belirten kısa bir not düşmüştü, “Yarın doktoru gör!”
Miran, Adil’in dediği gibi revire çıkarak doktoru gördü, onun gelmesini beklediği anlaşılan doktor ise hazırlıklı görünüyordu, “Hoş geldin Beylerbeyi, İnfaz Memurları seni yarın kontrol için hastaneye götürecek. Uslu ol ve muayene odasına girmeyi bekle.”
Miran içindeki heyecanı bastırmaya çalıştı, kafa sallayarak cevap verdi. Ertesi gün tüm işlemler yapılıp hastaneye sevk edildiğinde kendisini boş bir muayene odasında buldu. Odanın penceresi açık ve hastanenin en kuytu kısmına baktığını görünce doktorun ne demek istediğini anladı. Yavaşça hareketlenip pencereye yaklaştı, çıkması için hiçbir engel yoktu.
Kısa bir an durup çevreyi dinledi, kapının önünde hareketlilik olmadığını anladığında pencereden atladı ve koşturmaya başladı. Elleri kelepçeli olsa da başarabileceğinden emindi. Özgürlüğe kavuşmak için son bir engel vardı, hastane bahçesinin duvarı. Hiçbir insanın bulunmadığı hastane bahçesinin arka kısmından firar etmek düşündüğünden kolay gerçekleşiyordu. Bir bacağını duvarın üstüne attığında patlayan silahın sesini duydu, sonra sağ böbreğinin olduğu kısımda hissettiği sıcaklık. Görüntü bulanıklaşırken aynı sesi tekrar işitti. Diğer merminin vücuduna isabet edip etmediğinden emin değildi. Birden bir karartı çıktı karşısına, ardından dipsiz, siyah bir delik belirdi gözlerinin dibinde. Sonrasında da üçüncü kurşunda gözlerine perde indi.
Günlük
Sonun başlangıcı olarak ilk kez günlük tutmaya karar verdim. Bundan sonra devamı gelir mi bilemem lakin ben öldüğümde ortaya çıkmasını istediğim sırrımı bu şekilde saklayacağım.
Öncelikle işlediğim suçtan pişman değilim çünkü bir katili öldürdüm, hem de kızımın katilini. Beylerbeyi’nin günlüğünden oluşan romanı alıp defalarca içim acıyarak defalarca okudum ve kurbanlarını nasıl öldürdüğünü öğrendim. Katil, yaptığı vahşete ‘öldürme’ değil, ‘avlanma’ diyordu. Avını takip et, her şeyi öğren ve işini bitir. O cani için hepsi bu kadar basitti.
Bizi de böyle kandırdı, evimize girdi, kızımı gizliden gizliye takip etti ve yakınlık kurdu. Ruh hastası bir sapık için canımı, kızımı kaybetmiş olmanın derin üzüntüsünü yaşarken onun nefes almasına tahammül edemiyordum.
Vicdansızın yattığı hapishaneden iki kişiyi para karşılığı tuttum. Tuttuğum ilk adam, Beylerbeyinin kiminle yakınlık kurduğunu öğrendi, zor oldu, ama başardı. Bunun için epey de para döktüm. Sonra sıra yakınlık kurduğu adama geldiğinde Beylerbeyinin kaçması için gerekli ayarlamaların hepsini ben yaptım. Her şey başta kızımın ve diğer kurbanların öcünü alabilmek içindi.
Sonunda da başarılı oldum, muayenehane penceresinden kaçıp duvardan atlarken onu ilk kurşunla yaralamayı başardım, ikincisinde ise ıskaladım. Sonuncusunu, kızımın canını alan, onca masumu öldüren katilin gözlerinin içine bakarak alnına sıktım. Pişman mıyım? Değilim! Ancak bu intikam bana kızımı geri getirmedi.
Geçerli bir sebebim olsa da artık ben de bir katildim, yaptığım bana Nil’imi geri getirmediği gibi içimde ufacık huzur kırıntısı dahi bulamadım. Sokakta dolaşan daha nice Beylerbeyi oldukça da huzurum asla olmayacak!