Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

BARBARA NADEL’LE RÖPORTAJ

Diğer Yazılar

Gencoy Sümer
Gencoy Sümerhttps://gencoysumer.com/
Gencoy Sümer İTÜ İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Master ve Doktora yaptı. www.polisiyedurumlar.com sitesini kurdu ve internette pekçok öykü ve makaleleri yayınlandı. İlerleyen yıllarda Dedektif'in kurucuları arasında yer aldı. İlk polisiye romanı Feneryolu Cinayetleri 2017 yılında, Göl Kıyısındaki Ev & Gizemli Öyküler ve Aile Sırrı & Bir Percule Hoirot macerası 2018 yılında yayınlandı. Gencoy Sümer'in polisiye dergimizde yayınlanan eserlerini bu sayfada bulabilirsiniz.

Merhaba Barbara. Dedektif Dergi’ye bir röportaj vermeyi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. Öncelikle sizi biraz yakından tanımak isteriz. Bize kendinizden  söz edebilir misiniz?

Merhaba Dedektif Dergi. Adım Barbara Nadel, İngilizim ve doğduğum yer olan Londra’nın hemen dışında yaşıyorum. Çocukken Londra’nın East End olarak bilinen çok hareketli bir bölgesinde yaşadım. İstanbullular için bu muhtemelen Tarlabaşı ile eşdeğerdir. Çok çeşitli ve arkadaş canlısı bir yerdi ama aynı zamanda tehlikeli de olabiliyordu. Büyüdüğümde psikoloji okudum ve uzun yıllar akıl sağlığı sorunları yüzünden suç işlemiş insanlarla çalıştım. Evliyim ve çizgi roman yazarı olan bir oğlum var. Yazmaya İngiltere’de bir adli psikiyatri biriminde çalışırken başladım ve böylece polisiye yazmaya başlamadan önce cinayet işlemiş insanlarla tanışmış oldum.

Yazmaya neden ve nasıl başladınız?

Bir psikiyatri biriminde çalışmak insanı her türlü deneyime açık hale getiriyor. Açıkçası duygusal destek almamız gerekiyordu, ancak bazılarınızın bildiği gibi sağlık hizmetlerimiz uzun yıllardır yetersiz finanse ediliyor ve bu nedenle hastalarımıza verebileceğimiz yardımın bir sınırı vardı. Bize korkunç suçlar işlemiş insanlar geliyordu. Bazen ne yaptıklarını biliyorlardı ama çoğu zaman bilmiyorlardı. Hiçbir çözüm yoktu. İşten sonra rahatlamak için yazıyordum. Polisiye romanlarda iyiler her zaman kazanır ve her şeyin bir çözümü vardır. Benim dünyam bunun tam tersiydi. Yazmak beni daha iyi hissettiriyordu, sanki bir çeşit kontrolüm varmış gibi hissetmemi sağlıyordu.

BARBARA NADEL'LE RÖPORTAJ 1
Barbara Nadel

Peki, İstanbul’da geçen ve dedektifi Türk olan bir polisiye serisi  yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

İkmen, Türkiye’ye, özellikle de İstanbul’a yaptığım sık seyahatlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. İstanbul’u her zaman sevmişimdir ve yirmi yıl önce yazmaya başladığımda, şehirde geçen polisiye romanların neden bu kadar az olduğunu anlayamamıştım. Bu yüzden kendi romanımı yazmaya karar verdim. Ayrıca insanların iyiliği hakkında bir noktaya değinmek istedim. Adli hizmetler, tıpkı polis gibi, iyi insanlarla doludur. Ancak insanlar her zaman kötülere – acımasız ve yozlaşmış olanlara – odaklanır. İkmen iyi olduğu için kahramandır, tıpkı psikiyatride çalışan pek çok meslektaşım gibi.

Neden İstanbul? Romanlarınıza mekan olarak neden İstanbul’u tercih ettiniz?

İstanbul, tıpkı Londra gibi, ya seveceğiniz ya da nefret edeceğiniz bir şehir. Ben seviyorum. Buranın çılgın koşuşturmasını, ses, görüntü ve his patlamasını seviyorum. İstanbul, hepsi aynı anda var olan katman katman bir tarihe sahip. İstanbulluların, bazen Türkiye’nin diğer kısımlarında yaşayanlar tarafından mesafeli olmakla, kendilerini bir şekilde özel görmekle eleştirildiklerini biliyorum. Ama bunu anlıyor ve anlayışla karşılıyorum. Londralılar da böyle tanımlanıyorlar.

Türkiye, Türkler ve İstanbul hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Hiçbir şey ya da hiç kimse hakkında yeterince bilgi sahibi olabileceğimizi düşünmüyorum.

Yine de bir bilginiz var ama öyle değil mi? Bunu nasıl edindiniz?

Yapabileceğiniz tek şey araştırmak  ve böylece hatalardan kaçınmaya çalışmaktır. Ben her zaman araştırıyor, insanlarla konuşuyorum ve asla bilgimin mükemmel olduğunu varsaymıyorum. Bunun bir hata olduğunu düşünüyorum.

Sizin İstanbul’a büyük bir hayranlık ve sevgi duyduğunuzu biliyorum.  Londra’yla kıyaslandığında, İstanbul aşırı düzensiz, kontrolsüz büyüyen ve kalabalık bir şehir. Sizi İstanbul’a aşık eden şey ne? Pierre Loti’nin betimlediği büyüleyici mistik havası mı yoksa daha başka şeyler mi?

İstanbul’a ilk gittiğimde Pierre Loti hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Bildiğim tarih ve kültür katmanlarıydı çünkü Londra’nın yüzyıllar boyunca göçmenlerin yerleştiği bir bölgesinde büyüdüm. Okuldaki arkadaşlarım çoğunlukla Müslüman ve Hindulardı – 1970’lerdi ve bu yüzden çoğu Pakistan, Bangladeş ve Hindistan’dan geliyordu. Ancak ailem gibi bazı eski göçmenler de vardı ve bu nedenle farklı insanların uzun süredir bir arada yaşadığı yerlerde kendimi otomatik olarak evimde hissediyorum. Bu da mimari tarzları, inanç sistemlerini ve hikâyeleri beraberinde getiriyor. Özellikle Beyoğlu tam bana göre bir yerdi. Geldiğim Londra’nın kaotik bölgesine benzer biçimde, hayat, renk ve ancak bir yerde çok uzun süre farklı türden insanlar yaşadığında ortaya çıkan belirli bir sihirle doluydu. İnsanlar her zaman binalarında, yemeklerinde, mitlerinde kendilerinden parçalar bırakırlar. Bu, uygulayıcıları arasında gazeteciler, edebi kurgu yazarları ve okültist ve çizgi roman yazarı Alan Moore’un da bulunduğu Psikocoğrafya olarak bilinen edebi bir ekolün özüdür.

İstanbul dışında Türkiye’nin başka hangi şehirlerine gittiniz? Gittiğiniz yerlerde sizi en çok etkileyen ne oldu?

BARBARA NADEL'LE RÖPORTAJ 2

Gittiğim diğer Türk şehirleri arasında Ankara, İzmir, Antalya, Konya, Kayseri, Şanlıurfa, Gaziantep ve Mardin bulunuyor. Bu yerlerin hepsinin kendine özgü bir çekiciliği ve tadı var. Tabii ki ben daha az gezilen sokakları ve tarihleriyle ilgileniyorum. Bazı arkadaşlarımla bir keresinde Gaziantep’te, hepsi de sanatla uğraşan son derece eklektik bir grup insan tarafından kafe/bar olarak kullanılan küçük ve eski bir ev bulduk. Urfa’da duvarlarında freskler, yerde eski bir radyo ve çürümeye yüz tutmuş olsa da süslü Fransız mobilyaları olan bir konağa girdim. Sanki içinde yaşayanlar yeni gitmiş gibiydi. Belki de verdiği hüzünden[1]  etkilenmişimdir.

Eskiden yabancılara Türkiye’de en çok neleri beğendiniz diye sorduğumuzda şiş kebap, baklava ve Boğaziçi gibi standart cevaplar alırdık.  Eminim daha sonraki yıllarda buna döner de eklenmiştir. Siz Türkiye’de en çok neleri beğeniyorsunuz?  Özellikle yiyecek ve içecek söz konusu olduğunda.

En çok sevdiğim şey İstanbul sokaklarında yürümek. Bunu çok yapıyorum ve artık yürüyemeyecek hale gelene kadar yürüyorum. Görülecek, araştırılacak ve deneyimlenecek çok şey var. Bir yazar olarak bilmediğim bir şeyi keşfetmek benim için en heyecan verici şeylerden biri. Küçük camilerin, kiliselerin ve sinagogların izini sürmek için saatler harcayabilirim. Ayrıca antika ve ikinci el dükkanlarında takılmayı ve çoktan gitmiş insanların eşyalarına bakmayı da seviyorum. Fotoğraflar bazen beni hüzünlendiriyor – birinin çoktan ölmüş büyükannesinin, Arabistan’da savaşa gitmeden önce Osmanlı askeri üniformasını giyen bir atanın görüntüleri… Yiyecek ve içecek konusunda ise çok iyi bir gurme değilim. İkmen gibi ben de iyi bir Türk kahvesini -orta şekerli- ayranı ve eskiden içtiğim rakıyı severim. Buz gibi badem, kokoreç, balık sandviç ve turşu severim – çünkü sık sık hareket halindeyim. Tatlıya çok düşkünüm ve her türlü baklavayı, profiterolü ve kaymaklı her şeyi çok severim.

BARBARA NADEL'LE RÖPORTAJ 3
Barbara Nadel’in Türkiye’de yayınlanan ilk Çetin İkmen romanının yeni baskısı.

Türkçeye çevrilmiş kitaplarınızı bulmak çok zor. Ancak yeni bir baskının yapıldığı müjdesini geçenlerde aldık. Diğer kitaplarınızın da yeni baskıları yapılacak mı? Ve yeni baskıların yapılması neden bu kadar gecikti?

İngiliz yazarların kitaplarının yabancı hakları burada can sıkıcı bir konu. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde yabancı haklardan elde ettiğimiz kazançlar düştü. Bu kısmen dünya çapındaki ekonomik gerilemeden, kısmen de Brexit’ten kaynaklanıyor. Brexit hakkında ne düşündüğümü size kibarca söyleyemem ve bu yüzden söylemeyeceğim! Ama sanırım tahmin edebilirsiniz. Ancak serim, Perseus Yayinevi tarafından satın alındığında çok memnun oldum ve ilk kitaptan daha fazlasını yayınlayacaklarına inanıyorum.

Dizi film projesi nasıl ortaya çıktı? Senaryoya bir katkınız oldu mu? Dizi film ne zaman gösterime hazır olacak ve hangi televizyon platformunda gösterilecek?

Yıllar boyunca birçok televizyon ve film şirketiyle İkmen kitapları hakkında görüşmeler yaptım. Her seferinde bir sonuç çıkmadı. Sonra 2019’un sonunda Viacom/Miramax ile Kuzey Londra’da bir toplantıya çağrıldım. Bir TV dizisi yapmak istiyorlardı ve bu yüzden bir sözleşme imzalandı, ancak daha sonra Covid 19 virüsü araya girdi ve bu nedenle dizi 2022’ye kadar çekilmedi. Dizide danışmanlık yaptım ama senaryo yazmadım. Sonunda dizinin adı olan “Türk Dedektif” Viacom, Miramax ve Ay Yapım tarafından üretildi. Bu yıl içinde Paramount+ kanalında gösterime girecek. Çetin İkmen’in başrolünde Haluk Bilginer var ve kendisi mükemmel.

Çetin İkmen romanlarını İstanbul’da mı yazdınız? Yazma ortamınızı ve varsa ritüellerinizi anlatır mısınız?

Kitaplarım kısmen İstanbul’da kısmen de İngiltere’deki ofisimde yazılıyor. Artık tam zamanlı bir yazar olduğum için elimden geldiğince sabah 9 akşam 5 programına uymaya çalışıyorum. Ağır aile yükümlülüklerim var, bu yüzden bazen kendimi geceleri ve hafta sonları yazarken buluyorum. Gerçek bir ritüelim yok ama masamın üzerinde her zaman bir kobra heykelim var.

BARBARA NADEL'LE RÖPORTAJ 4

25. İkmen Polisiyeniz “Double Illusion” bu röportaj yayınlandığında piyasaya çıkmış olacak. Son yirmi dört yılda 25 İkmen polisiyesi yazdınız. Ayrıca Francis Hancock ve Hakim & Arnold polisiye serileriniz de bu dönemde yazıldı. Kıskanılacak bir verimlilik! Bu kadar çok sayıda roman yazmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu işin sırrını bize söyleyebilir misiniz?

Kolayca fikir üretebilmem dışında üretkenliğimin gerçek bir sırrı yok. Bir psikolog olarak tüm zihin durumlarını büyüleyici buluyorum, sadece suçlu olanları değil.

Çetin İkmen dışında Francis Hancock ve Hakim & Arnold serileriniz de var. Onlardan biraz söz edebilir misiniz? Farklı bir seriye neden gerek duydunuz? Tema olarak bu seriler arasında ne gibi farklılıklar ya da benzerlikler var?

Francis Hancock serisini yazmaya babamın ölümünden hemen sonra başladım. Babam 2. Dünya Savaşı’nı yaşamış ve çocukken Londra’nın Blitz olarak bilinen halı bombardımanına tanık olmuştu. Kendisinin ve ailesinin o döneme ait pek çok etkileyici hikayesi vardı ve bunların çoğu atlı bir süvari olan büyükbabamla ilgiliydi. İşinin bir parçası olarak büyükbabam yerel bir cenaze levazımatçısı için atlara bakıyordu ve bu da Hancock hikayelerinin temelini oluşturuyordu. Hakim ve Arnold hikayeleri, Londra’nın modern Doğu Yakası’ndaki bir özel dedektiflik bürosuyla ilgilidir. Lee Arnold beyaz, eski bir polis memurudur ve iş ortağı Mümtaz Hakim de psikoloji eğitimi almış Asyalı bir İngiliz kadındır. Birlikte Londra’nın kozmopolit Doğu Yakası’nda işlenen suçları çözerler.

Romanlarınızın konusunu nasıl belirliyorsunuz? Olay örgüsünü  nasıl oluşturuyorsunuz? Önceden bir taslak ve plan oluşturuyor musunuz?

Ben plan yapmadan çalışıyorum. Bir fikrim var, kimin, nasıl ve neden öldürüleceğini biliyorum. Sonra İkmen’in işini yapmasına izin veriyorum ve sadece onun eylemlerini ve düşünce süreçlerini belgeliyorum. Kulağa biraz çılgınca geldiğini farkındayım ama bazılarımız bu şekilde çalışıyor. Yaptığımız, karakterlerimizi somutlaştırmak ve onlarla konuşmak. Plan yapmaya çalıştım ve bunu yapanlara büyük hayranlık duyuyorum ama benim için işe yaramıyor.

İngiltere, polisiye edebiyat alanında çok verimli ve geleneklere sahip bir ülke. Dünyadaki bütün polisiye yazarlarının İngiliz polisiye edebiyatından etkilendiği bir gerçek. Sizin etkilendiğiniz İngiliz polisiye yazarları kimler?

Sanırım beni en çok etkileyen İngiliz polisiye yazarı Müfettiş Morse serisini yazan Colin Dexter’dır. Kitapları ve TV dizisini ve Morse’un bir insan olarak karmaşıklığını çok sevdim. Dexter karakterlerini gerçekten ‘canlı’ kılıyordu ve benim de yapmak istediğim buydu.

Kendinizi hangi polisiye geleneğinin devamı olarak görüyorsunuz? Bir başka deyişle, romanlarınızı polisiyenin hangi türüne dahil edebiliriz? Cozy, hard boiled, whodunnit, thriller, noire ve buna benzer diğerleri…?

Gerçekten bilmiyorum. Kitaplarım ‘polisiye’ olarak listeleniyor ama bence onlarda bundan daha fazlası var. İkmen’in kendisi ve şehrinin doğası nedeniyle, büyülü gerçekçiliğin birkaç ipucundan daha fazlasına sahipler. İngiliz sihirbaz Derren Brown gibi, meydana gelen olaylar ne kadar garip ve görünüşte mucizevi olursa olsun, sonunda her zaman mantıklı bir açıklamaları vardır – olmadıkları zamanlar hariç.

Çetin İkmen romanlarına İngiltere’de ilgi nasıl? İngiliz okuru, İstanbul/Türkiye merkezli polisiye romanlarınıza ilgi duyuyor mu? Özellikle, ilk Çetin İkmen romanınıza aldığınız tepkileri öğrenmek isterdim.

İngiltere’de İkmen’e ve Türkiye’de geçen polisiyelere ilgi duyanların sayısı benim başladığım döneme göre daha fazla. Sanırım bunun nedeni artık daha fazla İngiliz’in Türkiye’ye gitmiş olması ve birçoğunun Türkiye’ye aşık olması.

Türkiye’de, okurların ve yazarların en çok etkilendiği  İngiliz polisiye yazarlarının başında Agatha Christie gelir. Agatha Christie polisiyeleri hakkında sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek isterim.

Agatha Christie romanları, İngiliz polisiye romanının ‘Altın Çağı’ olarak bilinen döneme aittir. Ben onun kitaplarını okuyarak büyüdüm ve onları seviyorum. Ancak işçi sınıfı kökenli bir yazar olarak, orta ve üst sınıftan gelen karakterlerin bazı tutumlarını zaman zaman rahatsız edici buluyorum.

BARBARA NADEL'LE RÖPORTAJ 5

Feurbach  ünlü bir sözünde[2], farklı sosyal sınıflardan gelen bireylerin aynı şeylere farklı bakış açıları olduğunu öne sürer. Bunu akılda tutarak, Agatha Christie’nin yazım tarzının ve dilinin üst sınıfa özgü olması anlaşılabilir. İşçi sınıfı kökenli bir yazar olmanızın romanlarınızdaki olaylara ve karakterlere bakış açınıza nasıl katkıda bulunduğunu düşünüyorsunuz?

İşçi sınıfı yazarları, karakterlerinin günlük yaşamlarına çok daha fazla odaklanırlar. Bunların çoğu kirayı ödeyecek kadar para kazanmayı, işini ve dürüstlüğünü korumaya çalışmayı içerir – ki bu genellikle çok zordur. Bu yüzden pek çok işçi sınıfı insanı kendini suça bulaşmış bulur. Birisi size reddedemeyeceğiniz bir teklifte bulunur. Ben bunu hiç yapmadım ama yapan insanlar tanıyorum ve onları tamamen anlıyorum. Yoksulluk ihtimali karakterlerimin çoğu için asla uzak değildir, tıpkı benim için asla uzak olmadığı gibi. Aç kalmayı, ev sahibinizin sizi sokağa atacağından korkmayı ya da çocuklarınızı besleyebilmek için tek paltonuzu satmak zorunda kalmayı asla unutmuyorsunuz. Hayatımda uzun bir yol kat ettim ama asla kendimi rahat bırakamam çünkü yoksulluk her zaman bir sonraki köşede. Çetin İkmen bunu çok iyi biliyor.

Bugünlerde Agatha Christie ile ilgili güncel bir konu var. Agatha Christie’nin bazı kitaplarındaki bazı kelimeler “güncelleştiriliyor”. Başka yazarların eserlerine de uygulanan bu düzeltmeler hakkındaki fikriniz nedir? Sizce bu düzeltmeler yapılmalı mı?

Bu zor bir soru. Agatha Christie’nin karakterlerinin çoğu ırkçı ve sınıfçı görüşleri nedeniyle beni rahatsız etse de, o zamanlar egemen sınıfların çoğu böyleydi ve bunu kabul etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Düzeltme yapma konusuna gelince, emin değilim. Bazı insanların neden bunu yapmak isteyebileceğini anlayabiliyorum, ancak diğerlerinin neden istemediğini de anlayabiliyorum. Şahsen ben önceki çağlara ait pek çok kitapta ifade edilen bazı görüşleri kültürel açıdan saldırgan buluyorum ancak bunun olduğunu da kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

İngiltere’de polisiye yazarı olmanın kolaylıkları ya da zorlukları neler?  Bir roman yazdığınızda bunun basılması için hangi süreçlerden geçmesi gerekiyor? Sizin yazar olmanız, kitaplarınızın basılması kolay bir süreç miydi? Yoksa oldukça zor ve zahmetli mi oldu?

Adil olmak gerekirse çok fazla avantaj yok. Burada rekabet çok şiddetli ve yayıncılık sektörü çok çetin. Sadece son zamanlarda işçi sınıfından ve etnik çeşitlilikten insanlar kitaplarını burada yayınlanmayı başardılar. Burası şimdi bile eşit bir oyun alanı değil. Yirmi  yıl önce yazarlığa başladığımda yayıncılıkta benim gibi olan kimseyi tanımıyordum. Farklı konuşuyordum, kimseyi tanımıyordum ve çoğu yazarın gittiği pek çok etkinliğe gitmeye param yetmiyordu. Yayınlanmaya başlamam on yılımı aldı. Ancak yazarların ajansları olduğunu keşfettiğimde, ilk İkmen kitabımı yorum yapmadan bana geri postalamaktan başka bir şey yapan olmadı. Bir menajer bulduğumda işler değişti çünkü nihayet yanımda yayıncılarla da konuşabilen ve onların sistemlerini bilen biri vardı. Burada yayıncılık hâlâ zor, özellikle de benim gibi insanların ancak hayal edebileceği rakamlara ulaşan ünlülerin kitaplarıyla birlikte.

Türk polisiye yazarlarının kitaplarını okudunuz mu? Okuduklarınız arasında beğendikleriniz var mı?

Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası’nı, Mehmet Murad Somer’in Hop-Çiki-Yaya serisini ve Esmahan Aykol’un Kati Hirschel serisini çok seviyorum. Ve tam olarak bir suç romanı olmasa da Elif Şafak’ın Bu Garip Dünyada 10 Dakika 38 Saniye’si.

Türkiye’de ne kadar kalacaksınız?

İstanbul’a yeni geldim ve çok yakında, belki de yaz bitmeden geri dönmeyi umuyorum.

Dedektif Dergi okurlarına son olarak ne söylemek istersiniz?

Tüm polisiye roman hayranlarına söylediğim gibi, kocaman bir ‘teşekkür ederim’. Siz olmasaydınız benim gibi yazarların bir işi olmazdı ve bunun anlamı çok büyük. Ayrıca, eğer siz de yazmaya hevesliyseniz, devam edin. Bu zor ve hayal kırıklığına uğramak çok kolay. Ancak sizin sesiniz de en çok satan yazarların sesleri kadar önemli. Edebiyatın taze gözlere ve taze anlayışlara ihtiyacı var.


[1] Barbara Nadel, burada “hüzün” kelimesini Türkçe olarak kullanıyor.

[2]Sarayda yaşayanlarla kulübede yaşayanlar, aynı şeyler hakkında farklı düşünürler.”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar