Merdivenleri silmeyi henüz bitirmişti. Aniden çalan zille yerinden sıçradı. Ömürlerinde özgürlükle ilk kez tanışan tutsaklar gibi küçük bedenler, saniyeler içinde ve şaşılası bir hızla açılan kapılardan sel olup dışarı akmaya başladı. Merdivenler yüzlerce adımın yüküyle az önce kendilerini pirüpak eden Bayram’a “kurtar bizi” der gibi gıcırdadılar. Çocuklardan kimi karnını bir an önce doyurma telaşıyla kantine giderken kimi diğerlerini itekleyerek bahçeye koştu. Sadık hocanın gür ve duyanı yerine çivileyen sesi onları birkaç saniyeliğine yavaşlatsa da görüş menzilinden çıkar çıkmaz aynı hoyratlıkla bağırmaya ve koşmaya devam ettiler. Sadık Hoca Bayram’a işaret edip onu yanına çağırdı.
“Aslanım şunları bizim odaya bırakıver!” dedi elindeki dosyaları uzatarak. Bayram topal ayağını sürüyerek öğretmenler odasına yürürken heyecandan terlediğini hissetti. Kapıyı ürkekçe tıklatıp başını içeri uzattı. Kadın tam da onu görmeyi umduğu yerde, pencerenin önünde durmuş uzun ve boyalı tırnaklarıyla tuttuğu sigarasından derin nefesler çekiyordu içine. Bayram hafifçe öksürdüyse de kadın onu fark etmedi. Ama Bayram onun yüzündeki çizgilere, boyuna, kilosuna, en çok hangi elbisesinin yakıştığına kadar her şeyini ezbere bilirdi. Çok olmamıştı bu okula geleli gerçi ama geçen sömestr onu bahçede ilk gördüğü günden beri kalbine söz geçiremez olmuştu. Sabahları işe gelirken isyan eden yorgun bedeni Nihal’den sonra adeta kanatlanmaya başlamıştı. Ellerinin titremesi fark edilmesin diye birbirine kenetleyip kapının önünde beklemeye devam etti.
“Bir isteğiniz var mı Nihal Hanım?” dedi utanarak. Nihal başını çevirmeye gerek duymadan “İstemem,” der gibi elini salladı. Sonra sigarasını yarısı suyla dolu bardağa atıp söndürdü ve camı kapatıp rengi artık beyazdan griye dönen tülü çekerek sandalyesine oturdu. Başını kaldırınca Bayram’ın hala kapıda dikildiğini gördü. Asabi bir sesle;
“Bayram gidebilirsin, bir şey gerekirse çağırırız!” dedi. Zavallı adam bu sesle kendine geldi odadaki diğer iki kadını fark edip toparlandı. Kadınlar birbirlerine gözdevirip kıkırdayınca Bayram utançla bacağını sürüyüp odadan çıktı.
“Ayol bu sana sırılsıklam âşık!” dedi Füsun Hanım. Nihal sanki hiç farkında değilmiş gibi şaşırmış numarası yapıp;
“Yok, daha neler!” dedi.
“Bak buraya yazıyorum, yakında bir yüzükle önünde diz çökmezse ben de bir şey bilmiyorum!” diye dönüp destek ister gibi Saadet Hanım’a baktı Füsun. Saadet Hanım Füsun’un bu neşeli gülüşüne biraz da içerleyerek yarım bir gülümsemeyle karşılık verdi. Bu Nihal’i de ne kadar büyütüyorlardı gözlerinde böyle. Hayır, güzel bir şey olsa tamamdı da. İki tutam sarı saç, iki tane yeşil göz insanı güzel yapmaya yetiyorsa aynısı kendisinde de vardı ama kırk yaşında hala bekârdı, bu erkekleri anlamak gerçekten mümkün değildi.
Nihal bu kez kıkırdayıp;
“Âlemsin Füsun Hocam!” diyerek masanın üstündeki kitabına uzandı. Sayfaların arasından kurumuş bir gül ve pembe renkli, simli bir ayraç düştü.
“Ooo gizli bir hayranımız var demek! Vallahi ben boşa konuşmuyorum bu ay gazetenin ekinde havada aşk kokusu var yazıyordu. Sahi sizin burcunuz neydi?” Nihal ayracı ve gülü eline alıp güldü,
“Yengeç!” dedi.
“Yengeç mi kesinlikle aşk kapınızı çok yakında çalacak benden söylemesi!” dedi Füsun bir kahkaha patlatıp.
Bayram çocukların gürültüsünden nefret etmesine rağmen bahçeye çıkıp bir banka oturdu. Nihal şimdiye kadar ayracı ve gülü görmüş olmalıydı. Keşke şu anda orada olsaydı. Zaten kadının kendisine bakarken gözlerindeki aşk dolu kıvılcımları fark etmemek için insanın kör olması lazımdı. Her karşılaşmalarında iliklerine kadar hissediyordu bunu. Odadaki diğer kadınlardan utanmıştı muhtemelen. Kendisi nasıl fark edememişti ki onları, daha temkinli olmalıydı. Derin bir nefes alarak kalktı ve çay içmek için içeri girdi.
Paydos zili çalıp okul boşalmaya başladığında Bayram az önce tuvalette suyla yatıştırdığı saçlarını eliyle tekrar kontrol etti ve Nihal’i beklemeye başladı. Kadın, yanında tarihçi Harun Bey’le merdivenlerden inerken adamın söylediği bir şeye kahkahalarla gülüyordu. Bayram’ın yanından geçerken adamın öksürdüğünü, bir adım öne çıktığını fark etmedi bile. Harun Bey de Nihal’in ağzının içine girecekmiş gibi sırnaşık bir ifadeyle gülmeye devam ediyordu. Onlar kapıdan çıkarken Bayram kalbinin tam ortasına saplanan ağrıyı geçirmek ister gibi eliyle göğsünü sıvazladı.
Ertesi gün Müdür Bey, Bayram’a Harun Hoca’nın yerine derse girmesi için Cemal Bey’i çağırmasını söyledi. Adam işe gelmeyeceğini bildirmek için haber bile vermemişti. Telefonunu da açmıyordu üstelik. Bayram burnundan soluyan Müdür Bey’e tamam anlamında başını salladı, öğretmenler odasına yürüdü. İçeri baktığında Cemal Bey’in elinde tuttuğu iki fincan çayla Nihal’in yanına oturduğunu gördü. Sonra da cebinden çıkardığı çikolatayı kadına uzattığını!
“Ay bunu sevdiğimi nereden bildiniz?” diye küçük bir çığlık attı Nihal. Cemal Bey bundan cesaret alıp sandalyesini biraz daha yaklaştırdı kadına. Bayram o sırada öksürerek Müdür Bey’in onu çağırdığını söyledi. Cemal Bey ‘şimdi sırası mıydı?’ diye ters ters bakıp kalktı ve odadan çıktı. Bayram Nihal’e gözlerini dikmiş bakarken kadın çayından bir yudum alıp telefonuna uzandı.
“Bir isteğiniz var mı Nihal Hanım?” diye sordu. Kadının cevap vermesini bekledi birkaç saniye ama Nihal muhtemelen seyrettiği bir şeye dalmıştı. Cevap alamayınca Bayram da odadan çıktı. En kısa zamanda bir telefon almalıydı. Belli ki yüz yüze konuşmaya utanıyordu.
Bir hafta sonra Bayram, bahçedeki yaprakları süpürürken Nihal’in yüzünde güller açarak kapıdan girdiğini gördü. Hatta kadın Bayram’ı görünce gülümseyip selam bile verdi. Bayram az kalsın kalp krizi geçirecekti. Kadın kırıta kırıta öğretmenler odasına çıktığında Bayram da arkasından seğirtti. Nihal içeri girer girmez sağ elini odada bulunan arkadaşlarına gösterip kıkırdadı. Diğerleri hem şaşkınlık hem hasetle kadının parmağındaki kocaman taşlı yüzüğe baktılar.
İki gün sonra Müdür Bey yüzü allak bullak öğretmenler odasına girdi.
“Harun Bey evine giderken saldırıya uğrayıp ölmüş arkadaşlar başımız sağ olsun, cenazesi yarın!” dedi. Herkes haberin şaşkınlığıyla bir müddet konuşamadı. Müdür Bey çıktıktan sonra soran gözlerin yerini ‘nasıl olmuş, kim saldırmış?’ sorularının uğultusu aldı.
Öğretmenler son görevlerini yerine getirmek için camii avlusunda toplandıklarında hala şaşkınlıklarını üstlerinden atamamışlardı. Cemal Bey yine Nihal’in yanındaydı, kadına bir mendil uzatmış sonra da elini teselli etmek için omzuna atmıştı. Bayram onları uzaktan izlerken öfkeyle sıktığı yumruklarını kimsenin görmemesi için paltosunun cebine sakladı. Neyse ki az sonra namaz için toplanmaya başladıklarında adam da Nihal’i bırakmak zorunda kaldı.
Pazartesi günü okula giren polisleri ilk gören Bayram oldu. Karşılayıp hemen Müdür Bey’in odasına çıkardı. Kapıda durup konuşulanlara kulak kabarttığında Cemal Bey’in beşinci kattaki evinin balkonundan düşüp öldüğünü duydu. Kapı zorlanmadığına göre onu iten muhtemelen tanıdığı biriydi, okulda düşmanı olabilecek birileri var mıydı? Bayram cebindeki anahtarlara dokundu, onları bir an önce bir yerlere atması gerektiğini hatırlattı kendine. İnsan anahtarlarını öyle uluorta yerde bırakmamalıydı.
“Zavallı Cemal Bey!” dedi öğretmenler odasına doğru yürürken, adam televizyon seyrederken birden Bayram’ı karşısında görünce nasıl da şaşırmıştı. Neyse ki Cemal ufak tefekti, Harun gibi zorlamamıştı onu. Diğer cebindeki çikolataya dokununca mutlulukla gülümsedi. Bu kez içerisi kalabalıktı şimdi durduk yere Nihal’i utandırmak istemedi, daha birlikte yaşayacakları çok güzel günleri olacaktı nasıl olsa.
“Kim bu şanslı beyefendi?” diye sordu okulun en yaşlı öğretmenlerinden Cavidan Hanım.
“Sağlık Lisesinin müdürü Arif Bey!” dedi Nihal. Herkes ne kadar ani olduğundan Nihal’in hiç renk vermediğinden bahsederken, Bayram kapının önünde cebinde günlerdir taşıdığı çikolatalarla öylece kalakaldı. Sessizce merdivenleri inerken gözlerindeki yaşı elinin tersiyle sildi. Bahçeye çıktığında derin bir nefes alıp elindeki çikolatayı çöp kutusuna attı ve Sağlık Lisesinin yolunu tuttu.