Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Taksi

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Uğur Arık
Uğur Arık
Casus romanlarının içinde kaybolurken ben neden bir dedektif olmayayım diyerek bu yola çıktım. Polisiye benim için tam bir tutku, okumak ise hayatı anlamak isteyenlerin ders çalışması gibidir.

1.BÖLÜM:  SALI GECESİ 00:30

 

Kapının eski ve soğuk koluna dokunmadım resmen yapıştım, gün o kadar yoğun geçmişti ki yorgunluktan ayakta zor bela duruyordum. Bir yere tutunmasam yere düşmem içten bile değildi yani. Ayağımın dibindeki tozlu paspasın üzeri bir an gözüme kuş tüyü yatak gibi geldi. Cebimde şangırdayan bozuk paraların arasındaki anahtar, elime gelmemek için benimle köşe kapmaca oynuyordu. Paspasın üzerinde uyuma fikri galip gelecekken parmaklarım evin anahtarını çıkarıp hızla kilide geçirdi. Mekanik sesin huzur veren çınlamaları kulağımda yankılanırken kapım açıldı ve evimin o havasız bana huzur, başkalarına ağırlık veren kokusu suratıma çarpıp koridora karıştı. Kapıyı hızla kapıyı kapatıp salona geçip ışığı açtım. Salonum da aynı benim gibi berbat haldeydi. Temizlikçi kadın bugün gelmemişti, gene ne bahane uyduracak diye içimden geçirdim. Camın hemen önünde ki masada dünden kalma boş arpa suyu şişeleri camdan dışarı bakıyor gibi sıralanmıştı. Boş tabaklar üst üste binmiş, biri gelip beni kaldırır diye bekliyordu. Masanın hemen çaprazında duran ve salon duvarını kapsayan ama bir kez olsun şöyle oturup ağız tadıyla izleyemediğim devasa televizyonun hemen karşısındaki uzun kanepeye postu sermeden paltomu yan tara fırlattım. Kız Kulesi şeklindeki duvar saati 00.30’u gösteriyordu. Dün gece ve bugün ne yoğun geçmişti… Tahminen yirmi sekiz saatten beri uyumayan bir bedenim vardı. Gözlerim beynimin uyu komutuna karşı direnirken midem aç değil misin lan sen diye beni uyarıyordu. Elimi ayağımın dibinde duran cips paketine attım. Boş paket havada uçup önüme düştü. Güzel bir küfür savurdum ama hak etmişti. Aslında gelirken yolda bir şeyler yiyecektim. Arabada gözlerim kapanınca doğrudan eve sürdüm keratayı. Yemek ve uyuma arasında gidip gelen bedenimde uyuma fikri galip gelmişti yoksa şu anda bol acılı bir Adana dürüm ve şalgamı gömüyor olacaktım. Bak, bunları düşününce karnım iyice ben açım dercesine guruldadı. Hadi yat uyu Cüneyt, dayanamıyorsun, hadi aslanım, ha gayret diyerek doğruldum. Zorla elim çoraplarıma gidiyordu ki telefonum montumun cebinde çınlamaya başladı.

“Hay ananı…” diye haykırdım. Artık ne konuşacak gücüm  ne de kimseyi çekecek halim vardı. Hele ki acil bir göreve gidecek takatim hiç yoktu. Elimi atıp telefonu aldım, bilmediğim tanımadığım bir numara beni arıyordu. Si.tir et deyip öylece bıraktım açmadım. Kimse kimdi; hiç merak etmediğim gibi tanıdığım birine dayanacak gücüm yoktu. O da benim cevap vermeyişime dayanamadı zaten, ben açmayınca vazgeçti; telefon sustu. Çorabın bir tanesini çıkardım arayan sonra arasın, Cüneyt Bey şu anda çevrim dışı artık dedim kendi kendime, keyifle gülümsedim. Elim tam ikinci çoraba gitti, aynı numara gene aramaya başladı. Ulan bir rahat verin be bir rahat verin diyerek hırsla telefonu açtım.

“Alo!?”

“Alo?” dedi.

Uzun yıllardır duymadığım ama tanıdığım bir ses. Sustum cevap vermedim.

“Alo ağabey benim,” dedi.

“Ne var lan ne istiyorsun?” dedim.

“Ağabey başım belada, sana ihtiyacım var.”

Kısa bir sessizlikten sonra, “Siktir lan!” diye bağırdım.

“ihtiyacı varmış!” diyerek telefonu kapatacakken, “Ağabey gerçekten polisler burada, cinayet işlendi evimde. Sana ihtiyacım var,” dedi.

Cinayet lafı ile derin bir nefes aldım. Gene kısa bir sessizlik…

Telefonu kapatıp uyumak ile cevap vermek arasında kısa bir kararsızlık ile “Tamam geliyorum, adresi ver,” dedim.

Kulağımda telefon adresi alırken, çıkarttığım ayağıma çorabımı tekrar giyiyordum.

Kolumdaki saate baktım 01:30’a geliyordu. Arabanın sağ tarafında geriye doğru esnerken ikiye ayrılacak gibi olan çenemi ovalayarak yorgunca arkama yaslandım. Kardeşim olacak itin başı acaba polislerle nasıl bir derde girmişti? Telefonda cinayet falan diye geveledi ama konuyu tam bilmiyordum. Canım acayip sıkılmıştı çünkü kardeşim olacak itle uzun yıllardır konuşmuyorduk. Aynı babadan, farklı annelerden olma iki kardeştik. Babam, annem ölünce ikinci evliliğini yaptı. Ben polis kolejine yatılı okumaya başladığımdan onların yanında pek olmadım ama kardeşim Feyyaz tam bir şımarık hergele oldu. Farklı dünyaların insanı iki kardeş… Ben zor şatlarda okuyup polis oldum, o it hukuk fakültesini bırakıp her boka sardı kendini. Babam vefat edince kendi öz anasına bile bakmadı hayvan herif. Kadın huzur evinde kahrından erkenden vefat etti. Canım çok sıkkındı çok, bu itin başına ne gelmişti? Gece yarısı bu saatte yollar açıktı ama biz sahil yolundan kaptırıp gidiyorduk. Hafif bir yağmur başlamıştı. Camlara vuran damlaların sesi iyice uykumu getiriyordu. Direksiyonda yardımcım Komiser Bülent vardı. Otuz yaşlarında, her zaman subay tıraşı saçları, kirli sakalına uygun bir düz suratı ve ona uygun burnu ile havalı ve yakışıklı bir adamdı. Tek ayağıma çorabımı giydikten sonra hemen onu aramıştım. Benim elim kolum her şeyim, bir nevi kardeşimdi. Öz kardeşimden daha çok seviyordum onu. Tamam, çoğu şeyi görev için yapıyordu ama aramızda güçlü bir bağ olduğu için şikayet etmeden her şeyime koşardı ve beni de abisi gibi severdi. Gelip beni almasını söylediğimde şaşırdı tabii, ama gık demeden yarım saate kapımda bitmişti. Şaşkındı ve o da yorgundu muhtemelen. Benim gibi uyumaktan başka bir şey düşünmüyordu ve bu yorgunlukla yarın öğleye kadar onu aramayacağımı düşünmüş olmalı ki gel beni al dediğimde şaşırmıştı. Nah aramayacağım! Bize uyku mu verir bu şerefsizler? Sıcacık yatağını bırakmak zor gelmiş olmalıydı bu defa.  Konuşmadan arabayı sürüyordu ama emir büyük yerden, yani  benden gelince yapacak bir şeyi yoktu. Direksiyon başında o da esneyip duruyordu benim gibi.

“Cinayet olduğundan emin miyiz Başkomiserim?” dedi.

Konuşmama ısrarı kısa sürmüştü.

“Bilmiyorum, ne bileyim? Gidip göreceğiz,” diye tersledim. Ulan iki yüz vermeye gelmiyordu buna da.

“Çok yorgunsunuz Başkomiserim, keşke başkalarına verselerdi bu görevi. Beni de kimse aramadı, direkt siz arayınca koştum geldim.”

“İyi yaptın. Bilirsin sen olmadan gitmem bir yere,” derken gözlerim uykusuzluktan yanıyordu gerçekten.

“Bilmez miyim Başkomiserim.”

Serzeniş yapıyordu pezevenk.

“Ne o aslanım, zor geliyor görev herhalde,” diye ufaktan bir fırçanın dişlerini gösterdim.

“Olur mu Başkomiserim, emir demiri keser,” diye durumu düzeltmeye çalıştı ama yemezlerdi.

“Tabi tabi, sıcacık yatağı bırakmak zor geldi. Biz ne yapalım? Sana uyku yoksa bana da yok. Görev görevdir,” dedim.

“Yok da, bizim olmayan görev diye dedim Başkomiserim.”

“Bülent çok konuştun, sür şu arabayı,” dedim. “Hadi ağzın değil elin kolun konuşsun birazcık.”

Fırçanın sapını da merak etmişti Bülent ben ne yapayım.

“Baş üstüne Başomiserim. Birazdan oradayız.”

Benim kızdığımı anlayınca sustu, gaza biraz daha köklendi. Susması iyi oldu Bülent’i bile kaldıracak havam yoktu çünkü. Kafamı geriye doğru attım, derin bir nefes çektim.

 

Pendik ilçesinin orman taraflarına yakın kalan üst mahallerinden birinde verilen adresi ararken mahallenin yamaç üzerine kurulduğunu fark ettim. Yokuş yukarı çıkıp bir sokağı bitirdik mi diğer sokak ya üstte ya altta kalıyordu. Bayağı bir dolandıktan sonra yanıp sönen ışıkları ve kalabalığı görünce olay yerine geldik dedim içimden.

“Başkomiserim çok kalabalık. Şöyle ileri çekeyim arabayı, siz inin yürümeyin,” dedi Bülent.

“Yok, sür. Park et, beraber gideriz,” dedim.

Bülent gaz verdi ama önündeki insan kalabalığından gidemiyordu. Mahalleli gecenin bu saatinde yağmurun altında gene çoluk çocuk kapıdaydı.

“Ne meraklısınız a…. koyayım!…” diye küfrü bastım.

Bülent de aynı anda kornaya bastı. Kendimizi zor bela hemen ileride park etmiş kamyonetin arkasına attık. Tam dibimde duvar vardı, kapı açılmayacaktı.

“Nasıl ineceğim lan buradan?”

“Affedersiniz Başkomiserim hemen geri alayım.”

“Si.tir et!… Sen in; sen in, sürücü bölümünden inerim ben de.”

Bülent usulca indi arabadan. Ben de küfür ede ede indim. Acayip bunalmıştım uyumam gereken saatte kardeşimin cinayet var diye beni çağırdığı bir gecede bilmediğim bir kördüğümün ortasına düşmüştüm. Evin bulunduğu sokağın önü ana baba günüydü. Bütün mahalleli merakla toplanmış, kimseye yolda vermiyordu. İlçe şube ekipleri şerit çekmiş, şeridin arkası insan dolu. Evin bahçe önü polis kaynıyor ve kimseyi sokmuyorlardı içeri. İnsanları ite ite bahçe kapısının önündeki sete geldim. Kordonu elimle kaldırıp içeri girecekken biri bağırdı.

“Hooopp birader nereye?”

Cebimden kimliği çıkarıp suratına tuttum.

“Pardon Başkomiserim buyurun,” dedi. S

Ses etmedim. Arkamdan Bülent de girdi. Demir kapının ardında küçük mavi boyalı bir gecekondu vardı ve evin kapısının önü beyaz önlüklü olay yeri inceleme ekipleriyle doluydu. Camları ince demirlerle kaplı ve önünde çiçekler olan bu ev, eski evimizi hatırlattı bana. Kardeşimin evine ilk defa geliyordum. Benim kardeşim böyle çiçek böcek ile uğraşacak biri değildi; ayrıca bu kadar ince ruhlu da değildi. Şaşırdım doğrusu. Bunları düşünerek polislerin arasından geçip eski tahta kapıdan içeri girdiğimde kesif bir kan kokusu burnuma çarptı. Tam bir adli vaka evi… Kaç cinayet görmüştüm sayısını unuttum ama burada bir farklılık vardı. Salona girdiğimde, babam üvey annem ve kardeşim Feyyaz’ın olduğu resim dikkatimi çekti ilk olarak. Babamın gerçek ailesi ve kendisi, bir de fotoğrafın üstüne sıçramış koca kan lekesi hepsinin üzerini kapatmıştı. Oda kapısına kadar kan gölüydü. Yerde yatan kadın yirmi beş- otuz yaşlarında, esmer tenli ve muhtemelen son kez baktığı yerden aynaya yansıyan görüntüsü ile mavi gözlüydü. Boynunda, bir ucundan girmiş diğer ucundan çıkmış kocaman bir bıçak vardı. Üstündeki kazak krem rengi olmasına karşın, kendi kanıyla kırmızı renk almış, hatta yetmemiş halı ve yerdeki kalebodurlar da kana bulanmıştı. Başında görevli memurlar delil topluyorlardı. Hemen odanın diğer ucunda, ilçe emniyetinden üniformalı bir Başkomiser ayakta bana bakıyordu. yanına sokuldum.

“Cinayet Şube Başkomiser Cüneyt.”

Uzattığım elimi sıktı.

“İlçe emniyetten Başkomiser Hasan. Kötü bir gece.”

“Hem de çok kötü,” diyerek tasdik ettim. “Kadın ile ilgili elimizde ne var?”

“Yirmi dokuz yaşında, Songül Pınar. Malatya doğumlu. Daha bir yakınına ulaşamadık.”

“Kim bulmuş kadını?”

“Kadını bulan evin sahibi yani kardeşiniz. Ve ilk şüpheli de maalesef o.”

“Neden?”

“Valla kapıda zorlama yok, itiş kakış olmamış evde, her şey yerli yerinde. Bir hırsızlık da yok. Yani para için yapılan bir şey değil. Bıçak evdeki bıçaklardan biri. Komşulardan aldığımız bilgiye göre kardeşiniz kadını bir gün önce eve getirmiş. Daha önce kadını burada gören duyan olmamış. Kardeşiniz eldeki ilk şüpheli ve tek hamlede kadının işini bitirmiş gibi görünüyor.”

“Bu, cinayeti kardeşimin işlediğini göstermez.”

“Tabii ki… Yanlış anlamaya mahal vermesin söylediklerim. Sadece normal prosedür gereği öyle söyledim. Olay yeri incelemesinden sonra zaten çoğu şey netleşir.”

“Anlıyorum. Bakalım adli tıp ne diyecek? Etrafta kamera veya mobese görüntüsü var mı?”

“Arkadaşlar detaylıca bakıyor. Bölgede herhangi bir işletme veya yakınlarda büyükçe bir yapı olmadığı için kamera biraz zor olabilir ama mobese için bekliyoruz. Bu arada Cüneyt Başkomiserim kardeşinizi herhangi bir olumsuzluğa karşı ilçe emniyete aldık. Bir oda tahsis ettim. Sorgusu için sizi bekledik. Dosyayı siz mi alacaksınız?

“Teşekkür ederim, iyi düşünmüşsünüz. Mecburen ben alacağım, ayrıca görevimiz,” dedim.

“İzninizle cesede bakacağım,” diyerek Başkomiserin yanından ayrıldım.

Yerdeki kan gölüne basmadan cesedin dibine çöktüm. Boş bakan gözler bana ne oldu der gibi tavana odaklanmıştı. Bu nasıl bir vahşetti böyle? Feyyaz’ın bunu yapacak kadar gözü dönmüş olabilir miydi? Yok yok benim kardeşim her şeyi yapardı ama böyle vahşi bir cinayet işleyecek kadar göt yoktu kendisinde. Bu olayda başka bir şey vardı. O sırada olay yeri incelemedeki Komiser maktulün başındaydı.

“Kolay gelsin, nedir durum?” diye sordum.

Kafasını kaldırdı. İki yeşil göz delici bakışlarıyla bana bakıyordu.

“Cinayet şubeden Başkomiser Cüneyt Duman,” dedim.

Çömeldiği yerden doğruldu. “Buyurun Başkomiserim.”

“Nasıl olmuş olay?”

“Katil maktulün arkası dönükken saplamış bıçağı, ayrıca tam denk getirememiş boynuna doğru saplanmış bıçak ama tek hamlede boydan boya saplandığı öldürücü bir hamle olmuş, şah damarı kesilmiş. Herhangi bir boğuşma izine rastlamadık evde, kapıda zorlama yok yani. Katil maktulün tanıdığı ya da güvendiği biri olmalı.  Herhangi bir cinsel saldırı izi yok. Lakin kadının iç çamaşırında sperm kalıntıları var. Ölmeden önce bir cinsel ilişki yaşamış. Kadının tırnak aralarında deri parçaları bulduk. Bunların da ilişki sırasında olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıntılı ve kesin bilgiye otopsiden sonra ulaşırız.”

Sıkkın olan canım iyice sıkılmıştı. ‘İnşallah,’ dedim içimden. ‘Feyyaz inşallah düşündüğüm şeyi yapmamışsındır.’

“Tam ölüm saati peki?”

“Net bir şey söyleyemem ama yaklaşık bir buçuk-iki saat önce.”

Tam o esnada Bülent yanıma çöktü.

“Başkomiserim kardeşiniz ilçe emniyette,” diye kulağıma fısıldadı.

“Biliyorum.”

“Ne yapmamı istersiniz?”

Komisere “Kolay gelsin,” diyerek ayağa kalktım. Bülent’i Songül Pınar’ın kanı sıçramış babamın resminin asılı olduğu duvara doğru çektim.

“Şimdi bu kadın kim, neyin nesi, kimin fesi hepsini öğren. Sokaktaki herkesle konuş, bakalım kim ne görmüş ne görmemiş. Ayrıca çevrede kamera kaydı kuydu, mobese bok püsür ne varsa içinden geç bak. Dur, daha bitmedi. Adli Tıp raporu çıkar çıkmaz masamda olsun. Birde Feyyaz’ı al şubeye gel. Ben savcıyı bekleyeceğim. Bunları yetiştiremezsen şubeden yardımcı olması için bir-iki kişi al yanına.”

“Baş üstüne Başkomiserim,” dedi ve hızla yanımdan uzaklaştı.

Duvarda duran, babamın kan revan içindeki resmine içim burkularak bakarken odaya Savcı Bey girdi. Resmin önünden ayrıldım. Savcının gelmesi iyiye işaretti. Burada fazla beklemeyecektim. Usulca sokulup kendimi tanıttım.

 

2.Bölüm

Sorgu odasında tek başına oturmuş, tepesinden vuran ışığın altında kafası öne eğik bir şekilde duran kardeşimi öyle görünce üzülmedim desem yalan olur. Ama yılların verdiği soğukluk ve polis olma bilincim çabucak diğer duygularımın önüne geçti. Gene o sinirli ve resmi tavrımı takınıp karşısına oturdum. Usulca kafasını kaldırdığında kederle bakan gözleri bana babamı hatırlattı. O da üzgün ve kederli olunca böyle bakardı. İçim biraz daha acıdı derin bir nefes aldım. Feyyaz karşısında beni görünce rahatlamış gibiydi.

“Ağabey…”

“Ağabey kim lan? Başkomiserim diyeceksin!” diye bağırdım.

Hiç böyle bir tepki vereceğimi beklemiyordu, tırstı. Gözleri iyice ağlamaklı oldu. Zor bir durumdu benim için de. Aslında bir an içimde pişmanlık belirtileri oluşsa da hemen kovdum o düşünceleri. Kardeşim de olsa o bir şüpheliydi.

“Peki Başkomiserim,” dedi yeniden kafasını öne eğerek.

“Maktul Songül Pınar sevgilin mi?” diyerek direk konuya daldım.

“Değil.”

“O zaman senin evinde ne işi var, Feyyaz Duman?” diye üstüne basa basa sordum.

“Şeyyyy…” diye gevelendi. Sonra, “bende kalıyordu,” diye döküldü.

“Niye, sen otel misin?”

“Hayır tabi ki.”

“Feyyaz benim canımı sıkma, seni burada gebertirim üstüne beton döker gömerim kimse ne olduğunu bile anlamaz!” diye bağırdım. “Dalga mı geçiyorsun lan benimle? Olayın farkında değil misin salak herif? Evinde cinayet işlendi, senin evinde!… Senin evinde kullanılan bir bıçakla, senin evinde kalan bir kadın öldürüldü. Cinayetle suçlanıyorsun. Oyun mu oynuyoruz burada?” diye bağırmaya devam ettim.

Cevap vermedi, başı önde duruyordu. Öyle yapınca sinirim iyice arttı.

“Sen öldürdün dimi lan karıyı katil herif?!..” diye bir kez daha bağırdım.

Biraz damarına basmam lazımdı yoksa bizim itin açılacağı yoktu. “Cevap ver lan katil herif!” diye bir kez daha bağırıp aramızdaki masaya yumruğu vurdum.

“Ben katil değilim Başkomiserim. Ben öldürmedim onu,” diyerek başladı ağlamaya.

‘Heh şöyle dökül bakalım Feyyaz Duman,’ dedim içimden. “Ama yetmez bu kadar sana biraz daha sertlik lazım.’

“Ağlama lan karı gibi, erkek ol. Karıyı öldürürken erkek, şimdi karşımda çocuk gibi ağlama.”

“Ağabey ben öldürmedim, gerçekten suçsuzum,” diyerek salya sümük ağlıyordu.

Ses etmedim bu sefer, biraz açılmasını bekledim. Sonra cebimden selpak çıkarıp uzattım. Titreyen elleriyle aldı burnunu sümkürüp gözyaşlarını sildi.

“Tamam kabul ediyorum, sen öldürmedin ama şu konuyu bana en baştan bir anlat bakalım.”

“Peki,” diyerek teklifimi kabul etti.

“Kim bu Songül Pınar? Niye sende kalıyordu? Hepsinin cevabını istiyorum, hemen şimdi,”  dedim. Ben öyle söyleyince sakinledi, titreyen ellerindeki mendili buruşturup avucuna aldı.

Tamam anlamında kafasını sallayarak “Ne öğrenmek istiyorsun?” diye sordu.

“Her şeyi oğlum, her şeyi anlat bakayım. Bu karı kim, neyin nesi, karıyla nasıl tanıştın? Sevgilin değil bir şey değil, neden senin evinde kalıyo? Kimi kimsesi yok mu?”

“Sigaran var mı?”

“Sigaradan çok ne var ki,” diyerek cebimden paketi çıkarıp önüne doğru fırlattım. Bir tane çekip zoraki sokar gibi dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağı çakıp yaktım. Öyle bir içli çekti ki dumanı içine benim de canım istedi ama yakmadım. Bekledim hiçbir şey demeden. Sonunda dökülmeye başladı.

“Songül’le şans eseri tanıştık aslında, tanışmak değil de biraz rastlantı. Birkaç gün önce Beykoz’a müşteri aldım götürdüm. Müşterinin indiği yerde sahil kenarında bir büfe var belki bilirsin sen de.”

“Bilmiyorum. Devam et,” dedim.

“Neyse karnım acıktı, ayaküstü atıştırayım bir şeyler diye indim, bir sosisli gömdüm. O arada büfenin önündeki banklarda oturuyordu Songül. Yanında küçük bir valiz. Sosisli yerken uzaktan kestim sadece; güzel alımlı bir kadındı ama sadece öylece baktım, ne bir konuşma ne bir şey… Sosisli bitince atladım arabaya bastım gaza. Aradan kaç saat geçti bilmiyorum, galiba üç-dört saat… Durak, müşteri falan derken gene bir bakmışım Beykoz’da aynı büfenin önündeyim.

“Oğlum, sen Pendik taksisi değil misin? Niye İstanbul’un öbür ucunda takılıyorsun?”

“Ağabey ne bilim, güzel bir gündü boş anım olmadı desem yeridir. İyi para aldım o gün. Sadece Beykoz değil, iki kere karşıya da geçtim.”

“Si.tir et… Senin kazancının merakında değilim. Devam et sen.”

“Aynı büfenin önünde müşteriyi indirdim ama gözüm büfenin önündeki banka takıldı. Songül hâlâ orada bıraktığım gibi oturuyordu. Saatlerce oturmuş, halinden o kadar belli ki öylece bekliyor. Basıp gidemedim indim arabadan, sanki bana giren çıkan ne değil mi?”

“Ama kadın güzel olunca insanlık tutuyor değil mi?” dedim.

Elindeki sigara bir çırpıda bitince kül tablası aradı gözleri. “At yere,” dedim. Dediğimi yaptı.

“Songül güzel kadındı, kabul ediyorum ama inan meraktan yanaştım yanına. O kadar saat bir insan bir yerde sıkılmadan nasıl oturur?”

“Gideceği yeri yoksa oturur, gideceği kimse olmayınca sen bile olsan sığınır. Feyyaz o kadın senin kara kaşına kara gözüne sığınmadı, burası belli. Anlatmaya devam et.”

“Neyse yanına yanaştım, beni görünce korktu. Korkmayın dedim. Taksiciyim, saatlerdir burada oturuyorsunuz, gün içinde iki kere geçtim buradan hâlâ oturuyorsunuz, bir sıkıntınız mı var, yardımcı olayım, dedim. Bana şöyle bir baktı. İçimden dedim siktir çekecek şimdi ama yapmadı, bir şey demedi. Anladım gidecek yeri yok, o bir şey demeyince daha da cesaretlendim. Gelin sizi istediğiniz yere kadar bırakayım dedim. Tereddüt etti,  bakışlarıyla sessizce bir süre beni süzdü. Hâlâ cevap vermeyince ben de üstelemedim. Önünde duran taksiye baktı, bana baktı. Valizini eline alıp ayağa kalkınca, ben gidiyor sandım ama benim taksinin arka kapısını açıp valizi içeri salladı ve ön tarafa bindi. Yol boyunca bir şey sormadım ama o bana inanmış olacak ki kendi döküldü. Konfeksiyonda çalışıyormuş.”

“Nerede bu konfeksiyon biliyor musun?” diye kestim.

“Hayır, sadece çalıştığını söyledi. Ben de neresi diye sormadım.

‘İyi halt ettin,’ dedim içimden.

“Sonra bunun bir belalısı varmış,” diye devam etti kardeşim.

“Orada dur bakalım. Ne belalısı?”

“İşte ağabey, takıldığı herifin teki.”

“Tokmakçısı yani. Ulan Feyyaz başka karı yok yani değil mi böyle yoldan her gelene yapışıyorsun? Neyse, kimmiş bu bela isim falan verdi mi?”

Bilmiyorum anlamında dudak büktü. “İsim vermedi; sadece herif bunu dövüyormuş, rahatsız ediyormuş, ondan kaçmış.”

“Bak burası önemli işte. Ulan böyle bir karıyı evine sokuyorsun sormuyor musun neyin nesi kimin fesi? Ahh ahhh…”

“Bilemedim ağabey.”

“Ağabeyinin a…… koyayım, ağabey yok lan. Başkomiserim diyeceksin!” diye bağırdım.

Benim bu Başkomiser olayına neden bu kadar takıldığımı düşünüyor olacakki boş boş bakıp “Tamam,” diyebildi.

Başım ağrıyordu, avuçlarımla şakaklarıma baskı yaptım. Hiçbir şey bilmeden bu soruşturmayı nasıl yürütecektim bilmiyordum. Karşımdaki salak da bir bok bilmiyordu, orası daha fenaydı.

“Başka ne anlattı Songül kendisiyle ilgili?” diye sordum.

“Valla bildiklerim bunlar. Çok bir şey anlatmadı, ben de üstelemedim ağabey- yani Başkomiserim… Zaten iki gecedir tanıyorum. Dün ve bugün.”

“Bugün de öldü zaten,” dedim.

Usulca başı öne eğildi.

“Senin derdin karıyı koynuna almak olduğu için ne olduğu, kim olduğu önemli değil zaten di mi Feyyaz Bey?”

Yaptığı hatanın başına açtığı derdi bildiği için susuyordu.

“Yattın mı lan karıyla?” diye sordum. Cevabını biliyordum ama ağzından duymak istiyordum.

Kafasını kaldırmadan “Evet,” dedi.

“Ulan zaten yattığını biliyorum. Karıyı sevabına eve aldın sanki. Onu demiyorum, cinayet öncesi kadını gördün mü ve yattın mı?”

Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı.

“Öldürülmeden önce bizim eve yakın bir müşteri aldım. O arada bir eve uğrayayım dedim. Tam duş alırken gitmişim eve. Bornozla kapıyı açınca…”

“Tamam ulan tamam, bana fantezini anlatma salak herif anladık yatmışsın işte! Şimdi kadında bütün sperm, tükürük, bok püsür bırakmışsın işte.”

“Böyle olacağını bilmiyordum.”

Cevap vermedim derin bir nefes aldım.

“Songül’ü durakta gördüler mi hiç,” diye sordum.

“Eve getirmeden önce durağa uğradım. Arabayı bırakmam gerekiyordu orada gördüler.”

“Hayyy a…… koyayım… Nasıl bir bokun içine girdin? Nasıl çıkacağız bu işin içinden,” diye bağırırken o esnada kocaman bir esneme ile çenem ikiye ayrılacaktı. Ellerimle yüzümü gözümü ovuşturdum.

“Dün seni gören bir tanık falan var mı? Ne bileyim, akşam saatleri eve gelmeden önce durakta falan takıldın mı?”

“Akşam işlerim çok iyiydi, durağa hiç uğramadım. Hep yoldan müşteri aldım.”

“Tanık da yok yani.”

“Songül’ü ben öldürmedim.”

“Bu yetmez geri zekalı. Ben öldürmedim deyince seni salıvereceklerini mi sanıyorsun?

Ayağa kalkıp sorgu odasında bir ileri bir geri yürümeye başladım.

Cüneyt, “Ağabey, dedi. Önüne gelip durdum. “Ben öldürmedim,” dedi bir kez daha.

Derin bir nefes aldım ve cevap vermedim. Benden bir cevap bekliyordu vermedim cevap.

“Başka ne biliyorsun kadınla ilgili?”

“Bildiklerim bu kadar.”

“Bu kadar yetmez Feyyaz.”

“Başka hiçbir şey bilmiyorum.”

“Tamam tamam tamam a… koyayım,” diye söylendim.

Ağabeyden cevap alamayınca, “Başkomiserim hapse girer miyim?” diye sordu bu sefer.

Başımın ağrısı tepe noktasına varmıştı.

“Ver şuradan bir sigara bana da,” dedim.

Paketi itti önüme. Gözlerimin içi yanıyordu uykusuzluktan. Feyyaz’ın evinde işlenmiş cinayet soruşturması ile gelen stresi bedenim kaldırmıyordu.

Sigarayı yakıp çakmağı cebime sıkıştırırken, “Bilmiyorum Feyyaz ama şu anki deliller ile mahkeme seni tutuklayabilir, dedim.

“Ama ben bir şey yapmadım, diye itiraz etti.

Sigaranın dumanını üflerken cevap verdim. “Bu savcıyı, hakimi ikna etmeye yetmez.”

“Ağabey beni sevmezsin ama sen de biliyorsun o kadını ben öldürmedim.”

“Bilemem,” diye cevap verdim. Ş

Şaşırdı verdiğim cevaba.

“Ağabey, sende mi,” derken lafını kestim. “Burada ne sözler ne yeminler duydum Feyyaz, buradaki herkes masumdur, burada ben bir şey yapmadım diye ağlayanların neler yaptığını bir bilsen… Ama bildiğim bir şey varsa senin evinde öldürülen kadına, çok acımasız biri tarafından kıyıldığı. Benim tanıdığım Feyyaz hayatı s……nin ucunda yaşar ama böyle bir şey yapacak bir adam değil. Ne bebek yüzlülerin neler yaptığını bilen biri olarak da diyorum ki o kadını sen de öldürmüş olabilirsin Feyyaz ama bulacağız, ne olduğunu bulacağız.”

Elimdeki sigarayı yere atıp üzerine bastım.

“Ekleyeceğin başka bir şey var mı?”

“Yok.”

“İyi. Önüne getirilen ifadeni imzala, kimseye bir zorluk çıkarma. Tamam mı?”

“Tamam,” diyebildi sadece.

 

3.BÖLÜM

Kafamın içi uğulduyordu. Uyuyor muydum yoksa uyanık mıydım ben bile bilmiyordum. Uyku ile uyanıklık arasında gitmiş gelmiştim ama kıyıdan köşeden gelen tıkırtılarla gözlerim açıldı. Biraz ötemdeki karaltı kıpırdanıyordu, refleks ile elim silahıma gitti.

“Aman Başkomiserim, beni de vurmayın,” diyen yardımcım Bülent’in sesiyle uyandım.

Kızarmış gözlerimin iyice açıldığını görünce tebessüm etti.

“Ulan sen miydin?” diye sızlana sızlana doğrulmaya çalıştım ama nafile. Tamamen tuzla buz olmuş cam parçalarını bileştirmek nasıl imkansızsa, benim vücut da birleşme niyeti olmayan ayrı ayrı organizmalara bölünmüştü. Hiç zorlamadan kendimi geriye doğru bıraktım.

“Şu s………min hayatını yaşamadan öleceğim ya, yanarım yanarım ona yanarım,” diye küfrü bastım.

“Size bir şey olmaz Başkomiserim.”

Bülent hıyarı tebessüm etmeye devam ediyordu.

“Ne getirdin lan?” diye çıkıştım.

Masanın üzerine bırakmaya çalıştığı dosyayı görmüştüm. Hemen toparlandı laftan da anlıyordu hıyarto.

“Songül Pınar’ın otopsi raporu. Doktor Zafer Bey, sizin isminizi duyunca ikiletmedi bile hemen bitirmiş.”

“Sağ olsun, az mazimiz hukukumuz yok onunla. yardımcı olur.”

“Ayrıca Songül Pınar ile ilgili bilgilere ulaştım Başkomiserim.”

Yavaşça doğruldum. Üzerime üşümeyeyim diye örttüğüm paltoyu köşeye doğru attım.

“Dur hele dur, kafam açılsın. Sigara ver bakayım.”

Alışkındı benim sigara isteyişime. Hemen bir tane uzattı. Sigarayı usulca yaktım, çektim içime, keyifle üfledim.

“Anlat bakayım, kimmiş neymiş bu karı?”

“Valla amirim göbeğim çatladı bir şey bulana kadar. Kadına ait ne adres bilgisi ne de çalıştığına dair SGK bildirimi var. Hiçbir şey bulamadık. Malatya’da yaşayan ailesine ulaştık onlara da bilgi verildi ama aile cenazeyi kabul etmiyor işlemler bitince kimsesizler mezarlığına defnedilecek bilginiz olsun.”

“Eeee, bu kadar mı bulduğun bilgi? Senin bulduğun bilgi buysa vay halimize a…. koyayım,” diye bastım küfürü.

Aldırmadı alışkındı benim bu hallerime.

“Kadın hakkında net bir bilgi yok. Üzerinden çıkan bir numaradan Meryem isimli bir bayana ulaştık. İş arkadaşı olduğunu söyledi aynı konfeksiyonda çalışıyorlarmış. Ayrıca evin çevresinde kamera kaydı yok. Mobeseleri de sabaha kadar taradım bir şey çıkmadı.”

“Öyle bir yer ki milletin si.tir ettiği dağın başında oturuyor hayvan herif. Kamera falan hak getire…”

“Çevredeki bütün komşular ile konuştum. Olayı gören yok.”

“Zaten kimse duymaz, kör olurlar böyle durumlarda a…. koyayım.”

“Konuştuklarımın çoğu Feyyaz’ın sevilen biri olduğunu, işinde gücünde takıldığını ve Songül Pınar’ı daha önce görmediklerini söylüyor.”

Elimle öyledir hareketi yaptım.

“Neyse buradan bir şey çıkmayacak belli. Şu konfeksiyon, Feyyaz da bahsetti, nerede bu konfeksiyon? Uğrayalım hemen.”

“Maltepe taraflarında. Açık adresi dosyada amirim.”

“Neydi o konuştuğun kadının adı?”

“Meryem, Başkomiserim.”

“Onun da açık adresini bul. Orada bulamazsak kaçırmayalım elimizden.”

“Baş üstüne. Kadınla konuştum, orada olur. Ayrıca Songül ile bir haftaya yakındır görüşmediğini söyledi. Songül, memlekete döneceğim diye ayrılmış. Biraz korkak bir tip amirim.”

“Başka bir şey yok mu peki?”

“Sadece bunlara ulaştım amirim, yetmeyecek ama bir yerden başlamak için gene elimizde bir isim var diye düşünüyorum.”

“Daha elimizde hiçbir şey yok Bülent. Ver bakayım şu raporu bir.”

Sigaradan bir nefes daha çektim. Bülent dosyayı uzattı, hızlıca otopsi raporunu okumaya çalıştım sonra fırlatıp attım.

“Bunlarla tutuklanır bizim salak!”

“Büyük ihtimal Başkomiserim.”

“Ulan Feyyaz, ulan Feyyaz!.. Tırnak aralarında deri parçaları ve genital bölgede sperm kalıntıları. Bir tek bıçağı boynuna sapladığını yazmamış.”

“Ama kadına cinsel saldırı yok amirim. Belki bu bir yol olabilir kurtuluş için.”

“Olsun, bir boka yaramaz. Bir şey anlatamazsın hakime. Offf offf Feyyaz!”

“Ayrıca amirim…”

“Neee?”

“Turgut amir…”

“Eeee?..”

“O da sizi görmek istiyor, odama uğrasın dedi.”

“Tamam,” diyerek sigarayı kül tablasına bastırdım. Canım acayip sıkılmıştı, köşeye kıstırılmış bir şekilde çıkış bulmaya çalışıyordum. Ayağa kalktım.

“Ben Turgut amirle görüşeyim. Feyyaz’ı savcılığa sevk edelim, sonrası malum. Sen de kaç saat oldu uyumadın. Seni dinlendireyim.”

“Önemli değil amirim.”

“Önemli, önemli…”

Sırtına usulca dokundum. Ne kadar kızsam da o benim sağ kolumdu. Beraber odadan çıktık.

Bir üst katta odası olan Turgut amirin kapısını çaldım. “Gel!” diye seslendi, kapıyı açıp yavaiça içeri girdim.

“Gel Cüneyt,” dedi.

“Amirim beni emretmişsiniz,” dedim saygıyla.

“Gel otur şöyle,” diyerek önündeki koltuğu gösterdi.

Elli yaşlarındaydı Turgut amir. Kırlaşmış saçlarına nazaran hâlâ genç suratı ve fiziği ile ben buradayım derdi. Arkasında duran Mustafa Kemal Atatürk’ün portresinin önünde saygı ile eğilerek koltuğa çöktüm.

“Kardeşinin başına gelenleri duydum. Nedir bu işin aslı astarı? Anlat bir hele.”

Önündeki maun masaya ellerini dayayarak öne doğru eğildi.

“Amirim inanın ben de konuya o kadar vakıf değilim. Kardeşim olacak herif affınıza sığınıyorum, dışarıdan bir kadın buluyor. Daha doğrusu ortada kalmış yalnız başına bir kadını evine alıyor ve kadın boynuna saplı bir bıçakla ölü bulunuyor. İnanın sadece bildiklerim bununla sınırlı.”

“Peki tecrübelerine dayanarak soruyorum. Bu işi kardeşinin yapma ihtimali nedir? Bilirim ki kardeşinle pek aran yok; o seni, sen onu rahatsız etmezsin. O yapmış olabilir mi?”

“Bilemiyorum amirim. Kardeşim olduğu için onu aklamak değil derdim. Eğer bir suç işlediyse, hele ki böyle bir vahşete bulaştıysa kendi ellerimle sokarım hapishaneye ama benim tanıdığım Feyyaz bir kadının boynuna bıçak saplayıp katledecek biri değil. Birini öldüremez demiyorum ama boynuna bıçak saplayıp öldürecek kadar vahşi biri değil. Ama insanoğlu bu, ne olacağı belli olmaz. Ne olduğunu ortaya çıkaracağım.”

“Seni çok iyi anlıyorum. Ben de onun için seni çağırdım. Bu cinayet dosyasını senin alman etik değil ama senin için önemli olduğunu bildiğimden bu dosyayı ben sana veriyorum, anladın mı?”

“Sağ olun amirim, gerçekten sağ olun.”

“Önemli değil ama işi lütfen çabuk hallet. Sarpa sarınca neler olacağını benden daha iyi biliyorsun.”

“Anlıyorum amirim. İzninizi rica edeyim, başka bir emriniz yoksa. Feyyaz’ı mahkemeye sevk edeceğim.”

“Durduğun kabahat. Geçmiş olsun bu arada, hem sana hem kardeşine.”

“Sağ olun amirim,” diyerek oturduğum koltuktan usulca kalktım. Selamımı verdikten sonra, geldiğim gibi sessizce ayrıldım Turgut amirin yanından. Montumu almak için aşağı doğru yola koyuldum. Tam odama girecekken Bülent ve iki adam önümü kesti.

“Başkomiserim, bu kişiler Feyyaz için gelmişler. İş arkadaşlarıymış,” dedi Bülent.

Önde duran ve yaşça büyük olan adam bana yaklaşıp elini uzattı.

“Hüseyin ben Başkomiserim. Feyyaz’ın duraktan arkadaşlarıyız. Sabah duyduk olayı, durumu nedir diye merak edip geldik.”

Uzattığı elini sıktım. Arkada duran ince tıknaz olan da elini uzattı onu da sıktım.

“Ben de Mülayim Başkomiserim.”

Harbi ismi gibi mülayim bir tipti.

“Hoş geldiniz arkadaşlar. Feyyaz’ın durumu karışık. Şimdi mahkemeye çıkacak, ondan sonrasına bakacağız. İnşallah hayırlı bir sonuç çıkar.”

“Amirim, Feyyaz delidir doludur ama birini öldürmez,” dedi Hüseyin denen adam. Feyyaz’ı benden daha çok sahipleniyordu. Bir şey demedim, eee benden daha çok onların yanındaydı, Feyyaz’ın ailesi onlardı. Benim suskunluğumdan sıkılmış olacak ki “Yapabileceğimiz bir şey var mı?” diye sordu.

“Sağ olun, şu anda bir şey yok ama bir ara uğrayacağım durağa,” dedim.

“Siz öyle diyorsanız tamamdır Başkomiserim. Her zaman bekleriz. Geçmiş olsun.”

“Sağ olun beyler, ayağınıza sağlık.”

İki adam ile tekrar tokalaştım. Hüseyin ile Mülayim giderlerken ben de odamdan paltomu aldım ve  Bülent’le birlikte mahkemenin yolunu tuttum.

 

Devamı Gelecek Sayıda

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU