Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Bir Alpaslan Kaya Polisiyesi | Bebeğini Öldüren Adam | Bölüm – 6

Diğer Yazılar

BİR EFSANE BİR CİNAYET

DURU GÜZELLİK SALONU

KARMANIN RENGİ: TURUNCU

Mete Karagöl
Mete Karagöl
İstanbul Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi bölümünü 2019 yılında bitirdi; bir kütüphanecinin toplumu eğitmede ve yol göstermede önemli bir rolünün olduğunu düşünüyor, bu ülküyle çalışmaya devam ediyor. 2016 yılından bu yana düzenli bir şekilde öykü yazıyor; yazarak ve okuyarak gelişiyor. Sanatın sanatçı için olduğunu, sanatçının da toplumun içinden geldiğini savunuyor. Realizmin peşinde. İlk öykülerinin arasında polisiye olduğunu seçince, en gerçekçi edebiyat türünün polisiye olduğunu anladı. Alpaslan Kaya dünyasının yaratıcısı.

Alpaslan Kaya, rüyasında kendisini emekli gördü. Emekli olurmuş güya. Bahçeli bir ev alıp sebzeler yetiştirir, köpek beslermiş. Kızı yanında olmazmış, ama köyden bir hatunla mı evlenirmiş ne, köylü kıyafeti giyinen hiç bilmediği bir kadını görmüştü rüyasında. Alarmın sesine uyandı. Salondaki açılmayan çekyatta uyuyakalmış yine. Sağ kolunun üzerine yatmış, kolu müthiş bir şekilde ağrıyor. Salyası da akmış herhalde. Sehpanın üzerinde ötmeye devam eden alarmı susturdu. Sol elinin içiyle gözlerini ovuşturdu ve sonra gözlerini kısıp dışarıya baktı. Karanlıktı. Ama işe gitmesi gerekiyordu.

“Bu karanlıkta işe mi gidilir la?” diye söylendi. Rüyası iyiydi ama. Emeklilik yakındı gerçi. Önceki gün elli bir yaşına girmişti.

Sağ kolu kanlanmıştı yeni yeni. Kalktı, banyoya girdi, elini yüzünü yıkadı, kuruladı. Yatak odasına geçip üstünü giyindi. Aynada saçını eliyle düzelttikten sonra ayakkabısını dolaptan alıp kapıyı açtı ve evden çıktı.

Hayatı yüklemlerden oluşuyordu başkomiserin. Gider gelir, suçluları yakalar, adalete teslim eder, eve girip film izler ve sonra uyur. Bunun aksi bir yaşam da mümkün değildi ya pek, yine de yoruluyordu insan. Yani bir insan…

“Bir insan yirmi dört saat boyunca hiçbir şey yapmadan oturamaz. Oturmak bile bir eylemdir zaten,” diyordu simidini yerken.

“Çok yorulduysanız yıllık izne çıkın başkomiserim,” dedi Ferdi, ağzındaki susamlı pişmiş hamuru ıslatmak için çayını yudumlarken.

“Bu çocuk beni hiç anlamıyor ve de anlamayacak,” diye düşündü Alpaslan. İçinden.

Masanın üzerindeki telsizden seslenildi. Alpaslan telsizi alıp anonsu dinledi. Bir iş çıkmıştı yine. Bir iş. Birileri ölmüştü yine. Onun işi buydu. Birilerinin ölümü üzerine şekillendirilmişti bu. Adalet sağlanıyordu. Güya.

 

***

 

I

Olay yeri incelemeden Komiser Ateş, Alpaslan ve rütbedaşı Ferdi’yi kapıda karşıladı. Olayları bir bir anlattı. Ellerinde bir bebek ve bir de anne cesedi vardı. Özellikle anneye dikkat kesildi Alpaslan. Ne belliydi anne olduğu? Ateş niçin böyle tanıtmıştı kadını? Düşünürken cesetlerin bulunduğu odaya geldiler.

“Ben bu dünyanın gelmişini, geçmişini!” deyip yumruğunu havaya doğru salladı Ferdi. Devamını getiremedi. Gördüğü manzara karşısında adeta donakalmıştı.

Odanın ortasında kanlı yatan iki cansız beden.

Alpaslan da Ferdi ile aynı tepkiyi veriyordu. Kapının girişinde kalmışlardı, ne bir ileri ne de bir geri. Orada, öylece duruyorlardı. Hareketsizlerdi.

“Çocuk ne kadarlık?” diye sorabildi savcı gittikten ve cesetler kaldırıldıktan sonra Başkomiser.

“Bilmiyoruz başkomiserim. Ama iki aylık bile olmayabilir.”

“Çevreyle konuştunuz mu? Gören, duyan?”

Bu sırada Cinayet Bürosu’nun elemanı, Cemil, biraz eğilip olayın önemini bilen bir insan edasıyla, “Bir karı koca yaşıyormuş burada Başkomiserim,” dedi. “Adam işsiz. Mahalle muhtarına göre serserinin önde gideni. Zaten kadını, yani maktulü kaçırarak evlenmiş. Herhalde kadının da kimi kimsesi yok ki, nikahsız yaşıyorlarmış.”

“İmam nikahlıdır kesinkes,” dedi Ateş.

Cemil, Ateş’in araya girmesine aldırmadı ve öğrendiklerini anlatmaya devam etti.

“Sürekli kavga ediyorlarmış. Komşular artık bıkmış bunlardan.”

“Bugüne gel Cemil!” diye yüksek tondan azarladı Alpaslan.

“Emredersiniz Başkomiserim.”

Cemil olayı özetledi: Sabaha karşı, kulakları sağır edecek bir ses duyulmuştu. Ama çok uzun sürmemişti bu ses. O da kesilmişti hemen. Sonra bu kerpiç evin, demir kapısının kapandığı duyulmuştu. Ne olduğunu merak eden meraklı komşular odanın penceresinden baktıklarında cansız kadını ve bebeği görmüşlerdi ve doğruca polisi aramışlardı.

“Kansız, piç!”

Ferdi, Alpaslan’dan çekinmeden tepkisini veriyordu.

 

II

Adamın yatak odasındaki aynalı dolabın çekmecesinde bulunan kimliğine ulaşıldıktan sonra, hakkında genel bir araştırma yapıldı. Yapılan araştırma sonucunda adamın akrabalarına ulaşıldı.

Alpaslan ile Ferdi, adamın babasının evine doğru yola çıktılar. Eve giden yol araba girmez, dar bir yokuştan geçiyordu. Bunun için arabayı bırakmışlardı. Evin önüne kadar yürüyerek geldiklerinden iki polis de epey yorulmuştu. Bu ev de bir gecekonduydu. Zilin düğmesine bastılar. Biraz bekledikten sonra duyulur duyulmaz bir sesle, “Kim o?” sesini duydular.

Alpaslan kendini tanıttı.

Kapı aralandı, yaşlı bir adamdı bu.

“Korcan İpekçi burada mı?”

“Yine ne yaptı deyyus!”

“Bir olaydan ötürü ifadesine ihtiyacımız var. Evine gittik yoktu,” dedi Alpaslan.

“Yok burada. Bayağıdır gelmiyor. Sen bir polissin, senin sözünü dinler belki, ya da dinler görünür, söyle de uğrasın buraya. Evde yapılacak işler var. Onu bekliyoz.”

“Nerede bulabiliriz amca biz bu Korcan’ı, nerelere takılır?”

“Hey adam, nereden bileyim ben!”

“Arkadaşı falan?”

“Bilmem ben arkadaşlarını. Uğursuzun teki işte. Arkadaşları da öyle uğursuzdur.”

Babasının evinden bir bilgi alamadan ayrıldılar, arabaya vardıklarında, yokuş inmekten mecalleri kalmamıştı. Alpaslan şoför koltuğuna oturup nefesini kontrol altına almaya çalışırken, Ferdi ise arabanın dışında elini karnına bastırıp eğilmiş, duruyordu.

Her şey kontrol altına alınıp arabayı hareketlendirdiklerinde, Korcan’ın ablası Naime’nin evine gidiyorlardı. Yol boyunca iki polis de konuşmadı. Alpaslan, iyi bir şoför olarak yola odaklanmasaydı, bu sabah gördüğü manzara gözlerinin önüne gelir, cansız yatan bebeği düşünürdü. Belli etmese de bu olay onu çok etkilemişti. Bir babaydı sonuçta. Kızı vardı ve kızına altı yaşından bu yana hem anne hem de babalık ediyordu.

Naime’nin maddi durumu daha iyiceydi. Bir gecekonduda oturmuyor, bir apartmanın üçüncü katında bir dairede yaşıyordu, fakat yine varoşlardaydı bu apartman. Başkomiser, kendini tanıttıktan sonra Naime iki polisi de içeri aldı. Evi topluydu. Düzenli bir kadına benziyordu ilk bakışta. Eşyalar, duvar renkleri, kadının kıyafeti; ezcümle her şey uyumluydu birbiriyle.

“Kardeşim,” diye başladı sözüne. Kahvesinden bir yudum aldı. İyi yapmıştı kahveyi. “Sorumsuzun tekiydi. Bir evin bir oğlu. Şımarık büyüdü. Yetiştiğimiz mahalleden doğru düzgün insan çıkmaz zaten. Arkadaşları oldu zamanla. Onlar da kendisi gibiydi. Üç sene önce uyuşturucudan dolayı gözaltına alındı ama serbest bırakıldı. Karısını inanın hiç görmedim. Fakat kardeşimin karısını ve çocuğunu öldürmesine, affedin ihtimal vermiyorum. Sonuçta onu da aynı ana-baba büyüttü. Ben yapamam. O da yapmaz.”

Kahvesinden derin bir yudum aldıktan sonra Alpaslan, “Korcan’a ulaşamıyoruz. Nerelere gidebileceği hakkında bir bilginiz var mı?” diye sordu.

Naime, “Bir-iki arkadaşını biliyorum. Birinin iki sokak aşağıda bilardo salonu var. Oraya bakabilirsiniz,” dedi.

Alpaslan elindeki kahve fincanını sehpanın üstüne bırakıp kadına misafirperverliğinden ötürü teşekkür etti.

Arabayı, resimli tabelasında Kurt Bilardo & Kafe yazılı mekânın önüne çektiler. Alpaslan, Ferdi’ye dönerek silahını kontrol etmesini söyledi. Ferdi, Başkomiserinin ikazından sonra olayın tehlikesini kavradı ve araçtan inmeden önce, annesinin geçen sene verdiği muskanın boynunda olup olmadığına baktı; yerindeydi, bir şey olmazdı. Bu muska onu tüm kötülüklerden koruyabilirdi. Yoksa niçin taksındı?

Doğruca kasada oturan bir seksenlik, iri kıyım adamın yanına gittiler. Alpaslan kimliğini gösterince, adam masanın altında olduğu için görünmeyen, bacak üstüne oturuşunu düzeltti. Sonra meselenin ne olduğunu sordu.

“Korcan İpekçi.”

Adam düşündü.

“Cinayetten aranıyor.”

Gözleri büyüdü.

“Ne biliyorsan anlat, yararına olur.”

“Ben Korcan’ı pek tanımam Başkomiserim. Ama bizim patronla iyi anlaşırlar. İsterseniz ona bir sorabilirim.”

Alpaslan bir an gevşeklik ederek, araması için izin verdi. Adam telefonuna sarıldı ve patron dediği kişiyi aradı.

“Mesut ağbi, polisler geldi. Yok, bunlar cinayetten. Korcan ağbi vardı ya, onu arıyorlarmış. Sana da soracakları varmış.” Her cümlesinden sonra kafasını kaldırıp yaşlı polise bakıyordu, sanki onay veya takdir bekler gibi. “Neredesin ağbi? Öyle mi?” Yarım dakikaya yakın sessiz kaldıktan sonra devam etti. “Yok ağbi, polisler içeride, tamam çay ikram ederim ben. İki dakikaya… Tamamdır ağbi.”

Telefonu kapattıktan sonra polislere döndü, “Bir haftadır görüşmüyorlarmış Komiserim, ama birkaç dakikaya buradaymış. Buyurun oturun şöyle, çay ikram edelim.”

Ferdi doğma büyüme buralı olduğu için varoşlarda ne pis işler döner bilirdi. Tedirgindi bu yüzden. Karşısında bulunan adamın doğru söylediğine bir türlü emin olamıyordu.

“Ben biraz dolaşayım,” dedi. “Var mı arka odanız falan?”

“Ne odası ağbi?” dedi adam heyecanla. “Sıkıntı olmaz ağbi bizde,” diye böbürlendi.

“Lan dingil,” diye tersledi Ferdi. “Ne artistlik yapıyorsun sen? Alırım merkeze şimdi seni!”

Adam suspus oldu.

İki polis etrafta gezindi, ama hiçbir ipucu bulamadılar. Çaresizce, buranın sahibi olduğu iddia edilen Mesut’u beklemeye koyuldular. Ama içeride değil, kapının önüne çıktılar, birer de sigara yaktılar.

“Başkomiserim, kim bilir nereye saklandı bu şerefsiz!”

“Yakalarız. Fark ettiysen kaçabileceği çok yer yok.”

“Yakalarız, ama bir türlü kendimi bastıramıyom. Bir insan nasıl olur da bebeği öldürür. Bu nasıl bir düzendir Başkomiserim? Mesleğin en şey anı bugün.”

“Trajik.”

“Nasıl?”

“Mesleğin en trajik anı bugün, diyorsun.” Sigarasından hızlıca birkaç derin nefes aldıktan sonra, “İşin tuhaf yanı ne biliyor musun?” diye sordu. “Katillerin polis, polislerin de katil olabileceği başka bir evren de mevcut olabilir. Bu açıdan bakarsak hiçbir insan masum değildir.”

Okumayı pek sevmese de birkaç bilimkurgu filmi izlemiş olan Ferdi, bu konuda bilirkişi gibi sordu: “Paralel evrenden mi söz ediyorsunuz?”

“Evet.”

İki polis konuşmaya devam ederken, içeriden bir altmış beş boylarında bir adam çıktı, polislerden yana bakıp gülümseyerek selam verdi.

“Polis misiniz ağbi, Allah kolaylık versin,” deyip gitti.

Bir dakika sonra Mesut geldi. Arabasını, polis arabasının arkasına bırakıp içeriye girdi. İçeride, koltukların olduğu yere geçip oturdular. Mesut, çok içeri girmiş çıkmış, polis tezgâhından geçmiş, tecrübeli biriydi. Hangi büronun polisinin nasıl karakteri var, iyi bilirdi.

“Korcanla bayağı oldu görüşmeyeli Komiserim,” dedi çayını yudumlarken. “İtin önde gideni. Düzensiz. Sebatsız. Siz arayınca telefonunu aradım, amma yok, ulaşılmıyor. Ne halt yemiş yine?”

“Cinayet.”

“Deme! Kimi?”

“Karısıyla kızını.”

“Bebeğini hea? Vay pezevenk! Vallahi izine ulaşırsam hemen ararım sizi Komiserim, bana bi iletişim numarası bırakırsanız…”

Alpaslan, Mesut’un iyi niyetli davranışlarına kanmamıştı, ama yapacak bir şey de yoktu.  Numarayı bırakıp kafeden ayrıldılar. Arabanın önünde arkasında bir araç olmadığı için park ettikleri yerden çıkmaları kolay oldu.

 

III

Yol üzerinden aldıkları simidi yiyordu iki polis de. Alpaslan’ı bir hıçkırık nöbeti tuttu. Nefret etti bu özellikten. Hıçkırık da ne? Bombok bir şey.

“Korcan’ın fotoğrafı var mıydı elimizde?” diye sordu iki hıçkırık arasında.

“Olacaktı,” dedi Ferdi. Elindeki simidi dizine koyup telefonunu açtı, WhatsApp uygulamasına girip ekibin konuşma grubunu açtı. Bugün konuşma olmamıştı. Bu yüzden de cinayetle ilgili gereken bilgilere kolayca ulaştı. Korcan’ın evde çok fotoğrafı yoktu, ama bir tane bulmuşlardı ve ne olur olmaz diye onun fotoğrafını çekip grupta paylaşmışlardı. Ferdi, fotoğrafı Alpaslan’a uzattı.

Hıçkırarak, “Bilardocudan çıkan herif değil mi bu?” diye sordu.

“Hasss…”

Ferdi verdiği olağan tepkinin üzerine bir daha hasss… dedi.

“Başkomiserim, kafeden çıkarken Mesut’un arabası yoktu herhalde.”

“Mesut’un evinde saklanıyor şerefsiz!”

Alpaslan, meslektaşına hak verdi ve hemen merkezi arayıp Mesut’un ev adresini istedi.

 

IV

Mesut’un evinin adresi gelince hemen araç hareket etti. Çok da uzak değildi bilardocuya. Beş dakika içinde eve geldiler. Ferdi’nin kuşkusu haklı çıkmıştı. Araba buradaydı, ancak Mesut da gelmiş olabilirdi. İki ihtimalli bir vakaydı bu. Bir gecekonduydu yine. Zile bastılar, lakin açan olmadı. Son çare olarak kapıyı kırdılar. Çok uğraşmadılar bununla. Bir tekme yeterli olmuştu.

Odaları aradılar.

Hiç kimse yoktu ortada.

Alpaslan, yatak odasına girdi, bakmadıkları bir tek gardrop kalmıştı. İki kapaklı gardrobu açınca, gömleklerin altına gizlenen Korcan’ı seçti. Omuzundan tutup içeriye doğru savurdu. Ferdi’ye seslendi.

Genç komiser, yıllardır karşılaşmayı beklediği bir kan düşmanını görmüş gibi hiddete kapılarak Korcan’ın üstüne saldırdı ve yumruklarla adamı eskitti. Ağzı burnu dağılmış, yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Ferdi adamın üstünden kalktı. Nefes nefeseydi. Alpaslan deminden beri koruduğu sakin tavrını bir an kaybedip tekmelerle girişti.

Beş dakika sonra sürükleyerek ekip arabasına bindirdiler. Asayiş’in yolunu tuttular.

 

V

Elli bir yaşına önceki gün giren Alpaslan Kaya, sorgu odasının kasvetli havasını derin derin soluduktan sonra, varoluşsal kaygılar güden filozoflara özgü bakışlarla odanın siyaha boyalı duvarlarını süzdü. Ona göre boş bir bakıştı bu. Kafasının içinden düşünce, düşünce kırıntısı dahi geçmiyordu. Kırıntı. Evet, en önemlisi de buydu işte. Her şeyin bir kırıntısı mevcuttu şu evrende. Canlı veya cansız, her şey. Ekmeğin, kalem ucunun, gofretin… İnsanın kırıntısı da bebekti. Ama insandan başka hiçbir varlık kırıntısını öldürmezdi. Geçmiş zamanda, gazetelerin köşe haberlerinde, az izlenen yerel televizyon kanallarının haberlerinde aç kaldığı için yavrusunu yiyen köpeğe de denk geldiğini anımsadı birden, ama bu öyle bir şey değildi. Sırf rahatsız edildiği için, uyandırıldığı için öldürmüştü yavrusunu.

Koyu kahve gözlerini karşısındaki yaratığa dikti Başkomiser.

“Benim kızım doğduğu zaman,” diyordu dişinin arasından. “Yeni doğdu, nefes almayı bilmez de ölür diye üç gün nöbet tuttum lan başında!”

Bir tepki verecek halde değildi Korcan.

Odaya Ferdi girdi.

“Başkomiserim, Savcı Bey aradı. Sevk edilmesini ve can güvenliğinin sağlanmasını istiyor.”

Alpaslan sandalyeden kalktı. Hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.

Korcan’a yardım ve yataklık ettiği için Mesut ve kafenin çalışanı da savcılığa sevk edildi.

 

***

 

Başkomiser Alpaslan Kaya, alarmın korkunç sesi ile uyandı. Hemen aklına gördüğü rüya geldi. Bir yunus balığının kuru fasulye yediğini görmüştü.

En Son Yazılar