Şık bir takım elbise giymiş sinekkaydı tıraşlı oldukça ciddi bir adam odaya girince tam karşı duvar dibinde sıralanmış sandalyelerde oturan yaklaşık on kişilik topluluk heyecanla kımıldandı. Adam oturan insanların suratlarına bile bakmadan iki isim söyledi ardından da tekdüze bir sesle mırıldandı.
“İsmi okunanlar lütfen benimle gelsin. Üzgünüm ama diğerleri gidebilirler.”
Kalabalık ayaklanarak yavaşça dağılırken esmer, iriyarı, dört köşe suratlı genç bir adam yerinden hiç kımıldamadı. İsmi okunmamıştı. Demek ki bu iş yerine de kabul edilmemişti. Nedenini çok iyi biliyordu.
Dayanamadı. Yanındaki iki kişiyle çıkışa ilerleyen takım elbiseli adama iki adımda yetişerek adamın omzuna dokundu. Şaşkınca dönen adam nedenini öğrenmek için bekledi.
Dört köşe suratlı genç adam önce cesaretini toplamak için yutkundu sonra çekingen bir sesle meramını dile getirdi.
“Şey, af edersiniz. Benim adım Gazi, Gazi Kodaman. Mehmet Akbıyık’ın referansı ile gelmiştim ama. Bana işin tamam demişti.”
“Güvenlik için miydi?”
Gazi hevesle söylendi. “Evet.”
Adam elindeki kâğıda baktı bir süre. Sonra üzgün yüzünü Gazi’ye çevirdi.
“Evet, sizi alacaktık aslında. Mehmet Bey’in sözleri bizim için değerlidir ama şey… Maalesef, sabıkanız varmış.”
Gazi’nin aklına gelen başına gelmişti işte. Biliyordu zaten. Sabıkası yüzünden arada tanıdık olsa bile iş bulamıyordu. Üzgünce kafasını sallayarak başını eğdi. Hiç konuşmadı.
Takım elbiseli adam birşeyler söylemek için, “Şirket politikası Gazi Bey” dedi. “Kusura bakmayın.” Az önce seçilen iki elemanla beraber odadan çıktı.
Her şey dört sene önce olmuştu. İki serseri arkadaşının gazına gelmiş, soygun için bir eve girmişlerdi. Kendisi tam olarak hırsızlık yapmamıştı bile aslında ama evde ellerinde paralar ve elektronik eşyalarla beraber polis tarafından suçüstü enselenmişlerdi. Kime ne anlatacaksın ki? Tek celsede suçu sabit görülmüş üç sene içeride yatmıştı. Hapisten çıkalı sekiz aydan fazla olmuştu ancak doğru dürüst bir iş bulamıyordu. Sabıkası hep engeldi.
Akşama kadar orada burada dolaştıktan sonra Ümraniye’deki mahallesine döndü. Tek katlı annesinden kalma basit bir gecekonduda yaşıyordu. Allah’tan evi kira değildi. Yoksa bu kadar zamana kadar dayanması imkansızdı. Nevşehirliydi. Memlekette dededen kalma bir arsası vardı. İmar, iskân izni falan da vardı. Şehre ve Kapadokya’ya da yakındı aslında. Oraya bir butik otel yapabilse… Şöyle on odalı bir yer, yeter de artardı bile. Ah ulan ah! Hep hayaliydi bu. Tabii sermaye lazımdı. Semt kahvesine giderek biraz oturdu. Dertleştiler, konuştular. Gazi sabahki reddedilmeyi anlatırken sinirlerine hâkim olamadı. Güçlü elleriyle masaya bir yumruk indirdi.
“Ulan şeytan diyor yine git hırsızlık yap!”
Yaşlı bir adam hemen müdahale etti. “Aman oğlum, getirme aklına öyle şeyler. Geçti gitti artık, aman.”
“Ne yapayım peki Remzi dayı, kimse iş vermiyor. Bırak iş vermeyi kimse adamdan bile saymıyor!”
“Olsun evladım Allah büyük, geçer bu günler de.”
“Vallaha geçmiyor be dayı, artık dayanacak gücüm kalmadı.”
Masada oturan kendi yaşlarında iki adam ve Remzi dayı sustular. Gazi’ye verecek cevapları yoktu.
Ertesi gün de diğer günlerden farksızdı. Sabah aynı kahveye giderek iş ilanlarını inceleyen Gazi öğleden sonra iyice sıkıldı. İki sokak ötedeki ganyan bayiine gitmeye karar verdi. Belki atlardan yana şansı olurdu, kim bilir?
Daha yarışların başlamasına vardı. Boş bir masaya oturarak bülteni inceledi, diğer atçılarla muhabbet etti biraz. Sigaradan sararmış sapsarı dişleri olan bıyıklı bir adam üçüncü ayakta beş numara tek diye yırtınıyordu. Yanındaki kelli felli adamsa saçmalama ulan diyordu. Asıl iki Numara favori, belki beş de gelebilir ama iki numarayı yazmazsan yatarsın…
Gazi bir iki tane kupon doldurdu sonra sıkıldı, yırtıp attı. Nasılsa yine tekten yatacaktı. Zaten iki kuruş parası vardı o da cebinde kalsa daha iyiydi. Tuvalete gitti. Ganyan bayiinin tuvaletinde kapalı bir bölme, bir de dışarıda pisuar vardı. Gazi pisuarda yapmasını hiç sevmezdi sanki herkes onu izliyor gibi gelirdi. Bu yüzden kapalı bölmeye girdi. Kapısını kilitledi. Biraz sonra dışarıdan sesler geldi. Birisi daha tuvalete girmiş olmalıydı. Gazi önemsemedi. İşini görmüş tam çıkacakken bir telefon melodisi çalındı kulağına. Dışarıdaki adamın telefonu çalmış olmalıydı.
Aynı anda sinirli ama fısıltıyla konuşan bir ses, “Ne var ulan yine!” diye söylendi. “Ne oldu ne var yine niye arıyorsun? Bak sana bunu yapmayacağımı söyledim artık ben bu hırsızlık işlerinde yokum.”
Gazi’nin eli kapının kilidine gitmişken durdu. Konuşma ilgisini çekmişti.
Adam devam ediyordu. “Evi soymanın kolay olduğunu biliyorum be salak! Tamam Kamuran Poyraz’ın müstakil evi Yeşilköy’de tamam ilk kattaki mutfak penceresi bozuk hiç kapanmıyor. Biraz ittirince hemen açılıyor, biliyorum bunları herhalde ben de. Oradan kolayca girebileceğimin farkındayım elbette ama yapmak istemiyorum kardeşim Allahallah ya? Yokum bu işlerde diyorum sana artık.”
Sessizlik… En fazla on saniye sonra adam konuşmasına devam etti. Gazi pür dikkat dinliyordu. Adam kendisinin burada olduğunu fark etmesin diye adeta nefes bile almıyordu.
“Hayır daha fazla. Yatak odasındaki kasada iki milyondan fazla nakit var. Ayrıca kasanın şifresini de biliyorum, adamın doğum yılı… Tabii ki eminim. Sen beni aptal mı sanıyorsun? Kamuran Bey yarın, yani Cuma günü memleketine gidecek. Hafta sonu ev boş. Vallahi beni sayma sen ne istiyorsan yap ama ben yokum bu işte… Tabii bensiz yapamayacağını sen de iyi biliyorsun değil mi?”
Adam yine susmuştu. Gazi yutkundu. Bu konuşma çok ilginç bir hal almaya başlamıştı. Biraz sonra aynı ses yine duyuldu ama bu sefer artık baştaki kadar sinirli değildi.
“Üff tamam ya… Bak o zaman bunu yarın akşam konuşalım eve gireceksek cumartesi günü girmeliyiz. Ama bak söz vermiyorum yarın akşam konuşuruz. Sakın benden habersiz bir salaklık yapmaya kalkma!”
Ardından bir küfür duyuldu. Biraz sonra da su sesleri. Galiba telefon konuşması sona ermişti. Adam hâlâ kısık sesle söylenerek tuvaletten çıkıp gitti. Kilit ve kapı sesleri duyuldu sonra tamamen sessizlik…
Gazi bir süre daha bekledi. Artık dışarıdan hiç ses gelmiyordu. Yavaşça kapıyı kilitten kurtararak açtı ve tuvaletin içindeki kapalı bölmeden çıktı. Evet, kimse yoktu adam gitmişti. O da hemen aceleyle tuvaletten çıktı. Ganyan bayiinde etrafı incelemeye başladı. Adamın sesini duymuştu ama kendisini görmemişti ki? Kim olduğunu hatta neye benzediğini bile bilmiyordu. Ne önemi var diye düşündü? Adam nasıl olsa onunda tuvalette olduğunu ve herşeyi duyduğunu bilmiyordu.
Aceleyle ganyan bayiinden çıktı. Düşünmesi gerekiyordu. Müthiş bir fırsattı bu. Adam Yeşilköy’de oturan Kamuran diye birinden bahsetmişti. Hafta sonu evde kimse olmayacaktı. İlk kattaki mutfak penceresi bozuktu, itince açılıyordu ve kasada nakit iki milyon Türk lirası vardı. İki milyon! Gazi’nin neredeyse ağzının suyu akacaktı. Kasanın şifresi de adamın doğum yılıydı. Heyecanla yutkundu. Derin bir nefes alarak sağına soluna baktı.
Çok kolaydı Allah kahretsin çok kolay…
Oturamadı. Kalkarak yürümeye başladı. Son bir defa diye düşünüyordu. Son bir iş daha yaparım. İki milyon bu ya! İki milyon Türk lirası… Alıp hemen memlekete giderim. Butik otel de açarım hatta istersem apartman bile alırım o parayla memlekette. Uzun zamandan sonra yine gülümsemeye başlamıştı. Hayali bile insana umut veriyordu. Terleyen avuçlarını pantolonuna sildi. Heyecandan mıdır, korkudan mıdır yoksa umuttan mıdır bilinmez ağzı kurumuştu. Bir büfeden yarım litrelik plastik şişede su alarak yaklaşık yarısını içti.
Kararını vermişti, yapacaktı…
Son bir defa…
Telefondaki adam cumartesi girmeliyiz demişti, o zaman o erken davranmalıydı. Evet Cuma akşamı girebilirdi. Bugün perşembeydi. Yani güzel bir plan yapıp hazırlık yapabilmek için önünde koskoca tam bir gün vardı. Önce mahalledeki arkadaşının internet kafesine giderek Kamuran Poyraz’ı arattırdı. Adam oldukça yaşlı, Yeşilköy’deki evinde yalnız yaşayan emekli bir ağır ceza hâkimiydi. Yazmış olduğu hukuki bir kitabı da vardı. Bu suretle izini bulması daha kolay olmuştu. Açık ev adresi yoktu ama semte gidip herhangi birine sorarsa bulacağından emindi. Öyle bir adamı semtinde herkes tanırdı. Türkçe ansiklopedik bilgiler yayınlayan bir sitede adamın kısa yaşam öyküsünü okuyunca ağzı kulaklarına vardı. Kamuran Poyraz 1931 doğumluydu.
Ertesi gün erkenden Yeşilköy’e gitti. Bütün hazırlığı tamamdı. Trenden indi ancak fazla uzaklaşmadı. Hemen istasyonun yakınlarındaki bir büfeye ve biraz ilerideki bir markete Kamuran Poyraz’ı sordu. Ancak tanımadıklarını söylediler. Biraz hayal kırıklığı olmuştu ama yılmadı. Parkta oturup gazete okuyan yaşlı bir adamın yanına banka oturdu. Bu tür yaşlı adamlar muhabbet etmeye bayılırlardı. Üstelik adam belli ki emekliydi ve buralarda oturuyordu. Bilse bilse bu amca bilir diye düşündü.
Konuyu açmasına gerek kalmadı. Yaşlı amca önce selam verdi, sonra parktaki ağaç eksikliğinden bahsetmeye başladı. Banklar da azdı. Belediye çalışmıyordu canım, biz emeklileri düşünen yok diye şikâyetlere başladı. Tam çocuklarının sorumsuzluğuna geçmişti ki Gazi araya girmek zorunda kaldı.
“Buralarda Kamuran Poyraz diye bir adamın evi varmış amca siz tanıyor musunuz? Emekli hâkimmiş.”
Yaşlı adam toparlandı. Bu iriyarı genç adama biraz da şüpheyle bakmaya başlamıştı şimdi. “Hayırdır delikanlı?”
“Bahçıvan arıyormuş sanırım. Bir arkadaşım bahsetti. Ben de iş arıyordum, onun için gelmiştim ama adresini almayı unutmuşum.”
“Doğrudur, arıyordur ya… İhtiyar kurt. Kocaman bahçesi var, artık sarmaşıklar yabani otlar bürümüş her tarafı.”
“Siz tanıyorsunuz galiba Kamuran Bey’i?” diyen Gazi heveslenmişti.
“Tabii tanırım. Yeni yetmeler bilmez ama eskiler tanır. Yeşilköy’ün en eskilerindendir. Doksanına merdiven dayadı ama sağlıklıdır. Eski toprak derler ya o türden. Şeyde oturuyor, Yeşilköy sosyete pazarı vardır meşhur onu geç, Köse Raifpaşa sokakta evi. Zaten hemen fark edersin kocaman arsası ve bahçesi var. İki katlı konak gibi bir evdir.”
“Sağ ol amca. Ben geç kalmadan gideyim.”
İşleri yolunda gidiyordu. Evi de kolaylıkla buldu. Hakikaten geniş bir bahçesi vardı. Duvarlar bir metre betondu. Üzerinde demir pimler uzuyordu ama Gazi için bu duvarı aşmak çocuk oyuncağıydı. Evet, ilk kat mutfak penceresi hakikaten açıksa bu iş çok kolay olacaktı.
Kendi kendine gülümseyerek oradan ayrıldı. Fazla dikkat çekmeden o civarlarda dolaşarak akşamı etti.
***
Komiser Fırat kıvırcık siyah saçlı esmer başını sallayarak cesede eğildi. Maktul, suratı kırışık içinde çok yaşlı bir adamdı. Üzerinde pijaması vardı, ayakları da çıplaktı. Belli ki uyuyorken sesler duymuş ve iki katlı evinde aşağıya inince katille karşılaşmıştı. Herhalde katil buraya hırsızlık amacıyla girmişti. Yaşlı adamın ölüm sebebi bıçaklanmaydı. Tam kalbinin üzerinde bir yara vardı. Başka bir yara da gözükmüyordu. Katil işini tek bıçak darbesi ile halletmişe benziyordu. Bıçak da bulunmuştu zaten. Hemen cesedin yanındaki kanlı bıçak olay yeri ekibi tarafından delil torbasına konup götürülmüştü.
Cinayet aletinin bulunmasından daha da ilginci katilin de yakalanmış olmasıydı. İhbar üzerine eve gelen polis ekipleri evde Kamuran Poyraz adlı emekli ağır ceza hâkiminin cesedinin hemen yanında iriyarı, uzun boylu, siyahlar içindeki bir adamı baygın yatarken görmüşler ve adamı hemen kelepçelemişlerdi. Adam bağlandığını ve tutuklandığını ancak uyanınca öğrenmişti. Adamın kafasının arkasında ve alnında iki yara izi vardı. Muhtemelen yine bıçak, ceset ve faille beraber yerde bulunan ağır, geniş gövdeli demir şamdanla adamın kafasına vurulmuştu. Katilin bayılma sebebi bu olmalıydı. Demir şamdan da olay yeri tarafından götürülmüştü.
Patlıcan burunlu, birbirine yakın ufak siyah gözlü geniş suratlı bir polis Fırat’ın yanına geldiğinde Fırat da cesedin başından ayağa kalkıyordu.
“Ne diyorsun devrem bu işe? Adam emekli ağır ceza hâkimiymiş. Yandık yine! Başkomiserim gelen telefonların acısını bizden çıkartacak.”
Fırat komiser derin nefes alarak kafasını salladı. “Bu iş bana saçma geliyor.”
“Neden ki? Herşey açık. Kamuran Bey uyuyormuş, herhalde aşağıdan sesler duydu ve alt kata indi. Hırsızla burun buruna geldiler. Adam da onu bıçakladı.”
“Bıçaklandıktan sonra da doksan yaşında, bir altmışlık adam o ağır şamdanla hırsızın kafasına vurdu yani? Hem de iki defa…”
“Olabilir devrem. İnsanlar can havliyle yapamayacakları yoktur. Sonra adamın kimliğini bulmuş bizim çocuklar. Gazi Kodaman, sekiz ay öncesine kadar hırsızlıktan hapisteymiş. Adam sabıkalı yani. Cebinde de beşbin Türk lirası nakit para bulundu. Ayrıca yukarıdaki kasa açılmış, içi de bomboş. Alt kattaki mutfak penceresinden girmiş olabilirmiş. Plastik pencere üzerinde parmak izi arıyor bizim çocuklar. Belli ki pencereyi iterek aralayıp içeri girdi. Yukarıda, adamın yatak odasındaki kasayı da açtı, içindeki parayı aldı. Giderken yakalandı, panik olunca adamı bıçakladı. Bıçak da hırsızın olabilir. Sustalı bir şey çünkü. Bilirsin genelde hırsızlar kullanır bu tür bıçakları. Bıçakta ve kasada parmak izleri varmış. Sonuçlar çıksın, veririz savcıya gider.”
Fırat sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Arkadaşı haklı gözüküyordu ama ona göre bu işte yanlış bir şeyler vardı. Beyazlar içindeki olay yeri elemanları nefes almadan çalışıyorlardı. Biraz ileride kapıya yakın bir yerde amiri İlhami Tuna ve savcı konuşuyorlardı. Alpay’ın dediği gibi Gazi adlı sabıkalı hırsızı tutuklarlar ve bu iş en geç öbür güne biterdi.
Tam bu sırada içeriye genç bir adam girdi. Aşırı heyecanlı olan adam hızlı adımlarla salona girmek isteyince İlhami Başkomiser tarafından tutuldu. Yanında da bir memur vardı. Fırat hemen yanlarına gitti. Hafif sarıya çalan kumral saçlı, sakalsız bıyıksız uzun burunlu bir adamdı. Eliyle koluyla konuşarak birşeyi anlatmak istiyordu.
Beş dakika içinde durum aydınlandı. Adamın adı Oktay Yıkılmaz’dı. Kamuran Beyin torunuydu. İlhami başkomiser adamı hemen ayaküstü sorguya aldı.
“Öncelikle başınız sağ olsun. Maalesef dedeniz hırsızı fark etmiş ve müdahalede bulunmak istemiş. Hırsız da onu bıçaklamış.”
Adam sesini çıkarmadı. Üzgünce başını eğmişti. “Buna hâlâ inanamıyorum. Yani dedem, nasıl anlatayım bilmem ki… Dedem bana hiçbir zaman ölmezmiş gibi gelirdi.”
“Burada mı yaşıyorsunuz?”
“Hayır, şey… Hayır, ben evliyim Bakırköy’de oturuyorum. Dedem yalnız yaşardı.”
“Bakıcısı veya hizmetçisi yok mu?”
“Günlük gelip ev işlerini yapan bir kadın vardır ama akşam kalmaz. Hemşire de istemiyordu. Ben yatalak hasta mıyım deyip kızardı bize.”
“Gazi Kodaman adlı bir adamı tanıyor musunuz?”
“Hayır efendim. Şey… Katil yani hırsız o muymuş?”
Başkomiser adamın üzgün suratına bakarak kafasını salladı ancak konuşmadı.
“Ne istedi ki dedemden? Allah kahretsin, ne istiyorsan al git be adam!”
“İlk kattaki mutfak penceresi açık kalmış. Kilitte zorlama yok. Gündelikçi kadın veya dedeniz açık bırakmış olabilir mi?”
“Belki de olabilir, bilemiyorum.”
“Dedeniz çok zengindi sanırım. Mirasçıları kimler? Vasiyetname yapmış mıydı?”
“Asla. Böyle şeylerin uğursuzluk getirdiğine inanırdı o. Vasiyetname yaparsam ertesi gün ölürüm derdi. Biz de güler geçerdik. Gerekten hâlâ inanamıyorum onun öldüğüne. Sapasağlam adamdı, hastalık nedir bilmezdi.”
“Mirasçılarını sormuştum?”
“Ah pardon Komiser Bey. Ben varım tabii. Annem vefat etti geçen sene. Babam da öldü uzun yıllar önce. Kamuran dedem benim annemin babasıdır. Teyzem yok, bir tane de dayım var. Herhalde ben ve dayım arasında bölüştürülecek miras. Doğrusu pek anlamam bu işlerden.”
“Dayınız nerede oturuyor neden gelmedi?”
“Gelir herhalde. Haber verdim ben. Karşıda oturuyor o, belki trafiğe takılmıştır. Dedemle pek araları yoktur onların. İkisi de biraz aksi ve inatçı adamlardır.”
“İsmi nedir dayınızın?”
“Necati Poyraz yani o da genç sayılmaz artık, 66 oldu.”
Başkomiser İlhami Tuna iri kafasını sallayarak ellerini belinde birleştirdi. “Tamam Oktay Bey. Arkadaşlar yazılı ifadenizi alacaklar. Ayrıca tükürük ve parmak izi örneği de alacağız sizden.”
“Tabii nasıl isterseniz.”
Burada yapılacak bir şey kalmamıştı. Fırat Komiser ve amiri Alpay’ı olay yerinde bırakarak Oktay Beyi de alarak merkeze döndüler. Kamuran Beyin tek oğlu Necati Poyraz da ertesi gün merkeze gelip ifadesini verecekti.
***
İki gün sonra Fırat yakın arkadaşı Tolga’nın evinde caddeyi gören pencerenin kenarında dışarı bakıyordu. Tolga Ateş iki sene öncesine kadar İlhami Başkomiserin emrinde cinayet masasında bir komiserdi. Ancak karısının öldürülmesi ile sonuçlanan o uğursuz olaydan sonra kısa süreli bir travma geçirmiş ve istifa etmişti. Şu sıralar da polislerin tıkandığı olaylarda bir tür danışman olarak çalışıyordu. Müşterileri de genelde isminin duyulmasını istemeyen kimseler olurdu.
“Bu kadar yüksekte tırsmıyor musun oğlum sen?” diye sordu Fırat.
“Üzerimde üç kat daha var,” diyen Tolga gülümseyerek salona geçti. Fırat’ın keyfi yoktu hiç bugün. Sıkıntılı bir nefes alarak pencerenin kenarından ayrılıp o da Tolga gibi salona geçti. Tekli bir koltuğa oturup kafasını arkaya dayadı.
Tolga elindeki fincanı arkadaşının önüne bıraktı. “Ne oldu, keyfin yok?”
Fırat boşver gibisinden bir el hareketi yaptı ancak konuşmadı. Tolga sırıtarak devam etti. “Acemi hırsızı tutuklamışsınız?”
Fırat Tolga’nın ikram ettiği sade kahvesinden büyük bir yudum alırken dayanamayarak sırıttı. “Acemi hırsız ha? Evet hakikaten de güzel isimmiş.” Sonra yine ciddileşerek devam etti. “Çoktan tutukladık zaten. Başkomiser olaya inanmadığı için savcıyı oyalayıp duruyor ama artık kaçacak yer kalmadı. Ek gözaltı süresi de yarın bitiyor.”
“Amirim olaya inanmıyorsa kesin arkasında başka bir şeyler vardır.”
“Vardır, belki vardır da öldürülen adam eski ağır ceza hâkimi. Yukarıdakiler durmadan baskı yapıyorlar adama. Her gün telefon geliyor. Dosyayı verin savcıya kapansın bu konu diye. Televizyonlara çıkıp katili bulduk diye hava atacaklar ya!”
“İlhami amirim pabuç bırakmaz onlara.”
Fırat aklına geldiğinden midir bilinmez gülmeye başladı. Tolga, arkadaşının kısa da olsa kahkahasının bitmesini bekledi. Fırat’ın gülmesinden olsa gerek o da sırıtıyordu.
“Ne oldu yine?”
“Yahu aklıma geldikçe… Dün müdürü azarlıyordu oğlum adam. Vallahi korkuyorum artık ben bu adamdan.”
“Biliyorum ben o müdürü. Amirimin alt sınıfındaymış. Arkasından demediğini bırakmazdı. Hatta bir sürü şeyi ben ona öğrettim derdi ya, bilmezmiş gibi sen de. Ayrıca İlhami Başkomisere iki defa müdürlük verdiler kendisi gitmedi. Yani o kadar da olsun artık.”
“İyi de basbayağı azarlıyordu adamı. Koskoca müdür ne de olsa.” Susarak biraz daha kahve içti. “Neyse aslında son çare sana geldim kardeşim. İlhami Başkomiserim de onayladı. Belki bize yardım edebilirsin.”
Tolga kaşlarını çatarak kafasını salladı. “Acemi hırsız davası değil mi? Size yardım etmek isterim tabii. Hatta olayı da biliyorum az çok ama dünden beri düşünüyorum. Eğer Gazi’nin masum olduğuna inanıyorsak o zaman başka birisi adamı öldürmüş olmalı.”
“Evet bunu çok düşündüm. Adam zengindi. Miras yüzünden iki şüpheli var. Biri adamın oğlu Necati Poyraz ve torunu yani ölmüş kızının oğlu olan Oktay Yıkılmaz. Necati Bey 66 yaşında huysuz ihtiyarın teki ama sağlıklı gözüktü bana. Babamla anlaşamazdık hiç dedi, araları iyi değilmiş. O da babası gibi hukuk fakültesi mezunu ancak avukatlık yapmış zamanında. Şu anda emekliymiş. Ancak pek paraya ihtiyacı yok gibiydi. Adamın evine bizzat ben gittim, lüks bir evde yaşıyor. Karısı ölmüş. Bir oğlu ve gelini iki de torunu var ancak oğlu Selim Poyraz ve ailesi İngiltere’de yaşıyorlar. Onları listeden silebiliriz. Necati Bey cinayet gecesi evdeymiş. Yalnız yaşadığı için ispatı yok. Torununa gelince, Oktay Yıkılmaz Bakırköy’de oturuyor. Evli ancak çocuğu yok. Genç, temiz yüzlü bir adam. O da evdeymiş ancak şahidi yok. Karısını birkaç günlüğüne kayınvalidesinin yanına göndermiş. Cinayet gecesi evde yalnızmış o da.”
“Başka şüpheli var mı?”
“Bir de yakın zamanda kovduğu bir bahçıvanı var. Adı Nihat Yağlı. Genç bir adam dediğine göre Kamuran Bey durduk yerde buna bağırıp çağırmış ve kovmuş. Parasını da vermemiş. İki hafta önce olmuş bu olay. Nihat iki defa adamın evine gelmiş parasını istemeye ama Kamuran Bey kapıyı bile açmamış. Adamı merkeze alıp sorguladık her ihtimale karşı. Ödü patlamıştı. Sorgu odasında kekeleyip durdu.”
“Onun şahidi var mı?”
“Yok sayılır. Zeytinburnu’nda yaşlı annesiyle beraber oturuyor, bekâr. Gece dışarı çıkmışsa bile annesine duyurmadan yapmış olabilir. Kadın yaşlı ve hasta zaten. Her akşam erkenden de yatarmış genelde.”
Fırat dikkatle arkadaşını izlerken Tolga işaret parmağını dudaklarına vurarak düşünüyordu. Yaklaşık yarım dakika sonra işin muhakemesine geçti.
“Deliller tarafından bakarsak işe başka birinin karıştığını gösteren bir işaret yok ortada, değil mi? Kamuran Bey’in ölüm saati belli, ölüm nedeni belli, kalbinden bıçaklanmış, ne bileyim başka bir yerde öldürülüp salona getirilmemiş, salonda öldürülmüş… Bıçağın üzerinde Gazi’nin parmak izleri var. Üzerinde Kamuran Bey’in kanı var. Şamdanın üzerindeki kan ve saç da Gazi’nin. Öyle değil mi, sen söylemiştin. Sonra şamdanın üzerindeki parmak izleri de Kamuran Bey’in.”
“Evet, tamamen öyle. Kamuran elindeki o ağır şamdanla Gazi’ye iki defa vurmuş, Gazi de onu bıçaklamış. Öyle gözüküyor ama parmak izleri ayarlanabilir biliyorsun. Katil zaten baygın olan adamın eline sustalıyı tutturabilirdi.”
“Parmak izlerini ayarlayabilir ama kan izlerini nasıl ayarlayacak?”
“Evet, o imkânsız gibi. Gazi’nin hastane kayıtlarında kafasının filmi çekilmiş. Kafadaki zedelenme şamdanın çıkıntılı yüzeyiyle bire bir örtüştü.” Fırat derin bir nefes alarak devam etti. “Evde herhangi bir boğuşma da olmamış. Etraf dağılmamış sadece telefon ahizesi yerinde değildi, kablosunun ucunda yere doğru sallanıyordu. Ayrıca Kamuran’ın kanı hemen yanındaki telefonun üzerinde durduğu sehpaya sıçramış. Kanın fışkırmasına göre bulunduğu yerde bıçaklandığı kesin. Ayrıca ölüm saati neredeyse dakikası dakikasına belli. Biliyorsun yaşlı adam evimde biri var diyerek polisi aramış.”
“Sizinkiler ihbarı saat kaçta almıştı?”
“Polis ihbar hattına saat gece biri kırk bir geçe ihbar gelmiş. Konuşma kısa sürmüş. Telefondaki adını vermiş evimde biri var demiş sonra kapanmış. Adresini vermemiş sadece Yeşilköy’deki evimdeyim demiş. Bizimkiler kısa bir araştırmada Kamuran Poyraz adlı emekli bir hâkimin hakikaten de Yeşilköy’de yaşadığını öğrenmişler. Karakol polisine haber vermişler. Polis eve gidip kapıyı kırıyor ve saat iki olmadan adamı ölmüş, Gazi’yi de yerde baygın olarak buluyorlar işte.”
“Şöyle yapalım. Kafamıza takılan sorulara mantıklı cevaplar arayalım. Bulduklarımızı geçelim, bulamadıklarımız üzerinden düşünelim.”
“Tamam kardeşim, burada patron sensin. Başla bakalım?”
“Birincisi doksan yaşında, bir altmış beş boyunda ve zayıf, naif bir adam olan Kamuran Bey; iriyarı, 1.85 boyunda ve genç bir adamın kafasına o ağır demir şamdanı nasıl indirmiş olabilir? Üstelik iki defa bıçaklanmışken.”
“Alpay can havliyle vurmuştur diyor.”
Tolga sırıtarak elini şöyle bir salladı. “Her zamanki Alpay işte… Neyse ikinciye geçelim. Madem Kamuran Bey evde birinin olduğunu duydu neden odasındaki cep telefonundan polisi aramadı da aşağıya indi. Neden aşağıdaki telefondan aradı? Ahizenin üzerinde parmak izi var mıydı?”
“Hayır silinmişti.”
“Silinmişti demek, ilginç. Bak bunu bilmiyordum ben. Sana da saçma gelmiyor mu?”
“Hangi birinden bahsediyorsun ki? Olay baştan aşağıya saçma zaten.”
“Katil ya da Gazi neden ahizenin üzerindeki izleri sildi? Ayrıca ne zaman sildi? Zamanı yoktu ki! Kamuran onu görünce veya Gazi Kamuran’ı görünce ona doğru hamle yapmış ve bıçağı saplamış olmalı. Herhalde oturup muhabbet etmediler. Bıçağı yiyen Kamuran da eline geçirdiği demir şamdanı alıp adamın kafasına iki defa vurdu. Gazi düşüp bayılırken Kamuran da öldü… Adam uyanmadan zaten polisler eve baskın yaptı. Parmak izleri ne ara silindi peki?”
“Evet, saçma gözüküyor. Belki de Kamuran Bey farkında olmadan silmiştir. Pijaması telefona sürtünmüştür silinmiştir belki, olamaz mı?” Fırat saçmaladığını düşünerek sustu.
“Başka yerde paralel hat yok, değil mi?”
“Hayır sadece salonda bir tane sabit hat var. Ayrıca şunu da söyleyeyim konuşmayı Telekomdan sordurduk. Gece saat 01.41’de Kamuran Bey’in sabit hattından 155 aranmış. Kesin bu.”
“Bu da olayı daha da ilginç bir hale getiriyor. Neyse bunu da sonradan düşünmek üzere şimdilik geçiyorum. Üçüncüsü baştan beri kafama takılan bir soru. Gazi’nin eldivenleri yok muydu? Artık 5 yaşındaki çocuk bile eldivensiz hırsız olmadığını bilir.”
“Bunu Gazi’ye sorduk. Adam elimde eldiven vardı diye ısrar ediyor. Hatta başında da siyah beresi varmış. Eve girince bereyi çıkarıp cebine atmış. Aslında doğru olabilir çünkü mutfak penceresinde hiç parmak izi bulamadık.”
“Yani içeri girerken beresi ve eldiveni vardı. İçeride mi çıkarmış?”
“Beremi çıkardım ama eldivenlerimi çıkarmadım diyor. Polisler geldiğinde eldivenleri yokmuş ama. Bizim Musa adlı memur adamı ben kelepçeledim ağabey elinde eldiven falan yoktu diye yemin etti bana. Gazi yalan söylüyor da olabilir.”
“Bu konuda yalan söylemesi için bir sebebi var mı sence?”
“Yok gibi duruyor.”
“Neyse devam edelim dördüncü önemli nokta da şu: Kamuran’ın odasındaki kasa açık olduğuna göre hırsız işini bitirmiş parayı almıştı. Zaten cebindeki para bunu doğruluyor. Peki neden evden hemen gitmedi? Kamuran onu yatak odasında fark ettiyse yanındaki komodinin üzerindeki cep telefonuyla neden aramadı da salona inip sabit telefondan aramaya kalktı?”
“Belki de evde başka değerli bir şeyler bulurum diye hemen gitmemiş olabilir. Bu sırada gürültü yapınca Kamuran uyandı. Kasayı açık ve boş görünce aşağıya indi.”
Tolga arkadaşının lafını sertçe kesti. “İşte bu! Uyandı kasayı boş ve açık gördü. Bu durumda hemen yanındaki komodinin üzerinde duran cep telefonundan polisi veya oğlunu araması gerekmez miydi?”
“Emin olamamış olabilir. Bir kontrol edeyim diyerek aşağıya inmiştir.”
“Aşağıda emin oldu o zaman. Çünkü biri kırk geçe sabit telefon hattından 155’i arayarak ‘Evimde biri var, Ben emekli ağır ceza hakimi Kamuran Poyraz çabuk gelin’ deyip telefonu birden kapattığına göre.”
Fırat dudaklarını büzerek başını yana eğdi. Bu hareket, herhalde olabilir demekti. Tolga üzerinde durmadı.
“Beşinci önemli nokta kasadaki olmayan parmak izleri… Gazi akıllılık edip kasadaki numaralar üzerindeki parmak izlerini silmiş. Veya onun da iddia ettiği gibi elinde eldiven olduğundan kasada parmak izi bırakmadı.”
“Senin bir konuya kafanı takmanı iyi bilirim Tolga. Çoğu zaman da haklı olduğun ortaya çıkar ama bu konuyu fazla uzattın gibi geliyor bana. Bence Gazi’nin eldiveni vardı. Pencereyi iterken de kasayı soyarken de eldivenliydi. Sonra aşağıya inince bir şey oldu ve eldivenini çıkardı. Bize de çıkarmadım diyerek yalan söylüyor. Tamam yalan söylemesi için bir sebep yok haklısın ama bazen bilirsin işte suçlular akla hayale gelmeyecek saçmalıklar, hatalar yaparlar.”
“Tamam işte ben de onu diyorum. Adamın doğru söylediğini varsayalım. Ne oldu da eldivenleri çıkardı? Neyse o zaman bunu da aklımızın köşesine yazalım. Sırada ne var?”
“Sanırım bütün olayları konuştuk. Aklıma başka bir şey gelmiyor.”
“Ya adamın sorgusu? Gazi ne diyor?”
Fırat hiç itiraz etmedi. “Sorgusunu bizzat ben yaptım. Adam herşeyi inkâr etti. Hırsızlık için eve girdiğini kabul ediyor ancak kimseyi öldürmedim ben diye tekrarlayıp durdu. Ne yaptıysak da bir itiraf alamadık. Paradan haberi olmadığını söyledi, adamın yatak odasına hiç çıkmamış bile. Salona girmiş etrafa bakarken biri başına sert bir şeyle vurmuş. Vuranı görmemiş ama hemen de bayılmamış. Sendeleyip yere düşmüş, sonra başına bir kere daha vurulmuş. Gözünü açtığında kelepçeli bir haldeymiş.”
Tolga kaşlarını alnının ortasına kadar kaldırarak kollarını birleştirdi ve arkasına yaslandı. “Ne inanılmayacak bir hikâye.”
“Yani…”
“İşte bu yüzden de doğru olabilir,” Tolga sırıtıyordu.
Fırat da gülümsedi. “Yine başlama Allah aşkına ya. Yarın son gün diyorum. Öbür gün vereceğiz savcıya artık adamı.”
“Belki de o öldürmüştür.”
“O da olabilir tabii ama nedense bana o değilmiş gibi geliyor.”
Tolga ayaklandı. “Bana da!” Sonra Fırat’ın bir şey demesine kalmadan devamını getirdi. “Gazi ile görüşmem mümkün mü?”
Fırat’ın gözleri büyüdü. “Manyak mısın oğlum sen?”
“Haydi ama… İlhami Başkomiserimin haberi var dedin ya. O isterse görüşebilirim. Merak etme sadece tek bir soru soracağım.”
Fırat da ayaklanarak montunu kaptı. “Kahve için teşekkürler. Amirimin haberi var tabii buraya geldiğimden ama resmi bir kurumda suçlu ile görüşme ayarlamanın imkânı yok. Bir duyulursa hepimizi açığa alırlar. Ne soracaksan bana söyle ben ileteyim?”
Tolga düşündü bir süre. Sonra kafasını salladı. Bu sırada gitmek için kapıya doğru yürüyen arkadaşına yetişerek omzuna dokundu.
“Tamam anlaştık. İyi dinle. Gazi’ye Kamuran Bey’in varlığını nasıl duyduğunu, eve nasıl bu kadar kolay girdiğini, kasada nakit parasının olup olmadığını nasıl bildiğini sormanı istiyorum.”
Fırat kaşlarını çatmış kapının dibinde dikiliyordu. Birkaç defa gözlerini kırpıştırdı. Tekrar etti. “Ona Kamuran Bey’den nasıl haberinin olduğunu mu soracağım?”
“Evet, adam Ümraniye’de oturuyor. İstanbul’un diğer ucu Yeşilköy’de oturan Kamuran Bey’in evde yalnız yaşadığını, kasada nakit parası olduğundan nasıl haberinin olduğunu, hatta mutfak penceresinden girmesi gerektiğini nasıl bildiğini soracaksın, bu kadar.”
Fırat bir süre daha düşündü. Sonra dudaklarını büzerek omuzlarını silkti. Kapıyı açan arkadaşına yalapşap bir selam verdikten sonra asansöre yürüdü.
“Nasıl istersen, benden haber bekle.”
***
Ertesi gün öğlen saatlerinde telefonu çalan Tolga ekranda Fırat arıyor yazısını görünce hemen açtı.
“Alo? Evet söyle bakalım sordun mu?”
“Evet sordum. Gazi bunları tesadüfen duyduğunu söyledi. Semtindeki ganyan bayiinde tuvaletteyken bir adamın sesini duymuş, adam telefonda konuşuyormuş. Kamuran Bey’in adını adresini, mutfak penceresinin bozuk olduğunu ve hep açık kaldığını, yatak odasındaki kasada iki milyon nakit olduğunu ve kasanın şifresinin de adamın doğum yılı olduğunu söylemiş konuştuğu kişiye. Şansa duydum ben dedi Gazi. Hatta telefonla konuşan kişi, Kamuran Bey’in cuma günü memleketine gideceğini evin boş olduğunu da söylemiş. Telefondaki, karşısındaki adama ben bu işlerde yokum diyormuş, eve girmek istemiyormuş sanırım. Ancak karşısındaki adam zorlamış herhalde, tamam o zaman cuma akşamı bu konuyu konuşalım, cumartesi gecesi için bir plan yaparız demiş en sonunda. Gazi de bu yüzden ben de elimi çabuk tutup onlardan önce eve girmeyi düşündüm dedi. Bu yüzden cuma gecesini seçmiş.”
“Telefondaki Kamuran’ın memleketine gideceğini ve kasasında iki milyon nakit tuttuğunu söylemiş demek…”
“Evet ama bu konularda yanılmış. Kasada iki milyon falan yoktu. Adam son aylarda hiç nakit çekmemiş hesabından. Araştırdık. Zaten genelde nakit çekmezmiş, ancak ihtiyacı olanını çekermiş. Adamın bankada hakikaten iki milyondan fazla nakdi var. Sonra adamın oğlunun ve torununun da Kamuran Bey’in hafta sonu için bir yerlere gitmeyi planladığından falan haberleri yokmuş. Hatta oğlu, babasının bir yere gitmeyeceğinden emin olduğunu söyledi.”
“Yani babasıyla hiç anlaşamayan şu huysuz Necati Poyraz?”
“Evet. Herhalde adamdan şüphelenmiyorsun? Adam 66 yaşında.”
“Ama sağlıklıymış, sen dedin.”
“Evet ama… Yani…”
“Tamam, tamam kendini zorlama. Necati Poyraz emekli avukat dedin, torunu Oktay Bey ne iş yapıyor?”
“Derici Holding’te İnsan kaynakları bölümünde çalışıyormuş adam.”
“Yani zengin değil.”
“Evet, değil. Kendi yağında kavrulan biri.”
“Tamam Fırat, bir yere uğramam gerekiyor görüşürüz.” Fırat bir şeyler daha soruyordu ancak Tolga onu dinlemeden kapatmıştı telefonu. Düşünmesi gerekiyordu. Ufak bir ipucu yakalamıştı. Eğer düşündüğü gerçekten olmuşsa katili biliyordu. Akşama kadar sağda solda dolaştı. Gece boyunca da düşündü. Olmayacak bir şey değildi ama Allah kahretsin kanıtı yoktu.
Ertesi gün erkenden Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Amirliği’ne geldi. Kapıda tüfekle nöbet bekleyen memurlar biraz şüpheyle yaklaşsalar da İlhami Tuna’nın ismini verip yukarıdan da onay aldıktan sonra ancak içeri aldılar.
Tolga eski amirinin odasına girdiğinde saat daha on bile olmamıştı. Gür bir ses “Geeeel!” diye bağırınca odaya girdi.
Kocaman kıpkırmızı suratlı, beyaz tenli, sarıya çalan beyaz saçlı, iri yarı bir adam kafasını kaldırarak gelene baktı. Tolga’yı tanıyınca açık mavi gözleri büyüdü.
“Bir şey bulamadıysan çizerim seni! Bugün acemi hırsızı savcıya veriyorum artık!”
“Amirim, olayı çözdüm sanıyorum ancak kanıtım yok.”
İlhami’nin kaşları alnının ortasına kadar kalktı bu sefer de. “Gel ulan gel, siktir et şimdi kanıtı. Anlat çabuk…”
“Katil Gazi değil. Adamın dedikleri doğru. Yani Kamuran’ın evine hırsızlık amacıyla girmiş ama onu öldürmemiş, imkânı yok bunun. Katil Gazi’nin o akşam Kamuran’ın evine gireceğini biliyordu. Peşinden gitti. Mutfak penceresi bozuk falan da değildi. Katil onu mahsus Gazi içeri girebilsin diye açık bıraktı.”
“Nasıl yani, ortaklar mıydı?”
“Hayır, hayır alakası yok. Katil Kamuran’ın evine girip çıkan biriydi. Büyük ihtimal anahtarı bile vardı. Pencereyi açık bıraktı, Gazi’nin oradan gireceğini biliyordu.”
“Lan manyak mısın nereden bilecek bunu?”
“Çünkü ona söyledi…”
İlhami mavi gözlerini kırpıştırarak karşısındaki heyecansız bir sesle konuşan adama baktı. Yıllarca emrinde çalışmış bu hafif uzun saçlı yeşil gözlü adamı zaten polisken de hiç anlayamazdı.
“Ne demek ona söyledi? Nasıl söyledi?”
“Durun amirim, anlatıyorum. Gazi’nin ganyan bayisinin tuvaletinde duydukları, planın bir parçasıydı. Yani Gazi’nin yüzünü hiç görmediği tuvalette konuşan adam katildi.”
“Ha siktir lan!”
“Evet. Katil Gazi’yi seçti çünkü adam eski sabıkalıydı üstelik hırsızlıktan. Yakalanınca kimsenin ona inanmayacağını biliyordu. Düşünsenize hırsızlıktan hüküm yemiş adama kim inanır? Böylece planını yaptı. Gazi’nin duyması için mahsus adamın peşinden tuvalete girdi ve o ilginç konuşmayı yaptı. Kamuran’dan, yalnız yaşadığından, kasasındaki nakit paradan ve mutfak penceresinin itilince hemen açıldığından bahsetti. Sadece adamın hafta sonu evde olmaması ve kasadaki paranın miktarı konusunda yalan söyledi. Bilerek kasada iki milyon nakit var ve de evde kimse yok dedi ki Gazi’yi iyice iştahlandırdı. Gazi, tesadüfen duyduğunu sandığı konuşma yüzünden hakikaten de umutlandı. Son bir iş daha yaparım diye düşündü. Ve eve girmeye karar verdi. Katil de bunu istiyordu zaten.”
“Yani suçu Gazi’ye atmak için mi?”
“Evet. Ortada bir ceset ve cinayet olması demek bir katil olması gerektiği sonucunu doğurur öyle değil mi? Katil de bir şüpheli yarattı. Bu da Gazi’ydi.”
“Ulan nefret ediyorum böyle karışık cinayetlerden be! Bana bak Tolga şu işi baştan tane tane anlat bana çıldırtma adamı!”
“Emredersiniz. Şimdi katil suçu atacağı adamı seçmişti, onu eve getirtecek peyniri de kapana koymuştu. Yapması gereken en zor işi halletmişti. Gece Kamuran’ın evine gitti. Adamın yatmasını bekledi. Zaten adam en geç on bir buçukta yatıyordu. Yattıktan sonra eve girdi, anahtarı vardı sanıyorum. Mutfak penceresine giderek açık bıraktı ve Gazi’yi beklemeye başladı. Gazi, saat 01.30 civarında geldi. Mutfak penceresini iterek açtı ve içeri girdi. Elinde eldivenler vardı bu yüzden parmak izi bırakmadı. Gazi salona girince katil arkasından yaklaştı. Demir şamdanla kafasına vurdu fakat Gazi oldukça sağlam ve yapılı bir adam. İlk vuruşta yıkılmadı. Sersemledi, arkasını dönmeye çalıştı. Bunun üzerine katil bir defa daha vurdu. Bu seferki vuruş kulağının üzerinde alnına yakın bir yere geldi. Gazi nihayet bayıldı.
Katilin ilk işi adamın eldivenlerini çıkartarak cebine atmak oldu. Sonra yukarı çıktı. Kamuran Bey uyuyordu. Adamın cep telefonunu aldı cebine attı. Sonra bir yere gizlenip kapıya vurdu, ses çıkardı. Kamuran’ı uyandırdı. Telaşla yataktan kalkan yaşlı adam, cep telefonunu aradı ancak bulamadı. Komodinin üzerinde yoktu. Bir yerlerde unuttuğunu sandı. Son çare yatak odasından çıkıp aşağıya indi. Ve salonda yerde siyahlar içinde, hiç tanımadığı, baygın bir adam buldu. Bu sırada katil birden ortaya çıkarak emekli hakimi bıçakladı. Kanı telefon sehpasına sıçrayan Kamuran hemen öldü.”
“Sonra da polise telefon etti öyle mi?”
“Aynen öyle.”
“Neden peki?”
“Çünkü Gazi uyanmadan polisin gelmesi gerekiyordu ki Gazi, suçüstü yakalanabilsin?”
“Vay uyanık kereste!”
“Evet, katil gerçekten iyi bir cinayet planı yapmış. Neyse devam edelim. Elinde eldivenler vardı, telefon ahizesinin üzerindeki izleri bozmayacağını düşündü. Ama aynı gün gündelikçi kadının telefonun tozunu iyice aldığını bilemezdi tabii. Telefonda önceden Kamuran Beyin bıraktığı izler temizlenmişti. Katil eldivenli elleriyle telefona dokunduğu için telefon tertemiz kaldı. Bu yüzden telefon ahizesinde veya numaraların üzerinde parmak izi bulamadınız.”
“Devam et.”
“Polis imdat hattını arayıp, ‘Ben emekli ağır ceza hâkimi Kamuran Poyraz, Yeşilköy’deki evimdeyim. Burada biri var hemen gelin çabuk’ dedi ve telefonu kapattı. Sesi anlaşılmasın diye mendille telefonun ağızlığını kapatmış olabilir. Polisin Kamuran’ın izini bulup gelmesi en fazla on dakika sürerdi. Bu yüzden acele etti. Yukarıya çıkarak önce Kamuran’ın cep telefonunu aldığı yere bıraktı, sonra şifresini bildiği kasayı açtı içindeki paraları artık ne kadar varsa hepsini aldı. Beş bin Türk lirası vardı. Zaten katil kasada ne kadar olduğunu bilmiyordu önemli değildi miktarı. Gazi kasada iki milyon olduğunu duymuştum dese bile kimsenin ona inanmayacağını biliyordu. Paraları Gazi’nin ceplerine sıkıştırdı. Sonra Gazi’yi hafifçe sürükleyerek telefonun yanına, Kamuran’ın yakınına bıraktı. Ahizeyi de açık halde yere doğru sallandırdı. Sanki Kamuran Bey telefon ederken Gazi onu görmüş ve bıçaklamış, ahize de yere yuvarlanmıştı. Olup bitenlerin bu şekilde gerçekleştiğinin kabul edileceğini düşündü. Tek hatası da bu oldu sanırım. Nasıl olsa ahizede daha önceden kalan Kamuran’ın parmak izi vardır diye tahmin etmişti. Şamdanı ve bıçağı sildi. Şamdanı Kamuran’ın eline, bıçağı da Gazi’nin eline tutuşturdu. Sonra da evden çıkıp gitti.”
İlhami Başkomiser uzun bir süre Tolga’nın kararlı yüzüne baktı. Bir iki defa yutkundu. Tolga’nın söylediklerini kafasında tartıyordu. Sonunda konuştu.
“Haklı olabilirsin ama hiç kanıt yokmuş.”
“Bunu da çok düşündüm amirim. Birkaç ihtimal var. Mesela ihbar kayıtlarını incelettirebilirsiniz. Derin ses analizinde belki Kamuran’ın sesi olmadığı anlaşılır. Salonun ortalarında detaylı bir kan araması yapabilirsiniz. Belki katil adamın kafasına vurduğunda kanı yere sıçramış olabilir. Sonra belki kâğıt para üzerinde de parmak izi ve DNA taraması yapmalısınız. Gazi’nin izlerini asla bulamayacaksınız. Bir şey daha var ama bilmiyorum işe yarar mı?”
“Nedir?”
“Belki Gazi, katilin sesini tanıyabilir. Yani ona dinletirseniz…”
“Adam güvenilmez. Cinayet suçundan kurtulacağını düşünerek emin olmasa bile duyduğu ilk sesin sahibinin o tuvaletteki adam olduğunu söyleyebilir.”
“Evet maalesef böyle bir ihtimal de var.”
“Peki katil kim?”
“Sizce katil Gazi’yi nasıl seçti amirim? Nerede buldu?”
“Lan oğlum yorma beni, sinirleniyorum bak! Güzel güzel söyle şu katili…”
“Zaten bu iki soru birbiriyle bağlantılı amirim. Yani katil Gazi’yi nasıl buldu, nasıl seçti sorusunun cevabını bulunca katili de buldum.”
Başkomiser derin bir nefes alarak dişlerini sıktı. Mavi gözlerini kocaman açmıştı. Tolga onun bu hallerini bildiğinden hemen lafa girdi.
“Tamam, tamam anlatıyorum amirim sinirlenmeyin. Gazi bir hafta kadar önce Derici Holding’e iş başvurusunda bulunmuş, güvenlik görevliliği için ancak kabul edilmemiş.”
“Ee ne alaka?”
“Kamuran’ın torunu Oktay Yıkılmaz aynı holdingin insan kaynaklarında çalışıyor. Katil o. Adamın eski sabıkalı bir hırsız olduğunu da bu sayede öğrenmiş. Bunu öğrenince bu planı kurdu. Büyük ihtimal uzun zamandır dedesini öldürmeyi düşünüyordu. Adamın mirasına ihtiyacı vardı. Bu iş başvurusu ona belki de aylardır beklediği fırsatı karşısına çıkardı o da bunu değerlendirdi.”
“İş başvurusu sebebiyle adını, adresini öğrendiği adamı izledi, yalnız bir anını yakalamayı bekledi. Tuvalete girdiğini görünce de peşinden girip önceden planladığı konuşmayı yaptı, adamın duymasını sağladı.”
“Aynen öyle, sonrası zaten kolay. Uzun zamandır işsiz ve paraya ihtiyacı olan, üstelik yapacağı işin çok basit olduğunu düşünen eski hırsız Gazi’nin zayıf tarafı ağır bastı. Hemen eve girmeyi düşündü.”
Başkomiser derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. “İyi de tüm bunları nasıl ispat edeceğiz?”
“Dediğim gibi bazı şeyler yapılabilir ama en sağlamı Oktay’ı sıkıştırıp itiraf etmesini sağlamak.”
Başkomiser olmayan sakallarının çevrelediği çenesini ovuşturarak kafasını sallıyordu. Sonunda birden sırıtmaya başladı. Tolga bu gülümsemeyi iyi bilirdi.
“Tamam. Sen bu işi bize bırak artık,” dedi Başkomiser. “Ben halledeceğim.”
Tolga, amirim hallederim derse halleder diye düşünerek gönül rahatlığıyla ayrıldı merkezden. Hakikaten de işin kokusu üç günde çıktı. Fırat’tan öğrendiğine göre, İlhami Başkomiser önderliğinde polis, en sonunda sağlam bir itiraf almayı başarmıştı. Tolga, önce sorguda konuşturmuş olabileceklerini düşündü ama İlhami amiri her ne kadar biraz küfürbaz ve sert bir adam olsa da sanıklara sorguda çizgiyi aşan şekilde davranmazdı. Yine Fırat’tan öğrendiğine göre, telefon kaydına derin bir ses analizi yapmışlar ve sesin Kamuran Bey’e ait olmadığını kanıtlamışlardı. Ayrıca büyük tesadüf eseri Kamuran Bey’in komşusu bir adam o gece uyuyamamış, balkona çıkmış ve gece iki sularında Oktay Bey’i evden çıkarken görmüştü. Komşu, Oktay Bey’i daha önceden de birçok kez gördüğü için o olduğundan emindi. Bu son sarsılmaz delilden sonra da Oktay Bey suçunu itiraf etmişti.
Gazi de yargılanacaktı elbette ama bu olayda asıl mağdur olduğu ispatlanabilirse az bir ceza ile kurtulur diyordu Fırat. Bu işten de alnımızın akıyla çıktık kardeşim diyerek de konuşmayı sonlandırmıştı.
Evet bir kere daha adalet yerini bulmuş masumlar aklanmış suçlular cezasını çekmişti. Ama bu ne ilk ne de sondu. Bu şehrin ne suçu biterdi ne de olayı.
Tolga’nın düşünceleri telefonunun melodisiyle bozuldu. Oldukça heyecanlı ve sinirli olduğu anlaşılan bir kadın, biraz da tiz bir sesle, çok müşkül durumda olduğunu ve ne yapacağını bilemediğini anlatıyordu. Bu iş ayyuka çıkmadan halledilmeli diyor ve acil bir randevu talep ediyordu. Yaklaşık iki dakika aynı tiz sesle bağırarak ve söylenerek konuştuktan sonra, “Bunu ancak siz çözebilirsiniz Tolga Bey!” diyerek laflarını bitirdi.
Tolga derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.
Evet, bu şehrin suçu da bitmezdi, olayı da…