Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

ÇAPRAZ

Diğer Yazılar

Esra Gürel Şen
Esra Gürel Şen
1959 Yılında Kütahya’da dünyaya geldim. İlk, Orta ve Lise öğrenimimi aynı şehirde tamamladım. Üniversiteyi şu anda Anadolu Üniversitesi olan Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesinde okuyarak 1981 yılında bu okuldan mezun oldum. Yirmi yıllık devlet memuriyeti görevimi 2004 yılında emekli olarak tamamladım. Emeklilik sonrası hiç ara vermeden Kosgeb’ te uzman ve çeşitli özel şirketlerde Kalite Yönetim Temsilcisi olarak çalıştım. 2017 yılının Ekim ayında çalışma hayatımı noktalandırdım. Ankara’da ikamet ediyorum, evliyim ve iki kız çocuğum var. Kendimi bildim bileli okumak ve yazmak benim için vazgeçilmez bir uğraş oldu. Şiirlerle başladığım yazı macerama öykülerle devam ettim. Polisiye öyküler yazmayı özellikle çok seviyorum. Son olarak bir ailenin çatısı altında toplanmış kadınlarının 1890’lı yıllardan 2000’li yıllara uzanan hayat maceralarını içeren bir roman tamamladım. Zaman zaman yazdığım öyküler çeşitli internet sitelerinde yayınlandı ancak benim de arzum elbette yazdığım öykü ve romanların kitap halinde okuyuculara ulaşması. Bundan sonra da ömrüm yettiği sürece okumaya, yazamaya ve üretmeye devam edeceğim.

Dizleri çıkmış, dar, rengi siyahtan kurşuniye dönmüş kanvas pantolonla maviye yakın koyu gri gömlek giymiş kirli sakallı adam, koluna taktığı metal bileklikleri şıngırdatarak ikide bir kalın çerçeveli çirkin gözlüklerini düzeltiyor, ayakkabıları sıkıyormuş gibi sık sık ayaklarını birbiri üstüne koyup topuktan çekiştiriyordu. Huzursuz ve mutsuz olduğu her hâlinden belliydi. Korkuya yakın bir tedirginlikle etrafına bakıyor, kısa aralıklarla nefes alıp vererek oturduğu yerde durmadan kıpırdanıyordu. Tren hareket edip istasyondan ayrıldığında endişesi biraz azalır gibi oldu. Tam kafasını pencereye çevirmişti ki dizinin üstünde sol avcunda tuttuğu telefon aniden gürültülü bir müzikle çaldı. Adam istemsizce sıçradı. Onunla birlikte tüm vagon irkildi. Telefonu tuhaf bir kararsızlıkla götürdü kulağına. Mutsuz yüzü daha da karardı, gereğinden yüksek, sinirli bir ses tonuyla, ”İyi tamam, öyle olsun. Ben başka bir şey ayarlarım,” dedi. Tam yanında, koridorun diğer tarafındaki tekli koltukta oturan sarışın güzel kadın ve diğer yolcular ona baktılar. Bakışları fark edince daha da öfkelendi, telefonuna gömülüp başka bir numarayı aradı. Bu kez sesi kısıktı, fısır fısır konuşuyor, ne dediği anlaşılmıyordu. Sonunda yüz hatları biraz gevşedi, gözlerine farklı bir bakış yerleşti. Biraz zorlansa rahatlama bile denebilirdi bu ifadeye. Karşı taraftan iyi bir şey duymuş olmalı ki gülümseme benzeri bir mimikle vagondakilerin duyabilecekleri kadar yükseldi sesi birden. Bu kez kınayan bakışlara aldırmadı. “Çok teşekkür ederim. Bunu unutmayacağım,” dedi. Sesinde minnetten çok bir taahhüt var gibiydi. Telefonu kapatıp yeniden sol dizinin üstüne yasladı. Ortamdan izole olma isteğiyle kapattı gözlerini. Parayı bulmuştu ama iş parayla bitmiyordu. ‘Birkaç gün,’ diye geçirdi içinden, ‘sadece birkaç güne ihtiyacım var.’

Arkasındaki koltukta oturan bıyıklı adam kuvvetli bir sesle horladı. Önündeki masalı bölümdeki gençler kıkırdadılar. Sarışın güzel kadın okuduğu kitaptan başını kaldırıp ters ters baktı horlayan adama, uzun boynunu hoş bir kıvrımla saran mavili sarılı fularını düzeltip kitabına döndü. Ne okuduğunu göstermek istercesine yüksekte tutuyordu kitabı. Süslü bir lokomotif resminin altında, “Doğu Ekspresinde Cinayet” yazıyordu kapakta. Biraz önce kıkırdayan gençlerden biri yanındaki arkadaşını dürtüp kitabı gösterdi. Arkadaşı manasız gözlerle baktı.

“Anlamadın mı? Biz de trendeyiz ya. Cinayet filan, ne bileyim… Ya bu bir işaretse ve aramızda bir katil varsa?”

Bir omuz silkişi oldu aldığı cevap. “Hadi katil kim oynayalım,” diye ısrar etti inatla. Bu vagonda bir cinayet işlenmiş olsa, kim katil olurdu? Kızdı arkadaşları. Okul bitmiş evlerine dönüyorlardı. Müzik dinlemek, eğlenmek varken sırası mıydı şimdi cinayetin? Tatil zamanıydı. Delikanlı suratını astı, başını koridora dönüp sustu.

Gençlerin yan tarafında, yüzü adama dönük oturan başörtülü yaşlı kadın, gözlerini dikip öylece baktı gözleri kapalı ama uyumayan adama. Meraktan çok, bir tanıdığına bakar gibiydi. Gözünden bir damla yaş yuvarlandı kadının, buruşmuş yanağının üzerinde gezindi, çenesine süzüldü. Burnunu çekti, bej rengi pardösüsünün cebinden buruşuk bir kâğıt mendil çıkarıp gözlerini sildi. Yaşlılığın bir illeti olmalıydı bu göz yaşarmaları, hiç hoşlanmıyordu bundan. Hep ağlar gibi görünüyor, insanlar da ölen kocasına üzüldüğünü sanıp acıyarak bakıyorlardı yüzüne. Bunu hatırlayınca alaycı bir gülümseme sıyırdı geçti dudaklarını yaşlı kadının. Kahverengi çiçekli eşarbını eliyle çekiştirerek düzeltti, masanın üstündeki siyah el çantasından plastik su şişesini çıkardı, mavi kapağını dikkatle açıp birkaç yudum içti. Şişeyi yerine koyarken ‘Nihayet, çok şükür kurtuldum o edepsiz heriften. Zor oldu ama başardım,’ diye geçirdi içinden. Bir ömür eziyet çekmişti. Önce abisi, sonra kocası canına yetmişlerdi. Abisinin namus takıntısından kurtulduğunu sanıp sevinmişti Zahit’le evlenince ama ne mümkün? İlk isteyeni sayılırdı, anasını göndermişti önce. Kız görmeye gelinirdi eskiden. Zahit’in anası da kız görmeye diye gelmiş, daha kahvesini bitirmeden isteyivermişti onu. “Bir düşünelim,” demişti annesi, “Babasına soralım.” Eh, ona soracak değillerdi ya. Zahit’in anası ikinci kez geldiğinde de verivermişlerdi kolaycacık. Düğündü, gelen gidendi derken önce bir şey anlamadı. Misafirin on yaşındaki oğlunun başını okşadı diye ilk dayağını yediğinde daha on günlük evliydi.

Evliliklerinin ilk yıllarında dışarıdan görünmeyecek diye perdeleri iğneletiyordu Zahit kıskançlığından. Sokağa çıkmak neredeyse imkânsızdı. Kaynanası bile oğlunun öfkesinden yılıp köye kaçmıştı. Eve misafir çağıramaz, kimseyle konuşamazdı. Komşu gelip aşure verse dayak yerdi. Adamın derdi imanı, yatakla kötekti. Onun yatak merakı kadında sekiz hamileliğe sebep olmuş, beşi yaşamış, üçü kötek yüzünden düşmüştü. Tam yaşlandı artık kurtuldum derken düşüp kalçasını kırmış, başına yatalak kalmıştı adam bir de.

Bir sabah banyoda aynaya bakarken fark etti, bir zamanlar meşhur artistlerinkine benzeyen mavi gözlerinin içine çöktüğünü. Feri kaçmış gözlerinin etrafındaki mor halkalar, şiş torbalar, alnındaki, boynundaki çizgiler, saçlarındaki aklar, ‘Bitiyor ömrün!’ diye bağırıyorlardı adeta. İşte o an karar verdi. Çocukluğu abisinin hoyratlığına katlanarak geçmiş, gençliği, kadınlığı şimdi şu yatakta sızlanan çaresiz görünümlü canavar yüzünden heba olmuştu ama hâlâ gözü görüyor, eli tutuyordu. Hayat bitmemişti daha. Bu dünyada ne kadar vakti kaldıysa onu da gezerek geçirecekti. Görmediği yerleri görecek, yemediği yemekleri yiyecek, içmediği suları içecek, evde hapis geçirdiği yılların öcünü yaşayarak alacaktı.

Banyodan çıktı, yatak odasına geçip uyuyan kocasının yüzüne kendi yastığını bastırıverdi. İstedi ki adam ölürken onun kokusunu içine çekerek ölsün, onu öldürenin o olduğunu bilsin. Bir-iki debelendi Zahit ama bırakmadı, ta ki soluksuz kalıp bu dünyadan gidene kadar. Kimse sorgulamadı. Çocuklar, babamız neden öldü demediler. Genç bir doktor geldi, maskesinin ardından şöyle uzaktan baktı. Pandeminin ilk aylarıydı. Sokağa çıkma yasağı yeni başlamıştı. Korkmuştu doktor, yataktaki ölüye yaklaşamamıştı bile. Yaşlılığa bağlı ölüm, diye rapor tuttu, sonra da üç beş kişinin katıldığı bir cenaze merasimiyle gömüverdiler.

Yasakların bittiği günden beri geziyor kadın. Bir ara korkmuş, bu kez de Covid belası onu eve tıkacak sanmış, üzülmüştü ama öyle olmadı. Bitti gitti işte. Ne maske kaldı ne korku. Biniyor trene, o şehir senin bu şehir benim geziyor. “Hastalıktan korkmuyor musun anne?” diyecek oldu küçük oğlu bir kere, “Ben kırk yıl babanla yaşadım, hastalık bana ne yapsın?” aldı cevap olarak.

Arada içine şu karşı koltukta oturan gözlüklü adamınki gibi bir huzursuzluk geliyor, bazen kulağında Zahit’in yastığın altında hıkırdayan sesini duyuyor, uykusunda zaman zaman içine bir dehşet yerleşiyor fakat duymamaya, hissetmemeye çalışıyor. Bütün hesabı öbür dünyaya bıraktı, elbette onun da alacaklı olduğu şeyler olacak orada. Henüz yeryüzündeyken, yeraltına girmeye vakit varken keyfini çıkaracak dünyanın. Zaten o yüzden dikkatini çekti ya gözlüklü adam. Onun gözleri de tıpkı aynada gördüğü kendi mavi gözleri gibi bakıyor. Biraz suçlu, biraz arsız. Anladı kadın, bu dünyada zannettiği kadar yalnız değil. Eh, ne de olsa katil katili bilir, değil mi? Gözünü adamdan ayırıp gözyaşlarını silerken koridorun diğer tarafındaki delikanlıyla göz göze geldi. Tatlılıkla gülümsedi ona. ‘Hadi bul katilini,’ dedi içinden. ‘Bak, tam karşında.’

İstasyona geldiklerinde tren yavaşladı, gözlüklü adam inmek için hareketlendi, koridordan kapıya doğru yürüdü. İstasyonda bekleyen polisleri ilk yaşlı kadın fark etti. Seslenmek istedi adama ama geç kalmıştı. Tekerler tekrar dönmeye başladığında yeniden sildi gözlerini yaşlı kadın, ‘Eh,’ diye geçirdi içinden, ‘Bir suç varsa, mutlaka bir cezası da olacak. Ya bu dünyada ya da öte tarafta.’

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar