‘Günaydın sevgilim, ne güzel bir gün değil mi?
Kahvaltıdan önce biraz daha sevişelim mi?’
Yanı başımda, komodindeki telefonda çalan alarmı susturdum. Her sabah Şebnem Ferah’ın sesiyle güne başlarım. Her ne kadar kimseye itiraf etmesem de, uzun zamandır süregelen yalnızlığıma, bir kadının hoş sesiyle günaydın demesi iyi hissettiriyor. Bunları düşünüp de sabah sabah melankoliye bağlamak, gri bir Şubat sabahında iyi olmayacaktı. Yoksa günüm bok gibi geçiyordu. Hep der ya psikologlar; ‘Ne düşünürsen onu çekersin, pozitif düşün, pozitif yaşa…’ Kolaysa sen düşün! Her gün İstanbul’un herhangi bir yerinde cesetler bul, katillerin peşine düş, sonra ‘pozitif düşün’. Senelerdir görmediğim pislik, öldürme şekli kalmadı. Neyse kalk yataktan Aydın, işe gitmen lazım.
Kahvemi içerken telefonum çaldı. Arayan yardımcım Cemil’di. Bu saatte aradığına göre belli ki bir cinayet vardı.
“Günaydın Cemil.”
“Günaydın abi. Sana bir konum atacağım şimdi, direkt oraya gelirsin.”
“Gönder gelsin.”
Kahvem elimde yatak odasına geçtim. Gardırobumdan lacivert kot pantolonumu seçtim. Üzerine hardal renkli kazağımı giydim. Komodinin çekmecesinden silahımı ve rozetimi aldım. Kahvemden de bir yudum içtim. Banyoda şöyle bir halime baktım. Yine maşallahım vardı. Salondaki sehpanın üzerinden sigaramı, çakmağımı ve Cemil’le konuştuktan sonra koltuğa fırlattığım telefonumu aldım. Ekrana baktım, konum gelmişti. Elimdeki kahve fincanımı mutfağa bıraktım ve kabanımı sırtıma geçirip evden çıktım. Verilen adres Pendik’ti.
Sokağa girince olay yerini bulmak zor olmadı. Apartmanın önünde insanlar birikmişti. İki ekip otosu da apartmanın önündeydi. Hemen ekip otolarının yanına gittim. Apartmanın önünde, soğuktan yaylanarak ısınmaya çalışan memur ikinci kat olduğunu söyledi, çıktım. Daire kapısının önüne konmuş galoşlardan giyerek daireye girdim. Kesif bir kan kokusu vardı. Cemil beni antrede karşıladı.
“Hah, Aydın abi, geldin mi?”
‘Yok, amına koyayım, yoldayım. Geldik, görmüyor musun?’
“Geldim Cemil geldim.”
“Maktul mutfakta abi.”
Kurbanın bulunduğu mutfağa yöneldim. Mutfağın ortasında, yere yığılmış bir erkek bedeni vardı. Adamın alnının ortasından vurulduğu açıkça görülüyordu. Üzerindeki kıyafetler kanla kaplanmış ve kan etrafa yayılmıştı. Saçları dağınık, elleri hala bir şeye tutunmaya çalışır gibi, boşluğa doğru uzanmıştı. Olay yeri inceleme ekipleri, delilleri toplamak için çalışıyordu. Cemil hemen maktulü anlatmaya başladı.
“Kurban Suat Alaş.” Elindeki delil poşetinden cüzdanı gösterdi. “32 yaşındaymış. Ateşli silahla öldürülmüş. 45’lik gibi görünüyor. Elbette silah bulunamadı. Ama mermi çekirdeği elimizde. Telefonu kayıp. Numarasını öğrenip dökümünü isteriz. ”
“Cesedi kim bulmuş?”
“Karşı komşusu abi.” Elindeki notlara baktı. “Sanem Öksüz”
“Silah sesi?”
“Duymamış.”
“Nerde şimdi o komşu?”
“Hemen getireyim abi.”
“Apartmanın önüne getir.”
Daireden çıktım. Eski apartmanın merdivenlerinden inerken adımlarımın sesi yankılanıyordu. Apartmanın önüne indim. Sigaramı çıkarttım, içinden bir tane alıp dudaklarıma götürdüm, alazladım sigaramın ucunu. Derin bir nefes çektim. Cemil yanında kadınla çıkageldi. Üzerindeki sabahlığa sıkıca sarınmış, elimdeki sigaraya hasretle baktı. Ona da uzattım bir tane, ikiletmedi. Soğuktan titreyen ince elleriyle aldı bir tane. Sigarasını yaktım. Ciğerlerini öfkeyle dumanla doldurdu.
“Siz bulmuşsunuz maktulü.”
Bir nefes daha çekti sigarasından. Üfledi. “Evet, polisi de ben aradım. Evden çıkıyordum. Suat’ın kapısını açık gördüm. Seslendim ama cevap vermedi.”
“Siz de içeri girdiniz. Samimisiniz herhalde?”
“Yıllardır komşuyuz. Girdim ben de ama inanın bir şeye dokunmadım.”
“Sonra?”
Sigaradan bir nefes daha çekti ve izmariti yere fırlattı. Dumanı üflerken ayağındaki mavi spor ayakkabının tabanıyla ezdi. “Antreye girdim tekrar seslendim. Cevap gelmedi. Mutfağa girdim ve onu yerde gördüm.” Elleriyle ağzını kapadı. “Hayatımda ilk defa bu kadar kan gördüm. Midem bulanıyor.”
“Derin nefes alın lütfen. İyi değilseniz oturalım.”
“Yok, iyiyim, sağ olun. Sadece şok oldum. Devam edelim lütfen.”
“Peki. Saati hatırlıyor musunuz?”
“7 trenine hazırlandığıma göre 6.20 civarı olmalı. Bilmiyorum, saate bakmadım o an.”
“Tamam, Sanem Hanım. Arkadaşlar sizden birkaç örnek alacak şimdi. Daha sonra da emniyete gelip yazılı ifadenizi verin olur mu?”
“Tamam, komiser bey. Yarın uğrasam ifade için, olur mu? Bugün kendimde o gücü pek bulacağımı zannetmiyorum.”
“Olur, ama geciktirmeyin lütfen. Bu arada, Suat’ın nerede çalıştığını biliyor musunuz?”
“Evet. Kadıköy’de bir barda garsonluk yapıyordu. Neydi adı… Baron, ama on rakamla yazılıyor. Rıhtım’da.”
“Telefonu bulamadık evinde. Numarası vardır herhalde sizde.”
“Evet, var komiserim.”
“Gelen arkadaşlara Suat’ın telefon numarasını da verin lütfen.”
“Tabii.”
“Teşekkür ederim Sanem Hanım. Lütfen siz evinizde bekleyin.”
Sanem Hanım teşekkür edip dairesine geçti. Ben de ardından yukarı çıktım. Olay yeri incelemecilere kadından DNA, parmak izi ve barut testi almalarını, Cemil’den de etrafta güvenlik kamerası olup olmadığına bakmasını istedim. Hemen fırladı. Çünkü bu küçük apartmanda güvenlik kamerası yoktu, kimse de bir şey görmemiş, duymamıştı.
Tekrar sokağa indim. İkinci sigaramı yaktım. Merdivenlerden gelen sese döndüm. Kurban siyah ceset torbasının içinde Adli Tıp’ın yolunu tutmak üzere indiriliyordu. “Kolay gelsin çocuklar,” dedim beyaz tulumlu gençlere. Teşekkür edip Adli Tıp arabasına geçtiler. Yardımcım Cemil nefes nefese yanıma geri geldi.
“Abi sokağın başında ve sonunda güvenlik kamerası bulduk. Dükkân sahiplerini çağırdık evlerinden. Geldiklerinde beraber bakarız görüntülere.”
“Tamam, Cemil, bakarız. Sonra da iş yerine gidelim.”
“Tamam abi.”
Cemil’in telefonu çaldı. Dükkân sahiplerinden biri gelmişti. Arayan memura teşekkür edip kapattı telefonu. Biz de sokağın sonuna doğru yürümeye başladık.
Bir apartmanın zemin katındaki, market bile diyemeyeceğim bakkaldan hallice bu bakkaliyeye girer girmez rutubet kokusu çarptı burnuma. Ben küçükken bizim sokakta bakkal Lokman vardı. Onun dükkânı da böyle kokardı ama yıl o zaman kaç, şimdi kaç. Ulan bir çivi çakın, azıcık yeniliğe açık olun. Raflar, ürünler toz içinde, silin, süpürün. Neyse, bana ne!
Sahibi sakallı, yaşlıca bir adamdı. Gözleri küçücük, çukura kaçmış iki koyun boku gibiydi. Çok itici bir herifti. Tedirgin bir yüz ifadesiyle karşımızda, ellerini kavuşturmuş bekliyordu.
“Sen tanıyor musun öldürülen Suat Alaş’ı?” diye sordum.
“Tanırım amirim. Alışveriş yapardı benden. Genelde de deftere yazdırırdı ya, neyse… Yazık olmuş,” dedi ama pek öyle düşünmediği de ortadaydı. “Genelde yanında kadınlar olurdu. Tövbe estağfurullah.” Sakalını sıvazladı. Ağzının suyunun aktığına yemin edebilirdim. “Biraz çapkındı anlayacağınız, farklı farklı kadınlar. Bana da oldukça borç taktı. Kim ödeyecek şimdi o borcu?”
“Tamam uzatma. Aç bakalım şu kamera görüntülerini,” dedim ve götünün izi yer etmiş koltuğuna oturdum. Tiksindiğimden kabanımın üzerine oturmaya özellikle dikkat ettim.
Adli tabibin söylediğine göre maktul sabaha karşı 2 ila 4 arasında öldürülmüştü. Gece yarısından itibaren görüntüleri izlemeye başladık. Sokak gecenin o saatine göre olağandı. Geçen kediler ve kedileri kovalayan köpekler dışında bir hareket görülmedi. Ta ki saat 1.48’e kadar. Hangi binaya girdiği görülmese de ortalama boyda, omuz hizasında koyu renk saçlı bir kadın apartman yönüne sakince yürüyordu. Kadın gözden kaybolduktan sonra sokak yine hareketsiz kaldı. Saat 2.21’de kadın tekrar görüntüye girdi. Geldiği gibi sakince geri döndü. Kadının yüzü hem karanlıktan hem de kameranın açısından seçilemiyordu. Cemil görüntüleri mail adresine gönderdi. Emniyette incelenecekti.
Sokağın başındaki boya dükkânının sahibi gençten bir delikanlıydı. Aynı soruları ona da yönelttik ama o kurbanı tanımadığını söyledi. Fotoğrafını gösterdiğimizde gelip geçerken gördüğünü ama muhabbetinin olmadığını anlattı. Kamera görüntülerinde hangi saat aralığına bakacağımızı biliyorduk ama yine de gece yarısından itibaren izlemeye başladık. Belki ilk gördüğümüz kadının olayla hiç ilgisi yoktu. Belki katil bu yönden binaya girmişti, bilemezdik. Şansımıza bu kamera maktulün apartman girişini görüyordu. Ve aynı saatte aynı kadının apartmana girişi kabak gibi gözümüzün önündeydi. Yine kadının yüzü görünmüyordu.
Bu dükkânın kamera görüntülerini de kendi mailine yollayan Cemil’le birlikte kurbanın çalıştığı mekâna gidecektik. Ben metroyla geldiğimden arabam yoktu. Cemil’in zaten arabası yoktu.
“Abi söyleyeyim bıraksınlar bizi Kadıköy’e.” Hiç de trafik çekecek halim yoktu. Ne yani? Toplu taşıma kullanan polis olamaz mı? İstemedim. Pendik istasyonundan M4’e bindik. Allah’tan mesai başlamıştı da oturduk.
Kadıköy istasyonundan çıktık. Kalabalık insan güruhunun arasına kapıldık. Cemil barın adını telefonuna yazdı. Sanem’in dediği gibi kurbanın çalıştığı Bar10, Rıhtım Caddesi’ndeydi. Bu Kadıköy mesai içi ya da dışı dinlemiyordu. Havanın soğukluğu bile kalabalığından bir şey eksiltmiyordu. Barı kolayca bulduk. Ahşap, oymalı büyük bir kapısı vardı. Kapının önünde minik bir masa ve masanın önünde taburede oturan iri cüsseli bir adam bizi karşıladı. Kocaayaktan hallice bu azman irisi arkadaş önce bizi içeri sokmadı.
“Kapalı kardeşim.” Cemil rozetini çıkarttı. Ben ellerimi cebimden çıkartmadım. Azman irisi özür diledi.
“Kusura kalmayın amirim. Hayırdır? Bir durum mu oldu?”
“Oldu ya. Senin adın nedir birader?” diye sordu Cemil.
“Fethi amirim. Güvenliğim burada. Nasıl yardımcı olayım size?”
“Fethi, burada garsonluk yapan Suat için geldik. Tanırsın.”
“Tanırım amirim. Ne yapmış ki?”
Durumu anlattık. İşe gelip giderken gördüğünü, fazla muhabbeti olmadığını, içeride çalışan diğer elemanların daha fazla yardımcı olabileceklerini söyledi. Kapıyı açtı, soğuk sokaktan, sıcak ve ter kokulu mekâna girdik. Ter kokusundan rahatsız olacak lükste değildim çünkü üşümüştüm. Kapıdan girdiğimizde karşımıza çıkan uzunca, siyah halıflex kaplı bir koridorun sonundan beş basamaklı merdivenle inilen mekâna girdik. Sabah saatleri olduğundan elbette müşteri yoktu. Çalışanların bazısı temizlik yapıyor, bazıları da ortadaki bir masada kahvaltı ediyordu. Hepsinin suratında yorgunluk ve bıkkınlık hâkimdi. Kafalarını bize çevirdiler. İçlerinden beyaz gömlekli ve en yaşlıları olan adam ayağa kalktı, yanımıza geldi.
“Kapalıyız efendim.” Kendimizi tanıtınca endişelendi. “Hayırdır komiserim? Bir hatamız mı oldu?” Neden geldiğimizi anlattık. “Ne diyorsunuz? Kim yapmış, niye yapmış?”
“Biz de bu soruların cevaplarını arıyoruz.”
“Vah! Gencecik adam. Kusura kalmayın sizi de ayakta tuttum. Ben Hayri. Buranın sahibiyim. Gelin hele şöyle. Sıcak sıcak çay için, içiniz ısınsın.” Masadaki delikanlıya döndü; “Cüneyt, hemen iki bardak getir.” Cüneyt şimşek gibi fırladı, barın arkasında gözden kayboldu. Hayri hemen iki sandalye çekti masaya. Oturduk. Cüneyt elinde iki çay bardağıyla geldi. Hayri çaylarımızı doldurdu. Donmuş parmaklarımla önce bardağı güzel bir kadının belini kavrar gibi kavradım. Çünkü ellerim ısınmadan çayı içemez, garanti üstüme dökerdim. Baktım Cemil de iki eliyle sarılmıştı bardağa. Bir yudum çay aldım, gerçekten içim ısındı.
“Anlatın bakalım Suat’ı bize. Kimdir, nedir? Ne zamandır burada çalışıyor?”
Hayri yine lafa başladı. “Üç senedir bizimle çalışıyor. Yani çalışıyordu. Allah rahmet eylesin. Şaşkınım biraz kusura bakmayın amirim.”
“Önemli değil, devam edin.”
“Garsondu burada. Kimi kimsesi yok bildiğim kadarıyla.” Masada oturan çalışanlarına çevirdi bakışlarını, gözleriyle onlardan onay istiyordu. “Öyle değil mi arkadaşlar?” Masadakilerden de beklediği onayı alınca rahatladı. “Kimseyle bir olayına rastlamadım da duymadım da. İşini yapar ve giderdi. Ama kadınlara düşkündü biraz.” Bıyık altı gülümsedi. Bardaklarımızın boşaldığını gören Hayri hemen çaylarımızı tazeledi. Hayır demedim. Cebimden sigaramı ve çakmağımı çıkarttım, bir tane yaktım. Çayla iyi gitti meret. Hayri dışında masada kimse konuşmuyor daha doğrusu Hayri’den fırsat bulup konuşamıyordu. Müdahale etmeliydim.
“Hayri Bey şimdi çalışanlarla da görüşeyim.”
“Tabii komiserim,” diyerek sandalyesini geri itti ve masadan kalktı.
Aralarında ilk kimin konuşacağına bir türlü karar veremeyen çalışanların tedirginliğine son vermek için “Cüneyt, oğlum senle başlayalım,” dedim. Diğerleri Hayri ile barın arkasında gözden kayboldular. Cüneyt karşımızda elleri kucağında oturuyordu. “Kaç yaşındasın Cüneyt?”
“21 abi, pardon komiserim.”
“Ne zamandır burada çalışıyorsun?”
“Beş aydır amirim.”
“Bu Hayri’yle aran nasıl? Çok mu konuşuyor ne?”
Cüneyt güldü. “Biraz çok konuşur ama iyidir Hayri Abi. Bize asla patronluk taslamaz. Gördüğün gibi bizimle kahvaltı bile eder. İhtiyaçlarımızla hep ilgilenir sağ olsun.”
“Ne güzel, bravo. Kalmadı böyle patronlar.” Çayımdan bir yudum daha aldım. Soğumuştu. Tazeledi Cüneyt. Maktul hakkında ise bildiği pek bir şey yoktu. Bir an ağzını araladı, bir şey anlatacak oldu ama vazgeçti. Zorlamadım. Nasılsa öğrenirdik. Onu gönderip sıradakinin gelmesini istedim. Cüneyt saygıyla eğildi ve barın arkasındaki kara delikte gözden kayboldu. Birazdan mini etekli, uzun bacaklı, dolgun göğüslerini ortaya çıkaran göbeği açıkta bluz giyen genç bir kadın karşımızdaydı. Bu şubat soğuğunda götü göbeği açıp nasıl hasta olmuyorlar, hayret, diye düşündüm.
Adı Mahinur olan kadın da maktul gibi garsondu.
“Mahinur Hanım, ne zamandır beraber çalışıyordunuz Suat’la?”
“Komiserim ben çalışmaya başlayalı iki sene oluyor ama Suat benden önce de buradaydı.”
“Birileriyle bir münakaşası oldu mu? Bildiğiniz bir düşmanı var mı?”
Mahinur elini çenesine koydu. Üst üste attığı bacaklarını değiştirdi. “Yok. Aklıma hiçbir şey gelmedi. Varsa da bana söylemedi, bilmiyorum.”
Diğer çalışanlarla da görüştük ama farklı bir şey öğrenemedik. Kurbanın bardaki kişisel dolabını açtırdık. İçinde birkaç kirli tişört, bir kişisel gelişim kitabı dışında bir şey yoktu. Demek ki pek de kişisel gelişememiş ve biriyle papaz olmuştu. Adli tıptan gelecek herhangi bir bilgiye ihtiyacımız vardı. Emniyete dönüp görüntülerdeki kadına yoğunlaşmalıydık. Cemil çıkmadan tüm çalışanların bilgilerini aldı.
Emniyete gelince kamera görüntülerini bilişime gönderdik. Numarayı da verip sinyal takibi istedik. Operatöründen görüşme kaydını da talep ettik. Şimdi heyecanla bilgileri bekleyecektik.
Akşama doğru olay yeri incelemenin ön raporu masamdaydı. Olay yerinde şimdilik bir boka yaramayan bir sürü parmak izi bulunmuştu. Kullanılan silahın Ruger LC9s olduğu belirlenmişti. Adli tıp ve bilişim raporları ancak yarın gelirdi. Kukumav kuşu gibi beklemenin de âlemi yoktu.
“Cemil, hadi çıkalım. Yapalım mı bir rakı balık?”
“Yapalım abi.”
Tam pılıpırtımızı alıp bürodan çıkarken tanıdık bir yüzle karşılaştık. Bar10’daki Cüneyt girişte danışmadaydı. Ne zaman gelecek diye bekliyordum. Danışmadaki memur, Cemil ile beni görünce el işareti yaptı. Hemen yanına gittik.
“Hayrola Cüneyt. Bir şey mi oldu?”
“Komiserim şey, aklıma bir şey geldi de, onu şeyedecektim.”
“Gel, yukarıda şeyedelim.” Ben önde Cemil ve Cüneyt ardımda tekrar büroya döndük. Koltuğuma oturdum. Cüneyt ve Cemil karşımdaki sandalyedelerdi.
“Ee, anlat bakalım Cüneyt.” Cüneyt biraz tedirgin, biraz ikilemdeydi ama zorlanarak da olsa ağzındakileri döküverdi. “Komiserim bu Hayri Abi’nin bir kız kardeşi vardı. Suna Abla. Allah için çok güzel bir kadındır. Rahmetli Suat Abi ona da çok asılmıştı. Bir gün Suat Abi işe yüzü gözü mosmor geldi. Ne oldu diye sorduk ama söylemedi. İşinize bakın deyip azarladı bizi. Akşam da Hayri Abi elleri yaralı gelince çakozladık. Hayri Abi kardeşine asılan Suat Abi’yi bir temiz dövmüş.”
“Oğlum nerden biliyorsunuz onun dövdüğünü? Kendisi mi anlattı?”
“Yok komiserim, Suna Abla aradı. Suat Abi’yi sordu. Benim yüzümden filan gibi şeyler söyledi de oradan anladık. Zaten Suna Abla o günden sonra bir daha mekâna gelmedi. Belki de patron yasakladı, artık orasını bilmiyorum.”
Bak bu ilginçti işte. Hayri bundan neden bahsetmemişti? Ondan şüpheleneceğimizi biliyordu tabii ama öğreneceğimizi düşünemedi mi? Cemil’e döndüm. “Cemil bizim rakı balık yalan oldu. Şu Hayri’yle bir daha konuşalım.” Bu saatte Hayri barda olmazdı. Aldığımız iletişim numarasından aradık. Cevap vermedi. Mecburen evine gidecektik.
Hayri Fikirtepe’de kentsel dönüşümle yeni yapılmış, heyula gibi gökdelenlerin birinde oturuyordu. Bar sahibi olmak bu kadar kazandırıyor mu diye düşünmedim. O benim işim değildi, onu da maliye ya da kaçakçılık düşünsündü.
Kapıyı açan Hayri bizi karşısında görünce beton rengine döndü. İçeri davet etmeyi bile unuttu. Hâlbuki iş yerinde gayet misafirperverdi.
“Ko..komiserim… Hayrola?”
Ayakkabılarımızı çıkartmadan Cemil’le içeri daldık. Arkamızdan kapıyı kapattı. Allah için zevkli adamdı. Eşyalı mı tutmuştu acaba?
“Evin çok güzelmiş Hayri.”
“Sağ olun komiserim de sizin burada ne işiniz var?”
Boydan boya cam olan pencerenin iki yanındaki koltukların birine oturdum. Cemil ayakta kaldı. Yanımda dikildi. Elinde yine not defteri vardı.
“Hayri, bize neden Suat’la kavganı anlatmadın? Ayıp oldu. Bak rakı balık yapacaktık, yapamadık. Buraya gelmek zorunda kaldık.”
“Komiserim inanın bir art niyetim yoktu. Aklımdan bile çıkmış.”
Cemil sinirleniyordu. Sinirlenince ağzı çok pis olurdu. “Ulan siktirtme art niyetini!”
“Tamam, komiserim, sakin olun. Şey, aylar oldu unutmuşum. Kız kardeşime asılmış şer.. pardon Suat. Bir uyardım, iki uyardım. Dinlemedi. Kusura bakmayın ama kardeşim namusumdur. Ben de biraz patakladım. Hepsi bu. Hatta bir hafta sonra tekrar eskisi gibi olduk. Unuttuk gitti. Benim öldürdüğümü düşünmüyorsunuz değil mi?”
“Neden olmasın Hayri? Bu ülkede 10 lira için adam keseni gördüm ben. Sen dedin kardeşim namusumdur diye.”
Hayri panikledi. Şimdi gerçekten göt korkusu sarmıştı. Elini kolunu nereye koyacağını bilemedi.
“Olur mu hiç öyle şey komiserim?”
“Olur, Hayri olur. Şimdi efendice bizimle geliyorsun. Senden bazı örnekler alalım. Bakalım dediklerin doğru mu?”
“Gelirim komiserim, nereye isterseniz gelirim. Çünkü benim bu olayla hiç ilgim yok.”
Hayri ile beraber emniyete geri döndük. DNA, parmak izi ve barut incelemesi istedim. Sonuçlar çıkana kadar şüpheli olduğundan nezarette tutulacaktı. Rakı balık için halen zaman vardı.
“Cemil, haydi biri daha engel olmadan balıklarımızı yiyelim.”
***
46 yaşıma gelmiştim ama halen sabahları alarm kurmadan kalkamıyordum. Şebnem bana ısrarla günaydın sevgilim diyor ama akşamki rakı muhabbetinden dolayı ağrıyan kafamı yastıktan kaldırıp da Şebnem’i susturamıyordum. Zor şer yataktan kalktım. Hızlıca bir duş aldım. Tıraş olsam mı olmasam mı diye düşünürken çalan telefonu duydum.
“Cemil, ne var canım?”
“Bostancı’da ceset var abi.”
“Bayılıyorum böyle ulaşımı kolay yerlerde cinayet işleyen katillere biliyor musun? Benzinin litresi olmuş 40 TL. Yaşasın metrolar.”
“Abi ne diyorsun sabah sabah ya? Ben oraya geçiyorum. Konum atacağım sana.”
Ne mi diyorum? Hayat çok pahalı diyorum. Polis maaşıyla nasıl geçinelim diyorum. Ne diyeceğim başka? Tıraş yalan olunca hemen hazırlandım. Evden çıktım ve yine Marmaray ve metro kullanarak Bostancı istasyonunda indim. Cemil’in metroda olduğumdan çekmeyen telefonuma gönderdiği mesaj geldi. Bahçelerarası Sokak Numan Apartmanı. Çikolatacının karşısı. Eh, biraz yürüyecektim ama olsun.
On dakikalık hızlı bir yürüyüşten sonra sokağa girdim. Ekip otolarının olduğu apartmana yürüdüm. Apartmanın önüne geldiğimde karşıdaki çikolatacıdan iç gıcıklayıcı kokular geliyordu.
Asansörsüz dört katlı binanın üçüncü katında işlenmişti cinayet. Cemil nasıl yapıyorsa yine benden önce gelmiş ve tüm bilgileri öğrenmişti.
“Günaydın Aydın abi.”
“Cemil bu cinayetleri sen işlemiyorsundur inşallah. Nasıl hemen olay yerine geliyorsun, çok merak ediyorum. Uyumaz mısın oğlum sen?”
“Abi ben sabah beşte uyanırım. Katilimiz de sağ olsun hep bana yakın yerleri seçmiş.”
“Bir de ciddi açıklama yapıyor ya, ha ha ha!”
Cemil hemen koridorda yatan kurban hakkında öğrendiklerini sıralamaya başladı. “Kurban Ali Doğan. 36 yaşında. Bekar. Yazılımcıymış. Evden çalışıyormuş. Yine ateşli silahla öldürülmüş. Ve büyük ihtimalle aynı kalibre…” Cemil bu bilgileri sıralarken kurbanın kapı komşusu olduğunu söyleyen bir adam kapıdaki memurla ağız dalaşına girmişti. Yanlarına gittim.
“Ne oluyor burada?”
Memur, adamın bizimle konuşmak istediğini ama beklemesi gerektiğini söylediğinde sinirlendiğini anlattı. Adam panik haldeydi. Yanlarına, dairenin önüne çıktım.
“Buyurun beyefendi. Sizi dinliyorum.”
“Memur beye söyledim. Ben katili gördüm. Korkarım beni de öldürecek!”
Yoksa bir görgü tanığımız mı olmuştu? “Sakin sakin anlatın lütfen. Adınız?”
“Lütfü, Lütfü Şirin.” Arkasını döndü ve işaret parmağıyla bir kapı gösterdi. “Şurada oturuyorum. Gece su içmeye kalkmıştım ve tok bir ses duydum. Silah sesi gibi ama o kadar şiddetli de değildi, bilmiyorum. Merak edip gözetleme deliğinden baktım. Bir kadın çıktı Ali’nin evinden.”
“Saati hatırlıyor musunuz?”
“Tabii. 4.50. Baktım çünkü.”
“Sonra? Cemil!” Cemil hemen yanıma geldi. Alacağı notlara ihtiyacım olacaktı. Kısaca adamın anlattıklarını anlattım. Not almasını istedim.
“Kadın daireden çıktı. Merdivenlerden indi. Ben biraz bekledim. Sonra pencereden baktım. Kadın da bana baktı. Önce Ali çapkınlık yapıyor diye düşündüm. Gerisin geri yattım. Ama sabah uyandığımda evden çıkarken Ali’nin kapısının aralık kaldığını gördüm. Seslendim. Cevap vermedi. İçeriye girdim ve onu böyle buldum. İşte sizi aradım sonra.”
Savcı olay yerine geldiğinde Lütfü Bey’le konuşmamız bitmişti. Memurlara tanığı emniyete götürüp bir robot resim çizdirilmesini söyledim. Koruma altına alınacaktı. Şayet katil gördüğü kadınsa Lütfü Bey’e de bir zarar vermesine müsaade edemezdik. Savcı Bey’e olayı özetledim. Olay yeri ekibi incelemesine devam ediyordu ama yine silah ve kurbanın telefonu bulunamadı. İçimden bir ses bu kadının ilk olay yerindeki kadın ve katil olduğunu bağırıyordu. Ama bu defa bir tanığımız vardı. Robot resim işimizi kolaylaştıracaktı.
Lütfü Bey emniyette elinden geldiğince yardımcı olmuş ve gayet yeterli bir resim çizilmişti. Sanem Hanım da ifade vermeye gelmişti.
“Hoş geldiniz Sanem Hanım.” Dünden daha iyi görünüyordu.
“Merhaba komiserim. İfade vermeye geldim.”
İfadeyi alacak olan memurun yanına götürdüm. Nasılsa imza için bana geleceklerdi. Odamda bekledim. Bu arada çizilen robot resmin bir nüshasını masamın üzerinde inceliyordum. İlk olay yerinde gördüğümüz kadınla aynı saç tipine sahipti ama yüzü hakkında bir benzerlik görmemize pek imkân yoktu. Çünkü yüzünü ilk defa görüyorduk.
Biri garson biri yazılımcı iki kurbanın bu kadınla yollarının nasıl kesiştiğini merak ettim. Birbirlerine hiç benzemeseler de kurbanlar yakışıklı sayılırdı. İlk kurban çapkın olduğu söylenen biriydi. Büyük ihtimalle araştırdığımızda ikinci kurbanın da çapkınlığı mevzubahis olacaktı. Kapım tıklandı. İfade alan memur ve Sanem Hanım içeri girdiler. Sanem Hanım’a koltuğu gösterip oturmasını rica ettim. Memurun elindeki ifadeyi imzaladım ve onu sepetledim. Çıkarken iki çay göndermesini istedim. Sanem masaya yaklaştı ve koltuğa oturacakken masamın üzerindeki robot resmi gördü.
“Komiserim! Ben bu resimdekini tanıyorum!” Sesi çok telaşlı çıkmıştı. Memur çaylarımızı getirdi. Kendisinden bir de su rica ettim.
“Sanem Hanım emin misiniz? Çok önemli bu söylediğiniz.”
“Önce siz bana cevap verin. Neden resmi var sizde?”
“Buna net bir cevap vermek için erken ama kendisinin bu cinayetlerde parmağı olabileceğini düşünüyoruz,” dediğim gibi bir kahkaha koyuverdi Sanem. Bipolar değildi inşallah.
“Mümkün değil komiserim.”
“O neden Sanem Hanım?”
“Çünkü kendisi üç aydır komada.”
Resimdeki kadının adı Azime Sancak’tı. Sanem’in komşusu ilk kurban Suat’ın eski kız arkadaşıydı. Suat’ın kendisini terk etmesine sinirlenmiş ve bir akşam Suat’ın evini basmıştı. Aynı akşam komşusundan gelen sesleri duyup tedirgin olmuş Sanem. Bir zaman sonra Sanem’in kapısı çalmış, Suat, Sanem’den yardım istemişti. Azime öyle üzülmüştü ki Suat’ın ikram ettiği şarapla birlikte bir avuç ilaç içmiş ve intihar etmişti. Evet, yanında getirmişti ilaçları çünkü psikolojik tedavi görüyordu. İlaçlarını yanından ayırmıyordu. Sanem hemen ambulans çağırmıştı. Azime’nin hayatı kurtulmuştu ama üç aydır komadaydı.
“Yaa, Cemil. Ne diyorsun bu işe?”
Cemil’le beraber olanları anlamaya çalışıyorduk. Komada olan bir kadın her iki olay yerinde nasıl görülebilirdi? Bunu anlamanın tek yolu Azime’nin yattığı kliniğe gitmekti.
Kartal’da özel bir klinikti. Geniş, modern ve şık bir giriş alanı, yüksek tavanları, lüks dekorasyonu ve rahat oturma alanlarıyla oldukça göz alıcı görünüyordu. Azime Hanım’ın ailesi oldukça zengin olmalıydı. Buranın masraflarını karşılamak kolay olmazdı. Resepsiyondaki güler yüzlü çalışanlara yöneldik. Kimliklerimizi gösterdik ve geliş sebebimizi açıkladık. Azime Hanım gerçekten de üç aydır klinikte tedavi altındaydı. Kendisini elbette görebilirdik. Ama önce doktoruyla görüşecektik. Resepsiyondaki çalışanlardan biri doktoru aradı. Gelişimizden ve sebebinden bahsetti. Telefonu kapatıp bize doktorun en üst kattaki ofisine kadar eşlik etti. Anesteziyoloji ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Arslan Çubuk yazan kapının önüne geldik. Resepsiyonist kapıyı tıkladı ve odaya kafasını uzattı. Sonra bize döndü.
“Buyurun efendim. Sizi bekliyor,” deyip görev yerine geri döndü. Arslan Bey’in odası da en az girişteki kadar gösterişliydi. Doktor, masasının arkasında ayaktaydı. Elini uzattı.
“Hoş geldiniz. Lütfen buyurun oturun. Bir şey içer misiniz?”
Tokalaştık, oturduk. Bir şey içmedik. Direkt konuya girdik. “Arslan Bey, hastalarınızdan Azime Hanım ile ilgili buradayız. Kendisini olay yerinde gören bir tanığımız var. Anladığımız kadarıyla bu pek olası değil. Hastanın durumu hakkında bize neler anlatabilirsiniz?”
Arslan Bey duyduklarına oldukça şaşırdı. Akabinde gülmeye başladı. “Kusura bakmayın güldüm ama bu dediğiniz imkânsız. Azime yaklaşık 2,5 aydır burada tedavi altında. Bir intihar girişimi sonrasında bir müddet hastanede tedavi altına alınmış. Hayati tehlikeyi atlatmış ama komadan çıkamamış. Akabinde ailesi bakımını bize devretti. Burası benim kliniğim. Son teknoloji sistemlerimiz, tecrübeli personelimizle bu işin en iyisiyiz.” Masadaki kartvizitlerden birer tane bana ve Cemil’e uzattı. Anlatmaya devam etti. “Azime Hanım gibi hastalarımız var genelde. Hastanede tedavisi tamamlanmış olan bu hastalar artık bakım hastalarıdır. Aileleri evde bakıcı tutmak istemezler. Hem güvenlik açısından hem de astarı yüzünden pahalıya geldiğinden. Biz buraya kabul ettiğimiz konuklarımızın tüm bakımını, ihtiyaçlarını, gerek olursa tedavilerini yapıyoruz. Her konuğumuzun şahsi hemşiresi ve personeli bulunuyor. Yani misafirimiz asla yalnız kalmıyor. Haftada bir bazı branşlarda tüm konuklarımızın muayeneleri ve tahlilleri yapılıyor.” Gururla yaslandı koltuğuna doktor. Yaptığı işe güveniyordu. “Hatta boş odamız uzun zamandır yok.” Elimdeki broşüre tekrar baktım. Gerçekten yazan fiyatlara bakınca verilen hizmet şahaneydi. Şimdi Azime’yi görmek istiyordum. Doktoru bunun mahsuru olmadığını söyledi. Beraber kaldığı kata çıktık.
Robot resmi elimizde olan ve her iki olay yerinde de bulunduğundan şüphelendiğimiz Azime karşımdaydı; burnunda bir hortum, ağzına giren bir hortum daha, yatağın kenarından görünen idrar sondası ile yatağında bilinçsiz yatıyordu. Odadaki hemşire bize gülümsedi. Güzel değildi. Hatta vasat bile denebilirdi. Doktora başını hafif eğerek selam verdi ve odadan çıktı. Doktor yatağın ayakucundaki hasta dosyasını eline aldı. Havalı birkaç hareket yaptı. Sonra cebindeki kalemi çıkarttı ve Azime’nin ayağının altına sürttü. Tepki yoktu. Yatağın başucuna geçti. Kaleme benzeyen bir ışık kaynağı çıkarttı ve kapalı gözünü eliyle açarak gözbebeklerine ışık tuttu. Gözbebekleri de tepki vermedi. Işık kaynağını cebine geri koydu ve bize döndü.
“Polissiniz neticede, hasta gerçekten komada mı değil mi, şüpheleriniz vardır. Ama artık yoktur diye düşünüyorum.”
Evet, artık yoktu. Bu kadın aradığımız katil olamazdı. Biz şimdi ne bok yiyecektik?
Klinikten fikrimiz boş ama elimiz dolu çıktık. Azime’nin ailesinin bilgilerini aldık. Belki onların bize söyleyecekleri olurdu. Şu an herkesten gelecek en ufak bir bilgi kırıntısına ihtiyacımız vardı. Büroya döndüğümüzde Adli Tıp ve balistik sonuçları gelmişti. Kurbanların ikisi de aynı silahla öldürülmüştü. Kapılarda zorlama izleri yoktu. Kurbanlar katillerini tanıyorlardı. İlk kurbanın telefon sinyali en son evinde olduğunu gösteriyordu. Operatör dökümü gelmemişti. Robot resim, klinik derken ikinci kurbanı boşlamıştık. Evinden çalıştığını bildiğimiz maktulün telefonunu komşusundan alıp dökümünü beklemeye başladık. Belki kurbanlar birbirini tanıyordu, öğrenecektik. Ulaştığımız ailesi Çorum’daydı. Evlatlarının cenazesini almak için geleceklerdi. Ama onlardan bir şey öğreneceğimizi zannetmiyordum.
Azime’nin ailesi Çekmeköy’de yaşıyordu. Cemil emniyet otolarından birini aldı. Adrese doğru yola çıktık. Trafik beklediğimin aksine rahat akıyordu. Camı araladım ve bir sigara yaktım.
“Abi bana da versene bi tane.”
Onun için de bir tane yaktım, dudağına sıkıştırdım.
Ailenin evi bahçeli ve müstakildi. Arabayı demir giriş kapısının önüne park ettik. Hava buralarda daha da soğuktu. Ama nefes aldıkça ciğerlerime daha temiz bir havanın dolduğunu hissettim. Yaşayabilir miydim böyle yerlerde ben? Bilemiyorum. Kaos seviyorum ben, kalabalıkların insanıyım.
Bahçe kapısı kilitli değildi, girdik. Eve yaklaştık ve kapı açıldı. Azime’nin anne ve babası bizi bekliyordu.
Kapının açıldığı salon mutfakla birdi. Köşede çıtır çıtır yanan şöminenin iş olsun diye yandığı belliydi çünkü kalorifer petekleri vardı. İş adamı baba ve ev hanımı anne bizi oldukça sıcak karşıladılar. Biraz da merak içerisindeydiler. Çünkü uzun süredir komada olan kızlarının adının böyle bir olaya karışmış olmasına çok şaşırmışlardı. Çay ikram edildi, içerken konuya girdik.
“Bizimle görüştüğünüz için çok teşekkür ederiz. Biz de sizin kadar şaşkı…” Cümlemi bitiremeden merdivenden inen kişiyi görünce nutkum tutuldu. Robot resmi çizilen ve klinikte tedavi altında olan Azime karşımızdaydı. Anne baktığımız tarafa döndü ve gülümsedi.
“Kızım Derya. Azime’nin ikizi.”
Ulan! Bu bizim nasıl aklımıza gelmedi? Peki, klinikteki doktor şüphelerimizi bildiği halde neden bize Azime’nin bir ikizi olduğunu söylemedi?
Derya gayet şık bir pantolon ceket takım giymiş, ellerinde topuklu ayakkabıları, yanımıza geldi. Elini uzattı, tokalaştık. Cebimden Azime’nin olduğunu zannettiğimiz robot resmi çıkartıp kendisine gösterdim. Yüzü kireç gibi oldu.
“Ne oluyor? Nedir bu?”
“Derya Hanım bizimle emniyete gelmeniz gerekiyor.”
“Ne münasebet! Ne yaptım ki ben? Baba, söyler misin neler oluyor?”
Cemil, Derya’ya yaklaştı ve kolundan tutarak bizimle gelmesi için kapıya yönlendirdi. Ama Derya direnç gösteriyordu. Açıklama yapmamız gerekiyordu.
“Derya Hanım, bu resmi, bir cinayet mahallinden olası katilimizi gören bir görgü tanığı çizdirdi. Başka bir görgü şahidinden de kişinin Azime Hanım olduğunu öğrendik. Kendisinin üç aydır komada olması bu cinayetleri işlemesini olanaksız kılıyordu ama ikizi olabileceğini biz de düşünemedik. Buraya aslında ailenizle görüşüp belki Azime hakkında başka bilgilere ulaşırız, bir şeyler öğreniriz diye geldik. Açıkçası katili bulacağımı ben de tahmin edemezdim. Lütfen zorluk çıkartmayın. Bizimle geleceksiniz,” dedim ve Cemil’e Derya’yı arabaya götürmesini söyledim.
Anne, babaya sarılarak ağlamaya başladı. “Hayri Bey, bir şeyler yap! Kızımı götürüyorlar!” diye bağırıyordu. Derya’nın gözlerinden yaşlar akıyordu ama üzüntüden olmadığına emindim. Sinirden ağlıyordu.
Emniyete gelir gelmez Derya’nın parmak izleri, DNA örnekleri ve barut testi yapıldı. Parmak izleri olay yerinde bulunamadı. Barut testi negatifti. Derya ısrarla cinayetlerden haberi olmadığını, masum olduğunu söylüyordu. İfadesini ben almak istedim. Sorgu odasında bekletilen Derya’nın yanına indim. Önündeki karton kahve bardağına iki eliyle sarılmıştı. Bardağın ona bir faydası olmayacaktı.
“Anlatın bakalım Derya Hanım. Neden öldürdünüz Suat ve Ali’yi?”
“Saçmalamayın. Ben kimseyi öldürmedim.” Suratıma bile bakmıyordu. Önündeki kahve bardağını seyrediyordu.
“Açıkçası ben de sizin öldürdüğünüzden emin değilim Derya Hanım. Kafamda soru işaretleri var. Sizin de var. Hadi beraber bunları aydınlatalım, olur mu?”
“Bakın, ben anlamıyorum. Ben kimseyi öldürmedim. Örnekler aldınız. Benim katil olmadığımı siz de anlayacaksınız. Bu cinayetler ne zaman işlendi? Nerede olduğumu kanıtlarım belki.”
“Biri dün gece, biri de ondan önceki gece. Her ikisi de gece yarısından sonra işlendi.”
“Tamam, işte! Evdeydim ben. Annem ve babam size söyleyeceklerdir bunu. Hem arabamın GPS kayıtları hem sizin MOBESE kayıtlarınız da söyler. Ben katil değilim!” Ellerini yüzüne kapatıp hüngür şakır ağlamaya başladı. Bozmadım ağlamasını. Rahatlasın ki konuşalım. Biraz sonra sakinleşti ve anlatmaya başladı. Çocukluklarından, ailesinden ve Azime ile olan ilişkisinden tüm detaylarıyla bahsetti.
Azime ve Derya ikiz olmalarına rağmen birbirlerinden oldukça farklı karakterlerdi. Derya ne kadar sorumluluk sahibiyse Azime bir o kadar umursamaz ve uçarıydı. Ergenlik yıllarında Azime bazı karanlık düşüncelerle boğuşmaya başlamıştı. Uzun yıllardır psikiyatri tedavisi görüyordu. Ama ilaçlarını düzenli kullandığından hiç problem yaşamamıştı. Ta ki intihar ettiği güne kadar. Ailesi intihar haberini alınca yıkılmıştı. Hayatı kurtulmuş ama bakıma muhtaç kalmış Azime’yi kliniğe yatırmışlar, en iyi bakımı almasını sağlamışlardı.
Azime her zaman erkeklere karşı saplantılı düşünceleri olan biriydi. Çok kolay âşık olurdu, hatta saplantı derecesinde tutulurdu. Bu nedenle Suat’ın evini basması ve intiharı aslında Derya’yı şaşırtmamıştı. Anne ve babası özel hayatını bilmezdi.
“Ölen şahısların adını biliyorsunuz. Suat’ın onun sevgilisi olduğunu biliyoruz. İkinci kurban Ali de onun sevgilisi miydi?” Dosyanın içinden Ali’nin bir fotoğrafını çıkartıp gösterdim. Eline aldı fotoğrafı ama kafasını salladı.
“İnanın bilmiyorum. İsim de sıradan bir isim. Ama Azime’nin bir günlüğü var bende. Şirketteki masamın üst çekmecesinde. Annem ve babam okuyup üzülsünler istemedim. Karamsar şeyler yazıyor. Belki işinize yarar bir şeyler bulursunuz. Ama lütfen, suçsuzum, kimseyi öldürmedim ben!” tekrar ağlamaya başladı. Şu anda Derya’yı bırakabilecek durumda değildik. Barut testinin sonucu ya da parmak izlerinin olay yerlerinden çıkmaması iyiye işaretti ama görgü tanıkları kadını teşhis etmişti. En azından 24 saat misafirimiz olacaktı.
Anne ve babasıyla görüştürdük Derya’yı. Olanlar onları da şaşkına çevirmişti. Ama benim aklım halen doktordaydı. Neden ikizi olduğunu bize söylemediği sorusu beynimi kemiriyordu. Cemil’i Derya’nın ofisinden günlüğü almaya gönderdim. Anne ve babayı evlerine göndermeden önce doktorla ilgili bazı sorular sordum. Kliniği baba bulmuştu. Azime’nin hastanede yattığı dönem bekleme salonunda yanlarına gelen bir adamın reklam amaçlı yaptığı tanıtımla klinikten haberleri olmuştu. Tedavisi bitip de bakıma muhtaç kalınca aklına gelmiş ve iletişime geçmişti. Ücreti de makul olunca kızını kliniğe emanet etmişti. Kamera taktırabilselerdi evden de izlerlerdi ama klinik kamera olayına sıcak bakmıyordu. Neticede hasta mahremiyeti vardı.
Derya nezarette, üzgün anne baba evlerindeydi. Ben de odamda tam koltuğa kıçımı koyacakken kapım çaldı, gir demeden Cemil elinde günlükle çıkageldi. Günlüğü masama bıraktı, koltuğa çöktü.
“Abi Azime gerçekten de bunalımdaymış. Biraz göz gezdirdim de, içim sıkıldı.
Günlük kalındı, ikiye bölüp okumak gerekirdi. “Cemil bunu tarat, bilgisayara yüklet. Yarısını sen yarısını ben bi okuyalım. Birisi Azime’nin intikamını mı alıyormuş? Öğrenelim.”
On beş dakika geçmeden Cemil geldi. Her şeyi hızlıydı. Günlüğü taratmış ve bana mail atmıştı. Yarısını ben yarısını o okumaya başladık.
Azime gerçekten çok melankolik ve buhranlı bir hayat yaşıyordu. Yazdıklarına bakılırsa hayatta sürekli haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Psikiyatri tedavisi hayatını yaşamayı kolaylaştırmış olsa da fikirlerinde bir değişikliğe sebep olmamıştı. Sayfalarda aradığımı buldum. İlk kurban Suat ve ikinci kurban Ali hakkında yazdıklarını okuyunca kadının ruh halinin hiç de iyi olmadığına emin oldum. Günlüğün bendeki yarısı bittiğinde Cemil de şaşkınlık içinde kendi yarısını okuyordu. Ve aklımda adeta bir ampul ışıldadı.
“Cemil, Ali sayfalarından önce başka isim var mı?”
“Evet abi. Salih diye birinden bahsediyor. Başlarda güzel şeyler yazmış ama şu son sayfalarda küfürler ediyor.”
“Salih’in soyadı da yazıyor mu?”
Cemil sayfalara hızlıca göz gezdirdi. “Evet abi, yazıyor.”
“O adamı bulun. Yoksa bu gece öldürülecek.”
Cemil hemen odadan çıktı ve on dakika geçmeden elinde üçüncü kurban namzetlerimizin telefonuyla geri geldi. Listede altı aynı isimde şahıs vardı. Sırayla aradım. Aradığım Salih üçüncü sıradaki çıkacaktı.
“Salih Bey ile mi görüşüyorum? Salih Uyanık?”
“Benim, siz kimsiniz?”
“Ben Komiser Ayhan. Siz….”
“Kardeşim başka yerde geç dalganı, hadi!” Dıt…Dıt… Cemil’e döndüm. “Kapattı ulan! Biz adamın hayatını kurtarmaya çalışıyoruz, şerefsize bak!” Tekrar numarayı tuşladım. Açmadı.
“Abi ama haklı adam da. Öyle çok dolandırıcılık yapıldı ki böyle, ister istemez güvenemiyor insanlar.”
“Öyle mi çok bilmiş? O zaman git bu adamı al ve bana getir Cemil.”
Cemil kabağın başına patlamasından sinirlense de hemen kalkıp adresini bulmaya gitti. Telefon numarasından adresini bulmak çocuk oyuncağıydı. Ben de listedeki diğer Salih’leri aradım. Hiçbiri aradığımız kişi değildi. Yarım saat sonra Cemil beni aradı. Salih Uyanık ile beraber büroya gelmişlerdi. Hemen odama çıkartmasını istedim. Bir iki dakika sonra kapı tıklandı ve üçüncü kurban adayımızla Cemil geldiler.
“Sen, başka yerde dalganı geç deyince bir de burada deneyelim dedim Salih Uyanık.”
“Amirim valla dolandırıcı zannettim. Çok özür dilerim.”
“Tamam, sen de haklısın. Hemen konuya girmem lazım. Azime hakkında neler söylersin bize?”
“Eski sevgilim Azime mi? Neden? Ne oldu ki ona?”
“Bu gece seni biri bu yüzden öldürmeye gelecek de, ondan soruyorum.” Cemil bana baktı. Dediklerime anlam verememişti. Daha sonra anlatacaktım.
“Biri beni mi öldürecek? Neden ki? Amirim ne diyorsunuz?”
“Ölmeyeceksin merak etme. Sadece onu seni öldürmeye çalışırken enselemek istiyorum. Haklısın, biraz karışık bir durum ama anlatacağım.”
Cemil’e de Salih Uyanık’a da planımı anlattım. Salih önce tedirgin oldu ama kabul etmekten başka çaresi yoktu. Cemil bana hayretle baktı. Planlarıma yüzde yüz onay verse de aklımdaki şüphelere götüyle gülüyordu. Ama son gülen iyi güler. Salih’i Cemil’le beraber evine gönderdim. Bir sivil devriyeyi de Salih’in sokağına yerleştirdim. Eve dönüp biraz dinlenmek istedim.
Evde bir süre keyif yaptım. Saatler gece yarısına yaklaşırken Cemil’i aradım. Salih’in evindeydi. Devriye de Salih’in sokağında soteye yatmıştı. Planımın bana kalan kısmını gerçekleştirmek için gitmem gereken yere gittim ve binanın önündeki bir çay ocağında beklemeye başladım. Zaman geçtikçe yanılmış olabileceğim ihtimali ağır basıyordu ama denemeden bilemezdim. Şayet yanılıyorsam rezil olurdum, buna asla katlanamazdım.
Gece saat bir sularında beklediğim kişiyi gördüm. Yanılmamıştım, harekete geçmişti. Hemen Cemil’i aradım, katilimizin yola çıktığını haber verdim. O da devriyeye haber verecekti. Hiçbir mukavemetle karşılaşmaması gerekiyordu. Ben de bir taksiyle peşine takıldım. Salih’in sokağında indi, ben de biraz ileride indim. Salih dediğim gibi ışıkları söndürmüştü. Cemil ile beraber karanlıkta bekliyorlardı. Katil apartmana girdi, biraz bekledim, ben de ayakkabılarımı çıkartıp peşinden girdim. Ayak seslerini duyuyordum. Onun benimkileri duyması hoş olmazdı. Bir kuş cıvıldadı apartmanda. Zile basmıştı. Aferin Salih’e, hemen açmadı. Bu saatte uyuyor insan haliyle. İkinci zil sesinden sonra kapı açıldı. Katil muhtemelen artık içerideydi. Salih kapıyı açık bırakacaktı. Hızlıca çıktım. Kapıda beklemeye başladım. İçerideki konuşma seslerinin şiddeti artınca elimdeki ayakkabıları kapıda bırakıp usulca eve girdim. Katil bana arkası dönük, elindeki silahı Salih’e uzatmıştı.
“Şerefsiz! Adi orospu çocuğu! Şimdi seni diğerlerinin yanına cehenneme göndereceğim!” diye bağırıyordu. Belimden tabancamı çıkardım, emniyetini açınca sesini duydu ve arkasını döndü.
“Merhaba Azime Hanım. Nasılsınız?”
Azime şaşkınlıkla bana bakarken Cemil arkasından yanaştı silahı tutan koluna vurdu. Silah yere düşünce ben de silahımı indirdim. Cemil, Azime’nin bileklerini arkasında birleştirip kelepçeledi. Salih’in bet beniz atmış, şubat gecesi soğuğuna rağmen boncuk boncuk terlemişti. Sokaktaki devriyeye haber verdik. Azime’yi emniyete götürmelerini söyledik. Nezaretteki misafirlerimizi de salıvermelerini öğütledim. Bizim emniyete gitmeden almamız gereken biri daha vardı.
Kartal’daki kliniğe geldiğimizde Doktor Arslan karşısında bizi görünce şaşırmışa benzemiyordu. Sadece bir hayal kırıklığı yerleşmişti yüzüne. Karşı koymadı.
İntihar ettikten sonra Azime gerçekten komaya girmiş ve bu kliniğe yatırılmıştı. Yattığı gün Doktor Arslan kalbini bu deli kadına kaptırmıştı. Aşkın gücü mü yoksa tesadüf mü bilinmez ama Azime yattıktan on gün sonra komadan çıkmıştı. Ruhsal olarak hiç de iyi durumda olmayan Azime kendisine hayran hayran bakan doktora hemencecik âşık olmuştu. Kimseye komadan çıktığını söylemesini istemedi. Çünkü yapması gerekenler vardı. Hesaplaşması gereken insanlar komadayken bile zihninde ona işkence etmişlerdi. Artık ilişki yaşadığı Doktor Arslan ile beraber koma yalanını sürdürmeye devam ettiler. Görgü tanığı onu gördüğünde teşhis edileceğini ve kliniğe gideceğimizi anladıklarından Doktor Arslan onu gerçekten komaya sokup makineye bağlamıştı.Doktor Arslan’ın tek dileği sevdiği kadınla mutlu bir ilişki yaşamaktı ama beklediği gibi olmadı. Şimdi her ikisi de demir parmaklıklar ardında gün sayacaktı.
Suçlular savcılığa, suçsuzlar da nezaretten evlerine gönderildi. Sabah olmuştu. Cemil’i evine gönderdim ve odama geçtim. Yazılacak raporları yazdım. Telefonu elime aldım. Saate baktım. Şebnem şarkıya başlamak üzereydi.
Günaydın sevgilim, ne güzel bir gün değil mi?
Kahvaltıdan önce biraz daha sevişelim mi?’