Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

YeniSayı Çıktı

Polisiye Dergi Dedektif'in yeni sayısını şimdi ücretsiz okuyabilirsin!

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul

Diğer Yazılar

Bülent Tunga Yılmaz
Bülent Tunga Yılmaz
1975 yılında Samsun’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi, sosyoloji ve kültürel çalışmalar alanında lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı. Weitz Center for Sustainable Development’dan Yerel Kalkınma ve Kamu Yönetimi konusunda diploması bulunuyor. Çalışmaları ağırlıklı olarak AB-Türkiye İlişkileri, toplumsal araştırma, akademi-endüstri ilişkileri ve proje yönetimi alanında yoğunlaşan Yılmaz evli ve Kerem isminde bir çocuk babasıdır. Aİlesiyle birlikte Dubai’de ikamet etmektedir.

Dünyanın hemen hemen her kentinde az ya da çok, ulusal veya uluslararası casusluk/haber alma faaliyeti gerçekleştirilir. Ancak bazı kentler vardır ki, politik ve tarihsel konumları nedeniyle casusluk faaliyetleri neredeyse gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu kentlerde casuslar ve ajanlar adeta cirit atar. Berlin, bu konuda elbette özel bir yere sahiptir. Şehir, Soğuk Savaş’ın başlamasıyla ve özellikle de Berlin Duvarı’nın yapılmasıyla birlikte casusluk faaliyetlerinin en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Berlin, her sokağına ve binasına sinmiş espiyonaj hikayeleriyle casus denildiğinde ilk akla gelen kentlerden biridir ve bu nedenle sayısız casus romanına ve filmine de ev sahipliği yapmıştır.

Berlin’in ardından Soğuk Savaş’ın iki büyük cephesi olan Washington ve Moskova, bir başka önemli uluslararası oyuncu olan Birleşik Krallık’ın başkenti Londra, sanat, kültür ve gastronominin yanı sıra uluslararası güç oyunlarının da merkezlerinden biri olan Paris ve tarafsızlığının yanında Batı ve Doğu Avrupa’yı birbirine bağlayan stratejik konumuyla Viyana da önemli espiyonaj kentleri arasındadır.

Bir zamanlar dünyanın en önemli merkezlerinden biri, hatta bazıları için dünyanın merkezi olan İstanbul’un modern zamanlarda espiyonaj faaliyetleri ve casuslarla olan ilişkisi nasıldı? Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan stratejik konumu ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile olan doğu sınırı ve batıda da Bulgaristan ile olan sınırı Türkiye’yi ve dolayısıyla da onun en büyük şehri ve ekonomik, kültürel ve tarihsel merkezi olarak İstanbul’u Soğuk Savaş döneminde casusların kimi zaman açık kimi zaman da gizli bir şekilde mücadele ettiği önemli bir cephe haline getiriyordu. Genel anlamda (sinema ve edebiyat) casus literatürü söz konusu olduğunda İstanbul’a hak ettiği kadar yer verilmiş midir? Bu tartışmaya açık soruya benim cevabım ‘hayır’. İstanbul’un elbette yukarıda söz ettiğim kentler kadar yoğun bir biçimde ilgili literatürde yer alması sadece politik ve tarihsel nedenlerle değil aynı zamanda kültür endüstrisi bağlamında da beklenemez. Buna karşın mekâna dair gerçeklikleri tartışmalı (bazıları düpedüz yanlış) üç James Bond filmi ve bir kaç yapıt dışında da doğrudan İstanbul’u konu olan casusluk yapıtları bu alanda kentin hakkını daha fazla verirdi. Bu kısa giriş arından İstanbul ile özdeşleşmiş veya İstanbul’un bir mekân olarak yer aldığı casus filmlerini kısaca sıralayalım: Journey into Fear (Normal Foster, 1943) Günümüzde seyretmesi pek mümkün olmayan film casus romanlarına getirdiği gerçekçi bakış ile bilinen ve türün en büyük isimlerinden bir olarak kabul edilen; hatta pek çokları tarafından Graham Green, Ian Fleming, John Le Carre, Julian Symons, Alan Furst ve Frederick Forsyth gibi yazarların ortaya çıkmasını sağlayan yazar olarak da tanımlanan Eric Ambler’in II. Dünya Savaşı’nın hemen başında, 1941’de yazdığı romandan uyarlanmış. Senaryosunu Orson Welles’in yazdığı ve başrolde Welles’in en gözde oyuncusu, 1940ların en önemli aktörlerinden Joseph Cotton’ın yer aldığı Journey into Fear, Howard Graham isimli bir Amerikalı mühendisin (romanda İngiliz) İstanbul’da Türk Donanması’na yardım ettiği sırada Nazi suikastçıların hedefi haline gelmesinin ve sonrasında gelişen olayların hikâyesini anlatır.

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul 1

Filmin 1975 yılında aynı adla ama farklı bir temaya dayanan bir yeniden yapımı ünlü Amerikalı sinema ve tiyatro yönetmeni Daniel Mann tarafından çekilir; James Bond ve İstanbul. İstanbul ve casuslar bir arada düşünüldüğünde akla gelen ilk isim elbette James Bond’dur. Tam üç Bond filminde (From Russia with Love, The World is not Enough ve Skyfall) İstanbul önemli kentlerden biridir. Bond filmlerinin büyük bestecisi (toplamda 11 Bond filmi için müzik yapmıştır) sinema tarihinin en önemli film müziği bestecilerinden biri olan John Berry ilham almaya geldiği İstanbul için şöyle der: “Daha önce bulunduğum hiçbir yere benzemiyordu. Bunu gerçekten söylüyorum; ordudayken çok seyahat etmiştim.”

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul 2

From Russia with Love (Terence Young, 1963) “Daha önce İstanbul’a gelmedin mi? Boğaz’ın karşı konulamaz mehtabının olduğu yere?” (James Bond) Tarihin en iyi Bond filmlerinden biri olarak da kabul edilebilecek olan From Russia with Love bu filmler içinde İstanbul için özel bir yere sahiptir. Bond’un uğradığı diğer lokasyonlardan biri değildir İstanbul. Filmin büyük bir bölümü İstanbul’da çekilmiştir ve İstanbul filmde adeta karakterden biridir. Fatih, Kapalıçarşı, Beyoğlu, Osmanbey ve Boğaz filme ev sahipliği yaparlar. Özellikle eski evleri ve sokaklarıyla Fatih; Bond’un İstanbul’daki bağlantısı Kerim Bey’in paravan olarak kullandığı mağazaya ev sahipliği yapan Kapalıçarşı ve ana karakterler James Bond ve Tatiana Romanova’nın buluştuğu ve film ekibinin büyük turist gruplarını rahatsız etmemek şartıyla özel izinle çekim yaptığı Aya Sofya o dönem için İstanbul’un tarihi ruhunun filme aktarılmasına olanak tanır. Buna karşın Bond ve Kerim Bey’in Kapalıçarşı’dan Yerebatan Sarnıcı’na geçip oradan da bir kayığa binerek Osmanbey’deki Sovyet Konsolosluğu’na gitmesi mekânsal gerçeklik açısından filmin inandırıcılığını şüpheye düşürür. Beyoğlu’nda bulunan Sovyet Konsolosluğu Sarnıç’ın üzerinde değildir; fakat şahsım adına bu fantezinin İstanbul coğrafyasına dair güzel ve yaratıcı bir hayal olduğunu da itiraf etmek isterim.

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul 3

The World is not Enough (Micheal Apted, 1999) Mükemmel bir Bond olmasına rağmen tarihin bazı en kötü Bond filmleriyle karizması ve tarihsel mirasının harcandığı düşündüğüm Pierce Brosnan döneminin en kötülerinden biri olan The World is not Enough İstanbul’u mekânsal olarak çok yanlış anlamış ve anlatmış bir filmdir. Son bölümleri İstanbul’da çekilen filmde Küçüksu Kasrı’nın Beykoz’da Boğaz kıyısında değil de Bakü’de olduğu (Elektra King’in Bakü’deki ikametgâhı olarak gösterilen bina aslında Küçüksu Kasrı) iddia edilir. Nitekim Bond filmlerindeki mekânları anlatan ‘Huntingbond’ sitesi de bu durumu ‘Boğazdaki Bakü’ olarak tanımlar. Kız Kulesi, filmin kötü adamı Renard ve onun işbirlikçisi Elektra’nın İstanbul’daki merkezidir; keza ikisinin de İstanbul’daki ikametgâhı ve ana merkezileri de Kız Kulesi’dir. Kız Kulesi’nin altında ayrıca bir de denizaltı üssü kurarlar.

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul 4

Skyfall (2012, Sam Mendes) Tüm Bond filmleri içinde benim en sevdiğim ve en derinlikli bulduğum filmdir. Bir Bond filminin müthiş bir İstanbul çekimiyle başlaması ayrıca ilgi çekicidir. Film Sirkeci/Hobyar’da bulunan ve geçmişte Deutsche Orient Bankası’nın İstanbul merkezi olarak kullanılan Germanya Han içinde başlar. İstanbul’un en ilgi çekici ve ayrıksı yapılarından birinin mekân olarak seçilmesi çok estetik ve zeki bir harekettir. Keza binadan çıkar çıkmaz Sirkeci/Eminönü bölgesinin tüm kargaşa içindeki ritmine ve akışına dâhil olmak mümkündür. Şu ana kadar çekilmiş en iyi Bond girişlerinden birine sahip olan Skyfall’daki Eminönü ve Kapalıçarşı’daki kovalamaca sahneleri mekân-şehir-film algısı ve anlatışı açısından çok başarılıdır. Sonra amiyane tabirle film kopar ve bir anda kendimizi Adana’da buluruz. Bond’un trendeki kavga sahneleri sonrasında yüksek bir köprüden nehre düştüğü sahneyi çekebilmek için İstanbul-Bağdat Demiryolu’nun bir parçası olarak Almanlar tarafından 1916’da tamamlanan ve bu yüzden de Alman Köprüsü veya Koca Köprü olarak da bilinen Varda Viyadüğü seçilmiştir. Filmde viyadüğün İstanbul’da, Eminönü’nün hemen dışında yer alıyormuş gibi gösterilmesi bence filmin eksi hanesine yazılacak tek puandır. Filmin Kapalıçarşı çekimleri sırasında özellikle motosikletli takip sahnesinin çekildiği yapının damına zarar verdiği söylenmişti. Bu konuya dair iddialar filmin yapımcısı Michael G. Wilson tarafından yalanlanmıştır. Wilson, çekimler sırasında damın kullanılan bölümünün kaldırıldığı ve replikaların kullanıldığı; çekimler sonrasında da orijinallerin yerine konduğunu belirtir. Çekimler sırasında Eminönü Caddesi üç hafta boyunca trafiğe ve yayaya kapalı kalınca bu durumdan etkilenen esnafın dükkân açması ama iş yapmaması karşılığında günlük 750 TL (2012 kurlarında yaklaşık 410 Dolar) ödeme yapılmıştır. Kapalıçarşı çekimleri de turist yoğunluğu dolayısıyla sadece pazar günleri gerçekleştirilmiştir.

Kapalıçarşı’nın çatısında adeta damdaki kemancı gibi dolaşan sadece Daniel Grieg ve Bond değil. Alman yönetmen Tom Tkywer’in uluslarası finans kurumları, silah şirketleri ve Afrika’daki isyancı grupların karıştığı illegal aktiviteleri konu alan bir politik/suç gerilimi olan ve espiyonaj türüne göz kırpan The International (2009) filminin son bölümü İstanbul’da çekilmiştir. Kahramanlarımız Haluk Bilginer tarafından canlandırılan silah üreticisi Ahmet Sunay ile görüşmeye İstanbul’a giderler ve önce Sunay’ın yakın bir akrabasının cenaze namazının kılındığı Süleymaniye Camii’nde sonra da Yerebatan Sarnıcı’nda görüşürler. Filmin sonunda da filmin ana karakterleri Interpol ajanı Salinger (Clive Owen) Banka’nın CEO’su Skarssen (Ulrich Thomsen) Kapalıçarşı’nın damında yüzleşirler.

CASUSLAR, MEKÂNLAR VE KENTLER: Casus Filmlerinde İstanbul 5

Casus edebiyatının en büyük yazarı John Le Carre ve belki de en büyük romanı Tinker, Tailor, Soldier, Spy (2011) Romanın ve uyarlanan dizi ve filmin neredeyse tamamının geçtiği 1970’ler Londra’sını yansıtışı üzerine bir sürü yazı ve podcast hazırlanmıştır. Öte yandan Budapeşte dışında filmde bir şehir daha yer alır: İstanbul. Filmin önemli karakterlerinden biri olan saha ajanı Ricki Tarr İstanbul’da görevlidir ve ana tema olan MI-6 içindeki yüksek derece bir yöneticinin aslında bir köstebek, Ruslar için çalışan bir ikili ajan olduğunu orada öğrenir. Filmde İstanbul gerçekçi ve 70’lerin karanlık ve depresif ruhuyla yansıtılır. Özellikle İstiklal Caddesi, Karaköy/Kemankeş Caddesi ve Haydarpaşa Limanı filmin İstanbul sahnelerine ev sahipliği yapar. Tarr’ın Boğaz’ın Asya yakasından Fatih tarafına baktığı ve görüntüde Sirkeci’deki Sepetçiler Kasrı’nın olduğu sahne gerçekten tipik bir İstanbul manzarasını ortaya koyar. Kısa süre yer almasına rağmen İstanbul’un filme yerleştirilmesi; mekân ve coğrafya algısı genel anlamında çok başarılıdır. Toplamda 15 Bond filminin özel efektlerini yöneten Chris Corbould “İstanbul’un gerçek bir karakteri var,” der. Peki, bu gerçek karakter uluslararası sinemaya yeteri kadar ve daha da önemlisi gerçekçi bir şekilde yansıyor mu? Soğuk Savaş’ın ve sonrasında yeni dünya düzeninin önemli mücadele alanlarından biri olan İstanbul’un casus filmlerinde daha fazla yer alması hem geçmiş tarih hem de mevcut jeopolitik konumu ile örtüşecektir.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar