1964’de ‘Jack’ Londra’ya geri döndü. Her şey, boğularak öldürülmüş ve çırılçıplak soyulmuş vaziyette, fahişe oldukları anlaşılan cesetlerin bulunmasıyla başladı. Çoğu kurban boğularak ölmüştü. Bazıları ise oral sekse zorlanmaktan ötürü boğularak öldükleri anlaşılmıştı. Gazeteler yeni seri katilin adını bulmuştu bile; ‘Jack the Stripper’. Bazı kaynaklara göre cinayet serisine 1959’da başlamıştı. Altı ile sekiz arası kurbanı olduğu söylenmekteydi. Katil hiç bir zaman yakalanmadı. Ancak şüphelilerden bir tanesi intihar ettikten sonra cinayet serisi durdu.
Bu olaydan hemen sonra İngiltere diğer bir çılgınlık ile tanıştı. Manchester’da yaşayan on yedi yaşındaki David Smith, polise başvurarak bir katili tanıdığını söyleyince Pandora’nın kutusunu açmış bulundu. Smith’in görümcesi Myra Hindley’in erkek arkadaşı Ian Brady, bir adamın kafasını balta ile parçaladıktan sonra, David’den kurbanı gömmek için yardım istedi. Bu ihbarın ardından evi arayan polis, kurbanın bedenini bodrum katında buldu. Bu keşfin ardından Brady ve Hindley tutuklandı.
Evin içindeki keşif bitmemişti. Aralık 1964’de on yaşındaki Lesley Ann Downey kaybolmuştu. Polisler evin içinde kayıp çocuğun resimlerini buldular. Ayrıca bir kaset bulundu. Kayıtta küçük çocuğun yalvarışları duyuluyordu. On iki yaşındaki kayıp bir çocuk hakkında da delillere ulaşıldı. Anlaşıldığı üzere Hindley, çevredeki çocukları bataklık bölgesinde piknik yapma bahanesiyle kandırıyordu. Kendilerini bekleyen Brady ise çocukları öldürüp orada gömüyordu. Bölgede daha çok çocuk kaybolmuştu. Bu durumda şüpheler bu çift üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak her ikisi de hiç bir suçlamayı kabul etmediler.
Brady tam bir postmodern nihilist (Hiççilik ya da nihilizm veya yokçuluk; 19. yüzyıl ortalarında Rusya’da, özellikle genç entelektüel kesim arasında taraftar bularak yükselen ve bu nedenle kendine büyük felsefi akımlar arasında yer edinen bir felsefî yaklaşımdır) idi. Dostoyevski, Marquis de Sade ve Nietzsche’den ciddi bir biçimde ilham almıştı. Kız arkadaşı Myra ile birlikte mükemmel cinayetin peşindeydiler. İlk kurbanları On altı yaşındaki genç bir kız öğrenci oldu. Brady daha sonradan, The Gates of Janus isimli kitabında felsefesini anlatmaya çalıştı. Onun gibi katilleri şu şekilde özetliyordu “Hayatın yollarında elinde olmayan sebeplerden tökezleyenler”, “Seri Katiller, bir ömür boyu koyun gibi yaşamaktansa, bir günlüğüne aslan gibi yaşayanlardır”. Ona göre seri katiller dünyanın normaliyken, diğer insanlar anormaldi.
Hindley, katil erkek arkadaşı ile tanışmadan önce sıradan bir kızdı. Brady için kolay bir av olmuştu. Mary’nin günlüğüne göre, ahlak göreceliydi. O da kısa sürede Brady gibi benzer duygular beslediğini keşfetti. Brady ile Hindley birbirilerini suç dünyası için yaratılmış bir çift olarak görüyorlardı. Ancak bunun bedeli çok ağır oldu. 1966’da her ikisi de ömür boyu mahkûmiyet ile cezalandırıldılar.
04 Nisan 1968’de siyahî ABD vatandaşların lideri olarak kabul edilen Dr. Martin Luther King Jr., Tennessee’de yapmış olduğu konuşma sonunda vurularak öldürüldü. Suikastçı İngiltere’ye kaçsa da, kısa sürede yakalanarak ABD’ye iade edildi. Bu olaydan sonra İngiltere’de dört yaşındaki Martin Brown ve üç yaşındaki Brian Howes ölü bulundu. Brian, keskin bir nesne ile tanınmayacak hale getirilirken, karın bölgesine büyük bir M harfi çizilmişti. Çevre sakinleri korku içindeydi. Katil tarafından yazıldığı düşünülen notlar ortaya çıkmaya başladı. Notlar “Fanny and Faggot” diye imzalıydılar. Notlarının bir tanesinde, “Cinayet işliyorum. Belki de geri döneceğim” diye yazıyordu. Herkes korku içindeyken, daha sonra olacakları kimse tahmin edemezdi.
Cinayetten kısa bir süre sonra, bir kız çocuğu, Martin’in ailesinin evine geldi. Kapı çalındı. Küçük şirin kız, Martin’i görmek istediğini söyledi. Kapıyı açan annesi, Martin’in vefat ettiğini söyleyince kız gülümsedi ve “Ah, öldüğünü biliyorum. Martin’i tabutunda görmek istiyorum.” dedi.
İkinci cinayetin ardından, aynı kız, Brian’in evinin önünde yine belirdi. Polis şefi James Dobson fark etti. Brian’in tabut içindeki küçük bedeni evinden dışarı çıkartılırken, evin önünde bekleyen küçük kız ellerini ovuşturarak gülmeye başladı. Bunu gözlemleyen polis şefi Dobson, katilin bu küçük kız olabileceğini göz önünde bulundurmaya karar verdi. Kızı araştırmaya başladı. On bir yaşındaydı. Bir yandan şüphelerinin imkânsız olduğunu düşünüyordu. Diğer bir yandan ise kızı araştırmak zorunda olduğunu hissediyordu. Kızın ismini öğrendi, Mary Flora Bell.
Polis şefi kızı sorgulamaya karar verdi ve Mary ve arkadaşı Norma Bell’i (akrabalık yok) tutuklamaya karar verdi. Sorgulama başlaması ile birlikte, her ikisi de birbirilerini suçlamaya başladılar. Mary detaylı bir şekilde her şeyi anlattı. Mahkemeye çıkartılan bu iki kız, dünya basınının ilgi odağı oldu. Nasıl oluyordu da küçük bir kız cinayet işleyebiliyordu? Mary henüz on yaşındayken ilk cinayetini işlemişti. İki kızı analiz eden uzmanın açıklamaları dikkate değerdi. “Norma, sıradan bir zekâya sahip pasif bir karakterdi. Mary farklı, anormal bir çocuk; saldırgan, sinsi, zalim, pişmanlıktan yoksun, baskın bir karakter, yaşıtlarının ötesinde üstün bir zekâya ve inanılması güç bir kurnazlığa sahip.”
Norma beraat etti. Ancak Mary cinayetten ötürü suçlu bulundu. O kadar tehlikeli bir izlenim yaratmıştı ki, sadece erkek çocuklardan oluşan bir çocuk hapishanesine sevk edildi. Bell, 1980’de serbest kaldı ve 2003’de ömür boyu kimliğinin gizlenmesine karar verildi.
Yeni bir adli bilim tekniği denenmeye başlandı. Nötron aktivasyon analizi denilen bu uygulama sayesinde, en küçük parçacıklar üzerinde analizler gerçekleştirmek mümkündü. Saç örnekleri, iplik gibi bulgular artık çok daha önem kazanmış durumdaydı. Tıpkı Beineman cinayetinde olduğu gibi. Eğer bu teknik uygulanmasaydı, bu cinayeti çözmek mümkün olmayacaktı. Collin’s ömür boyu hapis cezası alarak cezaevine gönderildi.
Tutuklanmasının ardından yeni bir cinayet, herkesi dehşete düşürdü. 09 Ağustos 1969 Cumartesi gecesi, ünlü yönetmen Roman Polanski’nin evinde tam anlamıyla bir katliam gerçekleşti. Aralarında Roman Polanski’nin sekiz aylık hamile eşi Sharon Tate’in de bulunduğu beş kişi hunharca öldürüldü. İlk kurban Steve Parent yanlış zamanda yanlış yerde bulunuyordu. Bir tanıdığını ziyaret ettikten sonra ayrılmak üzereydi. Diğer kurbanlar ile hiç bir alakası yoktu. Polanski malikânesinin içinde kan gölü içinde yatan iki beden vardı. Sharon Tate, on altı kez bıçaklanmıştı. Diğer ceset ise saç tasarımcısı Ja Sebring’e aitti. Jay’in bedeninde bir kurşun yarası ve yedi bıçak yarası vardı. Giriş kapısına kan ile “Pig” (Domuz) kelimesi yazılmıştı. Evin dışında, Voytek Frykowski almış olduğu sayısız yaralarından kanayarak yatıyordu. Bedenine beş mermi saplanmıştı. Tam elli bir kez bıçaklanmıştı. On üçkez de kafasına sert bir cisim ile vurulmuştu. Hemen yakınında ise yirmi sekiz bıçak darbesiyle Abigail Folger yatıyordu.
Yetkililer, 31 Temmuz’da işlenmiş başka bir cinayet ile bir bağlantı olduğunu ilk başta fark etmemişti. Müzisyen kurbanın bulunduğu evin duvarlarına da,“Pig” kelimesi yer alan notlar yazılmıştı. Bir gece sonra ise başka bir cinayet daha işlendi. Leno ve Rosemary LaBianca evlerinde bıçaklanarak öldürülmüşlerdi. Leno’nun göğüs bölgesine bıçak ile “War” (savaş) kelimesi yazılmıştı. Kurbanlarının kanı ile duvarlara “Death to Pigs” (Domuzlara ölüm), “Rise” (Dirilme) ve “Helter Skelter” (Beatles şarkısı) yazılmıştı.
Ekim ayı içinde ise şans polisten yanaydı. Çeşitli suçlardan ötürü tutuklu bulunan Susan Atkins isimli mahkûm koğuş arkadaşına, işlenen cinayetler ile bağlantısı olduğunu söyledi. Polisler Spahn çiftliğine yöneldiler. Şehrin dışında bulunan bu çiftliğin sakinleri bir hippi topluğuydu. Liderleri ise Charles Manson isimli adamdı.
Şüphe üzerine beş kişi tutuklandı, Charles Manson, Susan Atkins, Leslie Van Houten, Patricia Krenwinkel ve Tex Watson. Parçalar birleşince, işlenen cinayetlerin baş sorumlusunun Manson olduğu anlaşıldı. Manson çevresinde toplanan hippi gençliği, liderlerine kayıtsız şartsız itaat ediyorlardı. Manson ailesi bir tür tarikattı. Manson kendisini Mesih ilan etmişti. Tarikatın felsefesi ise “Helter Skelter” şarkısına dayanmaktaydı. Beatles grubunun “White Albüm” isimli albümünde yer alan bu şarkıyı, Manson kendisine göre yorumlamıştı. Manson’a göre şarkının mesajı, siyah ırkın beyaz ırk üzerinde bir üstünlük kuracağıydı. Ancak şarkı sözlerini yalın bir şekilde dinlediğiniz zaman bu mesajı almak mümkün değil.
Savcı Vince Bugliosi, duruşmanın ilk gününden itibaren baş sorumlunun Charles Manson olduğuna inanıyordu. Manson ailesini savunan ilk avukat, gizemli bir şekilde ortadan kaybolduktan kısa bir süre sonra, Charles Manson, Susan Atkins ve Patricia Krenwinkel birinci derecede yedi cinayetten ötürü suçlu bulundular. Leslie van Houten iki cinayetten ötürü suçlu bulundu. Ayrı görülen bir davada ise Tex Watson kendi payına düşenden ötürü suçlu bulundu.
Kararın açıklandığı gün Manson, her zamanki gibi herkesi şaşırttı. O ana kadar uzun saçları ile bilinen Manson, saçlarını sıfıra kazıtmıştı ve sakalını bir tür çatala benzetmişti. Salonda bir anda ayağa fırladı ve “Ben şeytanım ve şeytan daima keldir”diye bağırdı. Dava birçok uzmanın, sentetik uyuşturucu LSD’nin etkilerini tartışmaya teşvik etti. Ancak bu kararı hiç bir şekilde etkilemedi. Tüm sanıklar idam cezası alsalar da, hiç biri infaz edilmedi. Toplamda otuz yedi cinayetten ötürü şüpheli konumundaydılar. Manson ailesinin birçok üyesi ise yer yarılmışçasına ortalıktan kaybolmuştu.
60’lardan 70’lere geçiş son derece sancılı geçti. Seri katiller çığ gibi türerken, FBI’ın bazı detektifleri kendilerini ön plana çıkaracak hamleler yapacaklardı.