Filmlerin yeniden çevrilmeleri konusunda eski kafalılığa varan hassasiyetimden dolayı, muhteşem Agatha Christie eseri Doğu Ekpresi’nde Cinayet‘in son çevrimini izlememek için epey direndim. 1974 yılında Sidney Lumet tarafından çekilen filmle, 2010 yılında çekilen, harika aktör David Suchet’nin Dedektif Poirot’yu canlandırdığı serilerden biri olan yapımın büyüsünün bozulmasını istemiyordum. Ancak sonunda dayanamayarak, Kenneth Branagh’ın hem yönetip hem de başrolde oynadığı sonuncu Doğu Ekspresi’nde Cinayet‘i izledim.
İtiraf etmeliyim ki, önceki filmlerde aldığım zevki sonuncusundan alamadım. Kötü bir film miydi? Bence hayır. Ancak büyü bozulmuştu. Öncelikle, Hercule Poirot’yu oynayan Kenneth Branagh, özellikle David Suchet’nin muhteşem Poirot yorumundan sonra fazla yakışıklı, fazla cici kaçmıştı. Elbette Branagh’ın oyunculuğuna lafım olamaz, önünde şapka çıkartılması gereken aktörlerden ve ona haksızlık yapmayı asla istemem. Sorun şu ki, Kenneth Branagh’ın makyajı karikatürleştirilmişti. O korkunç bıyık, sevgili dedektifimi ve sevgili aktörüm Kenneth’ı komik duruma düşürüyordu. Poirot’nun tuhaf bıyığının zaten “komik” bulunduğunu tüm Christie hayranları bilir fakat bu seferki bıyık haddini epey aşmıştı. “Ben takma bıyığım” diye bas bas bağırıyor, ekrana elimi uzatıp kenarından çekme isteği uyandırıyordu. Bu gülünçlüğe rağmen Kenneth Branagh, yani Dedektif Poirot, bence haddinden fazla, hatta Johnny Depp’in karizmatik varlığıyla rekabet edecek kadar çekiciydi. Poirot’yu hiç böyle canlandırmamıştım gözümde.
Son filmin açılışındaki sahne, üç büyük dini simgeleyen şahısların önünde bir tanrı edasıyla dikilen Hercule Poirot’yu yine karikatürleştirmekte geri kalmadı benim için. Dedektifin, müthiş özelliklere sahip, harikulade bir insan olduğunu biliyoruz ancak bunu bu derece vurgulamaya gerek yoktu. Yönetmen Philip Martin’in 2010 yılında çektiği filmde ise, Poirot son derece insani özellikler ve müthiş bir duygusallık gösteriyor, hatta dua ettiği bir sahnenin varlığıyla, herkesin içinde var olan zayıf düşme, bir şeylere sığınma ihtiyacında bir portre çiziyordu.
Edward Rachett rolündeki Johnny Depp, iyi bir seçim olmasına rağmen son filmde neredeyse hiç konuşmuyor. Karakterin içindeki kötülüğü bize yüzüyle anlatan başarılı aktörün mimikleri sağ olsun, kenarından köşesinden Ratchett’ı hissedebildim. Ancak 2010 yapımı filmde, Toby Jones (Berberian Sound Studio) tarafından canlandırılan Ratchett’ın eline kimsenin su dökemeyecğini düşünüyorum. Sanırım son filmde yönetmen Branagh, yaşarken efsaneleşmiş aktörlerden Johnny Depp’i süslü bir şekilde servis edilmiş minik bir dilim pasta gibi izleyiciye kenarından tattırmak, Depp hayranı genç nesli filme çekmek istemiş. Keşke Johnny Depp’in daha fazla diyaloğu olsaydı, diye aklımdan geçirmeden edemedim.
Son filmdeki panoromik İstanbul görüntülerininin, teknolojik gelişmelere bağlı olarak gayet güzel, 1974 yapımında tatmin edici, 2010 yapımında ise biraz beceriksizce olduğu kanaatindeyim. Fakat 1974 yapımı filmde, Sirkeci Garı’nda geçen bir sahne var ki, utanç verici. 1930’ların İstanbul’una dair kesinlikle gerçekçi olmayan, o zamanlar günümüzün Türk vatandaşlarından bile daha modern giyinen insanların varlığıyla dolup taşması gereken gar, son derece Arabik bir tarzda resmedilmiş ve bu sahneyi ilk izlediğimde çok sinirlendiğimi hatırlıyorum. Zaten 1974 yılı ile ilgili tek eleştirim de bu sahnenin abartılı durumu. 2010 yapımında ise, İstanbul’un orta yerinde gerçekleşen kadın taşlama sahnesi abartılı. Fakat ne kadar abartılmış olsa da, kadına yönelik şiddetle sık sık gündeme gelen Türkiye’nin kötü şöhretinin bu sahneye sebep olduğuna eminim.
1974 yapımında, Albert Finney Poirot tiplemesiyle göz doldururken, birbirinden muhteşem oyuncularla dolu kadro, filmi 2017 yapımından çok daha göz kamaştırıcı hale getiriyor: Lauren Bacall (The Big Sleep), Ingrid Bergman (Casablanca), Jacqueline Bisset (Rizzoli&Isles), Jean-Pierre Cassel (Le Charme Discret de la Bourgeoisie), Sean Connery (Goldfinger), Anthony Perkins (Psycho), Vanessa Redgrave (Blow-up), Rachel Roberts (Picnic at Hanging Rock), Micheal York (Cabaret) gibi yıldız oyunculardan oluşan fevkalade bir kadro söz konusu. Üstelik küçük bir rolle biricik aktörlerimizden Nubar Terziyan da bu filmde rol alıyor. 2017 yapımında ise, Kenneth Branagh ve Johnny Depp dışında başta Judi Dench (Miss Peregrine’s Home for Peculiar Children) olmak üzere, Michelle Pfeiffer (Scarface), Olivia Colman (Broadchurch), Willem Dafoe (Antichrist) gibi yıldız isimler var. Yine de bence, 1974 kadrosunun ihtişamıyla karşılaştırma yapmam pek mümkün değil. Örneğin, Ingrid Bergman’ın ilk filmde canlandırdığı mürebbiye karakterinden sonra Penelope Cruz oldukça sönük. 2017 yapımında, doktor rolünde siyahi bir aktörü (Lesli Odom Jr.) görmemizin sebebi ise, günümüzde uç boyutlara ulaşan ırkçılıkla ilgili hassasiyetleri tatmin etme çabası olmalı ve bence bu çok hoş bir değişiklik olmuş. Son olarak 2010 yapımına gelirsek, David Suchet ile Toby Jones’un yanı sıra, Jessica Chastain (Molly’s Game), Susanne Lothar (Funny Games, 1997), Barbara Hershey (Insidious) ve Denis Menochet (Inglourious Basterds) gibi oyuncular kadroyu renklendiriyor.
Son Doğu Ekspresi’nde Cinayet filminde beni görsellik açısından hayran bırakan bir sahne var ki, sanırım filmin en can alıcı kısmını oluşturuyor: On iki şüphelinin uzun bir masa ardına dizilerek, Poirot’nun final konuşmasını dinledikleri, Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosuna gönderme yapan sahne bu. Ne yazık ki filmde, bunun dışında başka çarpıcı bir şey bulamadığımı belirtmeliyim. Tabii, eğer önceki filmleri henüz izlemediyseniz, iyi vakit geçirebileceğiniz, kötü sıfatını hak etmeyen bir film. Yine de, gelmiş geçmiş en iyi Poirot yorumu olduğunu düşündüğüm Suchet’nin performansını mutlaka izlemelisiniz. Suchet’li 2010 yapımının bir başka ilgi çekici yanı ise, son derece karanlık bir atmosfere sahip olması. Poirot’nun ruh halindeki karanlık bile öylesine iyi verilmiş ki, 2017 yapımındaki gibi gişe filmi sosunun yarattığı tatlardan hoşlanmayıp, gerçek anlamda bir heyecan ve gerilimi yaşamak isteyenler için biçilmiş kaftan. Bu gerilim, 2010’da çekilen filme göre nispeten az olsa da, 1974 yapımında da tatmin edici derecede bulunmakta. 2010 yapımındaki müzik ise, benim zevklerime göre en başarılı olanı.
Sonuç olarak, benim birinci gözdem, barındırdığı karanlık ve David Suchet’in Poirot performansı sebebiyle 2010 yapımı Doğu Ekspresi’nde Cinayet. İkinciliği, Sirkeci Garı sahnesi hariç, neredeyse mükemmel olan 1974 yapımına veriyorum. Ne yazık ki, 2017 yapımı Doğu Ekspresi’nde Cinayet, sadece eli yüzü düzgün ve eğlencelik bir film olarak kalacak zihnimde. Tavsiyem, önceki iki filmi izlemediyseniz, ilk olarak sonuncusunu izlemeniz. İyi seyirler!