Acımasız/Ruthless

Polisiye tiyatroyu hepimiz biliriz. Ülkemizde de zaman zaman sahnelenen bu tür oyunları, İngiltere’de her yıl bir çok tiyatroda görmek mümkündür. Artık, erişilmesi zor bir rekora sahip olan ve bu bakımdan da çığırından çıkmış gibi görünen Mouse Trap bu türün en bilinen örneği. Yıllardır, Londra’da St. Martins Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Tabii ondan öncesi de var. Agatha Christie’nin bu konuda çok hamarat olduğunu belirtmek gerek. Çok sayıda tiyatro oyunu yazdığı gibi, birçok roman ve hikayesini de sahneye adapte etmiş.
Londra’da en uzun süre sahnelenen ikinci oyunun da bir polisiye olması ne büyük bir tesadüf. Woman İn Black isimli oyun 1987’den beri gösterimde.

Daha bunun gibi pek çok polisiye oyun Londra’nın West End denilen sanat ve eğlence merkezinde izleyicileriyle buluşuyor.
Ruthless (Acımasız) da bunlardan biri. Ama bir farkı var. Bu bir müzikal. Evet, yanlış okumadınız, Ruthless, polisiye bir müzikal. Böyle bir şey olur mu demeyiniz, oluyor işte.
Birçok yönden ilginç bir müzikal. Örneğin bütün karakterler kadın. Bir erkek karakter var, ama daha sahneye çıkamadan öldüğü için sadece sesini duyabiliyoruz onun. Ne var ki, gene de bunun kadın kadına bir oyun olduğunu sanmanızı istemem. Çünkü başrolü bir kadın değil, bir erkek oynuyor. Kadın kılığında bir erkek!
Ruthless, bir tiyatro oyunundan esinlenerek yazılmış. Bad Seed (Kötü Tohum) adlı bu oyun, ülkemizde Lale Oraloğlu tiyatrosunda sahnelenmiş, daha sonra filme de çekilmişti. Başrollerini Lale Oraloğlu ve o sırada dokuz yaşında olan kızı Alev Oraloğlu oynamıştı. Filmde, küçük bir kızın işlediği cinayetler anlatılır.

Ruthless’ın konusu elbette çok farklı. Ama çıkış noktası Kötü Tohum’la aynı.
Bu, yetenekli küçük bir kızın hikayesi. Tina Denmark mükemmel şarkı söyleyen, dans eden sevimli bir çocuk. Babası sürekli iş gezisinde, annesi Judy ise sıradan bir ev hanımı. Bir gün, Judy’nin kapısını artist ajanı bir kadın çalar. Sylvia St. Croix adlı hayli şatafatlı, renkli ve uçuk bir tip olan bu kadın Tina’yı bir şov yıldızı yapacağını iddia eder ve Judy ile bu konuda anlaşır.
Judy’nin annesi Lita Encore ise müzikallerden nefret eden bir tiyatro eleştirmenidir. İkisi arasında geçen bir tartışma sonucunda Judy asıl annesinin Ruth Delmarco olduğunu öğrenir. Delmarco, Lita’nın yazdığı ağır bir eleştiri yüzünden bunalıma girip hayatına son veren bir zamanların ünlü bir müzikal yıldızıdır.

Judy, bunu öğrendiğine çok sevinir. Çünkü, sadece kızında değil kendisinde de annesinden gelen bir yetenek olduğunu bu sayede keşfeder.
Öte yandan, Tina’nın okulunda bir gösteri yapılacak ve bir müzikal sahnelenecektir. Artist ajanı Bayan Croix bu oyunda Tina’nın başrolü oynayacağından emindir. Ancak, beklediği gibi olmaz. Müzik öğretmeni, ki o da hep bir müzikal yıldızı olmayı düşlemiştir, yaptığı seçmelerde yeteneksiz Louise’i başrole seçer. Bunun nedeni, Loise’in babasının çok zengin olması ve okula büyük bağışlar yapmasıdır. Tina da Loise’in yedeği olur. Yani başrol oyuncusu hastalandığında ya da herhangi bir nedenle sahneye çıkamadığında onun yerini alacaktır. Bu haber, Tina’nın annesini ve Bayan Croix’i şoke eder. Ancak ilerleyen günlerde garip bir şey olur. Sahnede başına kum torbası düşen Loise ölür. Bu beklenmedik kaza sayesinde Tina başrolü kapar.
Ancak olay kaza değil bir cinayettir. Polisin soruşturması sonucu cinayeti Tina’nın işlediği anlaşılır. Küçük kız ıslahevine yollanırken annesi de ünlü sanatçı Delmarco’nun kızı olduğunu öğrenmenin verdiği cesaretle müzikallerde oynamaya başlar ve kısa zamanda ünlü ve zengin biri haline gelir.

Finalde bütün karakterler çeşitli nedenlerle Judy’nin malikanesinde toplanırlar. Tabii, ıslahevinden çıkan Tina da oradadır. Judy, sekreterinin aslında Loise’in annesi olduğunu ve kızının intikamını almak için kimliğini gizleyerek çalıştığını öğrendiğinde iş işten geçmiştir. Ancak onu, çok daha fazla şoke edici bir başka sürpriz bekler. Artist ajanı Bayan Croix, aslında ölmemiş ve uzun bir süredir bir köşeye çekilip münzevi bir yaşam sürmüş olan ünlü yıldız Ruth Delmarco’dan, yani Judy’nin özbeöz annesinden başkası değildir.
Loise’in annesinin intikam için Tina’yı öldürmeye kalkışması ile ortaya çıkan tabanca, bir çok kez patlayacak, ortalık kan revan içinde kalacak ve bu katliamın ardından sadece bir tek kişi canını sağ kurtarabilecektir. O da bütün bu şeytani planın mucidi Tina’dan başkası değildir.
Tatlı, sakin bir havada başlayan, giderek temposu yükselen ve çılgın bir finalle noktalanan müzikal, basit (ve aynı zamanda bilinen) ama gizemli hikayesinin beslediği müzik ve danslarıyla baş döndürücü bir atmosfere sahip.
Özellikle son yarım saatteki olağanüstü performansın ardından adeta bitmek bilmeyen bir kahkaha ve alkış tufanıyla perdenin kapanması, izleyicilerin mutluluğunu anlatmaya yeterli olacaktır sanırım.
Ruthless, aslında bir tür kara komedi. Tek farkı, seyirciye bol bol kahkaha attırması ki, ben bu yüzden cinai komedi demeyi tercih ediyorum.

Finalde peş peşe işlenen cinayetler; tabancayla vurulan beş kişinin unutulmaz bir şova dönüşen ve seyirciyi gülme krizine sokan o ölüm sahnelerindeki komiklik tek kelimeyle müthiş. Primadonna Delmarco’nun son nefesini vermek için kanapede kendisine uygun bir yer arayarak dramatik bir pozisyon almaya çalışması; Loise’in annesinin çılgınca sağa sola koşturup malikanenin muhteşem perdelerini aşağıya indirmesi ve onlara dolanması; Lita’nın iki seksen uzandığı yerden kadehindeki son bir yudum viskiyi de yuvarlamaya çalışması ve en nihayet o ciddi ve asık suratlı müzik öğretmeninin hep hayalini kurduğu Kuğu Gölü balerini olarak sahneyi terk edişi, benim gibi salondaki diğer seyircileri de gülmekten neredeyse bayılttı diyebilirim.
Oyuncuların tamamı bu yüksek tempolu müzikalin hakkını veren, hatta onu yer yer aşan bir performans sergilediler. Ama burada ben Sylvia Croix ve Ruth Delmarco rollerini oynayan Jason Gardiner’e ayrı bir parantez açmak isterim. Avustralya kökenli Gardiner, iki saat boyunca çok zarif ve şık bir hanımefendi olarak sahnede ayak basmadık yer bırakmadı adeta. Şarkılar söyledi, dans etti ve ortalığı birbirine kattı. Her hareketi, her mimiği, her dramatik pozu seyirciyi kahkahalara boğdu.
Ruthless, renkli, cafcaflı, karikatürize edilmiş konusu ve oyuncularının üstün performansıyla çılgıncasına eğlenceli bir müzikal. 1930’ların slapstick komedilerine benziyor. Bana eski, renkli çizgi romanları hatırlattı bu yüzden. Sanırım bunda sahnede kullanılan renklerle sanatçıların abartılı ve bazen mantıksızca yaptıkları hareketler önemli rol oynadı.

Oyun ilk kez 1992’de NewYork’da sahnelenmiş, daha sonra Los Angeles’a, oradan da Londra’nın West End sahnelerine transfer olmuş. İlginçtir, her seferinde, Croix/Delmarco rolünü erkek bir oyuncu oynamış. Tina rolünü ise çok sayıda çocuk oyuncu paylaşmış. Bunlar arasında Britney Spears da var. Spears’ın şöhrete giden yoldaki ilk adımlarını atmasını sağlayan Ruthless müzikali olmuş. Londra’daki sahnelenmede Tina rolü için dört kız çocuğu görev almış. Benim izlediğimde Anya Evans oynuyordu. O da diğer oyuncular gibi olağanüstü başarılıydı.