Dedektif Dergi olarak Nahoş Cinayet: Suç Edebiyatı Kulübü’ne tekrar konuk olduk ve üyelerle Esra Türkekul’un Kapalıçarşı Cinayeti romanı üzerine konuştuk. Bu keyifli toplantıya geçmeden önce sizlere kısaca Nahoş Cinayet: Suç Edebiyatı Kulübü hakkında bilgi verelim.
İzmir Dayanışma Akademisi (İDA) İzmir’deki “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzalayan ve üniversitelerinden ihraç edilen akademisyenlerce kurulmuş bir platformdur. Ancak İDA sadece Barış Akademisyenleri ile sınırlı olmayıp Türkiye’de barışa katkı sağlamayı amaçlayan sendika, meslek odası/birliğin bileşenidir. İDA, bilimsel toplantılar, konferanslar ve çeşitli akademik faaliyetler düzenler; yerel ve ulusal düzeyde akademik özerklik mücadeleleri ile yerel ve ulusal meselelere bilimsel araştırma ve eleştirel düşünce temelinde müdahale etmeye çalışır. Nahoş Cinayet: Suç Edebiyatı Kulübü de İDA’nın faaliyetlerinden biri.
Polisiyesever okurlar her ayın ilk salı günü İzmir Dayanışma Akademisi Derneği’nin Alsancak, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki ofisinde toplanıyor ve titizlikle seçip okudukları romanları Dr. Aydın Arı’nın demlediği çayın keyfine vararak konuşuyorlar. Dedektif Dergi’nin misafiri olduğu bu ayki toplantının katılımcıları; Dr. Aydın Arı, Hamit Yakın, Necmettin Özdemir ve Gamze Yayık’tı.
Dr. Aydın Arı: Yazarımız müteveffa, genç yaşta hayata veda etmiş. Romanda olaylar iki binlerin başında, İstanbul’da geçiyor. Yazar bir röportajında ilk romanı olan Kapalıçarşı Cinayetleri’nde birtakım acemilikleri olduğunu kabul ediyor. Bunlar çok büyük acemilikler değil ama özellikle polisiye kurgunun oturmadığını kabul etmiş. O nedenle takip eden romanı, Cadıbostanı Cinayeti’ni okumakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Roman boyunca karakterimizin dedektifliğini göstereceği anı çok bekledik. Polisiye okmalarımızda, güçlü erkek dedektif karakterinin dışında kalan dedektiflerin hikayelerini okumayı amaçladığımız için doğru bir kitap seçmişiz. Karakterimiz amatör turist rehberi bir kadın, dedektif olabileceğini sonradan fark ediyor. İşi nedeniyle gittiği Kapalıçarşı’da bir cinayete şahit oluyor. Olayı polis çözüyor aslında ancak roman boyunca o da polise yardım ederek olayların içinde kalıyor. Bunları düşündüğümüzde roman, bir kadın karakterin gündelik hayatını bir şekilde polisiye kurguya bağlayan güzel bir örnek. Yazar yaşasaydı bu kadın karakter ileriki romanlarda belki daha da gelişecekti.
Gamze Yayık: Röportajında üçüncü bir vakayı yazmayı planladığını söylemiş.
Dr. Aydın Arı: Üçüncü kitapta belki de amatör kadın dedektifimiz daha profesyonel hareket edebilirdi.
Necmettin Özdemir: Polisiye kurgusunda acemilikler olsa da yan öyküleri güzel ve gerçekçiydi.
Dr. Aydın Arı: Yazar, karakterin kadınlık hallerini, yapıp ettiklerine, söylediklerine, duygu durumuna güzel yansıtmış. Doğal olarak başarılı bir kadın karakter çizmiş. Aynı şeyi başkomiser Fatih için söyleyemem. O karakterin de açılacak yerleri vardı kanımca. Belki Cadıbostanı’nı okusak…
Gamze Yayık: Kütüphanemde mevcuttu, önce onu okudum. Cadı Bostanı kitabında da Fatih karakteri açılmıyor. Kapalıçarşı Cinayeti’ni okuyunca aslında karakterin gelişimini ters yönden görmüş oldum. Berna’yı ikinci kitapta sevdim aslında, belki bu kitapla başlasaydım bu kadar bağlanmazdım.
Dr. Aydın Arı: O kitapta Fatih var mı?
Gamze Yayık: Evet, rütbe alıp yükselmiş. Polis memuru İlker yine gıcık bir karakter olarak kitapta. Ancak her ikisi için de karakter gelişimi gözlemedim.
Dr. Aydın Arı: Ana karakter amatör bir dedektif olduğundan polisle işbirliği yapmalı, o nedenle yazarın polis karakterleri daha geniş işlemesi lazımdı.
Gamze Yayık: Başarılı buldunuz mu peki? Sıradan bir vatandaşın tüm soruşturmalara dahil olmasına gösterilen bahaneler size gerçekçi geldi mi? Ben yazarın buna güzel kılıf uydurduğunu düşünüyorum.
Dr. Aydın Arı: Polisin Berna’dan şüphelenip onu yakınında tutma bahanesi hiç fena değildi. Baştan beri bundan bir iş çıkmasını beklemiştim. Mantık hatası yok ama polisle olan ilişkilere biraz daha yer verebilirdi. İkinci romanda beğenmediğim tarafları geliştirmiş olacağını düşünerek okudum. Hikâyenin polisiyeleşmesi kitabın sonuna doğru oldu, bunu beğenmedim. Buraya kadar çevirmenlik yapan, boşanmış, annesiyle yaşayan ve hayatından hiç de memnun olmayan bir kadını anlattı yazar. Anne figürü gayet iyi yazılmıştı. Genel fikrim epey olumlu. Keşke yazar aramızda olsaydı da başka serüvenleri de okuyabilseydik.
Bu noktada şunu söyleyebilirim, iki binlerin başında hem kadın yazar hem kadın dedektif hikayesi oldukça azdı. Bu nedenle kitaba ve yazara hoşgörülü davranmalıyız diye düşünüyorum.
Gamze Yayık: Dedektif Dergi ailesinde kadın yazarımız çok. Bir önyargı var, Türk polisiye edebiyatında sadece erkekler yazıyor sanılıyor. Aslında son yıllarda polisiye edebiyatta sayımız epey arttı. Belki de Esra Türkekul ve diğer öncü kadın yazarlara bakarak cesaretlendik.
Necmettin Özdemir: Klasik polisiyedeki sert polis karakterler, bizdeki Behzat Ç karakteri vs. buna neden oluyor. Esra hanımın çok güzel yan öyküleri, betimlemeleri, felsefi tespitler var. Bunlar romanı zenginleştiren şeyler.
Dr. Aydın Arı: Sue Grafton’ın romanında rastlamadığımız kadar satın alma gücüne sınıfsal yaklaşım var. Erişemediği, alamadığı şeyleri dert ediyor karakterimiz. Örneğin romanın sonunda kuyumcudan komisyonunu alamadı.
Necmettin Özdemir: Şu cümleyi not almışım; “Ne resim kursuna giden teyzelerin masumiyeti, ne kursa gitmeyi reddedip kendi kendine kayık çizen emekli amcaların göz nuru vardı bu resimlerde.” Böyle güzel tespitleri var.
Gamze Yayık: Ben, bir kadın olarak yazara ve baş karaktere kendimi yakın hissettim. Uzun bir süre fazla kiloyla yaşadım. Karakterin şişmanlığıyla ilgili duyguları, yaptığı espriler, yemek yediğinde çektiği vicdani azap… Bunları bizzat yaşadığım için Berna karakterine gerçekten büyük sempati duydum. Karakter yazardan da parçalar taşır ya, Esra hanımın espri anlayışı, yazma tarzı vs. benim yazarken yapmaya çalıştığım şey aslında. Yazarın buna devam edemeyişine belki de bu iki sebeple çok üzüldüm.
Mekan seçimi isabetli, Kapalıçarşı çetrefilli, kaybolmaya müsait, gündüz kalabalık, geceleri tekinsiz bir yer. Zaman aralığı da iyi. Elbette bu bir kurgu, gerçekte cinayet öyle bir haftada çözülmez. Berna’nın da yardımıyla bir hafta içinde olay oldu bitti.
Dr. Aydın Arı: Cinayet sebebi basitti, o nedenle kolay çözüldü. Tesadüfi nedenlerle çözüme gittiği için bir haftada sonuçlanması normal.
Gamze Yayık: Konulara kancaları çok güzel attı. Örneğin evlilikle ilgili tespitler yapabilmek için karakterin kendi evliliğini anlattı bize, son dönemin sahte dinlerine göndermeler yaptı.
Dr Aydın Arı: Romanın yazıldığı yıllarda onlar çok popülerdi.
Gamze Yayık: Yazar kendi de turist rehberliği yapmış. İyi bildiği mekanları, bildiği şekilde anlatmış yazar. Bu da romanı başarılı kılıyor. Polisiye sorgulamalara, adli tıbba, teknik detaylara bulaşmadan suç ve suçlunun psikolojisi, insan ilişkilerinin çözümlemesi üzerinden yazılmış katmanlı bir metin olmuş. O açıdan değerliydi benim için. Okurken keyif aldım.
Hamit Yakın: Peşinen söyleyeyim, kitabı sevdim. Sevmeme polisiye yanı ve edebi yönü kadar baş karakter Berna’nın Kemal Sunal, Keloğlan filmlerinde örneğini görüp sevdiğimiz ezik, öteki, sakar ancak onca saflığın içinde işini götüren karakteri hoş bir duygu verdi. Annesiyle sorunlar yaşayan, evliliği, karşı cinsle ilişkileri sorunlu, bağımlı, itilmiş lanetli bir tip. Ama diğer taraftan yaşamayı da seviyor…
Gamze Yayık: Kurtulmaya meyilli.
Hamit Yakın: Meyilli ama bunun için çaba harcamıyor sadece niyeti var. Saflığını, temizliğini de o niyette görüyoruz. Hepimizin bir kereden bir şey olmaz diyerek yaptığı, toplumda genel olarak rastladığımız bir tavır bu. Cinayeti çözerken öyle oturup delilleri değerlendirmek, karşılaştırmak, istatistik tutmak falan gibi yollara başvurmadı. Tamamen tesadüfi olarak hatta farkında bile olmayarak polise çözdürüyor cinayeti. Analiz yapıp, analitik bir sonuca ulaşmak gibi bir derdi yok. Fatih komiser Berna’yı sürekli yanında tutunca acaba ikili arasında duygusal bir yakınlaşma mı olacak diye düşünmedim değil. Hoşlandığı erkek arkadaşının da manyak çıkmasıyla Berna’nın Keloğlan saflığına emin oldum. Karakterin bu yönü yakaladı beni. İnce hesapları yok, samimi. İlk kitap olduğu için kurguya ilişkin bir şey söylemeyeceğim. Üzerinde tepinilecek kadar kötü şeyler yok aslında. Bana sadece cinayetin işlenişi ve katilin nedeni çok basit geldi.
Dr. Aydın Arı: Yetersiz tanımlamış, Mete’nin sadece kız arkadaşına telefon alabilmek için cinayet işlemesi basit geldi bana da. Kız zengin biriydi. O kısım zayıf kalmış. Sevgilisi üst sınıftan değil de, lüks yaşam isteyen bir orta sınıf birey olsa, olurdu. O bir hata, abartı olmuş.
Hamit Yakın: Suçun toplumsallığını belirtmek için anlatılan sınıf farkı hikayesi aksamış biraz.
Gamze Yayık: Fatih komiserle Berna, Merve Özdibek’in stüdyosuna gittiklerinde sakallı bir adama rastlamışlardı. Bu adam neden orada, yazar neden onu romana iliştirdi diye not almıştım. Acaba Merve bu adamı kiraladı da cinayeti o mu işledi diye aklıma takıldı. Yazar şüpheyi Merve ve Muzaffer üzerine çekip sonunda bilemediniz diyerek okuyucuyu ters köşe yapmak istemiş. Andrew Reynard aslında düşmüş, kemikleri kırıldığı için kalkamamış, katil olayın üstüne gelip anlık bir güdüyle soygun amaçlı cinayet işliyor. Bu beni memnun etmedi.
Hamit Yakın: Mete’den bahsedildiğinde o çocuktan bir iş çıkacağı belliydi. Evini, ailesini, çevresini beğenmiyor. Sürekli çatışma içinde. O açıdan olayla ilgisi hissedildi. Ama ölüm nedeni çok basitti. Hatta Andrew yerden hiç kalkamayıp ölmeliydi. Bu belki de daha çarpıcı olurdu.
Dr. Aydın Arı: Tamam, Mete’nin suç gerekçesi zayıf kalmış. Ama amatör bir kadın dedektifin çözebilmesi için bu kötü bir gerekçe değil. Büyük bilinmezleri olan bir suç değil. O açıdan doğru.
Gamze Yayık: Farklı gerekçelerle sonlanması mümkündü. Orası artık yazarın keyfine kalmış. Uluslararası bir şebekeye bile bağlayabilirdi.
Necmettin Özdemir: Andrew İstanbul’a defalarca gelmiş, mekânı iyi tanıyor. Neden yanına bir rehber alma ihtiyacı duydu?
Hamit Yakın: Eşini başından atmak için. Karısı Andrew’den şüphelenmiş.
Necmettin Özdemir: Otelde bırakırdı…
Gamze Yayık: O zaman Berna’yı romana yerleştiremezdi.
Necmettin Özdemir: Merve’nin para sıkıntısı çekmesini anlayamıyorum. Çevresinde ona tapan erkekler var. Onca gelir, Andrew’a şantaj yapıyor, hala paraya sıkışık…
Gamze Yayık: Kadınları tanımıyorsunuz. (Gülüşmeler) Ne kadar gelir, o kadar gider… İlker’in bir tespiti var, Fatih Komiser’in odasında kadınların hırslı ve açgözlü olduğuna dair bir cümle kuruyor. Hatta Berna bu söyleme kızıp oradan ayrılıyor. Merve başarısız bir ressam. Kendi çabasıyla elde ettiği bir geliri yok.
Dr. Aydın Arı: Yan karakter olduğu için yazar o detaylara fazla girmemiş. Merve’nin etrafında gelişen başka bir olay örgüsü çizmiş. Daha fazla anlatılabilir miydi? Belki. Ama ana karakterin olayı çözmesine katkısı olmadığından bu kadarı yeterli.
Amatör dedektif hikayelerinde karakter, biri büyük biri küçük iki olay çözer ya genelde. Ben onu bekledim.
Necmettin Özdemir: Yazar okuyucunun dikkatini başka bir yöne çekti.
Dr. Aydın Arı: Romandaki karakterlerin dönüşümlerini Cadıbostanı Cinayeti’ni okuyarak bir parça görebileceğiz sanırım. Karakter dönüşümü beklemek okur olarak elbette bizim hakkımız.
Gamze Yayık: Berna özel hayatında başarısız, işine ayaklarını sürüyerek gidiyor, belki de paraya ihtiyaç duymasa hiç evden çıkmaz. Cinayet vakası onu heyecanlandırıyor. İlerleme kaydedince de -belki de başarılı olduğu tek konu bu olduğundan- bu ipe sıkıca tutunuyor. Berna bizden biri olduğu için çok hoşnutum. Polisiyede klişelerden sıyrılmak, uç karakterler bulmak o kadar zor ki, her türlüsü yazıldı, dizisi, filmi yapıldı.
Dr. Aydın Arı: Eğlence sektörünün boş zamanı doldurmak için ürettikleri okuma alışkanlıklarımızı, beğenilerimizi, hayata ilişkin gerçeklik algılayışımızı belirliyor.
Necmettin Özdemir: Doğru, bir tespit daha okuyayım; “Annem de kendi kuşağındaki kadınların çoğu gibi eve temizlikçi alır, sonra onun peşinde dolanırken kendine daha fazla iş çıkarır.”
Dr. Aydın Arı: Babasının aldatma hikayesinin biraz açılmasını bekledim ama olmadı. Berna mutaassıp bir devlet memuru olan babasının hayatında başka bir kadın olduğunu cenazesinde öğreniyor. Annesi yıkılıyor.
Gamze Yayık: Genel olarak roman dramatik veya iç karartıcı değildi. Yazarın espri anlayışını çok sevdim. Berna en üzücü halleri bile bazen küfürle, bazen laf ebeliği ile geçiştiren bir karakter. Türkekul’un okumayı kolaylaştıran, gülümseten bir anlatısı vardı.
Necmettin Özdemir: Yayın sektörü satış hedefli çalıştığı için yazarları belli şekillerde yazmaya itiyor. O nedenle ilk kitaplar acemice de olsa yazara dair daha gerçek bilgi verir. O kitaplarda yazarın kendine ve yaşanmışlıklarına dair şeyler bulmak daha mümkün. Berna karakteri benzer dertleri çektiğimiz, aynı tür şeyler hissettiğimiz özetle bizden bir karakter. O nedenle bana hoş geldi. Yazardan, yaşlı, genç, kadın, erkek tüm karakterleri aksama olmaksızın yazmasını bekleriz. Yazarın asıl becerisi – kadın olduğu için kadın karakteri anlatmakta sıkıntı çekmiyor elbette- erkek karakteri de iyi yazabilmesi. Bunu başaramayan yazarlar var maalesef.
Dr. Aydın Arı: Aralara, selpak satan amca, çöp karıştıran çocuklar gibi toplumsal sıkıntılı konuları güzel serpiştirmiş.
Necmettin Özdemir: Berna’nın kuyumcuya ilk ve ikinci gidişinde yaşadığı duygu değişimi ilginç. İlkinde şıkır şıkır aydınlık, konforlu, güzel bulduğu mekân yaşadıklarından sonra ona değerli taşların çıkarıldığı coğrafyadaki kötü yaşam koşullarını anımsatacak kadar kötü geldi. Yazar bu tür vurgular yaparak yaşadığı çağa yabancı olmadığını gösteriyor. Sorunları yok saymıyor.
Gamze Yayık: Yazarın vefatı nedeniyle kitabın yeni baskısını bulmak şu an için mümkün değil. Sahaflardan bulunabiliyor. Polisiye adına kıymetli metinler bunlar, umarız basımı sürer.
Nahoş Cinayet: Suç Edebiyatı Kulübü yaz nedeniyle eylül ayına kadar toplantılarına ara verecek. Yeniden toplandıklarında aralarında olmak temennisiyle katılımcılarla vedalaşıyor, müsaade istiyor ve ayrılıyorum.
Kitapları aracılığıyla tanıdığımız ve sevdiğimiz kıymetli yazar Esra Türkekul’u rahmetle anıyoruz. Okuru bol olsun.
Siz de polisiye edebiyat okumayı seviyor, planlı okumalar yapmaktan hoşlanıyorsanız bu güzel ekibe dahil olmanızı tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar…