Kasım ayının serinliğine rağmen şehrin sokaklarında gündüzleri yaz mevsiminin izleri hala hissedilebiliyordu. İnsanlar ceketlerini omuzlarına atmış, kafelerde açık havada oturup kahvelerini yudumluyorlardı. İzmir’in kendine has sıcaklığı insanın içini ısıtıyordu. Fakat Ekim ayı, İzmir’in önemli üniversitelerinden birinin Felsefe bölümü başkanı olan Profesör Cemal Postacı için daha sert ve soğuk hissedilmişti. Bir ay önce, büyük bir felaket yaşamış, hayat arkadaşını yatak odasında, yatağın üzerinde kanlar içinde ölü bulmuştu.
Kendisinden on yedi yaş küçüktü karısı. Haliyle çevresinden farklı tepkiler almıştı bu yüzden. Bazıları Zeynep’le evlenmesini onaylamamış, bazıları da yorum yapmaktan kaçınmıştı. Onların birbirlerine tutkuyla bağlı olduğunu bilenlerse desteklemişlerdi. İnsanların neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleme biçimlerini tartışmayı seven Profesör, toplumun ahlak kurallarını sorgulayan, bir anlamda pek takmayan, kendisini zevk ve kişisel tatmin arayışına adamış biriydi.
Zeynep’in bedeninde yirmi yedi bıçak darbesi tespit edilmiş, herhangi bir delil, ipucu bulanamamıştı. Polisin soruşturması devam ediyordu. Başta Cemal olmak üzere yardımcısı Hakan ve şüpheli olabilecek herkes sorgulanmış fakat cinayetin kapısını aralayacak hiçbir sonuç elde edilememişti.
Cemal’in odasında o gün iki kız öğrencisi vardı: Bilge ve Asu.
Profesör, onları öven birkaç kelimenin ardından asıl konuşmak istediği konuya girdi.
“Kulağıma bir şeyler çalındı. İkinizin çok yakın olduğunu biliyorum. Beraber düzenlediğiniz etkinliğe izin verilmemesinin sebebini merak etmişsiniz. Sebebini doğrudan bana gelip neden sormadınız? O zaman size fakültenin bunu düzenleyecek hem mali gücü hem de organizasyonu yönetecek yeterli kadroya sahip olmadığını söyleyebilirdim. Bu durumda siz özel bir organizasyon düzenlemek zorunda kalacaktınız ki böyle özel bir iş için komiteden onay çıkmayacağını da bilmeniz gerekirdi. Onun yerine fakültede, ‘Cemal Hoca imza atmayarak organizasyonu baltaladı,’ diyenlere inanmayı seçtiniz. Normalde açıklama zaruriyetim yok, lakin bilmenizi istiyorum. Organizasyona Hakan’dan başka onay veren çıkmadı. Dosyayı bana getiren Hakan yeterli imza toplanamadığını söylediğinde yapacak bir şey olmadığını belirttim ve olayı kapattım. Hepsini geçtim. Benim kasıtlı olarak onay vermediğimi size söyleyen kim? Bunu merak ettim.”
İki kızın da yüzü düştü. Birbirlerine baktılar. Bilge hiç olmadığı kadar gergin görünüyordu.
Asu, “Birileri konuşurken kulaktan kulağa yayılmış hocam. İnanın kimden çıktı ben de bilmiyorum,” dedi.
Profesör ikisini de baştan aşağı süzdü. “Akıllı kızlarsınız. Söylentilere takılmanızı istemiyorum. Bu arada… Hakan etkinlik için size ne kadar bütçe ayırdığını söylemişti?”
Asu, “Yüz bin lira civarında…” dedi.
Cemal “Tamam,” diyerek başını salladı. “Çıkabilirsiniz.”
Kasım akşamında İzmir hâlâ sıcaklığını koruyordu. Alsancak sahilinden esen hafif meltem, kentin sokaklarını serinletirken, barların bulunduğu bölge cıvıl cıvıldı. Barlardan birinde günün yorgunluğunu atmak isteyenlerin neşeli sohbetleri eşliğinde kahkaha sesleri yükselmekteydi. İçerisi loş ışıklarla aydınlatılmış, kırmızı ve sarının sıcak tonları mekâna huzurlu bir hava katmıştı. Masalarda oturan gruplar, ellerinde içkileriyle derin sohbetlere dalmışlardı. Orta tarafta küçük bir sahnede yerel bir grup çalıp söylüyor, bar tezgâhında barmenler içkileri hazırlıyor, garsonlar masalara telaşsızca kadehleri, mezeleri koyuyorlardı.
Denizi seyreden Cemal, Hakan’ın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Çevredeki kalabalığın gürültüsü, içsel bir huzursuzluğun üzerinde gezinmesini engellememiş, sadece kısa bir süreliğine bile olsa onu gerçeklikten uzaklaştırmıştı. Burası, hem yalnız kalmak isteyenler için bir sığınak hem de sosyalleşmek isteyenler için bir buluşma yeriydi. İzmir’in bu eşsiz akşamında, barın huzurlu atmosferi herkesi kucaklıyordu. Hakan konuyu profesörün savunduğu, kendisinin ise sürekli karşı tez ortaya koyduğu hedonizmden açtı. Genç adam parmağıyla bir dakika izin istediğini işaret etti. Cüzdanını çıkarıp kurcalamaya başladıkça kaşları çatıldı, suratı asıldı. Cemal ne olduğunu sordu.
“Augustinus’un İtiraflar adlı kitabını sahafta gördüm. Sizin için sahafın numarasını almıştım, onu bulamıyorum.”
Bu kitapların fikrini değiştirmeyeceğini bilen Cemal, “Hakan, kendimi anlatamıyorum galiba,” dedi. “Hayatın en yüksek amacı haz ve mutluluğu aramaktır. İnsan, doğası gereği acıdan kaçınır ve hazza yönelir. Bunu reddetmek, insan doğasına aykırı.”
Bir zamanlar Cemal’in öğrencisi olan Hakan, şimdi onun yardımcısıydı. Mavi gözlü, yakışıklı bir gençti. Gençliğinden beri spor yaptığı için sırım gibi bir vücudu vardı. Genç adamın zekasına hayran olan Profesör, onun kadınlar tarafından çok beğenildiğinin de farkındaydı.
“Hocam, bunu söylemek kolay. Ama hedonizmi savunmak, bencilce ve sorumsuzca bir yaşamı haklı çıkarmak değil mi? Bu konuda benimle aynı fikirde olan Zeynep’in trajik ölümünden sonra bunu nasıl savunabilirsiniz?”
Cemal derin bir nefes aldı, bakışları yerde sabitlendi. “Zeynep’in cinayeti beni de derinden yaraladı. Ama bu, hayatın hazlarını aramanın yanlış olduğunu göstermez. Zeynep ile geçirdiğimiz her an, hayatın ne kadar değerli olduğunu gösterdi bana. Onunla yaşadığım mutluluk anlarını hiç unutmayacağım.”
“Mutluluğun peşinden koşmak, hayatı sadece hazlara indirgemektir,” dedi Hakan. “İnsanların, toplumun sorumlulukları var. Geçmiş hukukumuza dayanarak rahat konuşmak istiyorum. Zeynep, savunduğunuz felsefeniz ve sınırsız haz arayışınızın bir kurbanı değil mi?”
Cemal, yardımcısının gözlerindeki öfkeyi gördü ve derin bir iç çekti. “Düşüncelerim yüzünden kim, neden Zeynep’i vahşice öldürmek istesin? Evet, karımı kaybettiğim için çok üzgünüm ama hedonizm, bencilce bir yaşam sürmek demek değil. Asıl önemli olan, başkalarına zarar vermeden, hayatın değerini bilerek yaşamaktır. Zeynep’le birbirimize neden âşık olduk biliyor musun? Çok güzel, seksi ve çekici bir kadın olmasına rağmen senin gibi müthiş bir zekâya sahipti. Benim savunduğum tez karşısında ikinizin de itirazları olduğu için kendini aynı safta sanıyorsun ama yanılıyorsun. Sen hedonist yapıda olduğunun farkında değilsin, o ise bunu kabulleniyordu. İkinizin de en büyük silahı zekânız. Ancak, Zeynep bildiklerini tartışarak, sorgulayarak bu hayattan zevk alıyordu. Sense bu özelliğini araç olarak kullanıyorsun. Senin haz aldığın nokta, güzel, çekici kadınlar…”
Bu sözler Hakan’ın daha da öfkelenmesine yol açtı. “Felsefi düşünceniz, Zeynep’i geri getirmeyecek ama gerçek şu ki, hayatın amacı sadece haz aramak olmamalı. Sorumluluklarımız ve değerlerimiz var. Söylediklerinizin bir kısmında haklısınız. Zeynep size olan aşkı yüzünden akademik kariyerine son vermesiyle hata yaptığını düşünüyordu. Sevgisinden ve saygısından dolayı sizi kırmamak için susmayı tercih etti. Bunları söylemek istemezdim. Kaybettiğimiz insanların hatırasına saygım var. Marquis, ‘Kötülük ve suç her çeşit zevkin kaynağıdır,’ diyerek ahlaksal değerleri eleştirirken cinsel hazcılık anlayışı çerçevesinde değerlendirdi. Ve cinselliği, insanları tanımanın en kesin yolu olarak gördü. Ölüm gerçeğinden rahatsız olan cinsel hedonistler sevilmek, cinsel anlamda beğenilmek arzusuyla yaşarlar. Ahlak kuralları, yasakları ve toplumsal sınırları sevmezler. Aksine nefret ederler. Herkesin bir yaşam tarzı var. Hoşuna giden şeyleri yapmak birini koyu bir hedonist yapar mı?”
“Düzenlenecek bir organizasyonda genel kurulun onayı alınmadan belirli bir bütçenin verileceğinin söylenmesi hedonist bir davranıştır,” dedi Cemal.
Hakan buna cevap verecekti ama Cemal parmağıyla susmasını işaret ederek sözlerini sürdürdü. “Gerçekleri bildiğimiz halde sırf değer verdiğimiz birine umut vadedip mutlu olmasını sağlamak da hedonist bir yaklaşım türüdür. Bilmem anlatabildim mi?”
Konuyu istediği yere getirmişti. Şimdi aklına takılan soruyu sorabilirdi.
“Bilge ve Asu’nun organizasyonu daha onaylanmadan neden bütçe ayıracağını söyledin?”
Hakan duraksadı. “Böyle bir söz vermedim.”
Cemal gülümseyerek “Bu yüzden fakültede günah keçisi ilan edildiğimi biliyorsun değil mi?” dedi ve genç yardımcısının cevap vermesini beklemeden son noktayı koydu: “Kurt kışı çıkarır ama yediği ayazı unutmaz!”
***
Ertesi gün Cemal kafeteryaya gidip kalabalık bir masada arkadaşlarıyla oturan Bilge’yi buldu. Yanına yaklaşıp kendisiyle özel olarak konuşmak istediğini söyledi. Genç kız masadan kalktı ve profesörle kafeteryanın arkasına yürüdü.
Masadaki diğer öğrenciler onları merakla izliyorlardı. Cemal bir elini Bilge’nin omzuna atması ve biraz daha yaklaşması hepsini iyice meraklandırmıştı. Profesör bir şeyler söylüyor, Bilge de kafasını sallayarak onaylıyordu. Genç kızın bakışları huzursuzdu. Masada oturan Asu’yla göz göze gelince başını hemen diğer yana çevirdi.
Fakültede dedikodular çok hızlı biçimde yayılmaya başladı. Profesör’le Bilge arasında geçenler, öğrenciler için iyi bir dedikodu malzemesi olmuştu. Söylentiler kulaktan kulağa yayıldı. İkisi arasında gönül ilişkisi olduğunu fisıldayanlara kimse itiraz edemiyordu. Bunun en önemli sebebi de Bilge’nin Cemal’in öldürülen eşinin gençliğine çok benzemesiydi.
***
Asu, arkadaşı kapıyı açar açmaz “Neredesin?” dedi. “Çok merak ettim. Telefonun da kapalı ulaşamadım. Söyle bakalım, Cemal Hoca sana ne dedi? Meraktan çatlayanlar beni arıyor. Ne konuştunuz? O konuşmadan sonra derste de göremedim seni.”
“Bana Twitter’da Aristo takma adıyla paylaşım yapan birinden bahsetti. Tanıyıp tanımadığımı sordu. Sen bu Aristo’nun kim olduğunu biliyor musun?”
“Hayır, neden ki?”
“Cinayeti Cemal Hoca’nın işlediğine dair şeyler yazıyormuş. Şöyle bir göz attım yazdıkları mantığa da uygun. Yeni açılmış bir hesap olmasına rağmen takipçi sayısı binleri bulmuş.”
Telefonuna sarılan Asu hemen hesabı takibe alıp paylaşımlara göz gezdirdi. Bilge’nin dediği gibi zehir gibi iddialarda bulunuyordu. Paylaşımlarının altında birçok yorum vardı. Bazıları profesörü katil ilan etmişti bile. Bazıları ise etkileşim uğruna böyle şeyler yazmasının ahlaksızlık olduğunu söylüyorlardı.
Asu arkadaşının gözlerinin içine kilitlendi. “Cemal Hoca ile gerçekten aranızda bir şey var mı?”
Bilge cevap vermek yerine bakışlarını kaçırdı.
***
Aradan bir hafta geçmişti… Aristo’nun Fakültede Aşk Rüzgârı başlığıyla yaptığı paylaşım Cemal Hoca ile Bilge hakkında çıkan söylentileri adeta doğruluyordu. İkisinin birlikte, uzaktan çekilmiş fotoğrafı her şeyi kanıtlar gibiydi.
Profesörün istifa edeceği söylentileri yayılmıştı. Bilge’nin ise ağzını bıçak açmıyordu.
Aristo’nun iddiaları bununla da sınırlı değildi.
Cemal’in öldürülen karısıyla ilgili bulunan kanıtlar, onu temize çıkarabilecek mi? Yoksa yeni sırlar mı açığa çıkacak? Yakında öğreniriz… #ProfesörCemal #KatiliKim
Kendini aklamaya çalışan bir profesör, sakladığı sırlar ve yakında patlayacak bir bomba. Hangisi doğru? Gerçekler su yüzüne çıkmak üzere… #ProfesörCemal #Dedikodular
Cemal’in sakladığı sır, belki de düşündüğünüzden daha karanlık. Bazen en yakınınız bile düşmanınız olabilir… #MaskelerDüşecek #GerçeklerYakında
Kim olduğu, bilgileri nereden edindiği bilinmeyen Aristo’nun son paylaşımlarının ardından Bilge fakülteye gidemez olmuştu. Korkuyor, yalnız kalmak istemiyordu. Kendisini güvende hissettiği tek yer, Asu’nun eviydi.
***
Asu, arkadaşını rahatlatmak amacıyla ona bir fincan çay getirdi. Fincanı eline alan Bilge’nin yüzünde kaygı dolu bir ifade vardı.
“Ne olur bana anlat. Aristo’nun yazdıkları doğru mu? Bu işin içinde gerçekten Cemal Hoca mı var?”
Bilge, gözlerini çay fincanına dikmişti. “Ben… Ben Cemal Hoca’dan hoşlandığımı itiraf ediyorum ama… Ya gerçekten katil oysa? Ne yapacağımı bilmiyorum.”
Asu, gözyaşlarını silmeye çalışan Bilge’nin yanına sokulup onu teselli etmeye çalıştı.
“Dikkatli olmalısın canım. Aristo’nun iddiaları kulağa korkutucu geliyor ama neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyoruz. Dikkatli olman gerek. Aranızda neler olduğunu bilmiyorum ki sana yardımcı olayım. Hiçbir şey anlatmıyorsun.”
Bilge derin bir nefes aldı. “Kimseye güvenemiyorum. Değer verdiğim birinin katil olma düşüncesi kanımı donduruyor. Bana çok fazla bir şey anlatmıyor. Sadece kendisine güvenmemi istiyor. Bir yandan güveniyorum ama diğer yandan…”
Bir süre sustuktan sonra devam etti. “Cemal Hoca’nın söyledikleri, diğer yandan Aristo’nun paylaşımları bana “Acaba?” dedirtiyor. Kafam o kadar karışık ki anlatamam. Rahmetli Zeynep’le yakın olan herkes katil olabilir, Hakan Hoca bile. Bunu düşündükçe delirecek gibi oluyorum.”
Asu, şaşkınlıkla Bilge’ye baktı. “Asla! Hakan Hoca böyle bir şey yapmaz. O, Cemal Hoca’nın en güvendiği kişi!”
Bilge ne diyeceğini bilemediğinden başını öne eğdi, bir süre sustu.
Asu, arkadaşının çenesinden tutarak başını yukarı kaldırdı. “Güçlü olmalısın. Aristo hakkında gerçekten bir şey bilmiyor musun? Belki de bu işi çözersek…”
Bilge kararsızdı. “Cemal Hoca’ya katili gördüğünü söyleyen birinden isimsiz mektup geldi. Bu kişi korkusundan tüm bildiklerini saklamış ama sonunda vicdanına yenik düşmüş. Bildiklerini açıklayacakmış. Hocaya nerede ve ne zaman buluşacaklarını söylemiş.”
Bilge, çalan telefonuna bakmak için sustu. Ardından “Konuşmam lazım,” dedi. Odasına girdi, kapıyı kapattı. Birkaç dakika sonra, yeniden salona döndüğünde, telefonuyla meşgul olan Asu onu geç fark etti. Kiminle görüştüğünü bildiğinden sorma gereği duymadı. Onun yerine, “Daha iyi misin?” dedi.
***
Hakan, Bilge’yi fakültenin koridorunda yakaladı. Etrafta kimsenin olmadığından yaralanıp kızı bir kenara çekti. Yüzündeki ifade ciddi, sesi alçak ve temkinliydi. “Bu işte bir gariplik var. Cemal Hoca’nın neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışıyorum ama her şey o kadar karmaşık ki… Onun masum olduğundan emin misin? Bize her şeyi anlatmadığını hissediyorum.”
Bilge’nin sustuğunu görünce devam etti. “Dikkatli ol. Bildiğin bir şey varsa söyle ya da polise git.”
“Sadece boş ve hiçbir dayanağı olmayan varsayımlar hocam. Aristo denen kişinin paylaşımları sanırım herkes gibi benim de kafamı bulandırdı.”
“Haklısın. Seninle aynı tarafta olduğumuzu bilmeni istiyorum. Bir sorun olursa her zaman arayabilirsin beni.”
Aynı günün akşamı fakültede tuhaf bir olay yaşandı. Bölüm Başkanı’nın odasına kimliği belirsiz birinin gizlice girdiği ihbar edildi. Bunun üzerine polis odada detaylı bir arama yaptı. Aramaya katılan memurlardan biri çekmeceleri kontrol ediyordu. Birden küfür ederek elini çekmecenin içinden hızla çekti. Beyaz lateks eldiveninin üzerini kan kaplamıştı. Ne olduğunu soran Komisere çekmecenin içinde bir çivinin bulunduğunu söyledi. Araştırmada hiçbir şey bulunmadı. Aramayı izleyen Profesör huzursuzdu. Komiser, başta sosyal medyada Aristo adıyla tanınan kullanıcının paylaşımları olmak üzere şüphelinin ne aradığını öğrenmek için sorular sorarak Profesörün sessizliğini bozmaya çalışsa da aldığı yanıtlar kısa ve netti. Evet, hayır, hiçbir fikrim yok! Bunun üzerine yaşana olayın cinayet davasıyla ilgili olabileceğini belirten Komiser, şüpheli kişinin evine de girmiş olabileceği ihtimali üzerinde durdu ve dairesinde de arama yapmaları gerektiğini belirtti. Cemal itiraz etmeyince toplanan Olay Yeri İnceleme ekibiyle yola çıktılar. Birkaç saatlik araştırmanın ardından, üzerinde kurumuş kan lekelerinin olduğu bir bıçak bulundu. Komiserin sert bakışları Cemal’in üzerindeydi.
***
Asu, balkonda sigara içiyordu. Aristo’nun paylaşımlarını görünce nefesi kesildi. Okuduklarına inanamadı.
Gerçekler er ya da geç ortaya çıkar! Cemal Hoca’nın evinden çıkan cinayet aleti neyin kanıtı? Bu bir komplonun parçası mı, yoksa işler planladığı gibi gitmedi mi? Perde arkasındaki oyuncular kimler? #ProfesörCemal #KatiliKim
Polisin elinden kurtulan Cemal’in neyi sakladığını hepimiz öğrenmek üzereyiz… Ama sorular birikiyor: Kimseye güvenilmeyen bu oyunda, son hamle kimden gelecek? #KaçışSüreci #BüyükSır
Hakan’ı arayıp Aristo’nun yazdıklarını görüp görmediğini sordu.
“Gördüm,” diye yanıtladı Hakan soluk soluğa.
“Sen neden nefes nefesesin?”
“Merdiven çıkıyordum. Bilge yanında mı?”
“Evet,”
“Dikkatli olun. Bu işin içinde bir iş var Asu. Bilge’nin dışarı çıkmasına sakın izin verme. Cemal Hoca onu arayabilir. Bir şey öğrenirseniz beni hemen bilgilendir.”
Asu içeriye girdi. Kendisi gibi Bilge de gelişmeleri Twitter’dan takip ediyordu. Aristo sayesinde herkes Cemal’in polisin elinden kaçtığını öğrenmişti. Ancak hiç kime Aristo’nun kim olduğunu ve haberleri nasıl aldığını asla sorgulamıyordu. Odaklandıkları nokta Cemal Hoca’nın evinde cinayet aletinin bulunmasından sonra Profesörün firar ettiğiydi. İnsanların gözünde Cemal Hoca’nın suçlu olabileceğine dair kuşkular derinleşirken, Bilge’nin telefonu çalmaya başladı. İki arkadaş ekrana baktıklarında donup kaldılar. Arayan Cemal Hoca’ydı.
Asu, “Sesi dışarı ver ve cevapla,” dedi. “Neler olduğunu öğrenmeliyiz.”
Bilge denileni yaptı.
“Alo? Hocam?”
“Yalnız mısın Bilge?”
Bir an ne cevap vereceğini kestiremeyen Bilge arkadaşına baktı. Asu kafasıyla onaylayınca tereddütle, “Evet,” dedi.
“Karımı ben öldürmedim!”
“Size inanmak istiyorum Hocam, kafam çok karışık. Mantığım buna izin vermiyor. Korkuyorum.”
“Bunu ispatlayacağım. Bana inanıyorsan her zamanki yerimizde buluşalım.”
Bilge hışımla kapıya yöneldi. Asu arkasından seslendi ama onu duymadı.
***
Karanlık, viraneye dönmüş bir binanın içinde sinir bozucu sessizlikte bekleyen Cemal’in telefonu çaldı.
“Neredesin?”
“İki kat yukarı çık.”
Cep telefonunun ışığından yararlanan Bilge, ayağının altındaki moloz yığınlarını ezerek yavaşça merdivenleri adımladı.
Profesör onu görünce etrafını kolaçan etti.
“İzlenmedin değil mi?”
“Sanırım, hayır.”
Cemal, herhangi bir tehlike olmadığına kanaat getirdikten sonra cebinden çıkardığı zarfı uzattı. “Başıma bir şey gelirse bunu polise götürmeni istiyorum. Ama asla açma. Yoksa senin de başın büyük derde girebilir.”
Bilge zarfı aldı. “Şimde ne yapacaksınız?”
“Sona yaklaştık. Bu işi bitirmek üzereyim. Hadi şimdi git.”
Cemal, Bilge’nin siluetinin uzaklaşırken karanlığın içinde kayboluşunu izledi. İçinden saymayı sürdürdü. Genç kadının güvenli bir noktaya gittiğinden emin olduktan sonra harekete geçti.
Virane binadan çıktığında kalbi göğüs kafesini parçalarcasına atıyordu. Etrafına bakındı. Görünürde kimse olmamasına rağmen izlendiği duygusuna kapılmıştı. Nemli çimlerin üzerinden koşarak ilerledi. Basketbol oynayanların yanından geçti. Basketbolcular oyunu bırakmış sanki kendisini izliyorlardı. Bölüm binasına yaklaşınca buraya ilk geldiği günler canlandı gözünde. İleride karısı olacak öğrencisiyle tanışması, birbirlerine aşık olmaları, evlenmeleri… Karısının öldürülmesine kadar yaşanan güzel hatıraların üzeri artık koyu bir karanlıkla kaplıydı. Bundan sonra atacağı adımlar çok önemliydi. Ya ebediyen o karanlığın içine hapsolacak ya da aydınlığa kavuşacaktı. Kasım ayının serinliğine rağmen alnı boncuk boncuk terlemişti. Sırtından sicim gibi terin aktığını hissedebiliyordu. Sonunda belirtilen alışveriş mağazasının otoparkındaydı. Adres arar gibi kolonların numaralarına baktı. Doğru yere geldiğinden emin olduktan sonra telefonunu çıkarıp mesaj attı. Yaklaşık otuz saniye içinde gelen cevap Cemal’den bir ömür götürmüştü sanki. Mesajda belirtilen plakayı aradı. Siyah otomobilin camları filmliydi. Kapıyı açtı ve sürücü koltuğunda kimin oturduğuna bakmadan yolcu tarafına bindi. Namlunun ucundan çıkan mermi ve arkasından otoparkta yankılanan sesle hayatının her bir karesi hem beklenenden fazla yavaşladı hem de hızlandı!
***
Gelişmeleri merak eden takipçiler Aristo’nun yeni paylaşımlarını bekliyorlardı. Cemal’in firarıyla ilgili son gönderinin üzerinden yaklaşık iki saat geçmişti. Sonunda beklenen paylaşım geldi.
Cemal kayıplara karıştı, ama sırları hâlâ bizimle! Katil mi yoksa saklanan gerçekler mi daha tehlikeli? Yakında her şey açığa çıkacak. #SaklıGerçekler #KaçakDekan #SonPerde
Cemal’in akıbetini merak eden Bilge arkadaşının evine döndü. Ne olduğunu soran Asu’ya bir şey bilmediğini ve sadece olayların ters gitmesi durumunda Cemal’in kendisine ne yapması gerektiği konusunda söylediklerini aktardı.
“Çok yorgunum,” dedi sözlerinin sonunda. “Duş alıp hemen yatmak istiyorum.”
Banyoya girdi, suyu açtı ama soyunmadı. Biraz bekledikten sonra sessizce dışarı çıktı. Odasının kapısını açtığında Asu’yu gördü.
“Sen burada ne yapıyorsun?”
Arkadaşının elinde Cemal’in kendisine verdiği mektup vardı.
“Bu ne?” diye karşılık verdi Asu üste çıkmaya çalışarak.
“Başta önemsiz bir zarftı. Ama seni gördükten sonra artık ne olduğunu biliyorum.”
Asu’nun elleri titriyordu, “Cemal Hoca’nın laflarına kanarak beni oyuna mı getirdin? Ama neden?”
Bilge cevap vermek yerine silahını çekip arkadaşından telefonunu istedi. Bu sayede Asu ile Hakan’ın tüm iletişimi kesilmiş olacaktı.
***
Ertesi gün, Aristo’nun yeni paylaşımlarını bekleyenler hüsrana uğradılar. Meçhul hesabın sahibinden hiçbir ses çıkmadı. Fakülte içinde normal hayat devam etse de olayları yakından takip eden öğretmen ve öğrenciler fırtına öncesi sessizliğin yaşandığının farkındalardı. Cemal de yardımcısı Hakan da ortalarda görünmüyordu. Onlara en yakın isimler Asu ve Bilge de yoktu.
Ana bina girişinde Cemal Hoca göründe birden. Beyaz gömleğinin üzeri kandan haritaya dönmüştü. Uğultulara kulak asmadan, soruları duymazdan gelerek yürüdü. Şuurunu yitirmiş gibiydi. Onu hızlı hızlı yürürken görenler ne yapacağını tahmin edemediler. Kanlı gömleği, profesörün uzun süredir paylaşım yapmayan Aristo’yu da öldürmüş olabileceğini düşündürüyordu.
Az sonra fakültenin hoparlöründe bir cızırtı oldu ve ardından Cemal Hoca’nın sesi etrafa dalga dalga yayıldı. Az önce onu görenler şoka girdiğini sanmışlardı. Oysa ifadesinin düzgünlüğü, kendinden emin ses tonu bunun doğru olmadığını gösteriyordu.
Her şeyi açıklayacağını söyleyen Hoca, Augustinus’un gençlik yıllarındaki hedonist yaşam tarzını ve manevi dönüşümünü anlatarak sözlerine başladı. Gençlik yıllarında zevk ve haz arayışının peşinde koşmuş ve bu süreçte birçok günah işlemişti. Bu dönemde içsel bir boşluk ve tatminsizlik duymuştu. Hazların geçici ve yanıltıcı olduğunu, gerçek mutluluğu sağlamadığını vurguladı.
“Neden mi Augustinus’tan bahsediyorum? Çünkü değer verdiğim biri, Aziz Augustinus’un hayatını okuduğumda hedonist yaklaşımla ilgili fikirlerimin değişeceğini iddia etmişti. Karımın ölümünün bencilliğimden kaynaklandığını söyleyerek beni suçlamıştı.”
Profesör kısa süreliğine durdu. Sesindeki hüznü onu tanımayanlar bile anlayabilirlerdi.
“Burada rahmetli eşimden ve ikimizin ilişkisinden bahsederek zamanınızı almayacağım fakat onu gerçekten çok sevdiğimi bilmenizi istiyorum. Konuya dönecek olursam… Birçokları karımın benim için kariyerinden vazgeçtiğini söyledi. Doğrudur. Karım bunu yaparak kendi için büyük fedakârlık örneği sergiledi. Kötü zamanlarımızda bile bir kez olsun bu gerçeği yüzüme çarpmazken, değer verdiğim o kişi, ‘Kötülük ve suç her çeşit zevkin kaynağıdır,’ diyen Marquis’ten alıntı yaparak eşim adına beni suçladı.
“Toplumsal yasakları ve sınırları kimin belirlediğini sorup durdum yıllarca. Aranızdan bazı şanslı öğrencilerim derslerimde konuyla alakalı tartışmalarıma şahit oldu. Diğer bazı talihliler ise olayı şahitlik yapanların ağzından dinlediler. Bilge ile hakkımızda dedikodu yayıldı. Evet, Bilge’nin kalbimde çok özel yeri var ve karım gibi ebediyete kadar da olacak. Sadece karıma benzediği için değil. Bir kızım olsaydı ve annesine çekseydi kesin Bilge gibi olurdu. Ama onu özel ve eşsiz kılan sadece bu benzerliği değil. Zekâsı, vicdanı. Bir çocuğum olmadı ama bu saatten sonra Bilge benim manevi kızımdır.
“Değerli dostlarım ve sevgili öğrencilerim. Gözle gördükleriniz bile aldatıcı olabilir. Bu yüzden her söylenene inanmayın. Hedonizmle ilgili eşimle görüş ayrılıklarımız vardı. Ama sevgili karım nur içinde yatsın. Benimle asla ters görüşte değildi. Epikürcü ve Kirenik görüşlerde fikirlerimizde farklılıklar oluşuyordu. Bunu ancak yeterli bilgiye sahip olmayan birisi ters düşünce olarak algılardı. Eşimle bu konuda tartışmalarımızı da bilen kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Değer verdiğim o kişinin öğrencilik yıllarından Zeynep’e karşı ilgisi olduğunun farkındaydım. Evlenmemize rağmen yakın kalmak için çabasını da takdir ediyorum çünkü sevmekten hiçbir zaman vazgeçmemek de hedonist görüşün bir parçasıdır. Bu kişi, haz ve zevk arayışını aşırıya kaçırarak hayatındaki diğer önemli değer ve sorumlulukları ihmal etmeye başladı. Kısa süreli ilişkiler onun geçici haz duygusunu tatmin ederken asıl ulaşmak istediği benim eşimdi. Bir süre sonra rahmetli eşimin kariyerinden vazgeçmesinden dolayı beni suçladığı yönde dedikodular yaymaya başladı. İlk başta çok önemsemedim lakin zaman geçtikçe dayanılmaz oldu. Her şeyin farkında varmam değer verdiğim kişiyle dışarıya çıktığımız geceydi. Sahafın numarasını vermek üzere cüzdanını karıştırdı, bulamayışı hafızamın derinliklerinde bir şeylerin uyanmasına sebep oldu. Karımın katledildiği gece koltuğun kenarında küçük bir not kâğıdına yazılmış telefon numarası vardı. Elbette bu katili yakalamak için tek başına kanıt sayılmazdı. İspat gerekliydi. Öte yandan, konuşmalarında karımın benim için söylediği cümleleri kullanıyordu. Cinayetle ilgili içimdeki şüphe tohumu her geçen gün yeşerip büyürken benimle alakalı ve Bilge’yle ilgili haberlerin can sıkıcı boyuta ulaşması şüphelerimi üst seviyeye taşıdı. Birileri benden kurtulmak istiyordu. Cinayetle ilgili hiçbir ipucu bulunamamışken yersiz şüphelerle de kimseyi itham edemezdim. Benden kurtulmak isteyen kişinin niyeti ya yerime geçmekti ya da katil olduğu için beni uzaklaştırıp rahat etmekti. Ya da her iki seçenek birdendi. Şu organizasyon işiyle başladı her şey. Tüm işlemler tamamlanmış da ben onaylamamışım gibi algı yaratıldı. O günden sonra ne yaparsam yapayım üzerime atılan yaftalamadan kurtulamayacağımın farkındaydım ve bunun için bir plan yaptım. Planımı Bilge’yle paylaşıp yardımcı olmasını istedim. Aslında planı üç kişi yürüttük. Üçüncü kişiyi biliyorsunuz. Aristo!”
Kısa bir süre sustu. Söylediklerinin ne denli etkili olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu. Dinleyenlerin kafasının karıştığından emindi.
“Aristo’nun ağzından haberler yayarak daha fazla merak uyandırdım. Sadece sizlerin değil, yazdıklarım katilin de ilgisini çekti. Amacım katili yönlendirmek ve hata yapmasını sağlamaktı. Paniklemeye başlayınca kendisini ele verdi. İlk hatasını odama gizlice girerek yaptı. Çekmeceye yerleştirdiğim çivinin elini keseceğini biliyordum. Ayrıca, çivinin üzerine luminol ile görülebilecek metal iyonları serpmiştim. Her kim elini oraya sokarsa izi kalacaktı. Planın ikinci aşaması, karımı öldüren cinayet aletini ortaya çıkarmaktı. Zor bir olasılıktı ama işe yaradı. Beni suçlu göstermek için gerçek delil, polisler makam odamda arama yaparken evime bırakıldı.”
Anlattıklarıyla Cemal’in öğrenciler üzerindeki etkisi büyüyordu.
“Ancak katil yalnız değildi. Birinden yardım alıyor ya da o kişiyi kullanıyordu. Bu kişiyi bulmanın da yolu beni izleyen katilin karşısına bir tehdit daha çıkarmaktı. Bilge ile buluşup boş bir zarf verdim. Zarfın içinde ne olduğunu öğrenmek ve katile haber vermek isteyen kişi Asu idi. Beni takip eden katil, Asu’dan gelecek haberleri bekliyordu fakat aralarındaki iletişimi Bilge engelledi. Katilin yapması gereken tek bir hamle kaldı. O da karıma yaptığı gibi beni de öldürmekti! Denedi de… Son aşamada, makam odasında yaptığı hatanın daha büyüğünü gerçekleştirdi. Komiserin ayarladığı zırhlı otomobil hayatımı kurtardı. O tetiği çeken kişi Hakan’ın ta kendisiydi.”
Fakültenin bahçesinde bir uğultu başlamıştı. Cemal’in ses tonundan sözlerini noktalamak üzere olduğu anlaşılıyordu.
“Polisler, Hakan’ı yakaladığında, elindeki kesik ve luminol ile görülen iyon tozları evime yerleştirilen cinayet aletinin üzerindeki kalıntılarla eşleşti. Kaçacak yerinin kalmadığını biliyordu. İtiraf etti. Ben de hayatımda hiç yapmadığım bir eylemi gerçekleştirdim. İlk kez şiddete başvurdum. Eşimin canına kıyan Hakan’ın da kanının akmasını istedim. Aralarındaki tek fark onun hâlâ nefes alıyor oluşu. Ancak yaşadığı her dakika Zeynep’ten daha fazla acı çekerek ölmeyi dileyecek. Farkında değilsiniz belki ama her insan hedonist bir yapının içindedir. Hayatın içindeki tutkulara, arzulara kapılmamak imkânsızdır. Ancak bu tutkular sizi karanlığa sürüklememelidir. Toplumsal yapının kurallarını en ateşli şekilde tartıştığım Hakan, tutkularının kölesi olmuş ve arzularının peşinde kaybolmuştur. Bu zamana kadar derslerimde de söylediklerimin tamamen arkasındayım. Kışı atlattım ancak yediğim ayazı asla unutmayacağım…”