Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Annemin Hatırası

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Nurhan Işkın
Nurhan Işkın
Nurhan Işkın, Almanya doğumludur. Eğitim hayatını Almanya'da tamamlamıştır. Daha sonra Türkiye'ye dönen yazar İzmir'de yaşamaktadır. Evli ve iki çocuk annesi olan polisiye yazarının Geçmişten Gelen Cellat ve Katilin Özrü adlı iki polisiye kitabı bulunmaktadır. Nurhan Işkın'ın polisiye dergimizde yayınlanan eserlerini bu sayfada bulabilirsiniz.

İnsanoğlu yaşayacağı hayatı seçemediği gibi, kaderinin onun için hazırladığı yaşamı da bilemeden bu dünyaya gözlerini açıyordu. Tıpkı benim gibi…

Ben ki çocukluk yıllarında her çocuk gibi büyüyüp doktor olup, yaşlanacak olan anneme bakacaktım. [bctt tweet=”Heyhat! Ne kadar da uzak ve karanlık köşelerde bıraktım hayallerimi.” username=”dedektifdergi”]  Hayatımdaki tek gerçek sevgiye sahip olan annemin bunu her söylediğimde bana şefkatle bakmasını ister bunun için çocuk kalbimle dualar ederdim. O ise bana garip bir bakış atar ve çocuk kalbimde yarattığı hayal kırıklığını fark etmezdi. Oysa annemin de yazgısı çilelerle doluydu. Belki de bu yüzden beni yok saymayı başarıyordu. Şimdi bu dört duvarın arasında geçmişi düşününce bunu daha iyi anlıyor, fakat çıktığım yoldan geri dönmeyi düşünmüyor, aksine yapacaklarımı daha da keskin bir akıl ile planlıyordum. Yüreğimde duyduğum öfke ve kin hayatta kalmamın tek sebebiydi! Ben annemi ne kadar sevdiysem yeterli gelmedi. Onun gözünde kıymetlisi ben değil ablamdı. İçimde büyüyen sevginin nefrete dönüşmesine sebep olan kendisiydi. Oysa ben ondan sadece sevgi istemiştim. O ise benden korktuğunu belli etmekten çekinmezdi. Bana yaptığı hiçbir şey yoktu. Sadece beni sevmediğini biliyordum. Duygularım hep medcezirlerle doluydu. Şimdi olduğu gibi. Eğer biraz cesaretim olsaydı şimdiye kadar çoktan canıma kıyıp, soğuk toprağa kavuşmuş olan annemin sıcak kollarında olmak için kendi nefesimi kendim sonlandırırdım. Zihnimi susturmalıyım. Eyleme geçmek için önümde iki gün var. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesapladım. Neyse şimdi bunlara takılıp kalırsam işe geç kalacağım. Yine de annemden bana hatıra kalan ve her gün öpüp kokladığım yemeniyi elime alıp onun yüzünü unutmamak için, evimin salonunda bulunan küçük rafta hüzünlü gözleri ile sararmış siyah beyaz vesikalık fotoğrafına bakmadan güne başlamamak yıllardır en yüce alışkanlığım haline geldi. Alelacele portmantonun önünde durup, aynaya bakarak ellerimle saçlarımı düzelttim. Dosya çantamı ve dışarıda gece başlayan sağanakta ıslanmamak için şemsiyemi de alıp kendimi, İzmir’in serin ilkbahar sabahında henüz uyuyan şehrin bu güzide semtindeki apartman dairesinden dışarı attım. Serin hava tüm hücrelerime nüfuz ederek hafif mahmurluğumu üzerimden silip götürdü. Artık güne başlamaya hazırdım.

 

Cinayet Büro ekibi aldığı bir ihbar nedeni ile Karşıyaka’nın Aksoy mahallesine intikal etmişti. Cinayet Masası Başkomiseri Mustafa, yardımcıları Engin, Pınar ve Başak ile bu nezih semtin hanımeli kokuları ile canlanmadan önce, sabahın bu ilk saatlerinde kanın metalik kokusunu içlerine çekmek zorunda kalmışlardı. Öldürülen Yeminli Mali Müşavir Eren Boz’un parçalanmış cesedinin başında ilk incelemelerini yapmış, kurbanı Olay Yeri İnceleme ekibinin işini bitirmesi için bırakıp mutfakta henüz görgü tanıklarının peşine düşmeden önce kendi aralarında istişare yapmaya başladılar. Okuyabilene her olay yeri katile giden yoldu.  [bctt tweet=”Özellikle bazı cesetler sessiz ama bağırarak katilleri hakkında ipucu verip konuşurlardı.” username=”dedektifdergi”] Başkomiser Mustafa saçındaki beyazların sayısı kadar cinayet dosyası soruşturmuş ve tecrübe edinmişti.

“Arkadaşlar ilk bulgular, katilimizin bu cinayeti rastgele işlemediğini ortaya koyuyor zira adamın suratı parçalanmış, sağ eli bilek kısmından kemiğe kadar, boğazı ise boydan boya kesilmiş. Görünen o ki katil, kurbanı öldürdükten sonra bile öfkesini üzerine kusmaktan geri durmamış. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama kurbanın bulunduğu oda dahil hiçbir yerde dağınıklık yok. Hırsızlığa dair henüz bir emareye denk gelmedik. Eğer bu tesadüfen işlenmiş bir cinayet olsaydı, kurbanı salonda değil kapının önünde bulurduk. Hırsızlık için işlenmiş olsa idi kurbanın cüzdanı, kolundaki pahalı saati, masa üzerinde duran cep telefonu ve bilgisayarı da alınmış olurdu. Yatak hiç dağılmamış demek ki kurban dün yatağında uyumamış. Tüm bu bulgular cinayetin dün işlenmiş olduğunu gösteriyor. Ölüm katılaşması yeni başlamış. Bu da kurbanın yaklaşık akşam yirmi üç ile gece saat dört sularında öldürülmüş olduğunu varsaymama sebep oluyor. Bina girişinde kamera sistemi ve güvenlik yok. Sokakta ise ilk bakışta gözüme MOBESE kamerası takılmadı. Şimdi, Engin sen kurbanın ailesi, eşi dostu kim varsa onlar ile iletişime geç. Başak sen ise ofisini ziyaret et. Pınar sen benimle kalıyorsun. Biz de önce kurbanı bulan Figen Hanım sonra ise komşular ile görüşelim. Daha sonra emniyette buluşup durumu değerlendiririz. Sorusu olan var mı?”

Pınar aralarına en son katıldığı için, Başkomiser Mustafa’yı can kulağı ile dinlemiş, bu kadar bilginin yıllar içinde tecrübe ile kazanıldığına karar vermiş, biraz mahcup bir ifadeyle, “Komiserim, katilin öfkeli olduğu varsayımınızdan yola çıkacak olursak kurban ile katil sizce birbirini tanıyor muydu?” diye sordu.

“Bana göre tanıyordu. Ama biz her durumu dikkatle irdelemeliyiz. Kurbanın katile zararı dokunmuş veya hiç aklımıza gelmeyen bir sebepten dolayı katilin eksenine girmiş olabilir. Dikkatini çekerim, eğer katilde intikam duygusu olmasaydı kurbana bu kadar zarar vermezdi. Sonuçta adamın boğazını kesmiş. Yüzünü ise sonrasında parçalamış. Sen kurbanın ellerine baktın mı? Eğer baksaydın, tırnaklarının manikürlü ve temiz olduğunu görürdün. Hiçbir canlı yüzü bu kadar parçalanırken tepki vermeden duramaz mutlaka kendisini savunacak bir harekette bulunur. Oysa kurban neredeyse gel beni öldür demiş gibi. Evde ve kurbanın kıyafetlerinde kan dışında boğuşmaya dair hiçbir iz yok. Bu da katilin kurbana arkadan saldırmış ve boğazını kesmiş olduğunun bir işareti. Kim tanımadığı birini evine alıp arkasını döner ki?” dedikten sonra bu toy ekip arkadaşı ile yakından ilgileneceğine dair kendine telkin verdi.

Pınar ise, “Bakmadım. Bu iş Adli Tıp’ta araştırılır diye düşünmüştüm. Bir dahaki sefere daha dikkatli olurum,” dedikten sonra içinden alev alan yanaklarının kimsenin dikkatini çekmemesini dileyerek başını hafifçe öne eğdi. Başkomiser Mustafa sahaya çıkmadan önce de dikkatini çekiyor, fakat uzun süreli sahada olması sebebi ile ona olan platonik aşkını bilmiyordu, ama şimdi tüm gün beraber olacaklardı ve bu kendisini rahatsız etmeye başlamıştı bile. Masa başı görevinden sahaya çıkmasının sebebi ise bir önceki cinayet davasında herkesin gözünden kaçan bir ayrıntıyı bilgisayar başında yakalaması ile başarmıştı.  Kırklı yaşların ortasında görünen bu uzun boylu, yakışıklı adama karşı içinde duyduğu güvenin sebebini anlamlandıramasa da onun yakınında olmaktan keyif ile beraber tedirginlik duyuyordu. Konuşulanları kendi iç dünyasına döndüğü için kaçırmıştı. Hiç bozuntuya vermeden Komiser Mustafa’yı takip etmeye başladı. Salonun yanından geçip, ev ofisi diye adlandırılan bölüme yürüdüler. Ekip arkadaşları ise ayrılmışlardı. Evin içini saran kan kokusu kimyasallarla bir araya gelmiş ölüm kokusunu biraz bastırmıştı. Kurbanı bulan Figen Hanım odaya ait olmayan tek varlık gibi deri koltuğun ucunda eğreti bir şekilde oturuyordu. Hıçkırığı sessiz fakat derindi. Her hıçkırığında başını yukarı kaldırıp boş gözlerle odayı tarıyor, yanında duran polis memuruna inanmayan gözlerle bakıp tekrar başını yere indiriyordu. Siyah saçları dağılmış, makyajı akmış, tiki varmış gibi sürekli kısa eteğini çekiştirip duruyordu. Karşısında durup kendilerini tanıtan Komiser Mustafa ve Pınar’ı görmüş, ama kendi dünyasında onların yeri yokmuş gibi umursamamıştı.

Komiser Mustafa, “Figen Hanım, size bir kaç sorumuz olacak,” diyerek kadının tepki vermesini bekledi. Figen Hanım ise, onu duymuyor gibi hala tepkisizdi. Tekrar biraz sert bir ses tonu ile aynı cümleyi kurunca kadın başını kaldırdı. Bunu fırsat bilen Komiser Mustafa, “Figen Hanım, kurbanı siz bulup bize haber vermişsiniz. Siz kurbanın yakını mısınız?” dedi.

Kadın başını sağa sola sallayarak, “Ben… Ben onunla evlenecektim. Düğün hazırlıklarına başlamıştık.” Durdu. Ellerinin içine başını alarak öne doğru eğildi. Hafif hafif sallanmaya başladı. Nefes almaya çalıştı. Elini indirip kalbinin üzerine getirdikten sonra üzerine bastırdı. Şok kendisini esir almaya başlamıştı.

Komiser Mustafa kadına bir adım daha yaklaşarak, “Çok üzgünüm sorularımıza cevap verebilecek misiniz?” dedi.

“Bilmiyorum… Sanırım verebilirim.”

“Kurbanı en son ne zaman gördünüz?”

“Dün sabah beraberdik. Evimiz için alışverişe gitmiştik. Nasıl yani şimdi ben Eren’den mi bahsediyorum.” Durdu. “Bu gerçek olamaz. Kim neden onu öldürmek istesin? Bu çok saçma anlıyor musunuz? Çok saçma!” diyerek hıçkırıklarının arasında sesi iyice tizleşti. Son cümlelerini ne Komiser ne de Pınar anlayamamıştı. Yine de sorgusuna devam etti.

“Figen Hanım bize yardım ederseniz katile daha hızlı ulaşırız. O yüzden sorularımıza net cevap verin. Kurbanın düşmanı var mıydı?”

“O çok iyi bir insandı. Kim niye ona düşmanlık etsin ki?”

“Onu tehdit eden birileri var mıydı?”

“Yok. Yoktu.”

“İyi düşünün. İş yerinde veya aile ortamında ters düştüğü kimse var mıydı?”

“Yoktu.”

“Siz dün en son kurban ile ne zaman iletişime geçtiniz?”

“Saat beş sularında konuştuk. Birkaç arkadaşı ile dışarı çıkacağını söyledi.”

“Kaç gibi çıkacağını veya döneceğini size söyledi mi?”

“Gece yarısından önce döneceğini söyledi. Ben de saat yarım gibi aradım cevap vermeyince uyumuş olduğunu düşündüm ama sabah beni aramayınca ben tekrar bir kaç kez aradım. Bu normal değildi Eren mutlaka beni arardı. Bir terslik olduğunu anladım ve hemen buraya geldim. Kapı kapalıydı ama anahtarım olduğu için zile basmadım ve içeri girdim. Ben, ben onu öyle görünce…” Durakladı. Sonra ayağa kalkıp odanın içinde yürümeye başladı. Ağlaması da durmuştu. Komiser Mustafa’nın tam önüne gelip “Eren ölmedi ki! Bakın sizin arkanızda duru…” Sözünü tamamlayamadan kendini kaybetti. Pınar hemen sağlık görevlilerine haber verdi. Onlar gelene kadar kadının yanından ayrılmadılar.

Figen Hanım hastaneye kaldırılırken, Komiser Mustafa ve Pınar kurbanın komşularını sorgulamak üzere bir üst kata çıktılar. Karşılıklı iki dairenin kapısı açıktı ve dört katlı bina sakinlerinin birkaçı merdiven boşluğunda toplanmış merakla aşağıda neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.  Komiser Mustafa içlerinden kimin kurbanın üst kat komşusu olduğunu sordu ve onun ile birlikte dairesine girdi. Çok sade döşenmiş olan ev sakininin tüm özelliklerini taşıyor ve bir kimliği varmış gibi görünüyordu. Zira emekli Albay Serdar Kurt hem yaşı itibari ile hem de görünüşü ile disiplinli titiz bir adam izlenimi vermişti. Komiser Mustafa onu takip ederek salona girdi. Adamın gösterdiği berjer koltuğa geçtiyse de ayakta durmayı yeğledi. Pınar ise Serdar Beyin oturduğu ikili koltuğun karşısında ayakta durup onu gözlemlemeyi tercih etti.

Komiser Mustafa, “Serdar Bey, Eren Bey hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?” dedi.

“O kendi halinde, kimseye zararı olmayan herkesle yakın olan iyi bir insandı. Size cinayete kurban gidişine ne kadar şaşırdığımı hiçbir sözle anlatamam. Kim böyle iyi bir insanı öldürmek ister ki?”

Soruyu duymazdan gelen Mustafa, “Onunla yakın mıydınız?” dedi.

“Evet yakındık. Komşuluk ilişkisini aşmıştık. Baba oğul kadar yakındık. Bilmiyorum bilginiz var mı Eren ve Figen evlilik hazırlığı yapıyordu. Biz iki gün önce sözleştik bugün öğlen sonrası ahbabım olan bir arkadaşıma mobilya mağazasına bakmak için Karabağlar’a gidecektik. Çok üzgün ve şaşkınım,” diyerek elinin tersi ile akmak isteyen gözyaşlarını sildikten sonra devam etti. “Bu mahallede herkes büyüğünden küçüğüne Eren’i severdi. Allah’tan annesi Alzheimer hastası. Yoksa ona bu haberi nasıl verirdim?” diyerek oturduğu koltuktan kalkıp odanın içinde dolaşmaya başladı. Ve dönüp bir şey hatırlamış gibi, “Bilmiyorum size bir şey ifade eder mi ama bir kaç gündür Eren keyifsizdi. Nasıl desem, durgunlaşmış ve biraz tedirgin görünüyordu. Hatta bu durumu Figen’in de dikkatini çekmiş benimle paylaşmıştı. Ben de bekarlığa veda etmektedir diyerek geçiştirmiştim. Eren’e sorduğumda ise bir şeyinin olmadığı cevabını almıştım. Keşke biraz daha üzerinde dursaydım,” diyerek hayıflandı.

“Onun arkadaş çevresini tanıyor musunuz?”

“Hepsini değil. Çocukluk arkadaşı olan Barış’ı tanıyorum. Onunla çok sık bir araya gelirlerdi. Yaz akşamları tavla atardık. Ben eşimi yıllar önce kaybettim. Çocuğum olmadığı için onlar benim yalnızlığıma ortak oluyorlardı. Barış’ı aramam lazım,” diyerek orta sehpanın üzerinde duran telefonuna uzandı.

“Serdar Bey, Barış Beye biz haber veririz. Siz bize onun iletişim bilgilerini verin,” diyen Komiser Mustafa’ya bakıp telefonu yerine bıraktıktan sonra odada bulunan kütüphanenin bir rafından aldığı kalem ile defterin bir sayfasına Barış’ın bilgilerini yazıp Pınar’a verdikten sonra kalktığı yere tekrar oturdu.

“Serdar Bey apartmanınızda veya mahallenizde yabancı biri dikkatinizi çekti mi?”

“Apartmanımıza giren çıkan belli Komiserim. Yabancı biri dediğiniz en fazla harçlıklarını çıkarmak için bir şeyler satan üniversite öğrencileri oluyor onlar da şu aralar uğramıyorlar. Dikkatinizi çekmiştir apartmanımızın sakinlerinin çoğu emeklilerden oluşuyor. İçimizde genç olan bir Eren bir de Kaan var. Aman Allah’ım Kaan’ın haberi var mı? O sabah beşte çıkıyor evden. Kemalpaşa’da çalışıyor. Ona da haber vermek lazım,” dedikten sonra biraz sakinleşip devam etti. “Onun dışında neredeyse hepimiz yetmişine merdiven dayamış insanlarız. Apartmana giren çıkanı çokta sağlıklı takip etmiyoruz fakat ben kırk yıldır burada ikamet ediyorum ne bir hırsızlık ne de başka bir durumla karşılaşmadım.”

“Anladım. Dün akşam saatleri ile gece yarısı arasında bir ses herhangi dikkat çekici bir durum fark ettiniz mi?”

“Aslında ettim. Saat on gibi sanki bir şey yere düşmüş gibi bir gürültü oldu. Saati hatırlamamın sebebi o ara karşı duvarda gördüğünüz saate bakmıştım. Hatta kendi kendime ‘Ah Eren bu saatte ne topluyorsun oğlum gün çuvala mı girdi?’ diye söylendim. Baktım devam etmiyor ben de izlediğim diziye geri döndüm. Başka da bir şey olmadı. Yoksa Eren o saatlerde mi öldürülmüş?”

“Henüz net bir şey söyleyemem size Serdar Bey. Bu ara Figen Hanımla kurbanın ilişkisi nasıldı?”

“Onlar birbirleri için yaratılmıştı. Çok iyi anlaşıyorlardı. Ufak tefek tartışmaları oluyordu ama gören herkes onlara gıpta ile bakıyordu. Figen onunla yeniden doğduğunu dile getirmekten çekinmiyordu. Çok yazık oldu çok. Hangisi için üzüleyim bilemedim. Gidene mi yoksa kalana mı yanayım,” diyerek cebinden çıkardığı beyaz mendili ile gözyaşlarını sildi.

“Serdar Bey şimdilik size soracaklarımız bu kadar. Olur da aklınıza bir şey gelirse mutlaka bizim ile iletişime geçin. Başınız sağ olsun,” dedikten sonra oradan ayrıldılar. Merdiven başına çıktıklarında biraz önce merakla kendilerini izleyen komşuların sadece ikisini görünce şaşırmadılar, çünkü bina kadar sakinleri de yaşlı ve yorgundular. Komiser Mustafa ve Pınar Serdar Beyin karşı komşusu olan kadına doğru yürüdüler. Kendilerini tanıttılar ve kadına sordukları her soruyu en az üç kez tekrar etmek zorunda kaldılar. Emekli öğretmen olan yetmiş beş yaşındaki Fatma Hanım hiç ses duymamış akşam erkenden ilaçlarını alıp yatmıştı. En üst katta çıkıp oradaki biri yataktan kalkamayan engelli yaşlı adamı ve bakıcısını diğer komşu olan iki kardeşin ifadesini aldıktan sonra tekrar kurbanın bulunduğu kata indiler. Olay Yeri İnceleme ekibi ve savcı işini bitirmiş, kurban cenaze arabasına nakledilmişti.

Komiser Mustafa, sarı şeritlerle çevrili kapıyı çektikten sonra dışarı çıkıp hanımeli kokusunu genzini yakana kadar içine çekti. Pınar’a dönüp “Önce Eren’in çocukluk arkadaşı Barış ile daha sonra Kaan ile görüşelim,” dedikten sonra her seferinde bu son diyerek yaktığı sigarasından derin bir kaç nefes aldı. Kan kokusunu şu meret bile silemiyor diye içinden geçirdikten sonra ayağı ile söndürüp en yakın çöp kutusuna izmaritini attı. Arabaya binip Barış’ın çalıştığı Bornova’ya doğru yola çıktılar.

 

Bornova Küçükpark’a geldiklerinde öğrencilerle dolu olan kafe, iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Komiser Mustafa ilk denk geldiği garson kıza Barış’ı sordu. Kız ise patronunun kasa tarafında olduğunu belirtip yol gösterdi. Barış ise kendisine doğru gelen bu yabancılara dikkat kesildi. Hemen kasa tarafından çıkıp onları karşıladı.

Komiser Mustafa kendilerini tanıtıp rozetlerini göstererek, “Barış Bey burası çok kalabalık, daha sakin bir yer varsa oraya geçelim mi?” diye sordu.

“Buyurun, arka taraftaki depo alanına geçelim ama hala konunun ne olduğu hakkında bilgi vermediniz,” dedi. Karşı taraftan tepki gelmeyince dükkanın arka tarafına doğru adımlarını hızlandırdı. Depo yazan kapıyı açıp içeri bir adım atıp kenara çekildi. Misafirleri de içeri girince kapıyı kapattı. Meraklı gözlerle konuşmalarını bekliyordu.

Komiser Mustafa, “Barış Bey buraya maalesef size üzücü bir haber vermek için geldik. Arkadaşınız Eren’i bu sabah evinde ölü bulduk. Çok üzgünüm. Size hem bu haberi hem de birkaç soru sormaya geldik. Başınız sağ olsun,” dedikten sonra Barış’ın söylenenleri anlamamış gözleri donuklaştı. Söylenenleri algıladığında ise yumruğunu kapının yanındaki duvara geçirip olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü. Ağlıyordu. Mustafa ve Pınar onun acısını yaşamasına izin verdiler. Bir iki dakika sonra Mustafa Barış’ı kolundan tutup ayağa kaldırdı. Deponun ileri ucunda duran sandalyeyi getirip oturmasını sağladı. Mesleğinin en acı yönü insanlara sevdiklerinin ölüm haberini vermek olduğunu biliyor, yıllardır buna alışamıyordu. Barış biraz kendini toparlamıştı. Bastırdığı hıçkırıkları arasında zorlukla konuşmaya başladı.

“Nasıl ölü buldunuz? Kim bulmuş? Kalp krizi mi geçirmiş? Kaç kez söyledim ona doktora görün bu ağrı normal değil diye ama dinletemedim. Allah kahretsin! İnanamıyorum!” diyerek kendi kendine söylenmeye devam etti.

Komiser Mustafa, “Barış Bey, Eren’i en son ne zaman gördünüz?” diye sordu.

“Dün değil önceki gün bir aradaydık. O evlilik hazırlığı yapıyordu. Beyaz eşya bakmaya gittik. Bütün gün beraberdik. Dün Figen ile çıkacaktı ben de çok yoğundum geç döndüm işyerinden görüşemedik. Bugün arayacaktım. Ben hala anlamıyorum. Nasıl ölmüş?”

“Bir cinayete kurban gitmiş.”

“Ne? Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Onu kim neden öldürsün ki? Eren’i herkes severdi. O insanlara iyilikten başka hiçbir şey yapmadı ki? Bir yanlışlık olmalı. Eren olduğuna emin misiniz?” derken sesinin titremesine mani olamadı.

Komiser Mustafa, “Evet eminiz. Eren’i Figen Hanım bulmuş. Onunla da görüştük. Siz şimdi dikkatinizi toplayın ve sorularıma odaklanın. Eren’in düşmanı var mıydı?” dedi.

“Yoktu. Biz çocukluktan beraber büyüdük. Annesi ev kadını babası devlet memuruydu. Eren tek çocuktu benim gibi. Aynı mahallede doğup, aynı okullara gittik. Annesi Şerife teyze Alzheimer hastası ve bir bakım evinde kalıyor babası Kemal amca ise on yıl önce kalp krizi sonucu vefat etti. Kim neden ona düşman olsun ki?” Akan gözyaşlarını sildi. Konuştukça acısı artıyordu.

“Biz de bunu anlamaya çalışıyoruz. Onda dikkatinizi çeken bir farklılık gördünüz mü? Ruh hali nasıldı?”

“Son zamanlarda biraz durgundu. Sorduğumda ise evlilik öncesi stres yaşadığını bugünlerin geçeceğini söylemişti.”

“Bir tehdit veya bir sıkıntısı olsa sizinle paylaşır mıydı?”

“Paylaşırdı. Biz lokmamızı bile bölüşürdük. Bana hala nasıl öldüğünü söylemediniz.”

“Bu bilgiyi size veremem. Soruşturma devam ediyor Barış Bey. Dün akşam saat yirmi iki ile geceyarısı iki arası neredeydiniz?”

Bu soruyu duyan Barış inanamayan gözlerle Komisere bakarak, “Buradaydım. Kamera kayıtları ve çalışanlarım bunu teyit edecektir. Bu sorunuzu altında ne aramalıyım?” dedi.

“Hiçbir şey aramayın. Bunlar rutin sorular. Figen Hanım hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? Geçmişinde kıskanç bir sevgili veya başka biri var mıydı?”

“Yıllar önce Figen nişanlıymış. Düğününe birkaç ay kala uzman çavuş olan nişanlısı teröristler tarafından vurulmuş. Figen ise uzun yıllar hiç kimse ile görüşmemiş bir bakım evinde kalmış, Eren’e ‘Seni karşıma Allah çıkardı,’ diyor başka bir şey demiyordu. Onlar bir elmanın iki yarısı gibiydiler,” dedikten sonra tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Acısı onu yine esir almaya başlamıştı. Komiser Mustafa ve Pınar onu acısı ile başbaşa bırakıp, oradan ayrıldılar. Kemalpaşa’ya gitmek için yola çıktılar.

Serdar Bey’den aldıkları bilgi doğrultusunda Kemalpaşa Organize Sanayii Bölgesine geldiklerinde Kaan’ın çalıştığı kimya firmasını bulmaları zor olmadı. Danışmaya giderek kendilerini tanıttılar. Sekreter kız ise onlara Kaan Beyin toplantıda olduğunu ve rahatsız edilmek istemediği notunu iletti. Komiser Mustafa ise bunun bir cinayet soruşturması olduğunu ve derhal Kaan Bey ile görüşmeleri gerektiğini biraz sert bir ses tonunda söyleyince, kız panik halinde Kaan Beyi arama cesaretini gösterip kendileri ile beraber gelmesini bekledi. Danışma bölümünün sol tarafındaki uzun koridordan yere sert basan ayakkabı sesleri duyulduğunda herkesin başı gelen kişiyi görmek üzere o tarafa çevrildi.

Sekreter kız oturduğu yerden ayağa kalkıp “Kaan Bey ben sizi rahatsız etmek istemedim ama Komiser Bey ısrar edince aramak zorunda kaldım,” diyerek açıklama yaptı.

Kaan ise ona değil gelenlere odaklanmıştı.

“Size nasıl yardımcı olabilirim memur bey?” diye sordu.

Mustafa kısaca kendilerini tanıttıktan sonra, Kaan onları biraz önce geldiği koridorun başındaki ilk odaya götürüp, yuvarlak bir masa ve dosya dolapları olan odanın kapısını kapattı. İlk sandalyeyi çekip Pınar’ın oturması için buyur ettikten sonra, onun yanına oturan Komiser Mustafa’nın karşısına gelecek şekilde oturdu. Merakla bu gelen iki ziyaretçiyi inceliyordu.

“Buyurun, sizi dinliyorum,” diyerek sabırsızlığını dile getirdi.

Komiser Mustafa, “Kaan Bey, sizi komşunuz Eren Bey için rahatsız ettik. Onu bu sabah Figen Hanım ölü olarak bulmuş,” dediği anda Kaan oturduğu yerden ayağa fırlayarak, “Ne diyorsunuz siz?” diye çıkıştı.

“Üzgünüm ama arkadaşınız bir cinayet kurbanı,” diyerek Kaan’ı incelemeye başladı. Biraz önce koridorda yürüyen adam ile bu adam arasında dağlar kadar fark birkaç saniyede kendini göstermeye başlamıştı.

Ayağa kalkan Kaan külçe gibi tekrar sandalyeye oturup, yumruğunu ağzına sokarak çıkmak isteyen hıçkırığını bastırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Ağzından çıkan garip ses yaralı bir hayvanın son seslenişini andırıyordu. Gözyaşlarını silme gereği duymadan, “Onu kim öldürmüş? Kesin Figen kaltağı yapmıştır. Ruh hastası manyak. Ben Eren’e demiştim ama beni dinlemedi. Figen’in onun başını yiyeceğini en başından beri söyledim. Ah Eren ah! Biraz gözünü açsaydın ne olurdu?” diyerek kendi kendine konuşmaya başladı.

Komiser Mustafa, onun söylediklerini dinleyip zihnine not aldıktan sonra, “Kaan Bey, siz kurbanı en son ne zaman gördünüz?”

Bu soruyu beklemiyormuş gibi şaşkınlıkla bir Pınar’a bir karşısında oturan adama baktıktan sonra, “Ben onu en son iki gün önce gördüm,” dedi.

“Aynı apartmanda yaşıyorsunuz ve arkadaşsınız demek ki sık görüşmüyordunuz.”

“Ben çok erken kalkıyorum. O yüzden genellikle hafta sonları bir araya geliyorduk. Bir de Figen benden hoşlanmaz ve ben onlar bir aradayken mümkün mertebe uzak durmaya çalışırdım. Hoş Figen ile duygularımız karşılıklı ya neyse. Çocuğun başını yedi. Kesin o öldürmüştür, kesin. Bir insan evleneceği adamın tüm mal varlığını neden üstüne yaptırsın ki? Daha evlenmediler bile. Şimdi eminim zil takıp oynuyordur.”

“Kaan Bey Figen Hanım’ı bırakıp Eren Bey’e odaklanın.  Eren Bey’in düşmanı var mıydı? Onda size garip gelen bir davranış herhangi bir şey dikkatinizi çekti mi?”

“En büyük düşmanı koynundaydı. Başka düşmana ne hacet! Canım arkadaşım! O Figen ile tanıştıktan sonra tüm davranışları garipleşmişti. Kadının bitmek bilmez kıskançlıkları, doymayan ruhu ve isteklerini karşılamak Eren’i değiştirmişti. Nasıl anlatayım bilmiyorum ki? Bu kadının onun başını yiyeceği bir tek benim mi dikkatimi çekmişti. Onunla nasıl tanıştı biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz ki? Annesinin yattığı özel bakım evinde tanıştılar. Figen intihar etmiş ama kardeşi tarafından son anda bulunmuştu. Bileklerini kesmeden önce bıçağı kendi karnına saplamış. Düşünebiliyor musunuz? Kendi karnına! Eren onunla beraber olmaya başladıktan sonra evdeki tüm bıçakları kaldırdı. Bunun çözüm olmadığını ona defalarca anlattım. O ise utandığı için kimseye bir şey söylemiyor ara ara benimle konuşuyordu. Ben ise ona yol yakınken dönmesini söylemiştim.” Konuşurken hem sesi hem elleri titriyordu. Kendine hakim olmakta zorlanıyordu. Oturduğu yerden kalktı. Bir ileri bir geri yürümeye başladı. Birden aklına bir şey gelmiş gibi, “Figen size de nişanlısının şehit olduğu yalanını anlattı mı? Ona kesinlikle inanmayın çünkü öyle bir şey hiç yaşanmamış. Bu tamamen onun ilgi çekmek için uydurduğu bir hikaye ve Eren’in ilgisini çekti. Ona duyduğu merhameti aşk zannetti. Allah’ım ne acı! Kafamı hangi duvara vurayım? Ne yapıp edip onu bu sevdadan vazgeçirmeliydim. İnanılır gibi değil! Ben bu vicdan azabı ile nasıl yaşayacağım nasıl?” diyerek tekrar kalktığı yere oturdu.

“Kaan Bey dün akşam saatlerinde apartmanda dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?”

“Olmadı.”

“Bir ses, gürültü, kavga, herhangi bir şey.”

“Biraz önce de söyledim ben sabah erken kalktığım için erken yatıyorum. Olduysa bile duymadım.”

“Dün akşam  saat yirmi iki ile gece yarısı iki arası neredeydiniz?”

“Evde ve yatağımdaydım. Ne yani onu benim mi öldürdüğümü düşünüyorsunuz? Sizi anlamıyorum. Ben onu neden öldüreyim? O benim en iyi arkadaşımdı!”

“Ben böyle bir suçlamada bulunmadım. Evde olduğunuza şahitlik edecek kimse var mı?”

“Kız arkadaşım yanımdaydı.”

“Bize bilgilerini verin onunla da görüşmemiz gerekecek.”

“Elbette,” diyerek onlara kız arkadaşının ismini ve iletişim bilgilerini verdi. Komiser Mustafa ve Pınar öğrendikleri bu bilgi karşısında şaşırsalar da bozuntuya vermeden öğrendikleri her şeyi arkadaşları ile paylaşmak üzere yola çıktılar.

 

Emniyete geldiklerinde Engin gelmiş fakat Başak henüz dönmemişti. Komiser Mustafa yolda gelirken aldığı boyozları masasının üzerine bıraktı. Soruşturma yaparken aklına gelmeyen açlığını midesinin guruldaması ile fark etmeyi yıllar içerisinde öğrenmişti. Akşam yemeğinden önce birer çay eşliğinde boyoz yemeyi kendi ekibine de alıştırmıştı. Bir yandan çaylarını yudumluyor bir taraftan da eriştikleri bilgileri paylaşıyorlardı. Engin bakımevindeki ziyaretin olumsuz geçtiğini söyledi. Evden alınan bilgisayar ve cep telefonu da inceleniyordu. Komiser Mustafa ekip arkadaşını dinledikten sonra, kendi analizlerini de anlatıp, panoya geçerek Figen’in ismini yazıp karşısına soru işareti koyduktan sonra, “Engin, Figen’in götürüldüğü hastaneyi ara bak bakalım kendine gelmiş mi? Başak gelince söyleyin bir yere ayrılmasın. Pınar sen de Figen’in GBT’sine bir bak. Bu kadın hakkında farklı iki görüş var, hangisi doğru üstünde duralım. Ailesi, akrabaları arkadaşları hakkında bilgi istiyorum,” diyerek yediği boyozuun son lokmasını ağzına attı.

Engin, “Kendine gelmiş abi ama hala hastanede müşahede altında tutuluyormuş,” dedi.

“Tamam Engin. Ben çıkıyorum. Sen Adli Tıp’ı ara raporları çıkarsınlar. Bunlar ne yapıyor anlamıyorum ki? Gün akşama kavuşacak biz aramazsak dönüpte bilgi vermiyorlar. Söyle ellerini çabuk tutsunlar,” dedikten sonra hastaneye gitmek için oradan ayrıldı.

Hastaneye geldiğinde önce Figen’in doktorundan bilgi aldı. Kadının geçmişinde ruhsal bozukluğu şüphesini doktor usulünce dile getirmiş, Figen’in verdiği tutarsız bilgilerden bahsetmişti. Komiser Mustafa doktordan kısa süreliğine de olsa görüşmek için onay almıştı. Figen’in odasının kapısını vurup cevap beklemeden açıp içeri girdi. Kadın sabah gördüğünden çok daha perişan bir haldeydi. Yattığı yerde cenin pozisyonu alıp kolları ile bacaklarını sarmış bir ileri bir geri sallanıyordu. O kadar kendi içine kapanmıştı ki odasına giren Komiser Mustafa’yı fark etmemişti. Komiser Mustafa içinin merhametle dolduğunu hissederek kadınını ürkütmemek adına yavaş hareketlerle elini omzuna koydu. Figen ise sallanmaya devam ediyordu.

Birkaç kez ismini söylemesi de kadını daldığı dünyadan çıkarmaya yetmeyince, “Figen Hanım, Eren’in katilini bulduk muhtemelen bugün onu tutuklayacağız fakat size sormam gereken birkaç soru var,” deyince kadının sallanması durdu.

Rüyadan uyanırcasına hemen kalkıp yatağına oturdu. Elleri ile saçlarını düzelttikten sonra, “Eren ölmedi ki! O aşağıda yatıyormuş doktorum öyle söyledi,” deyince Komiser Mustafa bir adım geri çekilip, yatağın kenarına oturdu. Kadın boş baksa da gözlerinin derinliklerinde anlık parlayan ışıltı gözünden kaçmamıştı. Bu kadın bir şeyler biliyordu bundan emindi. Tek sorun onu nasıl konuşturacağıydı. Görünüşe göre sandığından daha da hastaydı.

“Figen Hanım neden burada olduğunuzu biliyor musunuz?”

“Elbette biliyorum. Eren ve kız kardeşim çok büyük kavga ettiler. Ben onları ayırmaya çalıştım ama beni dinlemediler. Zaten kardeşim Eren’i sevmiyor. Ben onun her dediğini yaptım ama o mutlu olmuyor anlıyor musunuz mutlu olmuyor benimde mutlu olmamı istemiyor,” dedikten sonra kıkırdamaya başladı. Ellerinde bir şey varmış gibi sürekli silkeliyor sonrasında ise pijamasının bacak kısmına siliyordu. Yüzüne düşen saçını parmaklarının arasına alıp oynamaya başlayarak, “Kardeşim, benim deli olduğumu sanıyor ama yanılıyor. Onları ayırmaya çalışırken bayılmışım sanırım ondan buradayım.” Durup garip bir nefes alıp verdikten sonra, “Annemi kaybettikten sonra ben ona ablalık yaptım onu büyüttüm. Okumasını sağladım ama o ne yaptı biliyor musunuz?” Durdu sanki odada görünmez varlıklar varmış gibi sesini iyice alçaltıp Komiser Mustafa’ya yaklaşarak, “Annemizi günübirlik gittiğimiz Foça’nın Şahin Tepesi’inden aşağıya denizine iteledi. Sanırım annemin yüzme bilmediğini unutmuştu.” Tekrar uzaklaşıp gülmeye başladı. “Ben bunu kime söylediysem inanmadı çünkü o akıllı ben deli olandım. Ama siz bana inanıyorsunuz değil mi?”

“Elbette inanıyorum ve size yardım etmek istiyorum. Soracağım soruları iyice düşünüp cevap verin olur mu?”

“Olur,” diyerek tekrar ellerini silkelemeye başladı.

“Figen Hanım neden Eren’in bütün mal varlığını sizin üzerinize yapmasını istediniz?”

“Hain Kaan! Size bunu o söyledi değil mi? Oh iyi yaptı. Hem biz evlenince ha onun üzerinde olmuş ha benim ne fark ederdi ki?”

“Tabii ki fark etmez ama bunun bir sebebi olmalı. Şimdi sizden bu sebebin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.”

“Aramızda kalacağına söz verin,” diyerek birkaç saniye bekledikten sonra tekrar Komiser Mustafa’ya yaklaşıp “Kız kardeşim istedi. Eren’in evlendikten sonra benim deli olduğumu anladığı gün beni kapıya koyacağını söyleyip duruyordu. Ben de bunu Eren’e anlattım o bana hiç üzülmememi her şeyi bana vereceğini söyledi ve bunu resmileştirdi. O bana inanıyor. Eren’im benim deli olmadığımı biliyor. Bana inanmazsanız ona sorun. Birazdan buraya gelecek,” dediyse de gerçekliğe dönmüş gibi ağlamaya başladı. Artık oynadığı saç tutamını yolmaya başlayınca Komiser Mustafa kapıya doğru yöneldi.

Tam adım atacaktı ki, Figen onun kolundan tutup “Eren’i kardeşim öldürdü. O beni kim ondan daha çok severse öldürüyor. Tıpkı annemin beni çok sevdiğini söylediği için öldürdüğü gibi Eren’i de öldürdü. Ben deli değilim! Ne olur bana inanın! O yapmadığım şeyleri doktorlara anlatıp bana deli raporu aldı. Cezai ehliyetim yok benim. Artık onu sevmiyorum. O şeytanın insan hali! Annemi öldürdükten sonra ben hep ondan korktum anlıyor musunuz korktum! Biraz hasta olabilirim. Siz annenizi kardeşiniz gözünüzün önünde öldürse ve bu kayıtlara kaza olarak geçse delirmez miydiniz? Annenizin çırpınışlarını yukarıdan izleyip donup kalsaydınız aklınız sağlıklı kalır mıydı? Hele bunu yapan kardeşiniz ve emniyet biriminde çalışıyorsa size kim inanırdı? Söyleyin bana kim inanırdı?” dedikten sonra tuttuğu kolu bıraktı. Fakat gözlerini kaçırmadan konuşmasına devam ederek, “Kardeşim, Kaan’ın sevgilisi ve sizin ekibinizde olan Başak, Komiserim. Kaan’ın beni onun yüzünden sevmediğini biliyorum. Kim bilir ona neler anlattı. Birkaç kez Kaan’ı uyarmak istedim ama o hep benden uzak durdu. Anlıyor musunuz uzak durdu! Eren’i de benden uzak tutmaya çalıştı fakat başaramadı. Şimdi kardeşimle mutlu olsunlar! Kaan hep benim Eren’e zarar vereceğimi düşünüyordu. Bunu birkaç kez dile getirdi ve kardeşim, kan bağım olan insan onu sessiz cümleleri ile onayladı. Eminim şimdi tam bir şok yaşayacaktır. Oh olsun Kaan’a da. Kardeşimi durdurmanız lazım yoksa beni çok seven Serdar amcayı da öldürür! O beni seven hiç kimseye tahammül edemez! Kardeşime Eren’i öldürdüğü bıçağın yerini sorun. Tabii size öldürdüğü annemizin yemenisinin durduğu dolabın altında olmadığını söyleyecek ama siz parmak izlerinden onun Eren’i öldürdüğünü anlayacaksınız değil mi? Eminim benim öldürdüğümü söyleyecektir ama inanmayın ona. Sabah işe gitmeden önce bana bıçağı uzattı ve onu yeni aldığını söyleyip tutmamı istedi, ama ben bıçaklardan korkarım çünkü yıllar önce bileklerimi kesmiş ve bıçağı karnıma saplamıştı. Hastanede yattığım sürece bu durumu doktorlara anlattım ama bana inanmadılar. Geçen yıla kadar orada kapalı kalmamı sağladı bana hep orada kalacağımı söylüyordu. Bense koridorda karşılaştığım Eren ile arkadaş oldum. Ona her şeyi anlattım o bana inandı ve benimle evleneceğini söyleyerek oradan çıkardı,” dedikten sonra yatağına geri uzanıp arkasını döndü. Komiser Mustafa onun odaya ilk girdiği haldeki haline geçişini üzülerek birkaç saniye izledikten sonra odadan çıkıp ekip arkadaşı Engin’i arayarak, Başak’ı sorgu odasına almasını söyledi. Katilin Başak olduğunu Kaan’ın ismini yazıp verdiği an anlamıştı. Sabah olay yerine gittiklerinde kendilerine Eren’i tanıdığından bahsetmemiş rutin soruşturmaya katılmıştı. Eren’in katilini tanıdığını öngörmüş, fakat bunu yapanın bir meslektaşı olabileceği aklından geçmemişti. Hayatın garip oyunlarından bir tanesini daha yaşamak üzere hastaneden ayrılıp emniyet binasına doğru yola koyuldu.

En Son Yazılar