Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Bıçak

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Size hayatımın en büyük dersini anlatayım. Daha henüz yeniyetmelik çağında, ergenliğe girdiğimiz sıralarda bizim sokağa yeni taşınan komşumuzun oğlu Ozan verdi bana bu dersi. Bilirsiniz o yaşlarda insan her türlü muzurluğa açıktır. Dilinin kemiği yok, merakının ucu bucağı yoktur. Üstelik ergenlik başladı mı acımasızlık da başlar. Elbette hepsi hormonların alt üst oluşundan.

Ozan evin tek çocuğuydu. Mazbut bir aileydiler. Babası bir demir doğrama atölyesinde çalışıyordu. Annesi ev hanımıydı. Önceleri hepimize uzak duruyordu Ozan. Yazın sıcak günleri ilerledikçe kimi bizim merakımızdan kimi onun merakından iletişim kurmaya başladık.

Bizim sokağa taşınmalarının sebebinin, arkadaşım Fahri’nin babasının, Ozan’ın basası ile iş yerinden arkadaş olması olduğunu kısa sürede anladık. Bizim evin bitişik nizamda iki ev yanında giriş kat boşalınca; bu arada Ozan’ın ailesi de ev arıyormuş; hemen evi tutmuşlar. Ozanın babası güçlü kuvvetli cüsseli bir adamdı. Pek dışarı çıkmaz işten eve evden işe bir hayatı vardı. Pazar günleri ailecek piknik sepetini hazırlayıp erkenden Gülhane parkına giderlerdi.

Günler geçti annemler yeni komşularına hoş geldin ziyaretine gidip komşuluk ilişkilerini geliştirmek için adımlar attılar. Ne olduysa bundan sonra oldu. Annelerinin yanında ev ziyaretlerine giden bizim sokağın kızlarından Rana daha sonra bize bir hikaye anlattı.

“Ozan’ın dedesi bundan yıllar önce bir adam öldürmüş. Annesi ile babası bundan dolayı memleketlerini bırakıp İstanbul’a gelmişler. Ozan da geldiğinde çok küçükmüş memleketini bir daha görmemiş.”

Tüm çocuklar pür dikkat kesilmiş duyduklarımızı hazmetmeye çalışıyorduk. Mehmet dayanamayıp sordu.

“Kimi öldürmüş dedesi? Hapse mi atmışlar dedesini?”

“Hapse atmışlar. Sonra hapishanede ölmüş dedesi. Ozan bu konudan çok etkilenirmiş. Babası da bu konunun açılmasından hiç haz etmezmiş. Annesi, başkasından öğrenmeyin ben diyivereyim, dedi de anlattı.”

Sokaktaki tüm çocuklar buz kesmiştik. Ozan’ın dedesi bir adam öldürmüştü. Ozan bir katilin torunuymuş. Ozan da büyünce adam öldürür müymüş? Daha bin tane çıkarım yapıp durduk. Tam yakınlaşmaya başlamışken herkes Ozan’dan bir adım uzaklaştı. Ozan başlarda buna anlam veremedi. Garipsedi. Sonra sonra durumu o da kavradı.

Bir gün Emin bakkalın soğuk gazoz dolabından aldığım Ankara gazozunu yudumlarken Ozan gelip yanıma oturdu.

“Neden benimle oynamak istemiyorsunuz?” dedi. Sesi korkakça çıkmıştı. Yüzleşmek istemediği bir şeyle burun buruna olduğunu anlarcasına sesi sönük ve korku doluydu.

Hiç yüzüne bakmadım. Daha doğrusu ikimiz de yolun karşısındaki duvarın ardında duran ve gün geçtikçe dallarında kırmızılaşan elmalara bakıyorduk. Yazın en sıcak günlerindeydik. Neden bilmem gazozumu ona uzatıp bir fırt almasına izin verdim. Şaşırdı. Teklifimi geri çevirmedi ama büyük bir yudum da almadı. Aldığı yudumun büyüklüğü bile ürkekliği ile ağzında büyümüştü.

“Dedemden dolayı mı?” dedi. Sesi yine kısık ve utangaçlıkla doluydu.

“Bilmem…” dedim. Bal gibi biliyordum. Yüzüme böyle vurulunca bu sefer savunmaya geçen taraf olmuştum. Bal gibi de dedesinden dolayı ona mesafe koymuştuk. Ne yazık ki bunu kendisine itiraf etmekte tereddüt duymuştum. İçim sıkıldı. İçimden, başka bir şey yapsak da bu uğursuz konu hakkında bir cevap vermesem diye sıkkın bir düşünce geçti.

“Gel,” dedim. Ayağa kalktım, kolundan yakaladığım gibi onu da ayağa kaldırıp, sokağın karşısındaki duvara doğru sürükledim. Ne olduğunu anlayamadı. Peşim sıra geldi. Duvarın kenarına geldiğimizde başımla duvarın arkasını işaret ettim.

“Hadi biraz elma yiyelim,” dedim.

“Yok,” dedi. “Olmaz ben başkasının bir şeyini çalmam.”

“Çalmak değil bizimkisi, göz hakkı.”

“Yok, sen git ben burada beklerim,” dedi.

İyice canım sıkılmıştı. Gözlerimden şimşek çıkararak gözlerine baktım.

“Benimle oynamıyorsunuz, dedin. Şimdi gel diyorum ayak sürüyorsun. Sonra bin tane bahane. Yok ondan mı oynamıyorsunuz, yok bundan mı oynamıyorsunuz!” Sesim öfke ve kızgınlık doluydu. Tüm hışmıma rağmen çelik gibi durdu ve duvarın arkasına gelmedi. Tek başıma duvarı tırmanıp iki elma kapıp geldim. Uzattım, almadı. Omzumu silkip yürüyüp gittim.

Aradan birkaç gün geçti. Ozan’ı sokakta hiç görmedik. Evden dışarı çıkmaz olmuştu. Bizim evin arka balkonundan onların evinin arka tarafındaki küçük bahçede gördüm Ozan’ı. Bahçede kurdukları küçük kümesteki tavukları besliyor. Akşam üzerleri bahçedeki zerzevatı suluyordu. Ne kafasını kaldırıp etrafına bakıyor ne de etraftan gelen seslere kulak kabartıyordu. İşleri bitince eline bir kitap alıyor, başına hasır bir şapka takıp, camın önündeki dar beton zemine oturup sırtını duvara yaslayıp kitap okumaya başlıyordu.

Neden sonra annemlerin de dikkatini çekti bu durum. Aralıksızca sorup neden birlikte oynamadığımızı öğrenmeye çalışıyorlardı. Bir şey demedim. İş sonrasında daha da ileri gitti. Annem elime bir kitap tutuşturup sen de kitap oku diye tutturdu. Bizim balkonun etrafı korkuluk şeklinde yatay ve dikey demirlerle çevriliydi. Bu sebeple ben balkonda sırtımı duvara verip Ozan’a doğru dönük oturduğumda, başka bir çarem de yoktu, arka balkonumuz dar ve küçük bir balkondu. Ön taraftaki balkon öğleden sonra akşama değin sıcak yaz güneşlini aldığından o tarafta oturmam imkansızdı. Çaresiz arkadaki balkonda sırtım duvara yaslı, Ozan’a doğru dönük kitap okumak zorunda kalıyordum.

Elma hadisesinden sonra bir daha Ozan’la hiç konuşmamıştık. Balkonda kitap okuduğum, kitabın içine dalıp, anlatılan maceranın bir parçası olduğumda etrafımda olup biteni gözlemlemeyi unuttuğum zamanlar oluyordu. İşte bu zamanlarda Ozan’ın beni izlediğini düşünerek birden kafamı kitaptan kaldırıp, Onun olduğu yöne doğru baktığım çok oldu. Hiçbir zaman onun bana baktığını yakalayamadım. Elbette bakıyordu, biliyordum fakat bir türlü bana baktığı bir anı yakalayabilmiş değildim.

Annem, annesine gidip “Ne oldu bu çocuklara, niye konuşmuyorlar” diye soruşturdu. Sonuç olarak öğrenebildiği koca bir hiçti. Doğrusu ilk başlarda neden Ozan’ın benimle konuşmadığını anlamamıştım. Kitap sayfalarında okumakta olduğum metinden sıyrılıp, daha doğrusu anlamadan okuduğum satırı defalarca okuyarak konuyu düşünmüşlüğüm vardı. Kendi kendime vardığım sonuç bizim ondan uzaklaşmamıza, kendisini dedesi yüzünden yaftalamamıza bir cevap verdiğini düşünmeye başladım. Biz onu dışlayamamıştık. O kendisini izole edip bize bu fırsatı tam olarak vermemişti.

Sokağa çıktığım zamanlarda çocuklarla bu konuyu hep konuştuk. Durumu arkadaşlarıma anlattım. Kimi onun için üzüldü, kimi hiç umursamadı. Bir seferinde Sedef “Ama onun dedesi bir katil!” dediğinde, hepimiz bu durumu kabul etmek zorunda kalmıştık. Doğruydu. Onun dedesi bir katildi. Bu söylem kendimiz için sığınacak bir kalkan oluşturuyordu. İçten içe alttan alta dedesi yüzünden onu da suçlu kabul ediyorduk. Kendimizi savunma biçimimiz böyle gelişiyordu.

Yazın sonuna doğru, ağustos ayının bitmesine bir hafta falan vardı. Babam o haftanın cuma akşamı, ertesi gün Ramazan ustaların akşam bize çay içmeye geleceklerini söyledi. Annemi bir telaş aldı. Evde börekler poğaçalar, tatlılar yapıldı. Evde ayak bağı oluyorum diye annem kızıp söylenip sokakta oynamam için dışarı yolladı.

Dışarıda bizim sokağın çocukları ile gazozuna maç yaptık. Kazandık ve gazozlarımızı Emin bakkalın dolabından soğuk soğuk alıp, bakkalın yan tarafındaki kaldırıma yan yana oturup içtik. Karşımda duran olgunlaşmış elmaları, ağaç dallarının taşımakta zorlandığını izleterek gazozumu içiyordum. Nevzat dalgınlığımı merak edip sordu.

“Ne düşünüyorsun, Ragıp amcanın elmalarına dalmayı mı?”

“Ozan geldi aklıma,” dedim.

“Ne alakası var?” dedi Nevzat. Günler önce Ozan ile bahçe duvarının önünde konuştuklarımızı anlattım.

“Üstelik,” dedim, “Bu akşam bize gelecekler.”

Bütün çocuklar arasında konuşup bir uğultu yarattılar. Ben yine elmalara bakmaya devam ettim. Kısa bir sessizlik olduğunda Recep bana dönüp “Akşam Ozan’ın babasına dedesinin kimi öldürdüğünü, nasıl öldürdüğünü soramazsın.” dedi. “Bunu düşünüyorsun değil mi? Siz gelecekler ve sen bunu sorup soramayacağını düşünüyorsun.”

Çocuklar hep bir ağızdan gülüştüler.

“Hayır hiç bunu düşünmüyorum,” dedim. Kimse bu söylediğimi kaale almadı.

Sonunda akşam gelip çattı. Babam ile Ramazan amca televizyonun karşısındaki birer koltuğa oturdular. Ozan ve ben de onların yanlarına oturduk. Herkes kendi babasının yanında oturuyordu. Belki de babamızdan güç alıyor, onların gölgesine saklanıyorduk. Annemler üçlü koltukta yan yana oturmuş çene çalıyor, ellerinde kımıl kımıl bir tığ ile ördükleri dantelleri otomatik bir makine gibi sallaya sallaya düğümlüyorlardı. Ablam tabaklarla izzetüikramın elçisi olmuştu. Kimi tabaklar kimi çay bardakları, ablam tarafından mutfağa taşınıp duruyordu.

Neden sonra bir sessizlik oldu. Bu sessizlik bana bir cesaret kapısı açmış oldu. Hınzırca ve fütursuzca sordum o soruyu.

“Ramazan amca babanız birini öldürmüş galiba, nasıl oldu?”

Sessizlik, kımıltısızlığa bıraktı yerini. Ablam mutfağın kapısında, babam elindeki çay bardağıyla, annem ağzındaki söz ile donup kaldılar. Ozan başını hızla bana doğru çevirdiğinde bütün büyü bozulup herkes hareket etmeye başladı. Ramazan amca derin bir nefes çekti. Durdu, bir kaşını kaldırıp şöyle tepeden bana baktı.

“Köyde… Köyde gece yarısı hırsız gelmiş. Damın önüne bir kamyonet çekmişler. Gecenin zifiri karanlığı, yatsıdan çok sonra.” Ramazan amca, sözlerine ara verip çayından bir yudum aldığında herkesin nefesini tuttuğunu fark ettim.

“Anacığım kalkmış, ne oluyor diye avluya çıkmış. Oracıkta anacığımı öldürüvermişler. Peşi sıra babam çıkmış avluya, çıkarken de evin kapısının üzerinde, kiremitlik ile kapının kirişi arasındaki boşluğa sokuşturduğu bağ bıçağını çekip almış eline. Annemi yerde kanlar içinde görmüş zaten ondan sonra gözü dönmüş. Bakmış bir kamyonet var damın önünde. Tam hamle yapacağı sırada farları yanmış kamyonetin. Marşına basılmış. Kamyonet hareket etmeye başladığında arkasından koşup kendisini kamyonetin içine atmaya çalışan, elinde kasatura olan gençten bir adam görmüş. Sağ elindeki bağ bıçağını bir bilek hareketiyle açıp dıştan içe doğru bileğini savurmuş. Elinde kasatura olan gençten adam kamyonetin arkasından koşarken boşa bir adım atıp yüz üstü yere serilmiş.”

Ozan, babasının elini tuttu. Hatta sıkı sıkı sarıldı. Babam, Ramazan amcaya değil direkt bana dönüp gözlerimin içine baktı. Öyle derin baktı ki gözlerimi kaçırıp yere bakmaktan ve dudaklarımı içeri çekip soluksuz kalmaktan başka bir çare bulamadım.

Hatice teyze, bunlar daha önce defalarca anlatıldığı ve kendisi için normalleştiği için tüm sakinliği ile eşinin kaldığı yerden devam etti.

“Adam ölünce jandarma ötekini de yakaladı. İnek de yolda kamyonetten düşmüş, onu da öyle buluverdiler. Babamgil nefsi müdafaa diye avukat tuttu ama nafile. Babam ilk dava görülesiye mahpusta ölüp gitti. “

Annem hemen iyi dilekleri getiriverdi bu konuşmanın peşi sıra “Allah gani gani rahmet eylesin komşum. Allah kimselere böyle dert vermesin. Allah esirgesin.”

Ortalık sessizleşince Ramazan amca bana döndü “ Merak ettiğini öğrenebildin mi?” dedi.

Babam konuyu değiştirecek olsa da Ramazan amca babamdan son bir izin istedi.

“Hasan Usta iznin olursa yarın sabah Serdar bize gelsin, kahvaltıyı beraber yapalım”

Babam gözlerimin içine bakıp “Elbette, elbette ne demek gelsin tabi,” dedi. Bununla benden intikam almak istediğini de anlayabiliyordum. Sohbet yine başka yönlere kayıp bu meselenin üzerine sünger çekildi. Misafirler gittiğinde kimseyle konuşmadan arka odanın yolunu tuttum. Kimse de benimle konuşmadı. Öyle hızla uykuya daldım ki sabah annem uyandırmaya geldiğinde daha yeni yatağa yattığımı sandım.

Geç kalmamak için hemen kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Annem yeni pijamalar giymem konusunda ısrar etti. Kalbim yerinden çıkacak gibi heyecanlıydım, anneme bu sebeple hiç itiraz edecek mecalim yoktu. Hem heyecanla hem isteye hem istemeye Ozanların kapısını çaldım.

Beni güler yüzle karşıladılar. Neşe içinde bir kahvaltı yaptık. Her şey beklentimin tersine olabildiğince güzel ve neşeli geçiyordu. Kahvaltımızı bitirip, Ramazan amca, son bir bardak çayını içtikten sonra, “Haydi bahçeye çıkalım çocuklar,” dedi. Hiçbir şeyi umursamadan bahçeye çıktık. Ozan ile mesafemin de yakınlaştığını fark ettim. Aramızdaki buzlar çözülmeye başlamıştı. Bahçeye çıktığımda babamın da bizim evin balkonunda olduğunu kafamı kaldırınca gördüm. Babamı görmek içimi rahatlatmıştı. Ramazan amca önden gidip tavuk kümesinin kapısını açtı. İçeriden gelen gıdaklama sesleri arasında bir tane tavuğu ayaklarından yakaladığı gibi dışarı çıkarttı. Kümesin kapısını kapatırken tavuğu elinden bırakmadı. Elinde baş aşağı tuttuğu tavuğu yukarı kaldırıp bana gösterdi.

“Gel bakalım Serdar,” dedi. Yaklaştım.

“Kaç yaşında oldun sen şimdi Serdar?”

“On dört oldum Ramazan amca”

“Adam olmuşsun demektir. İyi.” dedi. Boşta kalan eliyle omuzumdan tutup dizlerimin üzerine çökmemi ister gibi bastırdı. Ben de filmlerde başının üzerinde kılıçla takdis edilen prensler gibi diz çöktüm olduğum yere. Ramazan amca da eğildi. Bir dizimin altına tavuğun kanatlarını sokuşturdu. Diğer eliyle cebinden çıkarttığı bir iple tavuğun ayaklarını birbirine düğümledi. Tavuk kıpırtısız dizimin altında tam önümde duruyordu.

Ramazan amca, “Hatice!” diye seslendi içeri. Hatice teyze elinde keskin bir bıçakla çıka geldi. Ramazan amca, Hatice teyzeden aldığı bıçağı elime tutuşturdu.

“Hadi!” dedi. “Can alma sırası sende!”

Dehşete uğramıştım. Babam arkamda kaldığı için kafamı kaldırıp ona da bakamıyordum. Gerildim.

“Soruyordun ya, baban kimi öldürmüş, diye! Şimdi sen deneyimle bakalım, kolay mıymış? Sonra bize anlatırsın.”

Tavuk kanatları dizimin altında yere uzanmış duruyordu. Kafasını şöyle bir çevirdi, göz göze geldik. Elimdeki bıçak öyle eğreti duruyordu ki elimden düşürürüm diye Ramazan amca pür dikkat beni izliyordu. Tavuğun gözleri yine gözlerime değdi. Bu defa başımı kaldırıp Ozan’a baktım. Üstelik bu tavuk Ozan’ın en sevdiği tavuktu. Daha fazla dayanamadım. Bıçağın sapını daha sıkı kavradım.

Düşünmekten çok yaşadığım şoktan kurtulmaya çalışıyordum. Derin bir nefes alıp bıçağı tavuğun yanı başına toprağa sapladım. Ayağa kalkıp sımsıkı Ozan’a sarıldım. İkimiz de salya sümük ağladık o anda. O anda bir daha can almayacağıma, canlıları koruyacağıma yemin ettim.

***

Ozan eşime dönüp, “İşte o andan sonra doktor olmaya karar verdiğini anlatacak yine!” dedi bana bakarak. Eşlerimiz bu hikayeyi tekrar tekrar dinlemekten sıkılmadan gülümsedi. Hatta Ozan’ın eşi Sema yine aynı soruyu sordu,

“Sen de bu yüzden Veteriner oldun değil mi Ozan?”

En Son Yazılar