Başkomiser Anlatıyor:
“Çok acı,” dedi. Bunu elinde tuttuğu bira için mi, yoksa yaşadığımız olaylar için mi söyledi emin olamadım. Otuz altı saattir uyumuyorum. Son bir haftada kaç saat uyuduğumu hesaplayamayacak kadar da yorgunum. Olayların bu noktaya nasıl geldiğini anlatmalıyım. Çünkü, her şey öncesiyle anlam kazanır…
***
“Dürümler geldi beyler. Afiyet olsun.”
“Eyvallah Recep Ustam,” deyip 1.5 porsiyon Adana kebabına gömüldü Aykut. Recep Ustanın Yeri, bizim için bir cumartesi akşamı rutiniydi. Tüm haftanın pisliği beynimize dolmuşken, dürümden aldığımız ilk ısırıkla bunları geride bırakırdık. Sohbetimizin geri kalanı yaşam, kadınlar ve futbol üzerine geçerdi. O gün, her şey yine her zamanki gibi ilerliyordu. Yemekleri bitirmiş, çay faslına geçmiştik. Cebimdeki Camel paketinden bir dal çıkarıp yaktım.
“Hâlâ sigara mı içiyorsunuz amirim?” dedi Aykut alaycı bir gülüşle. Hergele daha iki haftaya kadar günde bir paket bitiriyordu. Ne zaman Nazlı’yla sözlendiler, bir daha elinde görmedim.
“Dur bakalım Aykut. Geçenlerde gazetede okudum; sigarayı bırakanların %65’i ilk ayın sonunda yeniden başlıyormuş. Senin daha iki hafta oldu.”
Tam cevap vermeye hazırlanıyordu ki, telsizden gelen anons hem sohbetimizin hem de hayatımızın seyrini değiştirdi:
“Tüm birimlerin dikkatine; Taşbaşı mevkiinde, tiyatronun arkasında kadın cesedi bulunduğu ihbarı var.”
Bulunduğumuz yer, Taşbaşı’na 20 dakika uzaklıktaydı. Aykut’la bir anlığına göz göze geldikten sonra aynı anda masadan kalktık. Bir insanla yeteri kadar vakit geçirdiğinizde, anlaşmak için illa konuşmanıza gerek kalmıyor.
***
Taşbaşı’na vardığımızda, Olay Yeri İnceleme ekibi, sarı şeritlerle cinayet mahallini çevreliyordu. Meraklı kalabalık daha şimdiden etrafı sarmıştı. Şeritleri aşıp cesede doğru yaklaşırken, bizim ekipten Cengiz’le göz göze geldik. Bizden daha erken gelmişti.
“A, siz de mi geldiniz?”
“Biz polis değil miyiz oğlum?” dedi Aykut her zamanki alaycılığıyla. Cengiz ve Aykut sık sık şakalaşırdı. Ama bu kez Cengiz’in ciddi tavrı, olayın her zamanki gibi olmadığı gösteriyordu.
Biraz yürüdükten sonra cesede ulaştık. “Hassiktir,” diye mırıldandı Aykut. Benim de içimden tam olarak bu geçmişti. Yerde yatan kadın yüzü tamamen parçalanmış hâldeydi. Yanına daha da yaklaştığımda asıl ölüm nedenini gördüm: Kalbine, üzerinde işlemeler olan gümüş bir bıçak saplanmıştı. Olay Yeri İnceleme ekibinden Kemal yanıma sokuldu:
“Kıskançlık cinayeti olabilir bu. Katil büyük bir hırsla işlemiş cinayeti.”
“Bakacağız Kemal,” dedim. “Merkeze gönderirsin raporları.”
“Biz ne yapalım abi?” diye sordu Cengiz.
“Etrafa bakalım biraz, gören biri ya da bakan bir kamera var mı tespit edelim. Kalanına yarın devam ederiz.
***
Kadının kimliği tespit edilmişti. Hazal Korucu, 24 yaşında, üniversite öğrencisi. Ayrıca, sokağın girişindeki mağazanın güvenlik kamerası, maktulü ve arkasından yürüyen siyah kapüşonlu şahsı görüntüleyebilmişti.
“Katil kesin erkek,” dedi Aykut.
“Nereden anladın?”
“1.90 boyu var neredeyse, omuzlar falan geniş. Kesin erkek.”
“İri bir kadın olamaz mı yani? Sallıyorsun yine.”
“La si…”
“Yeter!” diye bağırdım. “Oğlum, kaç yaşında adamlarsınız, çocuk gibi didişiyorsunuz. Cengiz haklı. Cinsiyeti görüntülerden belirleyemeyiz, çok karanlık. Ayrıca katilin görüntüdeki şahıs olup olmadığını da bilmiyoruz. Sadece arkasından yürüyor.”
Birkaç dakika sessizlik oldu. Aykut’un mahcup olduğunu hissettim. Elimi omzuna atıp, babacan bir tavırla konuştum:
“Aykut, sen bürodan bir kişi al yanına, Hazal’ın ailesiyle konuşun. Biz de Cengiz’le maktulün okuluna gidelim. Haydi aslanım…”
“Emredersiniz amirim.”
***
Hazal, Ordu Üniversitesi’nde okuyordu. Önce, onu tanıyan akademisyenlerle konuştuk. Hepsi, kendi hâlinde bir kız olduğunu söyledi. Buradan işe yarar bir bilgi alamayınca, sınıf arkadaşlarına yöneldik. Biraz soruşturduktan sonra, en yakın arkadaşının Hilal isimli bir kız olduğunu öğrendik.
Yanına gittiğimizde, Hilal tek başına kantinde oturuyordu.
“Merhaba Hilal, ben Başkomiser Orhan. Başın sağ olsun. Hazal hakkında bilgi almak için geldik.”
“Hazal’la ne zamandır tanışıyorsunuz?” diyerek direkt konuya girdi Cengiz.
“Üniversite başladığından beri. Yani 3 yıl falan oldu. Nasıl olur böyle bir şey, kim ne ister benim arkadaşımdan?”
“Biz de bunu araştırıyoruz. Ama yardımın gerekli. Bir düşmanı ya da onu sevmeyen biri var mıydı?”
“Hayır,” diyerek yerinde zıpladı Hilal. “Sessiz sakin bir insandı o. Zaten çok fazla çevresi de yoktu. Bir ben, bir de Batu…”
“Batu kim?”
“Hazal’ın erkek arkadaşı. Bir yıldır birlikteler.”
“Nerede şimdi? Bir de onunla konuşalım.”
“Bilmiyorum. Birkaç kez aradım, ulaşamadım. Hazal’ı çok seviyordu. Kendine zarar vermesinden korkuyorum. “
Bunları söyledikten sonra masaya kapanıp ağlamaya başladı.
***
Mesai çoktan bittiği hâlde, hâlâ merkezdeydik. Ne Cengiz ne de Aykut, çıkmak için izin istememişti. Tecrübeli meslektaşlarım, yenilerden sık sık şikâyet ederler. Ben bu konuda şanslıydım sanırım.
“Evet beyler,” dedim. “Elimizde neler var?”
Aykut öne atıldı:
“Hazal’ın ailesiyle konuştuk amirim. Baba emekli memur, anne ev hanımı. Tek çocukmuş. Şu ana kadar bir kere üzmedi bizi, diyorlar. Zaten çalışkan bir kızmış. Bölümünde birinciliğe oynuyormuş. Hilal diye bir yakın arkadaşı varmış, birkaç kez ders çalışmaya gelmiş. Ondan başka tanıdıkları kimse yok çevresinden.”
“Batu diye birinden bahsettiler mi? Hilal’in söylediğine göre bir yıldır beraberlermiş Hazal’la.”
“Yok. Ondan bahsetmediler.”
“Peki,” dedim. Ceketimin cebinden paketi çıkartıp bir sigara yaktım.
“Oh be,” dedi Cengiz. “Sizi bekliyordum amirim.”
“İç oğlum, neyimi bekliyorsun benim. Batu’yu araştırdın mı sen?”
“Yeterli olmasa da biraz araştırma yaptım. Çok zengin bir iş adamının oğluymuş. Duymuşsunuzdur mutlaka, Tahsin Varlıklı…”
“İnşaatla uğraşıyorlardı galiba,” dedi Aykut.
“Aynen. Karadeniz bölgesindeki çoğu projede onların imzası var. Neyse, adam tekin bir tip değil zaten. 12 saat önce de oğlu için başvurmuş polise. Eve gitmemiş çocuk.”
“Bu bir yanıltmaca da olabilir. Yarın görüşelim şu adamla. Bugünlük bu kadar yeter.”
“Ya amirim, bir çorba mı içsek dağılmadan.”
“Hay canını seveyim kardeşim, benim de aklımdan o geçiyordu,” diyerek güldü Cengiz.
Aralarında bir gerginlik olmamasına sevinmiştim.
“Haydi o zaman,” dedim. “Çorbalar benden.”
***
Ertesi gün, erken saatlerde Tahsin Varlıklı’yla konuşmak için inşaat şirketine gittik. Çok katlı üç binadan oluşan, lüks bir yerdi. Kapıda, güvenlik görevlileri tarafından karşılandık.
“Buyurun, kime bakmıştınız?”
Rozetimi çıkartıp gösterdim.
“Polis. Tahsin Varlıklı ile görüşeceğiz.”
“Tahsin Bey bugün müsait değil. Ben kendisine iletirim geldiğinizi.”
“Lan oğlum, izin istemiyoruz senden. Odası hangi katta onu söyle,” dedi Cengiz.
Yaşça daha büyük olan güvenlik görevlisi, sert bir ses tonuyla cevap verdi.
“Bugün yoğun olduğunu söyledim. Bu kadar büyük bir şirketi yönetmek kolay mı sanıyorsun?”
Cengiz ve Aykut yumruklarını sıkmış, benden gelecek emri bekliyorlardı. Güvenliğe dönüp gülümsedim.
“Peki, sonra görüşelim o zaman. Ama sen bir kimliğini ver bakalım, GBT yapalım.”
Adamın yüzü anında düşmüştü. Ne yapacağını bilemez hâlde arkadaşına baktı.
“Sen bir sor Tahsin Bey’e, belki müsaittir şu an.”
Birkaç dakika sonra Tahsin Varlıklı’nın dördüncü kattaki odasının önündeydik. Kapıyı çalıp girdiğimizde, içeride oğlu Batu’yla oturduğunu gördük. Batu’nun gözleri dolu, yüzü kıpkırmızıydı.
“Merhaba. Ben Başkomiser Orhan. Size birkaç so…”
Sözümü kesip, hararetle konuşmaya başladı.
“Gördüğünüz gibi, oğlum geri döndü. Kayıp başvurusunu geri çekebiliriz. Başka bir sorun yok.”
“Tahsin Bey!” dedim. “Buraya kayıp ilanıyla ilgili gelmedik. Bir cinayet soruşturması yürütüyoruz. Oğlunuzun, kız arkadaşı öldürüldü. Mutlaka haberiniz vardır bundan.”
“Biliyorum. Zaten acısı taze oğlumun, daha sonra ben getiririm onu.”
Batu aniden parladı.
“Şimdi konuşabiliriz komiserim. Sorun değil.”
“Haydi başlayalım o zaman,” dedi Aykut. “Hazal’la ne zamandır birlikteydiniz?”
“Bir sene oldu. Hilal’in arkadaşıydı, onun vasıtasıyla tanışmıştık.”
“Hazal’a bunu kim yapmış olabilir sence? Onun ya da senin bir düşmanın var mıydı?”
“Bilmiyorum. Hazal’ın öyle çok fazla çevresi yoktu zaten. Benim de düşmanım falan yok.”
“Peki,” diyerek Batu’ya gözlerini dikti Cengiz. Batu’nun gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Sizin aranızda bir problem var mıydı?”
“Yoktu. Her şey çok güzeldi. Zaten ciddi bir ilişkiydi bizimkisi. Normalde çoktan nişan yapardık, tabiî…”
“Tabiî ne?”
Tahsin Varlıklı oturduğu yerden ayağa fırladı. Masasının arkasındaki vestiyerden viski şişesini alıp, bardağına doldurdu. Bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı:
“Ben izin vermiyordum. Bakın, biz camiada saygınlığı olan bir aileyiz. O kız bizim yapımıza uygun değildi. Batu’ya da söyledim; takılın, hevesini al dedim. Ama konu evlilik olunca işler değişir.”
Batu, babasına nefretle bakıyordu. Bir şey söyleyecek gibi oldu, daha sonra vazgeçti.
“Tamam,” dedim. “Şimdilik bu kadar. Ancak sizinle yeniden görüşebiliriz. İkinizle de. Şehirden ayrılmayın.”
Odadan çıkıp asansöre yöneldik. Aykut, merakla sordu:
“Amirim, kapıdaki görevlinin sabıkalı olduğunu nasıl tahmin ettiniz?”
“Oğlum, Tahsin gibiler yanlarında yeri geldi mi adam vuracak, yeri geldi mi ölecek adamlar isterler. Bu profildeki elemanların da geçmişinde bir bokluk vardır mutlaka.”
“Tecrübe aslanım, tecrübe,” dedi Cengiz gülerek.
Zemin kata indiğimizde tanıdık bir yüzle karşılaştık. Hazal’ın en yakın arkadaşı Hilal, elinde dosyalarla yürüyordu. Hemen seslendim:
“Hilal!”
Bizi görünce şaşkınlığını gizleyememişti. Hızlı adımlarla yanımıza geldi.
“Başkomiserim?”
“Senin ne işin var burada?”
“Şey.., ben burada staj yapıyorum. Batu rica etmişti Tahsin Bey’den. O da sağ olsun kabul etti.”
“Hmm, peki. Yeni bir şey var mı aklına gelen?”
“Maalesef hayır. Her şeyi dün anlattım. Umarım bir an önce açığa çıkar.”
Şirketten çıkıp, teşkilatın verdiği emektar Hyundai’ye atladık. Son bir yılda o kadar arızalanmıştı ki, çocuklar kontağı çevirince çalışıp çalışmayacağına dair iddiaya giriyorlardı ara sıra. Neyse ki, bu sefer bizi yarı yolda bırakmadı.
Merkeze döndüğümüzde elimizdeki bilgileri değerlendirdik. Tahsin Varlıklı’nın hareketleri üçümüzün de şüphesini çekmişti. Onu yakın takibe almaya karar verdik. Tam merkezden çıkacaktık ki, otoparktayken telsizden bir anons daha geldi:
“Gülyalı yolunda, Havaalanı kavşağında bir kadın cesedi bulundu. Tekrar ediyorum…”
***
Olay yerine gittiğimizde, büyük bir şokla karşılaştık. Ölen kadın Hilal’di. Cesedi incelediğimde, boynundaki tel izini gördüm. Yüzünde morluklar vardı. Üstündeki giysiler yırtılmıştı. Ancak asıl ölüm nedeni göğsüne aldığı bıçak darbesiydi.
Olay Yeri İncelemeden Kemal yanıma geldi.
“Katille uzun süre mücadele etmiş. Tırnaklarına doku parçaları var. Ayrıca maktulün yanında bir kol düğmesi bulduk.”
Bu, maktule ait değildi. Düğmenin üzerinde üzerine marka ismi işlenmişti: KadFer. Ordu’nun en lüks kadın giyim mağazasıydı. Kişiye özel tasarımlar üretiyorlardı. Aykut, Nazlı’ya nişan için buradan bir elbise tasarlatmıştı. Kemal’e raporları merkeze göndermesini söyleyip, oradan ayrıldık.
Saat 07.00’e gelmişti. Oldukça yorgunduk, ancak şimdi durmak olmazdı. KadFer mağazasından kimlerin sipariş verdiğini öğrenmek için yola koyulduk.
Mağazaya vardığımızda, çalışanlar dükkânı açmak için hazırlık yapıyordu. Olayı kısaca anlatıp, sipariş verenlerin listesini istedik. Liste oldukça kalabalıktı.
“Millette para var yav,” dedi Cengiz.
Aykut homurdandı:
“Oğlum bizde para var da mı elbise aldık buradan. Borç harç alıyorsun işte.”
“Beyler, işe odaklanın,” dedim. “Bu işi bugün çözmemiz lazım.”
Listeyi taradığımızda aradığımız ismi bulduk: Buse Varlıklı. Tahsin Varlıklı’nın karısı…
***
Savcılıktan gerekli izinleri hızla hallettikten sonra, baskın için Tahsin Varlıklı’nın evine doğru yola çıktık.
Liman’a yakın bir bölgede, etrafında kale gibi surlar olan iki katlı bir villaydı. Ekibin bir kısmını Aykut’la beraber arka kapıya yönlendirdim. Biz de ön kapıyı kırarak içeri daldık. Bahçedeki korumaları silahlarına davranmalarına fırsat tanımadan yaka paça almıştık. Tam evin içine girecekken Cengiz’in çığlığını duydum:
“Amirim, dikkat!”
Kafamı çevirdiğimde, köşede saklanan korumanın silahını bana doğrulttuğunu gördüm. Saliseler sonra da silah sesini duyduk. Koruma, yerde acı içinde kıvranıyordu. Aykut, uzak mesafeden indirmişti adamı.
“Eyvallah,” dedim. “Can borcum oldu sana.”
“Aile içinde ne borcu amirim,” dedi Aykut.
Ardından, vakit kaybetmeden eve girdik. Odalara teker teker girdikten sonra, üst kattaki yatak odasında Buse Varlıklı’yı bulduk. Ellerini kaldırıp mırıldandı:
“Ben yaptım.”
***
“Anlat!” diye bağırarak masaya vurdum. Sorgu odasına girdiğimden beri ağlamaktan tek kelime konuşamamıştı.
“Çok pişmanım. Ama yaptım bir kere, Allah kahretsin…”
“Olayı anlat.”
“Hilal, Batu’nun arkadaşıydı. Bize de gelmişti birkaç kez. Kibar, tatlı bir kız diye düşünmüştüm. Ama son zamanlarda çok daha sık gelir olmuştu. Batu’nun kız arkadaşı diye düşünürdüm normalde ama onun zaten sevgilisi vardı. Daha sonra bizim şirkette staja başladığını öğrendim. O staja başladığından beri, Tahsin de eve gelmemeye ya da çok geç gelmeye başladı. Şüphelenmiştim. Tahsin’i takip etmesi için birini tuttum. O zaman öğrendim gerçeği. Hilal’le ilişkileri vardı. Çılgına dönmüştüm. Birkaç güvendiğim adamı yanıma alıp, Hilal’in önünü kestik. Şehirden uzak bir yere gittik. Adamlardan biri telle boğazını sıkıyor, bir diğeri de etrafı gözetliyordu. Bıçağı aldım, direnmeye çalıştı, sonra sapladım…”
“Peki Hazal?”
“Onu… Onu ben öldürmedim. Tahsin yaptı. Ayrıca, Hilal’in de haberi vardı bu işten. Ama ihbar edemedim. Tahsin’i seviyorum, her şeye rağmen seviyorum.”
“Senin sevgine sıçayım,” dedi Aykut.
***
Tahsin’in şirketine gönderdiğimiz ekip eli boş dönmüştü. Gözaltına aldığımız korumalardan birini biraz hırpalayınca, akşam 8’de Fatsa’dan özel yatıyla Ukrayna’ya kaçacağını öğrendik.
Saatler öncesinde oraya gidip, alana yerleştik. Hepimiz uykusuz ve yorgunduk. Bu iş artık bitmeliydi. Çocuklara birkaç gün izin vermeliyim, diye düşündüm. Hak ettiler sonuna kadar…
8’e çeyrek kala, siyah bir BMW sahile doğru yanaştı. Hemen arkasından bir araba daha geldi. Tahsin Varlıklı ve adamları arabalarından indiler. Altı kişiydiler. Sayıca çok daha üstündük. Ekibe, işaretimi beklemelerini söyledim. Tahsin, sürekli saatini kontrol ediyordu. Ardından, büyük bir yat kıyıya doğru yanaştı. Tam o sırada ekibe işareti verdim:
“Polis! Teslim ol!”
***
Kısa süren bir çatışmadan sonra, Tahsin Varlıklı’yı yakalayıp merkeze getirdik. Vakit kaybetmeden sorguya başladık. Aykut, içeri girer girmez Tahsin’e bağırmaya başladı:
“Ulan pezevenk, yüz yaşına gelmişsin, nereye kaçıyorsun koşarak?”
“Hiç sorma lan, yiyecekti o çatışmada kurşunu aklı başına gelirdi o zaman,” diyerek güvenlik kamerası görüntülerini açtı Cengiz.
“Anlat bakalım Tahsin. Neler yaptın hepsini anlat. Zaten karın da ele verdi seni. Bu görüntülerdeki kapüşonlu adam da bizimle çatışanlardan biriymiş. Onu sen tutmuşsun Hazal’ı öldürmesi için. O şerefsiz de ne söylediysen yapmış. Az önce ondan da itiraf aldık. Sen mi söyledin lan ona, kızın suratını parçala diye?
“Ben sadece öldür dedim. Hızını alamamış öldürürk…”
Aykut, ani bir hareketle Tahsin’in suratını masaya çarptı.
“Tek seferde, yalan söylemeden anlat,” dedim. Yoksa seni bu çocuklarla başbaşa bırakırım.”
Derin bir nefes aldı Tahsin Varlıklı:
“Peki. Her şey Batu’nun üniversiteye gitmesiyle başladı…”
***
Tahsin’in sorgusunu tamamladıktan sonra, mahkemeye sevk ettik. Ekibin tamamı, ayakta zor duruyordu.
“Tebrik ederim beyler,” dedim. “Alnımızın akıyla bu işi de başardık.”
“Amirim, biraz oturalım mı sahilde? Eve gitmeye hazır değilim şu an.”
“Olur,” dedim.
Arabaya bindik. Yolda Tekel’e uğrayıp ikişer bira aldık. Sahile çekip, kayalıklara oturduk. Üçümüzün de konuşacak hâli yoktu. Aykut, sigara isteyecek gibi oldu, daha sonra vazgeçti. Birasından büyükçe bir yudum alıp, gözlerini havaya dikip mırıldandı:
“Çok acı…”