Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Görünmeyen

Diğer Yazılar

BİR EFSANE BİR CİNAYET

DURU GÜZELLİK SALONU

KARMANIN RENGİ: TURUNCU

Esra Gürel Şen
Esra Gürel Şen
1959 Yılında Kütahya’da dünyaya geldim. İlk, Orta ve Lise öğrenimimi aynı şehirde tamamladım. Üniversiteyi şu anda Anadolu Üniversitesi olan Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesinde okuyarak 1981 yılında bu okuldan mezun oldum. Yirmi yıllık devlet memuriyeti görevimi 2004 yılında emekli olarak tamamladım. Emeklilik sonrası hiç ara vermeden Kosgeb’ te uzman ve çeşitli özel şirketlerde Kalite Yönetim Temsilcisi olarak çalıştım. 2017 yılının Ekim ayında çalışma hayatımı noktalandırdım. Ankara’da ikamet ediyorum, evliyim ve iki kız çocuğum var. Kendimi bildim bileli okumak ve yazmak benim için vazgeçilmez bir uğraş oldu. Şiirlerle başladığım yazı macerama öykülerle devam ettim. Polisiye öyküler yazmayı özellikle çok seviyorum. Son olarak bir ailenin çatısı altında toplanmış kadınlarının 1890’lı yıllardan 2000’li yıllara uzanan hayat maceralarını içeren bir roman tamamladım. Zaman zaman yazdığım öyküler çeşitli internet sitelerinde yayınlandı ancak benim de arzum elbette yazdığım öykü ve romanların kitap halinde okuyuculara ulaşması. Bundan sonra da ömrüm yettiği sürece okumaya, yazamaya ve üretmeye devam edeceğim.

Bir eliyle midesini sıvazlayarak içeri girdiğinde Burak’ın kendi masasında oturduğunu gördü. Başkalarının kendi koltuğuna oturmalarını sevmezdi Başkomiser Hakkı Yiğit. Gençliğinden beri bu böyleydi. Çalışma arkadaşları bilirlerdi ve özellikle dikkat ederlerdi. Burak böyle bir şey yaptıysa mutlaka bir nedeni olmalıydı.

“Hayrola Burak, seni benim masaya mı atadılar? Daha emekliliğime iki yılım var oğlum.”

Amirinin sesini duyan genç Komiser iri vücudunu etrafa çarparak telaşla kalktı masadan, “Afedersiniz amirim, Müdür Bey telefon etti de siz de yoktunuz ben cevap verdim. Telefonun kordonu bükülmüş ondan şey ettimdi…”

Koltuğuna oturmadan önce biraz bekledi. Burak’ın sıcaklığının koltuktan uçmasını istiyordu. Sonra eliyle oturma yerini bir iki defa süpürdü nihayet karar verip oturdu.

“Ne istiyormuş Müdür?”

“Oran’da Şale Evleri’nde bir ölüm meydana gelmiş amirim. Görünüşe göre intiharmış ama Müdür bizim de gidip incelememizi istiyor. Önemli bir iş adamının oğluymuş. İntihar olduğundan emin olun dedi.”

“Kesin yukarılardan talimat gelmiştir. Angarya işler bunlar bizimle ne ilgisi var?” diye söylenirken Tülay’ın odada olmadığını fark etti, “Tülay nerede?”

“Buradayım amirim. Fotokopi çekmeye inmiştim şimdi geldim.”

Atkuyruğundan kurtulup yüzüne yapışmış isyankar saçlarını eliyle geriye doğru iterken sık sık soluyordu.  Anlaşılan yine merdivenleri koşarak çıkmıştı. Elinde tuttuğu bir tomar fotokopiyi masasının üstüne koydu.

“Bizim makineye ne oldu da aşağılara iniliyor?”

Sesin sertliği Tülay’ı titretti. “İşte yine başlıyoruz,” diye umutsuzca düşünürken yüzündeki gülümseyen ifade silindi, inatla yüzüne gelmeye devam eden saçı ensesindeki tokaya sokuşturmaya çalışırken, “ Bozuldu amirim, tamirci gönderecekler. Evraklar beklemesin diye inmiştim aşağıya.”dedi. Sesi küskün ve kızgındı. Şu adam günü mahvetmeyi başarıyordu her zaman.

“Sen burada kal,” emri doğrudan Tülay’a vermişti Başkomiser, “Biz Burak’la Oran’a gideceğiz. Gelene kadar bir yere ayrılma her an lazım olabilirsin. Bu arada, şu işadamı adı neyse işte onun hakkında bilgi topla. Neymiş neyin nesiymiş öğren bize bildir.”

Tülay, henüz iki senelik Komiserdi. Bu şubeye de iki sene önce gelmişti. Polis olmak hayaliydi başarmıştı ama şu Başkomiser Hakkı yok mu hayatı zindan ediyordu bazen ona, “Sevmiyor beni,” diye düşündü saçının tokasını açıp kıvırcık saçlarını yeniden toplamaya çalışırken, “Ne yaparsam yapayım adam beni sevmiyor. Babamın sözünü dinleyip başka şubeye geçmeyi ciddi olarak düşünmeliyim. Bu böyle devam edemeyecek.”

Başkomiser ekibin, bin yıllık diye isim taktığı eskilikten parlayan paltosunu sırtına geçirirken seslendi, “Montunu al Burak. Dışarısı soğuk.” Hızlı adımlarla yürüyüp Tülay’ a hiç bir şey demeden çıktı odadan. Burak, montu elinde koşturdu ardından tam odadan çıkarken arkadaşına el sallayıp koridorda kayboldu. Tülay bir an koridorda yankılanan telaşlı ayak seslerini dinledi, nihayet toparlayabildiği yaramaz saçlarını yaptığı kuyruktan çekiştirerek biraz daha düzeltti sonra başını bilgisayarına gömdü.

Aralık ayının sonlarını yaşayan Ankara geçen hafta ki yazdan kalma günleri unuttururcasına soğumuştu. Kar bekleniyor diyordu hava durumu anlaşılan bu yıl yılbaşı karla gelecekti. Arabaya bindiklerinde şoför koltuğuna her zaman olduğu gibi Burak geçti. Komiser rütbesini alalı çok olmuştu ama Hakkı Başkomiserin gözünde daima çaylaktı.

“Necmi Komiserle mi buluştunuz yine amirim?” dedi bir konuşma başlatmaya çalışarak.

“Ya, onunlaydım bu öğlen. Karnımdan belli olmuyor mu oğlum. Doldurduk mideyi yine kebaplarla.” Yüzü gülüyordu Başkomiserin ama sesinde ince bir şikayet var gibiydi. Nitekim bunu sözlere dökerek devam etti, “Necmi’nin yanında olup da yememek imkansız. Ben hastayım ülserim var dedikçe o ısrar ediyor. Çok severim keratayı ama şu yemek düşkünlüğünden vazgeçiremedim. Sık görüşemiyoruz diye kalbini kırmak istemiyorum, ben de ona uyup yiyorum sonra iki gün hazımsızlık çekiyorum.”

Trafik yoğunlaşınca sustular. Hakkı Başkomiser çocukluktan beri arkadaşı Necmi’yi düşünmeye daldı. İlkokul, ortaokul hep birlikte okumuşlar polis olmaya beraber karar vermişlerdi.  Farklı yerlerde görev yapsalar da birbirlerinden hiç kopmamışlar zor zamanlarında hep yan yana durmuşlardı.

“Erken emekli oldu ama değil mi amirim? En verimli çağında bıraktı işi.”

Yardımcısının sorusunu önce algılamadı Başkomiser eski anılara dalmış gitmişti neden sonra cevap verdi, “Eh, öyle oldu biraz. Karısı hastalanınca emekli oldu.”

“Durumu ağır mı karısının?”

“Çok şükür değilmiş artık. Bugün konuştuk daha iyiymiş. Son tedavi iyi geldi diyor Necmi ama kanser bu belli olmaz tam iyileşti derken alıp götürüverir insanı.”

“Çocukları var mı amirim?”

“Amma çok soru sordun Burak ya! Napacan çoluğunu, çocuğunu Necmi’nin? Var. Üç tane. İkisi evli biri daha lisede, oldu mu? Tatmin oldun mu şimdi?”

Başkomiser Hakkı ile sohbet buraya kadardı işte. Burak bir iç geçirip dikkatini yola verdi.

“Şuradan döneceksin oğlum. Sola gir, sola diyorum Burak. Sola döneceksin…”

“Şale Evleri diye ok varda ilerde amirim o yüzden şey ediyor…”

“Bırak şeyi meyi biliyorum buraları ben, dediğimi yap dön şurdan sola. Necmi oturuyor bu evlerde kaç kere geldim. Burası kestirme.”

Gerçekten de Şale Evlerinin gösterişli giriş kapısı tam karşılarında duruyordu şimdi. Güvenliğe rozetlerini gösterip intiharın gerçekleştiği on sekiz numaralı villaya yönlendiler. Burak dayanamadı, bir yandan önünden geçtikleri villanın süslü köpek kulübesine bakarken amirinin öfkesini göze alarak sordu, “Necmi Komiser de baya varlıklıymış, değil mi amirim? Burada oturduğuna göre. Valla ben şu köpek kulübesini bile alamam herhalde buradan.”

“Yengenin ailesi zengin, babası ölünce kalan mirasla aldılar bu evi. Hem sana ne yahu elalemin malından mülkünden? Sen önüne bak geçeceksin şimdi on sekiz numarayı.”

Olayın gerçekleştiği evde onları genç bir Polis Memuru karşıladı. Ayaklarına galoş ellerine lastik eldiven giyip içeri girdiler. Antreyi geçtikten sonra salona açılan kapıdan bir kadınla erkeğin yan yana oturduğunu gördüler. Pahalı eşyalarla döşenmiş büyük ihtimalle bir iç mimarın dokunuşları ile şıklaştırılmış siyah, beyaz ve yeşilin hâkim olduğu ev şu anda ölüm kokuyordu. Polis Memuru onlara yolu gösterip alt kata indirdi. Necmi’nin evinden az çok planını hatırladığı evin üç katlı olduğunu biliyordu Başkomiser. Girişler orta kattan oluyor, yaşam alanı ve mutfak burada, üst katta yatak odaları, alt katta ise tercihe göre kiler olarak ya da başka amaçlarla kullanılabilecek iki oda bulunuyordu. Gürçay’lar bu odalardan birini spor odası şeklinde tanzim etmişlerdi. İçeriye girdiklerinde yerdeki bira şişeleri ilk gözüne çarpan şey oldu Başkomiserin.  Duvara bitişik siyah deri bir kanepe, üstünde küçük bir defter, koltuğun ayağının yanında yere düşmüş bir tükenmez kalem bira şişeleriyle birlikte fark ettikleriydi. Maktul yürüme bandının yanında yerde yatıyordu. Üzeri masa örtüsü olduğu tahmin edilebilecek bir örtü ile kapatılmıştı. Başlarını kaldırıp odanın tavanını boydan boya geçen barfikse ve ortasında sallanan mavi çamaşır ipine baktılar. İp yere kadar uzanıyor, ucundaki ilmek hangi amaçla kullanıldığının kanıtı olarak sarkıyordu.

Çocuk Şubeden Komiser Nedim onları görünce misafir karşılarmış gibi geldi yanlarına.

“Vay abim! Senin burada işin ne?”

Onu görünce yüzü bulutlanan Hakkı Başkomiser, adamın karşılamasına cevap verme gereği duymadan direkt konuya girdi.

“Ne buldun Nedim? İntihar mı gerçekten?”

“Öyle görünüyor abicim ama madem buradasın sen de bir bak. Senin gözün bizimkilere benzemez. Şahin gözlüsündür sen, bizim görmediğimizi görürsün.”

Adamın yalaka tavrından sıkılmıştı, duvardaki fotoğrafa bakan yardımcısına, “Burak, oyalanmada bak bakalım nasıl olmuş bu iş?” diye bağırdı. Onları getiren Polis Memuruna da çıkıştı, “Üstünü kim örttü maktulün?  Deliller toplanmadan üstü örtülür mü cesedin?”

Başkomiserin tavrına alışkın olmayan genç polis bozuldu, “ Biz geldiğimizde böyleydi. Biz örtmedik,” derken sesi sertti. Sözleri aynı sertlikte bir bakışla cevaplandı. Nedim Komiser, Başkomiserin hiç hoşlanmadığı şekilde omzuna dokunarak kendisine bakmasını sağladı, “Cesedi annesi bulmuş abi, o indirmiş ipten sonrada üstüne bunu örtmüş. Geldiğimizde böyleydi. Biz de yeni geldik sayılırız henüz bir şeye dokunmaya vaktimiz olmadı. Cesede bakmak için Doktoru ve Savcıyı bekliyorduk ama siz geldiniz.”

“Tamam, açın üstünü bir görelim.” sesi biraz yumuşamıştı Başkomiserin

Olsa olsa on altı, on yedi yaşında olabilecek ince, uzun bir delikanlı serildi ayaklarının ucuna. Hepsi bir tuhaf oldular.

“Kadın uzun boylu mu? İri yarı falan mı?”

“Nasıl Hakkı abi?”

“Kadın diyorum Nedim, sen görmüşsündür iri yapılı mı? Nasıl indirmiş cesedi ipten?”

“Şu sandalyeye çıkmış abi öyle söyledi. Can havliyle, annelik işte indirmiş herhalde.”

“İntihar notu ya da ne bileyim bilgisayarda falan bir şey var mı?”

“Henüz öyle bir şey bulamadık abicim ama dedim ya daha biz de yeni geldik.”

“Burak, ortalığı iyice gözden geçir. Olay yeri ile birlikte çalış. İşlerine karışma ama ne bulduklarını öğren. Ben şu aileyle konuşayım. Bakalım neden yaptığını biliyorlar mı?”

Merdivenleri çıkarken Nedim Komiser peşine takıldı, “Sence de intihar mı abi?”

“Bilmiyorum Nedim bakacağız.” Peşinden gelmesini istemiyordu ama bu dava, eğer cinayet olduğu anlaşılmazsa ölenin yaşı dolayısıyla Nedim’in davası sayılırdı sesini çıkarmadı.

İki kişilik yeşil kadife koltukta birbirlerinin eline sarılmış oturan karı koca onların içeri girmeleriyle başlarını kaldırıp donuk gözlerle baktılar. Hakkı Başkomiser yeşil koltukların üzerindeki siyah beyaz çizgili yastıklara, yerde üzerinde hiç gezinilmemiş gibi duran uzun tüylü beyaz halıya, duvardaki siyah beyaz soyut tablolara baktı. Siyah sandalyeli beyaz bir yemek masası geniş salonun bahçeye bakan penceresinin önünü boydan boya kaplamıştı. Üstünde yapma çiçeklerle dolu, tuhaf şekilli kocaman bir vazo vardı. Odanın bir diğer köşesinde ise iki basamak merdivenle çıkılan küçük bir platformda bir piyano dekorasyona zıt, eski zamanları hatırlatırcasına asil ve vakur duruyordu.

Beğenmeyen gözlerle etrafa bakındı ona göre değildi böyle gösterişli şeyler fakat şimdi mobilyaların önemi yoktu, olaya odaklanmalıydı. Deri taklidi siyah beyaz çizgili pufu kadınla erkeğin karşısına çekti, paltosunun eteklerini havalandırarak oturdu. Her zaman sorguya çekeceği insanların göz hizasında olmaya dikkat ederdi. Böylece o onları, onlarda onu görebilirlerdi. Yüzlerinde değişen bir mimik ya da gözlerinde oluşan yeni bir bakış çok şey anlatırdı tecrübeli Başkomisere.

“Öncelikle başınız sağ olsun efendim,” diyerek söze başladı, “ Ne durumda olduğunuzu tahmin bile edemem ama eminim çok zordur. Nedim Komiser sizin maktulün anne ve babası olduğunuzu söyledi. Doğrumudur?”

Adam ve kadın başlarını salladılar.

“O zaman siz Metin Gürçay olmalısınız hanım da?”

“Ben de Türkan Gürçay, Bora’nın annesiyim.”

“Oğlunuzu siz bulmuşsunuz öyle mi hanımefendi?”

“Evet, ben buldum.”

Sesi anlamsızdı. Hakkı Başkomiser yüzüne dikkatle baktı kadının. Tek bir mimik yoktu sararmış yüzde. Donmuş gibiydi zavallı.

“Bunu şimdi yapmak zorunda mısınız?”

Metin Gürçay aniden sormuştu. Başkomiser bakışlarını ona çevirdi, adamın dudakları bembeyazdı, titriyordu.

“Maalesef Metin Bey, zor geldiğini biliyorum ancak beyin tuhaf bir organdır. Hatırlamak istemediği şeyleri hemen unutuverir o nedenle sıcağı sıcağına konuşmak önemlidir. Unutmadan yani. Şimdi, Türkan Hanım bize neler olduğunu anlatabilir misiniz? Mümkün olduğunca hiçbir şey atlamayın lütfen.”

“Ben buldum onu, ah bulmaz olaydım, ah gitmez olaydım…” Ağlamıyordu ama sesi o kadar boğuklaşmıştı ki her an bir ağlama krizine girebilirdi. Başkomiser Hakkı müdahale etme gereği duydu.

“Hanımefendi evde değil miydiniz?”

Kadın bir an durdu içinde kaybolmak üzere olduğu acıyı itekler gibi eliyle bir işaret yaptı. Kocası omzuna sarıldı, “Sakin ol canım.”

Kadıncağız yutkundu, “Biz evde yoktuk,” diyerek anlatmaya başladı.

“Dün Sapanca’ya gitmiştik. Metin’in toplantısı vardı orada. Ben de gittim…” Ne söyleyeceğini hatırlamak ister gibi düşündü, dalgın bir sesle devam etti, “Çok severim gölü o yüzden gitmek istedim beni de götürdü Metin. Bora alışıktır onu bırakmamıza zaten gündeliğe gelen bir kadınımız var her gün geliyor yemek de yapıyor o nedenle gözüm arkada kalmaz. Bilemedim ki böyle olacağını. Ah gitmez olaydım, ayaklarım kırılsaydı da gitmeseydim.”

“Ne zaman döndünüz Sapanca’dan?”

“Sabah kahvaltıyı yapıp yola çıktık.”

“Eve saat kaçta geldiğinizi hatırlıyor musunuz?” biraz dolambaçlı yoldan gidip kadını acıya boğmadan önce bildiklerini öğrenmek istiyordu Başkomiser.

“Tam hatırlamıyorum ama sanırım bir ya da bir buçuk falan olmalı. Çünkü Metin’in saat ikide fabrikada olması gerekiyordu. Beni kapıda indirip gitti hemen. Bavulumu eve kendim taşıdım.”

“Yardımcı kadın yok muydu evde?”

“Dün biz Sapanca’ya giderken aradı. Kocası hastalanmış bugün için izin istedi ben de verdim. Bora kocaman çocuk, gündüzleri okulda zaten sonra basketbola gidiyor o gelene kadar ben eve dönmüş olurum diye izin vermiştim. Yani izin verdim ben ona, izin verdim, verdim…” gözleri dalgınlaşmıştı. Söylediği kelimeyi tekrarlamaya başlamıştı. Hemen yeni bir soruyla dikkatini kendine çekmeyi başardı Hakkı Başkomiser.

“Türkan Hanım, Bora okuldan eve kaç ta geliyor?”

Kadın toparlandı, “Okul üçte bitiyor aslında ama Bora’nın her gün basketbol antrenmanı oluyor. Takıma seçildi de. Çok güzel oynuyor, boyu da uzun hocası takım kaptanı yaptı onu bu sene.” Yüzüne hafif bir gülümseme yayılmıştı bununla gurur duyduğu belliydi, “ Ben de basketbol oynardım gençliğimde bana çekmiş.”  Metin Bey karısının omzunu sıktı. Adam hala titriyordu.

“Yani kaç ta evde oluyor?”

“Belli bir saati yok,”  diyerek konuşmaya tekrar katıldı Metin Gürçay, “Basketboldan sonra çoğunlukla arkadaşlarıyla bir yerlere giderler haftada iki gün üniversiteye hazırlık için özel bir hocaya gidiyor.  O yüzden belli olmaz kaçta eve geleceği.” Türkan Hanım başını sallayarak kocasının söylediklerini doğruladı.

“Son zamanlarda dikkatinizi çeken bir değişiklik, bir problem ya da onu mutsuz edecek herhangi bir şey olmuş muydu?”

Karı koca aynı anda “ Hayır!” dediler. Metin Bey devam etti, “Hiçbir sorunu yok. Dersleri iyi, her şeyi olan mutlu bir çocuk oğlumuz. Çok seviliyor, çok ilgileniliyor sadece biz değil bütün ailemiz babaanne, dede, halalar, teyzeler herkes çok sever Bora’yı.”

“Peki, arkadaşları ile arası nasıldı? Kız arkadaşı var mıydı mesela?”

Buna Türkan Hanım cevap verdi. “Çok arkadaşı vardır. Takım arkadaşları sık sık gelirler eve. Aşağıda spor odamız var orada oyun oynarlar, spor yaparlar. Bir kız arkadaşı var. Bana pek anlatmaz ama galiba adı Selen. Arkadaşları Bora’ya takılırken duydum. Oğlum Selen yenge kızar bak, diyordu birisi ne yapıyorsa artık bizimki. Ben yanlarına hiç gitmem. Genç çocuklar sıkılmasınlar rahat olsunlar isterim.”

Karı kocanın oğulları hakkında ölmemiş gibi konuştuklarını fark etmişti. Doğal olarak halen kabullenemiyorlardı ama şimdi soracağı sorular onları katı gerçekliğin dünyasına sokacaktı. O sırada Nedim Komiser ayakta dikilmekten yorulmuş olmalı ki kendini arkasındaki koltuğa pat diye bırakıverdi. Hepsinin başı ona doğru döndü. Dikkatleri dağılmıştı. Nedim’e ters ters baktı Başkomiser, sesini biraz yükselterek kadın ve erkeğin gözlerinin yeniden ona çevrilmesini sağladı.

“Şimdi soracağım soruya doğru cevap vermenizi özellikle rica ediyorum sizden. Çünkü olayı anlamamız için bu sorunun cevabı önemli.”

Adam ve kadın korkuyla baktılar yüzüne komiserin.

“Bora’nın psikolojik ya da fiziksel bir rahatsızlığı var mıydı?”

“Hayır.” Karı koca hiç tereddüt etmeden cevap vermişlerdi. Türkan Hanımın gözlerini bir iki kere kırptığını fark etti Hakkı Başkomiser fakat üstelemedi cevabı kabul etti.

“Uyuşturucu kullanıyor muydu? Ya da alkol sorunu var mıydı?”

Bu soruya da cevap tereddütsüz bir “ Hayır,” oldu. Hatta Türkan Hanım alınarak, “ Komiser bey siz bizi ne zannediyorsunuz. Bizim evimizde öyle şeyler asla olmaz.” dedi. Bunun üzerine Başkomiser yemek masasının yakınındaki ihtişamlı içki dolabını ve pahalı markaların ürünleri oldukları hemen anlaşılan çeşit çeşit içkileri göstererek sordu,  “Peki bunlar ne?”

“Onlar benim.”  Soru Türkan Hanıma sorulmuştu ama cevabı Metin Gürçay verdi,  “Ben koleksiyonunu yapıyorum. Arada da, çoğu zaman dostlarımla birlikteyken bir iki kadeh bir şey içerim ama o kadar.”

“Yani oğlunuzun alkol veya uyuşturucu gibi maddeleri kullanmadığından eminsiniz? Spor odası dediğiniz yerde bira şişeleri gördüm onları oğlunuz içmiş olamaz mı?”

“Bugüne kadar Bora’nın içkiyi ağzına koyduğunu görmedim. Çocuk sporcu, yapmaz. Öyle biliyorum ama belki de bira içiyordur. Gençlik ne de olsa.”

“Anlıyorum ama bira içtiğini bilmiyorsanız belki başka şeyler içtiğini de bilmiyor olabilirsiniz değil mi efendim?”

Metin Bey başını önüne eğdi. Türkan Hanım kocasına baktı bir şey söylemediler.

“Size göre alkol ve uyuşturucu gibi hiçbir kötü alışkanlığı olmayan, sevilen, başarılı, psikolojik bir sorunu da bulunmayan bu çocuk niye intihar etti?” En can alıcı soruyu sormuştu işte. Türkan Hanım bir çığlık atarak kocasının koynuna gömdü başını. Metin Bey yeniden titremeye başladı. Zar zor duyulabilen bir sesle, “Bilmiyoruz,” dedi.

“Sizin aranızda bir geçimsizlik, kavga ya da ne bileyim boşanma düşüncesi falan var mı?”

“Kesinlikle öyle bir şey yok. Ben karımı çok severim o da beni. Anlaşarak evlendik biz, birbirimizi çok seviyoruz.”

“Parasal durumunuz nasıl? Bora’nın geçimini siz sağlıyorsunuz herhalde. İhtiyaçlarını karşılayabiliyor muydunuz?”

“Ne biçim sorular bunlar? Elbette karşılıyorum. Tek çocuğum, varisim o benim. Her şeyim onun olacak bir gün. Olacak tı…” Adamcağız dalgınlaştı başını karısının saçlarına gömdü. Hıçkırdı.

Başkomiser Hakkı, Nedim’e döndü, “ Biraz su getirimisin Nedim kardeş. Durum ağırlaşıyor artık.”  Nedim’in ayrı bardaklarda getirdiği sudan birer yudum aldılar. Başkomiser yutkundu. Mesleğinin en zor yanı olarak hep anneleri sorgulamayı görmüştü. Bu ise en acı olanıydı galiba.

“Türkan Hanım, şimdi bize oğlunuzu nasıl bulduğunuzu anlatabilir misiniz lütfen? Saat bir, bir buçuk gibi eve geldiniz valizinizi kendiniz taşıdınız sonra ne oldu?”

Kadın rüyadan uyanır gibi dalgın baktı bir müddet, “ Eve girdim. Önce kimse yok zannettim. Öyle olması gerekiyordu normal olarak. Kevser, yani yardımcım gelmeyecekti bugün,  demiştim ya size izin vermiştim, Bora’da okulda olmalıydı. Valizi aşağıda bırakıp yukarı çıktım. Üzerimi değişmek ve biraz uzanmak istiyordum. Bora’nın odasının önünden geçerken yatağının hiç bozulmamış olduğunu gördüm. Okul çantası ayakucundaydı. Okul kıyafetleri ise yatağın üzerine atılmış vaziyette çıkarttığı gibi duruyordu. Okula gitmediğini anladım. Evde olmalıydı çünkü çok sevdiği için ayağından çıkartmadığı spor ayakkabıları da odadaydı. Ben evde ayakkabıyla gezilmesine izin vermem, o da her seferinde ayakkabıları eline alır odasına getirir. Pek kıymetlidir o eski şeyler. Birkaç kez seslendim cevap vermedi. Sonra spor odasında olabileceği geldi aklıma. Kulaklık kulağındaysa hiçbir şey duymaz. Gerisin geri aşağıya spor odasına indim. Kapı kapalıydı. Açtım ve açar açmaz onu gördüm. Gözümün nuru, biricik oğlum oradaydı, orada öyle ampul gibi sallanıyordu.” Bunu söylerken kafasını iki yana savurarak gördüğü manzarayı uzaklaştırmak zamanı geri almak ya da olmamasını sağlamak istiyor gibiydi. Metin Bey, ellerini yüzüne kapatmış başını neredeyse dizlerine değecek kadar eğmiş iki büklüm olmuştu.

“Sonra Türkan Hanım, sonra ne yaptınız? Zor olduğunu biliyorum ama önemli lütfen hatırlayın her ayrıntı önemli o anda başka ne gördünüz? Onu siz indirmişsiniz, nasıl indirdiniz?”

Nedim Komiser yeniden Hakkı Başkomiser’in omzuna dokundu, “ Abi istersen bitirelim. İnsanlar perişan zaten.”

Başkomiser hiddetle döndü Nedim’e , “Hayır efendim, bu olay enine boyuna incelenecek diye emir aldım. Öyleyse bu hanımefendi bu soruya cevap verecek. Kabul ediyorum acımasız bir durum ama başka zaman olmaz şimdi vermesi lazım. Yoksa unutur,” Nedim çaresiz tekrar koltuğuna geri döndü.

“Ben,” dedi kekeleyerek acılı kadın, “ Kafam biraz bulanık tam net değilim ama sandalyeye çıktım. Bora’ya sarıldım ve çektim. Birden ip boşaldı, ikimiz birlikte yere düştük. O altta ben üstte kaldım. Sonra ipi boğazından çıkardım. Boynunu okşadım. İp morartmış boynunu hep. Hiç nefes almıyordu. Gitmişti oğlum. Ciğerparem gitmişti,” hıçkırıklarla sarsıldı kadın.

“Devam edin lütfen, sonra ne yaptınız?”

Nedim Komiser arkadan sesli bir, “Of!” çekti

“Ne yapabilirim ki?” Bağırıyordu artık Türkan Hanım, “ Yine de sarstım, bağırdım, suni teneffüs yapmaya çalıştım ama nafile,” gözyaşları sel gibi akıyordu, “ Telefona sarıldım deli gibi Metin’i aradım çabuk eve gelmesini söyledim, sonra aklıma 112 geldi onları aradım ve galiba Nalan’a da telefon ettim çünkü ilk gelen o oldu.”

“Nalan kim?”

“ Benim,” dedi elinde çay tepsisiyle içeriye giren orta yaşlı bir kadın, “ Çay yaptım sıcak iyi gelir diye düşündüm. Kevser’i de çağırdım Türkan, birazdan burada olur.” Komiserin merakla bakan bakışlarını görünce, “Ben yan komşuyum Komiser bey. Türkan’la iyi arkadaşızdır. Telefonu alır almaz geldim. O andan beri de buradayım. Nedim Komiser ile konuştuk az önce. Ona söyledim komşu olduğumu.”

“Peki deminden beri neredeydiniz?”

“ Mutfaktaydım. Sizi yalnız bırakmak istedim bu arada da çay demledim. Buyurun lütfen hepimizin asabı bozuk sıcak iyi gelir.”

Türkan Hanım almak istemedi ama arkadaşı,“ Hiç olmazsa birkaç yudum Türkan lütfen,” deyip zorla verdi çayı eline. Tam o sırada sokak kapısından gürültülü feryatlarla yaşlı bir adam ve üç kadın girdi. Onları engelleyemediği belli olan kapıdaki Polis Memuruda onlarla birlikte girmişti içeri. Gelenler doğruca Metin Bey’e ve Türkan Hanım’a yöneldiler. Bir anda ortalığı bağrış, çağrış, ağlama sesleri kapladı.

“Kalk Nedim,” diye bağırdı Başkomiser,  “Anlaşılan akraba sökün edecek hemen odayı kapatın, kapısını kilitleyin. Savcı Bey’in, Doktor’un işleri bittiyse, cesedi Adli Tıpa yollayın. Evi de mühürlemeniz lazım. Burası olay yeri yahu, çay may olmuyor böyle şeyler müdahale et, bu insanları çıkar buradan. Başka yere gitsinler derhal.  Şu kadın; Neydi adı? Nalan, Nalan Hanım onunda ifadesini alın. Burak nerede?” Merdivene doğru yürüyüp aşağıya seslendi, “Burak Komiser! İşin bitirip gel artık. Gidelim buradan, burası panayır yerine döndü.”  Emrindeki polislere emirler yağdırmakta olan Nedim Komiser’e dönüp, “ Nedim, bütün delilleri ve bilgileri bana gönderirsin değil mi? Bazı şeyler kafamı karıştırdı bu işi hemen intihar diye kapatmayın bana bir iki gün verin bir bakayım. Ha, Nedim olay yeri ekibine söyle oğlanın odasındaki ayakkabılarını da alsınlar merkeze.”

Nedim Komiser’den olumlu cevabı aldıktan sonra merkeze gitmek üzere yeniden Ankara’nın yollarına sürdüler arabayı. Emniyet Müdürlüğü’ne vardıklarında tek tük kar atıştırmaya başlamıştı.

“ Hava biraz yumuşamış Burak. Böyle giderse gece kuvvetlenir sabaha tutar bu kar. Allah dışarıda işi olanlara, evsizlere, yoksullara yardım etsin. Böyle zamanlarda gidecek sıcacık bir evim olduğu için şükrederim hep.”

“Haklısınız amirim, Ankara’nın ayazında dışarıda kalmak çok zor valla.”

Yol boyunca hiç konuşmamışlardı. Başkomiserin düşündüğünü, kendine anlatılanları ve gördüklerini kafasında evirip çevirdiğini bildiğinden Burak’ da sessizliği bozmamıştı.

“İşte geldik Tülay Hanım. Biz yokken koltuğa serdiğin poponu kaldır da bize bir çay söyle sonra da işe başla bakalım.”

“Amirim valla çalıştım ben siz yokken. Göstereceğim şimdi hepsini size.”   Sesi alıngandı.

Bin yıllığını çıkarmaya çalışırken astara takılan kolunu kurtarmak için ufak bir savaş veren Başkomiser Hakkı güldü, “ Kız sana şaka da yapılmıyor. Git çayları söyle hadi. Hay Allah bu da yine yırtıldı. ”

“Adamın şakası bile azarlar gibi,” diye söylenerek çıktı odadan Tülay. Burak arkasından gülerek baktı.

“Amirim uğraşmayın şunun la gerçekten alınıyor. Üzülüyor sonra. Size de yeni bir palto alalım artık çok ucuzluk var AVM’ lerde.”

“Adı batsın ucuzluğun, öyle diye diye milleti borca gark ettiler beni daha çok götürür bu palto. Tülay Hanım’da alınmasın, iki sene oldu daha tanımadı mı beni çaylak?”

Nihayet paltodan kurtulmayı başarıp masasına oturdu, o yokken konulmuş evrakları inceledi. Kendince önemli gördüklerini sağ tarafa diğerlerini sol tarafa ayırdı.  Tülay’la birlikte içeriye giren çaycının getirdiği çaya özenle şekerini atıp karıştırdı, bardağı ağzına götürüp kocaman bir yudum aldı.

“Oh be! İçim ısındı. Evet, Burak Efendi neler buldun bakalım olay yerinde anlat.”

“Bir intihar notu falan yok ama adli tabibin ilk andaki görüşüne göre tipik bir intihar vakası. Boyundaki izleri asıldığı çamaşır ipi yapmış, yüzünün rengi boğulmuş olduğunun belirtisi dedi Adli Tabip. Kendini asarak gerçekleşen intihar vakalarında ilmek ustaca yapılmadığından boynun kırılması zor olurmuş. O nedenle boğularak ölürmüş insanlar. Yazık, oğlan asmış kendini, artık ne derdi vardıysa. Kesin olarak otopside belli olur ama galiba uyuşturucu kullanıyormuş. Çünkü kolunda bir iğne izi gördüm. Ben uyuşturucu görmedim sadece spor odasında televizyonun altındaki çekmecelerden birinde kokain çekmekte kullanıldığını düşündüğüm bir ayna ve bir kısa çubuk bulduk ama benden sonra buldularsa bilemem.  Hepsi laboratuara gönderildi. Ölüm saati içinde gece yarısından hemen sonra olabilir dedi doktor ancak kesin sonuç otopside belli olacak. Polis arkadaşlar, kanepenin üstünde günlük gibi bir şey bulmuşlar. Fakat İngilizce yazılmış. Ben bir şey anlamadım. Tülay tercüme edebilir diye buraya getirdim. Buyur Tülay’cığım, mübarek olsun,”  delil torbasının içindeki siyah deri kapaklı küçük defteri Tülay’a uzattı,  “Ha, bir de bir erkeğe ait ayak izi var amirim. Spor ayakkabı izi evin girişinde paspas gibi tüylü bir şey serili, onun üzerinde. Ne oğlanın ne de babasının ayakkabıları ize uymuyor. Fakat yinede bütün spor ayakkabılar toplandı laboratuara gönderildi paspas da tabii,” Burak sustu ve hepsi bu kadar der gibi baktı Başkomisere.

“Hm,” diye bir ses çıkardı Hakkı Başkomiser, “Evde yalnız olup olmadığını bilmiyoruz değil mi? Kapıdan girerken kamera gördüm. Bunlar zengin insanlar kesin evde ve bahçede başka kameralarda vardır. Bir de sokağın, diğer evlerin kamera görüntülerine filan bakılsın. Eve giren çıkan olmuş mu öğrenelim. Sen bu işle ilgilen Burak. Tülay kızım seni şimdi dinleyeceğim ama önce adli tıptan Makbule’yi bağla bana, işi çabuklaştıralım.”

Telefon görüşmesi bittikten sonra Tülay’ı dikkatle dinledi Başkomiser. Anlatılanlar ilgisini çekmişti. Metin Gürçay inşaat mühendisiymiş. Küçük bir inşaat firmasına sahipken siyasi tercihlerini kendine göre akıllıca kullanmış ve son on yıl içinde birden büyümüş. Ülke yöneticilerinin üretimden ziyade betona yatırım yapılmasına olanak veren politikalarını kendi çıkarı doğrultusunda kullanmayı becermiş, büyük devlet ihaleleri alarak zenginleşmiş. İnşaatlarına ek olarak birkaç yıl önce ıslak zemin malzemeleri üreten bir fabrika kurmuş. Kısa sürede bu alandaki pazar payını genişletmiş ve parasına para katmayı başarmış. En çok övündüğü şey sadece inşaat yapmayıp üretimde yaptığını böylece istihdam sağlayarak ve ihracat yaparak ekonomiye katkı sağladığı iddiasıymış.

“Buraya kadar çok iyi ancak bu kadar çabuk zenginleşen adamların rakipleri ya da düşmanları olur. Hiç bu açıdan araştırdın mı?”

Tülay dersini iyi çalışmış bir öğrencinin rahatlığıyla başını salladı ve dizüstü bilgisayarını getirip Başkomiserin masasına koydu, “Bakın amirim bir gazete haberi buldum. Tarihi yeni sayılır bir ay öncesi, bu haberde Metin Gürçay’ın işyerinden çıkarken saldırıya uğradığı yazıyor. Saldırgan yakalanmamış, Metin Gürçay’a da bir şey olmamış ama yanındaki Fabrika Müdürü’nün başı atılan taştan yarılmış. Adama beş dikiş atılmış.”

“İşte bu önemli, şimdi yapacağımız şey ne? Hadi söyle bakalım Tülay Komiser.”

“Amirim ben Metin Gürçay’a ve ev halkına herhangi bir tehdit alıp almadıklarını soralım, bilgisayarlarına, telefon mesajlarına bakalım derim. Eğer çocuğun ölümü şüphelendiğiniz gibi intihar değilse belki de babası yüzünden öldürülmüştür.”

“Şüphelendiğimi nereden çıkardın kız?”

“İntihar vakası olsa araştırmanız başka yönde olurdu hatta biz hiç karışmazdık ama siz inceliyorsanız mutlaka bir şeylerden şüphelenmişsinizdir amirim.” dedi genç Komiser gülerek. Gülerken yanakları kızarmıştı. Başkomiser’in karşısında hep sınavda gibi hissediyordu kendini.

“Aferin, hadi bakalım iş başına o zaman yarın ilk iş fabrikaya yollan. Ortalığı fazla velveleye vermeden usulca yap işini çünkü gerçekten intihar olması da kuvvetle muhtemel. Henüz emin değilim o kadar.”

Hakkı Başkomiser, kilitli çekmecesinden çıkardığı tuvalet kağıdını bir eline, kağıt havluyu diğer eline alıp tuvalete gitmek üzere kapıya doğru yürürken birden dönüp seslendi, “ Ha! Tülay, şu defteri bu gece tercüme et bir de şimdi, şu Bora’nın sosyal medya hesaplarını karıştır bakalım ne bulacaksın. Arkadaşlarını falan da bul araştıralım.”

“Şimdi onlara bakıyorum amirim.”

Bir müddet sonra kendi kendine, “Yahu bir daha gitmeyeceğim yemeğe falan, dokunuyor bana dışarının yemekleri,” diye söylenerek geri geldi Başkomiser, “Ben eve gidiyorum Tülay. Ayakları da üşüttüm herhalde iyi değil midem. Sen araştırmaya devam et. Bir şey bulursan aramaktan çekinme.”

Mesainin bitmesine yarım saat kala gitmişti amiri. Tülay rahatladı. O varken geriliyor yapacağı işi düzgün yapamıyordu. Başını bilgisayarına gömdü gerektiğinde notlar alarak Bora’nın sosyal hayatını incelemeye başladı.

Ertesi sabah mesainin başlamasına daha on beş dakika varken büroya girdi. Hakkı Başkomiserde yeni gelmişti anlaşılan çünkü binyıllık dedikleri paltosunu camın önünde silkeleyerek üzerindeki karları temizliyordu. Dün gece çok kar yağmıştı Ankara’ya, hâlâ da yağıyordu. Yollar bembeyaz olmuş okullar kar nedeniyle tatil edilmiş ancak bu ilan her zaman olduğu gibi çocuklar okul yoluna çıktıktan sonra yapıldığından trafik felç olmuş, çalışan anneler küçük çocuklarını bırakacak akraba, komşu arayışına başlamışlardı. Emniyette çocuk sesleri duyuluyordu, bırakacak kimse bulamayanlar işyerlerine yanlarında getirmek zorunda kalmışlardı çocuklarını.

“Madem okulları tatil ediyorsun bari analarını da tatil et de bir işe yarasın. Bizim kız da sabahın köründe bize getirdi oğlanı. Münevver’de grip. İnşallah toruna geçmez.”

“Günaydın amirim. Haklısınız ayrıca çocuklar okula ulaştıktan sonra tatilin bir anlamı yok. Bırakın kalsınlar akşama kadar okulda. Nasıl olsa varmışlar artık.”

“Değil mi ya? Hem eskiden böyle kar tatili filan bilmezdik biz. Karlara bata çıka giderdik okulumuza. Ne güzel de eğlenirdik. Şimdiki çocuklara iyilik olmuyor bu, zayıf yetişiyorlar. Bırakın karda yürüsünler, çamura batsınlar, ıslansınlar hayatı böyle öğrenecekler ama işte, kime anlatırsın? Yeni moda icatlar bunlar. Neyse Burak gelmedi mi daha?”

“Burak Komiser’im gelmedi ama amirim, çaylar geldi. İsteyene yanında simit de var.”

Çaycı İsmet elindeki tepsiyi tek elinde ustalıkla taşıyarak girdi odaya. Diğer elinde bir torba simit tutuyordu.

“Ooo, hizmeti artırmışsın İsmet. Simit ne iş?”

“Valla amirim sokakta bir bebe gördüm, titreye titreye satmaya çalışıyordu simitleri ben de hepsini aldım. Hadi git bugün sen de kar tatili yap dedim. O yüzden bugün simit de satıyoruz.”

“Alınacak oldu öyleyse ver bakalım oradan bize üç simit. Oh mis gibi de koktu. Kim ne derse desin arkadaş simit simit Ankara simidi, üstüne başkasını tanımam. Sen Burak’ın çayını da bırak, gelir o şimdi.”

Tülay, “Amirim dün akşam ben şu günlüğü…” diye söze başlıyordu ki eliyle susturdu onu Başkomiser.

“Dur kızım ya! Kırk yılın başında bir simit yiyeceğiz boğazıma tıkma. Sende ye sıcakken sonra anlatırsın.”

Simit kokusu, çay kaşığı sesleri arasında birkaç dakika sustular. Odanın penceresine kuşlar konmuştu. Kardan kaçıyorlardı anlaşılan. Kafalarını içlerine çekmiş büzülmüşlerdi. Tülay gidip camı açtı simidinden arta kalan birkaç parçayı camın önüne bıraktı. Kuşlar aniden uçuşup simitlere hücum ettiler. Neredeyse içeri dalacaklardı pencereyi zor kapattı genç komiser.

“Ay ay, elimi de yiyecekler valla. Çok açmış zavallılar.”

“Bana da simit almışsınız amirim İsmet söyledi. Çok teşekkür ederim valla makbule geçti. Sabah bir şey yememiştim.”  Kardan adam kılığında içeri girdi Burak. Kediler gibi silkelenerek üzerindeki karları attı kabanını çıkarıp kaloriferin üzerine serdi, “ Çok ıslandım fena yağıyor mübarek.”

Burak’ın çayını içip simidini yemesini bekledi Hakkı Başkomiser. Bu arada dünden kalan imzalaması gereken evraklara göz gezdirdi. Kimini imzaladı kiminin bazı yerlerini kırmızı kurşun kalemle işaretledi. İşi bitince başını kaldırıp elemanlarına baktı arkasına yaslanıp seslendi.

“Evet, hanımlar, beyler simit ve çay faslımız bittiğine göre artık işe başlayabiliriz.” Burak komiser hemen konuşmaya başlıyordu ki,  “Hayır Burak Efendi, sen ikincisin. Hem geç kalıp hem öne geçmek yok. Hadi Tülay anlat bakalım bize şu günlüğü.”

Tülay, Burak’a zafer dolu bakışlar atarak konuşmaya başladı. Konuşurken küçük siyah deri kaplı defteri eline almış sağa sola sallıyordu.

“Amirim, önce şunu söyleyeyim dün sizden sonra Metin Gürçay’ın fabrikasına telefon ettim. Başı yarılan Fabrika Müdürü ile konuştum. Olay çoktan kapanmış işten kovulan bir işçi yapmış sonradan yakalanmış şimdi darp suçundan hapisteymiş. Fabrika tarafı çıkmaz sokak gibi görünüyor ama ben Metin Gürçay’ın bilgisayarını merkeze getirmeleri için arkadaşları fabrikaya yolladım.”

Başkomiser memnun kalmış gibi başını salladı. Devam et anlamında bir el işareti yaptı.

“Dün gece bu günlüğü tercüme etmek için iki saat kadar burada kaldım. Günlük demek ne kadar doğru bilmiyorum ama bu defter tam olarak İngilizce yazılmamış. İngiliz diline uygun cümle yapısı kullanılmış ancak kelimelerin bazıları Türkçe okunuşlarıyla kullanılmış. Örneğin, Selen’le basketbol sahasına gidilecek, diye yazmak için Go to the basketball court with Selen yazması gerekirken, Go to the basketbol kort with Selen demiş.  Belki yazılışlarını bilmiyordu belki de böyle yazıp insanların okumalarını önlemek istemiş olabilir artık ne düşündüyse.”

“Anladık Tülay’cığım İngilizce biliyorsun da sonuç ne onu merak ediyoruz.”  Burak kızı sinir etmek istercesine sırıtarak bakıyordu.

“Bunun İngilizce bilgimle ilgisi yok sadece defterle ilgili durumu açıklamak istedim. Yoksa evet İngilizce biliyorum Burak Komiser.”

“Tamam, dalaşmayı kesin. Evet devam et Tülay ne yazıyor içinde?”

Başıyla olur işareti yapan Tülay , “Defteri ölen çocuğun yazdığını düşünürsek, çocuğun tuhaf bir zihin yapısı varmış demek isterim,”  ikisinin de yüzüne merakla baktıklarını görüp devam etti, “Bir kere çok dakik ve düzenli. Her şeyi yazmış ama bu kesinlikle bir günlük değil daha çok bir planlama defteri. O gün ne yapacağını önceden planlamış ve yazmış. Çoğu notun yanına bir işaret çizmiş. Örneğin Selen’le ilgili notların yanında çiçek, Çağrı ile ilgili notların yanında pota, Arda ile ilgili notların yanında ise yasak işareti gibi çarpı var. Sanırım bunlar arkadaşları veya tanıdığı kimseler mesela annesine kek, babasına para işareti koymuş. Planladıklarından biri gerçekleşmemişse bu durum tahminimce onu çok öfkelendiriyormuş üzerini koyu koyu adeta kağıdı yırtacak gibi çizip yanına kurukafa çizmiş.  Örnek gösterirsem bakın …” defteri karıştırıp bir sayfa buldu, “ hah şurası bakın; 13 Eylül 2019 tarihinde saat 16.30’a miting with the mami yazmış bak karalanmış ama görünüyor kek çizilmiş sonra üzerini dediğim gibi karalayıp yanına kurukafa çizmiş. Demek ki annesiyle buluşamamış. Aynı gün saat 20.05’e ask mami ekaunt yazmış yani anneye hesap sor. Onunda yanında kek var. Demek ki sormuş çünkü bunun üzeri karalanmamış ve kurukafa çizilmemiş. Defter böyle notlarla dolu ben psikolog değilim ama  agresif ve mükemmeliyetçi bir kişilik ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Saatlere dikkat ettim. Hep küsurlu. Saat başlarına hiçbir not koymamış. Bununla ilgili bir takıntısı olmalı. Ayrıca son sayfaya yani ölümünden bir gün önce son notu dikkatimi çekti. 19.25 çek if everything is redi- yani her şey hazır mı kontrol et demiş ve öldüğü güne ait sayfa yok yırtılmış.”

“Yırtılmış mı?” Hakkı Başkomiser dalgın bir sesle sormuştu soruyu.

“Evet amirim. Kendi mi yırttı yoksa başkası mı bilemiyorum ancak son sayfa yok.”  Tülay çekinerek sordu başkomisere,  “Amirim ben çocuğun arkadaşları ve öğretmenleri ile bir konuşsam diyorum ne dersiniz?”

“Konuş ama önce söyle bakayım o günlükte uyuşturucu kullanımı ya da bir kız ilişkisi falan gibi dikkat çeken ne var?”

“Şey amirim, bu çocuğun Selen isimli muhtemelen sınıf arkadaşı bir kızla ilişkisi varmış. Bir ara ayrılmışlar ama galiba yeniden birleşmişler. Günlüğün sondan birkaç sayfa öncesinde artık tercümelerini söylüyorum, 15.20 -Tuna Kafe’de Selen’le buluşma yazılmış yanına çiçek ve kalp konmuş fakat anlamadığım üzeri çizilmemiş ama kalbin yanına siyah kalemle bir de kurukafa çizmiş. Bu daha önce kullandığı hiçbir işarete benzemiyor.”

“Buluştular ama belki de istediği gibi gitmedi buluşma olamaz mı?” dedi Burak

“Olabilir tabi. Ayrıca her hafta Pazartesi ve Perşembe’leri 15.30’da Hoca diye biriyle buluşuyormuş. Bir de defterin ilk aylarında düzenli olarak her ay Nurdan Kükreci’ye git notu var. Hoca olarak alınan notların yanında çok af edersiniz bir pislik işareti, bu Nurdan Kükreci’nin yanında ise mecburi istikamet sembolü gibi ok var.”

Burak hemen internette Nurdan Kükreci ismini araştırmaya başladı. Birkaç dakika sonra “ Buldum Prof. Dr. Nurdan Kükreci, Psikiyatri Bölüm Başkanı, Özel Sıhhat Hastanesi.”

“Acaba defterde yazılan isim bu mu? Öğrenmenin tek yolu anne babaya sormak, evet Tülay not al gidince soracağız.”

Tülay böylece Başkomiserle birlikte olay yerine gideceklerini öğrenmiş oldu.

“Sen neler buldun Burak seni de dinleyelim sonra çıkalım. Yol uzun kar fena.”

“Amirim benim bulduklarımda en az Tülay’ınkiler kadar ilginç. Haklıydınız çok kamera var. Sadece Gürçay’lar da değil bütün komşularda sitenin her yerinde.”

“Spor odasında var mı? İşimizi çok kolaylaştırır bu”

“Maalesef amirim odalarda kamera yok sadece salonda, mutfakta ve kilerde var tabi bir de kapı girişinin sokak tarafında ve bahçede. Görüntülerden meçhul ayakkabı izinin sahibini bulduk büyük olasılıkla. Olaydan bir gece önce saat on bir civarında eve bir delikanlı gelmiş, gece yarısı üç gibi de gitmiş. Nedim Komiserler çocuğun kimliğine ulaştılar. Arda Solmaz.”

“Arda Solmaz’mı? Resmi var mı bu çocuğun?”

Burak telefonundan biraz önce bahsettiği çocuğun resmini Komisere gösterince, “Hay Allah, Hay Allah bu olmadı şimdi. İnşallah bir ilgisi yoktur,” sözleriyle karşılaşıp şaşırdı.

“Amirim siz bu delikanlıyı tanıyor musunuz yoksa?”

“Çok iyi tanıyorum. Bizim Necmi’nin oğlu Arda.”

Tülay çekinerek konuştu, “Defterde yazılı son sayfada not var. Saat 16.05 Arda.”

Birbirlerine baktılar. Başkomiser Hakkı masasından kalkıp ayaklı askılıkta asılan paltosuna uzandı, Tülay’da peşinden hareketlendi.

“Burak sen otopsiye git. Gerekirse başlarında bekle ama raporu almadan gelme. Yürü kızım biz çıkalım.”

Başkomiser, koşar adım koridoru geçip merdivenleri inmeye başladı. Neden acele ettiğini kendi de bilmiyordu ama kafasındaki düşünce bir an önce Necmi ve Arda’ya ulaşıp işin gerçeğini öğrenmekti.  Bu kez direksiyona kendi geçti. Bu karlı yollarda Tülay’ı tehlikeye atmak istememişti. Arabayı kullanırken kırk yıllık arkadaşına, onun kanserli karısına durumu nasıl izah edeceğini düşünüyordu. Bir şey olmama ihtimali kuvvetliydi ama içinde bir şey kurt gibi kemiriyordu onu. Arda basketbol oynuyor muydu diye düşündü, hatırlayamadı. Aslında çocuk hakkında pek bir şey bilmiyordu. Bir iki kere görmüştü bir de birkaç ay önce yemeğe getirmişti Necmi. Oğlan polis olmak istiyormuş baba da onu vazgeçirmeye çalıştığından mesleğin zorluklarını anlatsın diye alıp gelmişti. Boylu poslu, yakışıklı bir delikanlıydı. Düzgün konuşması, terbiyeli davranışları hoşuna gitmişti başkomiserin, “Böyle polislere ihtiyacı var teşkilatın keşke olsa,” diye geçirmişti içinden ama Necmi’ye bir şey belli etmemişti. Bakarsan haklıydı adam. Dünyanın parasını verip özel okulda okutuyordu Arda’yı, anlaşılan daha rahat bir mesleği olsun istiyordu. Bu devirde, aslında her devirde polislik zor meslekti. Her daim bir namlunun ucunda yaşayacaktın. Rütbeli olsan üst yönetimlere, rütbesiz olsan kendi amirlerine karşı hep tetikte olmak zorundaydın. Hata götürmez bir meslekti polislik. Kul hakkı vardı işin içinde sonuçta. Doğru davranmak her zaman ahlaklı olmak zorundaydın. İyi polis olmak istiyorsan en dikkat edeceğin şey buydu. Hak yemeyecektin, adil olacaktın, merhametli olacaktın, bir de kimsenin adamı olmayacaktın. Halkın emrinde ve sadece onun selameti için çalıştığını unutmayacaktın. İyi silah kullanırmış, çok akıllıymış, çok cesurmuş falan hikaye en önce insan olacaktın insan. Çok zor du yani, hele herkesin birilerinin adamı olduğu bu devirde daha da zor.

Düşüncelere dalmış araba kullanırken sapağı kaçırıyordu neredeyse buralar daha bir karlıydı. Zor bela dönüp siteye ulaştı. Güvenlik, rozeti görüp açtı hemen kapıyı. Arabanın yönünü sağa çevirip doğruca Necmi’nin evine kırdı direksiyonu. Tülay’la birlikte arkadaşının kapısını çalarken yüzü endişeliydi Başkomiserin.

“Hakkı, ne güzel sürpriz hoş geldin.”

Onları arkadaşının karısı Sevda karşılamıştı. Zayıflığından ve saçı olmayan başına sardığı tülbentten hasta olduğu hemen anlaşılıyordu. Onları içeri alırken sevinçle kocasına seslendi, “ Necmii! Bak kim geldi,” ayağındaki koca botları dışarıda çıkarmaya çalışan Tülay’a, “İçeride çıkarın lütfen soğukta bırakmayın botlarınızı,” dedi gülerek.

Hakkı Başkomiser’in ardından salona giren Tülay bu kadar gösterişli bir ev ancak bu kadar mütevazı döşenebilir diye düşündü. Pencere önündeki çekyata amirinin yanına ilişti.

“Vay benim eski dostum, hangi rüzgar attı seni buralara? Karda yolda kaldın da mecburen mi geldin yoksa?” diye koca sesiyle gürleyerek geldi Necmi.

“Hemen çay koy Sevda, bizim bu koca adam çay tiryakisi bilirsin,” Tülay’a doğru bir hamle yapıp elini uzattı. Tülay fırlayıp ayağa kalktı uzatılan eli sıktı, “Siz de hoş geldiniz,” dedi Necmi, sesinde ki neşe hepsini gülümsetti.

“Yardımcılarımdan Tülay Komiser, birlikte bir olay üzerinde çalışıyoruz da, kendisi çok yetenekli bir polistir senden iyi olmasın Necmi’ciğim”

“Seninle çalıştığına göre mutlaka öyle olması lazım zaten.”

Tülay, utanması mı gururlanması mı gerektiğini bilemedi ama neden geldiklerini hatırlayınca biraz sonra bu iyi insanların canını sıkacaklarını düşünüp huzursuz oldu.

“Biz buraya yardım almaya geldik Necmi. Acaba Arda evde mi? Kar tatili verildiği için evde olabileceğini düşündüm. Ona bir arkadaşını soracağım mümkünse?” Başkomiser konuya beklemeden girivermişti. Tülay oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı.

“Evet, evde bugün, yapabileceği bir şey varsa elbette yardım eder,”  mutfakta ki karısına seslendi, “Sevda, Ardayı çağır hayatım Hakkı onunla görüşmek istiyor.”

“Sizin sitede dün müessif bir olay meydana geldi.”

“Şu intihar eden çocuk mu? Duyduk ya! Çok üzüldük vallahi. Aileyi tanımıyordum ama babayı site toplantılarında görmüştüm bir iki kere. Bizim bu sitenin de müteahhidiymiş ama merhabamız bile yoktu. Çok kalabalık bizim burası…”  sözleri Sevda Hanımın araya girmesiyle kesildi. Mutfaktan gelmiş salonun kapısından başını uzatıp konuşmaya dahil olmuştu.

“ Ay, ben biliyorum o çocuğu. Oydu eminim. Geçenlerde kemoterapiden geldiğim gün çok hastaydım evde yatıyordum kapı çalındı. Bu çocuk gelmiş, Arda’nın matematik test kitabını alacakmış. Arda annem evde verir demiş.  Benim hasta olduğumu görünce rahatsız ettiğine üzüldü, siz hiç zahmet etmeyin teyzeciğim ben kendim alırım deyip bir şey söylememe fırsat vermeden koşarak merdivenleri çıktı birkaç dakika sonrada elinde kitapla indi. Pek kibar bir çocuktu. Aslan gibiydi vallahi çok üzüldüm,” Arda’nın mahmur gözlerle salona girmesiyle kadıncağız mutfağa geri döndü.

“Hoş geldin Hakkı amca. Nasıl yardım edebilirim?” Tülay’a başıyla selam verip karşılarındaki koltuğa oturdu delikanlı.

“Nasılsın Arda’cığım? Epey oldu seni görmeyeli.”

“Teşekkürler iyiyim amca. Doğru, birkaç ay oldu en son kebap yemiştik.”

“Hâlâ polis olmak istiyor musun bakalım?”

“İstiyorum istemesine ama babam hâlâ karşı.”

“ Hayırlısı olsun inşallah. Arda, buraya şunun için geldim. Dün sitenizde meydana gelen üzücü olaydan haberin vardır herhalde? Kaybettiğimiz delikanlıyı tanıyor musun?”

“Şey Bora’yı diyorsunuz herhalde. Aynı okuldaydık, sınıflarımız yan yana, tanırdım ama arkadaşım değildi. O basketbolcu ben futbol oynuyorum. Ortak arkadaşlarımız var.”

“Kendini öldürmesi için ne gibi bir sebep olabilir? Bir fikrin var mı?”

Delikanlının babasına tereddütlü gözlerle baktığını gören Başkomiser arkadaşına hitaben, “Necmi, Sevda’ya söyle bir şey yapmasın işimizi bitirip hemen kalkacağız biz. Hadi git de bir bak,” diyerek Necmi’ yi odadan uzaklaştırdı

“Baban gitti, şimdi rahat konuşabilirsin. Bildiğin ne varsa anlat oğlum hadi.”

Genç çocuk başını önüne eğdi, “Bir kız var Hakkı amca, daha önce Bora ile arkadaşmış sonra ayrıldılar. Bir aydır da biz çıkıyoruz. Buna bozuluyordu Bora.”

“Hepsi bu mu? Kızın adı ne?”

“Selen.”

“Peki, evvelsi gün gece neredeydin Arda’cığım?” Çocuk bir anda kıpkırmızı kesildi. Telaşla salon kapısına baktı,

“Ben, şey ben evdeydim.”

“Emin misin Arda? Bence doğruyu söylemiyorsun. Bak evladım şimdi burada seninle Hakkı amcan olarak konuşuyorum ama yalan söylemeye devam edersen seni emniyete alırız o zaman Hakkı Komiser olarak konuşurum inan bana hoşuna gitmez.”

“Biz Selen’le birbirimizi seviyoruz fakat Bora bunu kabul etmiyor. Selen’i hiç durmadan rahatsız ediyor. Geçen gün Selen bunun buluşma teklifini kabul etti. Sırf, aramızdaki her şey bitti. Ben Arda’yı seviyorum beni rahatsız etme, demek için ama inatla inanmıyor. Önce okulda yanıma geldi Selen’i bırakmam için tehdit etti sonra o gece beni evine çağırdı. Selen’i de çağırmış, üçümüz oturup bu meseleyi çözecekmişiz. Selen hangimizi istediğini yüzümüze söyleyecekmiş öyle dedi. Ben de gittim. Fakat Selen gelmedi. Onu beklerken konuştuk. Bana,  artık inandım Selen beni istese bu gece gelirdi buna bile gerek duymuyor. Demek ki gerçekten sevmiyor beni. Bundan sonra sizi rahat bırakacağım. Ne yapalım Selen şansına küssün benim yerime seni seçti. Tek kız o değil ya, deyip güldü. Kalkıp eve dönecektim ki bana bira ikram etti, medenice konuştuk bir kızın arkadaş olmamızı engellemesine izin vermemeliyiz dedi. Bana bilgisayar oyunu oynamayı teklif etti bende kalıp oynadım sonra da eve döndüm. Hepsi bu.”

“Gece kaçta döndün?”

“Hatırlamıyorum. Geç bir saatti.”

“Peki, sen çıkarken onun morali nasıldı. Biraz sonra intihar edecek gibi miydi?  Ne bileyim oğlum son gören sensin hiç emare yok muydu?”

“Ben içkiye alışkın değilim Hakkı amca o yüzden çarpmıştı beni biraz, hatırlamıyorum. Bence iyi gibiydi ama bilmiyorum.”

“Pekâlâ, şimdi bizimle emniyete geleceksin. Normal prosedür,  orada ifade verip imzalayacaksın. Tamam mı?”

Başıyla onayladı delikanlı, “ Ben gidip üzerimi değişeyim,” O salondan çıkarken Necmi ve karısı ellerinde çaylar, kek ve börek dolu tabaklarla geldiler.

“Ya hu görevdeyiz biz,” diye itiraz etseler de Sevda Hanım ısrarcıydı. Çaresiz tabaklara gömüldüler. Bu arada Hakkı Başkomiser Arda’yı neden emniyete götüreceğini anlattı.

“Bak köftehora hiç söylemedi bunları bize. Oğlanın öldüğünü duyunca neden bu kadar üzüldü anlaşıldı şimdi. İki gündür yas tutuyor evde. Dışarı bile çıkmadı. Benim de gelmem lazım mı Hakkı?”

“Yok, canım daha neler? Ben götürür sonra da biriyle yollarım merak etme.”

Dönüşte olay yerine tekrar uğradılar ama içeriye girmediler. Nedim Komiser zaten gerekeni yapmıştı. Ev mühürlenmiş kapısına nöbetçi konmuştu. Ev halkının, Metin Gürçay’ın iki sokak arkadaki babasının evinde kaldıklarını öğrendiler.  Arda’yı arabada bırakıp,  gidip başsağlığı ziyareti yapar gibi tekrar acılı anne babayı gördüler.  Tülay, Metin Bey’in ve Türkan Hanım’ın telefonlarına geçici bir süre için el koydu. Delil torbasına aldığı telefonları çantasına tıkıştırdı.

“Oğlunuzun defterinde Nurdan Kükreci ismine rastladık. Birkaç kez görüşmüş onunla, bu isimde birini tanıyor musunuz?”

Başkomiserin aniden sorduğu bu soru acılı anne babayı bir an duraklattı sonra Metin Bey izah ederek konuştu.

“Bu yıl üniversiteye hazırlık senesiydi Bora’nın, yaz başında adını çok duyduğumuz bir psikologla görüşmesini ve bu yılı sakin atlatmasını istedik. Bora bir iki kez gitti ama sonra, hiç faydası olmuyor diye bıraktı. Biz de üstelemedik.”

“Bu Doktorun adresi ya da telefonu falan var mı?”

“Var ama ne yapacaksınız ki bu Doktoru, ne alakası var şimdi Bora’nın olayıyla?”

“Bilemem sadece öğrenmek istedim. Belki kendisiyle konuşur Bora hakkında bize söyleyebileceği bir şey var mı diye sorarım. Olayı aydınlatmak için her taşın altına bakıyoruz sonuçta.”

İsteksiz hareketlerle cüzdanından bir kart çıkarıp uzattı Başkomisere Metin Bey,

“Size bir şey söyleyebileceğini sanmıyorum ama madem istediniz buyurun, Özel Sıhhat Hastanesi’ nin Doktoru kendisi.”

“Teşekkür ederim, biz artık gidelim.”

Aile olayın şokunu üzerlerinden atmış hatta biraz kabullenmiş görünüyordu. Bir an önce oğullarının cenazesini kaldırmaktı şimdi dertleri ama beklemeleri gerekiyordu.

Emniyete döndüklerinde Arda’nın ifadesini Burak Komiser aldı. İfade sırasında Arda Puborg bira içtiklerini söyledi ve öyle kayıt altına alındı.  İfadeyi okuyan Tülay şaşırdı, “ İyi de odadan toplanan bira şişeleri Truva Bira onun söylediğinden hiç bulmamış arkadaşlar. Olay yeri ön raporunda öyle yazıyor?”

Bu bilgi Burak’ı yeniden sorgu odasına döndürdü. Biraz önceki yumuşak sorgulamaya hiç benzemeyen bir tarzda sormaya başladı. Önce hikâyesine sadık kaldı Arda, biranın markasına dikkat etmediğini falan söyledi ama ısrarla markayı neden hatırlamadığı sorulunca itiraf etti.

“Bora bana kokain verdi. İçmem için ısrar etti. Kız arkadaşımın eski sevgilisinin önünde muhallebi durumuna düşmemek için çektim. Daha önce bir kere denemiş ama hiç sevmemiştim fakat bu sefer ki farklıydı çok etkiledi beni. Bora, senin içtiğin pudra şekeri oğlum bu kaliteli kok çek keyfine bak, dedi ama ben fena oldum. Pek bir şey hatırlamıyorum o yüzden. Kendime geldiğimde evin girişinde sokak kapısının iç tarafında yatıyordum. Şey biraz altıma kaçırdığımı fark ettim çok utandım hemen çıkıp gittim oradan. Saat kaçtı bilmiyorum. Hatta giderken yolda kustum bir kere.”

“O gün üzerinde ne vardı. Söylediklerini doğrulayacak şu ıslak pantolon nerede?”

“Ben onları attım Komiser’im. Kokain kokusu üzerime sindi annem anlar diye korktuğumdan hepsini attım. Anneme de sporda unuttum dedim.”

“Kokain öyle kokmaz oğlum.”

“Ben bilmiyorum. Bir kere sigara içtim annem kazağımda ki kokusundan anladı bunu da anlar diye attım işte.”

“Sen bu Bora ile arkadaş değilim diyorsun ama kitap falan almış sizin evden, bu ne iş?”

“Ya, o kitabı benden Çağrı istemişti o da ona söylemiş herhalde ne bileyim gelip almış işte. Ben evde yoktum.”

“Peki, neden yalan söyledin nasıl inanacağız sana şimdi?”

Buna cevap vermedi delikanlı üzgün bakışlarını önüne eğmekle yetindi.

Başkomiser Hakkı, delikanlının uyuşturucu aldığını öğrenince canı sıkıldı. Necmi sert bir baba, Sevda ise evhamlı bir anneydi. Onlara bunu anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordu. Onları bir yana bırak bu uyuşturucu işi fenaydı. Bir polisin oğlu, kendi polis olmak isteyen biri böyle bir deliliği nasıl yapardı?

“ Otopsi sonuçları geldi amirim.” Tülay ekranına düşen evraka ilgiyle bakıyordu.

“İyi ne diyor?”

“Ölüm saati 01.00 ile 03.00 arası, ölüm nedeni ise asılma sonucu boğulma. Fakat kanda öldürücü miktarda eroin tespit edilmiş. Boğulmasa da ölecekmiş yani. Özetle böyle.”

“Burak, Arda saat kaçta çıkmış evden? Tam saatini istiyorum.”

“03.13 amirim onu görüntüleyen kamerada yazan saat bu. İntiharı görmüş olabilir. ”

Tülay şaşırdı,“Öyle olsa engel olmaz mıydı?”

“Kafası iyiymiş belki de olamadı.”

“Burak, yanına bir ekip al Necmi’ lere git şunun odasını ara. İçmiyorum demiş ama beklide müptela. İyice emin olalım tekrar sorgularız sonra, şimdilik misafirimiz olsun.  Ayrıca bu kokain diyor adli tıpta eroin çıkıyor ne iş anlamadım. Maktulün kolunda iğne izi gördüm demiştin değil mi? Tülay yazıyor mu raporda iğne izi ya da izleri hakkında bir şey?”

“Evet, amirim dirseğin iç kısmında yeni yapılmış tek bir iğne izi bulunmuş ancak burun mukozası ile dokusunda hiperemik doku ve kıkırdak yapısında da erime tespit edilmiş. Kanda eroinin yanı sıra kokainde bulunmuş. Burundaki bu bozulma kokain yüzünden oluyor amirim. Adli tıbba meraklıyım da biraz internette araştırmıştım.”

“Buradan anladığımız; maktul kokaini düzenli kullanıyor fakat eroini sadece o gün kullanmış. Ya da epeydir kullanmıyordur iğne izleri iyileşmiştir olamaz mı?”

Tülay omuzlarını silkti, “Eroin öyle sigara gibi bırak kullan bir şey değil bence amirim ama olabilir belki.”

“Bugün okul kapalı, arkadaşlarını bulamıyoruz ama sen yine de okula bir telefon et Müdür ya da memurlar falan vardır mutlaka. Olaydan haberleri var mı öğren bir de yarın gelip öğrencilerle konuşacağını Bora’nın ve Arda’nın dosyalarını istediğimizi söyle. Şu defterde Hoca diye birinden bahsediliyor demiştin. Uyuşturucuyu ondan alıyor olmasın bu çocuklar? Narkotikle bir konuş bakalım böyle biri var mı bildikleri, ben de şu Doktoru arayım adı Nurdan Kürekçiydi değil mi?”

“Kükreci amirim. Ne tuhaf soyadı değil mi?”

Telefonla uzun süre uğraştı ancak bir türlü Doktora ulaşamadı ama son telefonu açan Sekreter Doktorun bugün hastanede olmadığını kendisiyle ancak yarın görüşebileceklerini söyledi. Tecrübeli polis kızı konuşturup bundan altı ay önce Bora Gürçay’ın Doktorun hastası olduğunu teyit etti.

“Normalde hasta bilgileri gizlidir ama siz polissiniz ve bu hasta da artık gelmiyor onun için söylemekte sakınca görmedim.”

Sesinde çoktan pişman olmuş bir ton bulunan Sekretere kuru bir teşekkürle cevap verdi. Doktor bu bilgileri bana söylediğini öğrenince bakalım ne yapacak diye merak ederek telefonu kapadı.  “Umarım işinden olmaz,” dedi kendi kendine.

İşlerin hızlı yürümesini istiyordu ama engeller bitmiyordu. Canı sıkılmıştı masasına bırakılmış olay yeri ve parmak izi raporlarını gördü. İncelemeye başladı. Odanın her yerinde maktulün ve ailenin parmak izleri vardı. Yardımcı kadın Kevser’in de parmak izi bulunmuştu ve birde Arda’nın parmak izleri vardı, “Çocuk gittiğini saklamıyor parmak izinin bulunması normal,” diye düşündü. Fakat ilginç olan Bora’nın kendini asmak için kullandığı çamaşır ipinde hiç iz bulunamamıştı. İz bulunmayan yerlerden biri de odadaki kanepeydi. Otopsi sonuçlarına bakarken çocuğun midesinden tortop olup mide asinde bir kısmı erimiş bir kağıt yumağı bulunmuş olduğunu gördü. Acayip bir şeydi ama belki de kağıt yiyordu çocuk, duymuştu böylelerini. Raporlara dalmışken çalan cep telefonu ile yerinden sıçradı.  Kim olduğuna bakmadan açtı telefonu açar açmaz öfkeli bir salvoyla karşılaştı.

“Bu ne demek oluyor Hakkı? Hemen gönderirim deyip oğlumu aldın götürdün, şimdi evimi arattırıyorsun. Bana söylemediğin ne var? Polisliğin ben de sökmez anladın mı çabuk oğlumu gönder bana.”

Anlaşılan Burak ve ekibi Necmi’nin evine ulaşmıştı. Aferin çabuk gitmişler diye içinden geçirirken arkadaşını yatıştırmaya çalıştı Başkomiser.

“Bir dakika Necmi bir dinle hele, ortada şimdi anlatamayacağım konular var. Sakin ol. Ben buradayım Arda benim yanımda. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz daha.”

Ne kadar anlatmaya çalışsa da dinlemiyordu karşıdaki bağırmaya devam ediyordu telefonu kapatıverdi Hakkı Başkomiser. Tülay merakla baktı, “Dellenmiş iyice laf anlamıyor. Sakinleşince izah ederim ben ona.” Israrla çalmaya devam eden telefonu sessize alıp yeniden raporlara döndü. Farklı bir şey bulunmamıştı odada sadece kanepenin minder arasında az miktarda kokain televizyonun altındaki çekmecede ise kokain çekmekte kullanılan bir ayna ve kısa çubuk tespit edilmişti. Oğlanın pek kıymetli ayakkabılarının neden kıymetli olduğu ise ayakkabının astarı altından çıkan kokainden anlaşılmıştı fakat eroine dair bir iz yoktu.

“Allah Allah burada da kokain var. Peki, bu eroin nereden çıktı?”

“Narkotikle konuştum amirim. Tahmin ettiğiniz gibi Hoca lakaplı bir torbacı varmış, şansa bakın ki adamı dün gece tutuklamışlar.”  Görevini yerine getirmiş olmanın sevinciyle bakıyordu amirine.

“Çok iyi yapmışlar. Hemen git. Adam daha gözaltındadır. Bora’yla ilişkisi neymiş öğren bakalım.” Tülay kabanını giyip çıkarken beresini almayı unuttuğunu hatırlayıp geri döndü.

“Ne çok giyiniyorsun kızım alt tarafı aşağıya ineceksin.”

“Yok, amirim adam hala karakoldaymış. Oraya gideceğim,” eldivenlerini de giyerek çıktı odadan genç kız.

Yaşlı başkomiser odada yalnız kalmıştı. Çay ocağını arayıp çay söyledi. Her olayda yaptığı gibi defteri kalemi eline alıp bir zaman çizelgesi çerçevesinde olayı kağıt üzerinde sıraladı. Bulduğu sonuç canını sıkmıştı. Arda’nın evden ayrılış saati Bora’nın ölümünden sonraydı çocuk ölürken Arda’nın o evde olduğu muhakkaktı. Şimdi asıl soru şuydu ki Arda, Bora’nın ölümünü görmüş müydü? Sessize aldığı için artık çalmayan telefon masanın üzerinde titremeye başladığında arayanın Burak olduğunu görünce hemen açtı.

“Evet, Burak ne buldun? Çabuk söyle.”

“Amirim haberler pek iyi değil. Arda’nın karyolasıyla yatağının arasında bir poşete sarılı olarak ucu iğneli bir enjektör, küçük bir poşette iki gram kadar eroin, bir kaşık, limon tuzu ve bir çakmak bulduk. Arkadaşlar hepsini incelenmek üzere laboratuara götürdüler şimdi. Anne baba perişan oldu. Oğlanın odadaki bilgisayarına da el koyduk. Ben şimdi dönüyorum. Necmi Komiser de geliyor arabası hemen arkamda haberiniz olsun.”

“Anlaşıldı,” diyerek telefonu kapatan Başkomiser aceleyle masasından kalktı odadan koşar adım çıkıp Arda’nın tutulduğu sorgu odasına yöneldi. Kapıyı sertçe açıp bağırdı delikanlıya, “Çabuk kollarını aç!” Birden böyle bir emirle üzerine gelinmesinden korkan Arda bir an ne yapacağını şaşırdı emrin daha sert tekrarı ile üzerindeki kazağın kollarını sıvadı. Başkomiser dikkatle inceledi kollarını sonra, “Bacaklarına bakayım,”çocuk pantolonunu sıvadı,”İndir çabuk baldırlarına bakacağım!” oraya da bakıldı en son, “Çoraplarını çıkar!” diye emretti Başkomiser. Topuğunu parmak aralarını incelemeye başladı sağ ayağın orta parmağının arasında gördüğü küçük iğne izi ile sarsıldı, “İşte burada,” diyerek doğruldu. Doğrulur doğrulmaz da korkudan titreyen çocuğun yakasına yapıştı, “ Bunu nasıl yaparsın lan! Hasta anana o şerefli babana bunu nasıl yaparsın ahlaksız.”  Tam vurmak için eli havaya kalkmıştı ki içeriye dalan bir Polis Memuru tutarak engelledi,” Durun amirim ne yapıyorsunuz?”

“Geberteceğim bu şerefsizi, onun için çırpınan babasına nasıl yapar bunu adi şerefsiz!”

“Ben bir şey yapmadım yemin ederim bir şey yapmadım,” diye ağlayan delikanlıya kimse kulak vermedi. Odaya giren başka bir memurun da yardımıyla Başkomiseri yaka paça dışarı çıkarttılar. Yakındaki bir sandalye ye oturtup su verdiler, kolonya koklattılar sakinleştirmeye çalıştılar.

Odasına döndüğünde hala sinirden titriyordu. Yerine oturdu masasındaki buz gibi olmuş çayına baktı eli telefona gitti çay ocağını tuşladı ahize henüz elindeyken içeriye önce Necmi ardından Burak Komiser girdiler, “Çaylar üç olsun oğlum. Biraz çabuk getirin.”

Necmi yığılır gibi oturdu Hakkı Başkomiserin karşısına, “ Bu ne iş Hakkı, aklım almıyor. Benim oğlum nasıl yapar böyle bir şeyi? İnanamıyorum.”

“Ben de inanamadım o nedenle biraz önce gidip oğlunun vücuduna baktım. Maalesef sağ ayağının orta parmak arasında iğne izini gördüm. Elimden zor aldılar az kalsın paralıyordum.”

“Ah keşke paralasaydın o iti,” sinirden titreme sırası Necmi’deydi,  “Müsaade et ben yapayım hemen şimdi yapayım Hakkı. Mahvetti beni, annesini hiç sorma zavallı kadın şırıngayı görünce düştü bayıldı. Evde yalnız bıraktım kim bilir ne halde.”

“Ben Münevver’i arayım, hemen gitsin yanına. Yalnız kalmasın,”  cep telefonuna uzandı Başkomiser karısıyla kısa bir konuşma yapıp Necmi’lere gitmesini söyledikten sonra kapadı.

“Torun bizdeydi de neyse gelmiş almış anası. Şimdi gidecek Sevda’nın yanına merak etme. Metroya bindi mi bir saate kalmaz orada olur.”

“Tülay nereye gitti amirim?”  Burak ağır havayı yumuşatmak istemişti aklınca.

“Şu defterde adı geçen Hoca var ya hakikaten torbacıymış. Dün gece yakalamış narkotik. Onunla konuşmaya gitmiş. Ha iyi aklıma getirdin ara şunu, adama Arda’yı da sorsun.”

“Ne yapcam ben Hakkı bir akıl ver Allah aşkına. Beynim durdu düşünemiyorum. Hastaneye falan mı yatıralım ne yapalım bu oğlanı şimdi?”

“Hastaneden daha önemli şeyler var Necmi. Şimdi bir şey yapamazsın zaten çünkü burada kalacak. Henüz bırakmıyoruz.”

“Neler oluyor arkadaş bilmediğim ne var benim? İyice korkutuyorsun beni.”

“Biliyorsun devam eden bir soruşturma sırasında bilgi veremem ama şu kadarını söyleyeyim Bora öldüğünde senin oğlan oradaymış. Vahameti anladın mı şimdi?”

“Yarabbim neler oluyor?” diye korkuyla bir feryat kopardı acılı adam.

“Madem geldin o zaman oğlun hakkında ne biliyorsan anlat bana. Bu Bora ile ilişkisi neydi bunun, bir şey biliyor musun?”

“Hiçbir şey bilmiyorum. Benim bildiğim tertemiz bir çocuk yetiştirdiğim, çalışkan, dürüst, namuslu, anasına babasına saygılı bir çocuk. Ah Hakkı vurdun beni yüreğimden kardaş vurdun beni ya!” derken bir yan dan da dövünüyordu adamcağız sonra birden durdu, “Oğlumu görmek istiyorum. Göster onu bana Hakkı.” dedi.

Arda’yı tutuklamamışlardı hatta henüz gözaltında bile değildi çocuk bu nedenle babayla oğlu karşılaştırmakta bir sakınca görmedi Başkomiser. Arda’nın tutulduğu odaya gittiklerinde oğlanın babasına sarılışı, onun onu itişi gerçek bir trajediydi. Acıyı daha çok artırmaktan başka bir işe yaramayan sonuçsuz bir görüşme oldu. Oğlan yalvarmış baba ise dinlememişti bile.  Odadan çıktıklarında orada kalmak istemedi Necmi, “Ben eve gidiyorum Hakkı. Sevda meraktan ölmüştür hem biraz uzaklaşmak istiyorum kalırsam kalp krizi falan geçirebilirim. Biraz toparlanayım yine gelirim.”

Hakkı başkomiser arkasından endişeli gözlerle baktı. Kırk yıllık arkadaşını hiç böyle çaresiz görmemişti. Her zaman neşeli ve umutlu olan o olurdu oysa şimdi yıkılmıştı adeta koca adam.

Odasına döndü oyalanmak için geç vakte kadar evrak işleri yaptı. Burak’ı laboratuara yollamış sonuçları başında bekle al gel demişti. Gelene kadar gitmeyecekti. Ayrıca Arda’yı burada yalnız bırakmak içine sinmiyordu. Çok kızgındı delikanlıya ama ona emanetmiş gibi hissediyordu. Akşam saat dokuza doğru geldi Burak bu arada Tülay telefon etmiş Hoca lakaplı torbacının defterde bahsedilen kişi olduğunun kesinleştiğini torbacının Bora’yı hatırladığını ama Arda’yı bilmediğini söylemişti. Mesai çoktan bittiğinden evine gitmişti genç kız.

“Ne buldun Burak. Sevindirici bir şey söyle hadi.”

“Maalesef amirim sonuçlar çok kötü. İğnede iki DNA tespit etti arkadaşlar. Biri Bora’ya diğeri Arda’ya ait, gitmeden Arda’nın su içtiği bardağı yanımda götürmüştüm oradan tespit ettiler. Ayrıca enjektörde ve diğer malzemelerde sadece Arda’nın parmak izi var. Şimdi kan alıyorlar Arda’dan, uyuşturucu testi için bence çok geç çoktan temizlenmiştir ama yine de bakacaklar.”

“Aklıma kötü şeyler geliyor Burak. Bu Bora’nın ölümünde bizim oğlanın parmağı olmasın?”

“Valla amirim iki saattir aynı şeyi ben size söylemek için kıvranıyorum ama söyleyemiyordum.”

“Kalk kalk gidelim. Beni şöyle kafa dağıtacağım bir yere götür. Hanım yok evde nasıl olsa, uyuyabilmek için biraz alkol yardımına ihtiyacım var. Ha! Burak, yarın ilk iş Müdürle konuşacağım, davayı senin üstlenmen lazım. Benim yakınım, soruşturmayı ben yürütemem.”

“Sizsiz nasıl olacak amirim? Valla hakkından gelemem ben. Bırakmayın bizi ne olur?”

“Oğlum yürütmeyeceğiz dedikse bırakacağız demedik. Zahire karşı öyle olur yine birlikte götürürüz işte. İfade almaya falan siz girersiniz öyle yani. Hem alışın artık ya hu ben emekli olunca ne yapacaksınız? Hadi git, şu nöbetçi memurlara tembih et karnı acıkmıştır bu eşek sıpasının bir şeyler alıversinler ben yarın veririm parasını. Savcıyla irtibata geçtiniz değil mi? Başka yere göndermesinler burada kalsın çocuk gözümün önünde olsun.” Burak’ın olur anlamında başını sallaması üzerine dalgın bir sesle konuşarak askılıktan paltosunu aldı. “Resmi gözaltı süresi başladı yani?”

Sırtına binyıllığını ağır ağır geçiren Başkomiser kafası önünde yavaş adımlarla çıktı sokağa. Kar çoktan durmuş hava ayaza çekmiş buz kesiyordu her yer. Paltosunun yakasını kaldırdı bırakmaya uğraştığı için paket taşımıyordu ama kapıdaki polis memurundan bir tane isteyip bir sigara yaktı. Sigaranın dumanı soğuk hava ile birlikte girdi ciğerlerine yaktı içini, öksürttü.

“Namert şey sen de mi bugün hainlik ediyorsun bana?”

Burak ardından, “Amirim Kazım Karabekir caddesindeki ocak başına gidelim,” diye bağırdı.

“Vazgeçtim Burak eve gidiyorum ben. Hava çok soğuk.” Başkomiser yılgın hareketlerle arabasına binip motoru çalıştırdı.

Uykunun tutmadığı bir gecenin sabahında emniyete gelir gelmez ilk iş Müdürün odasına çıktı. Müdür henüz gelmediğinden biraz bekledi gelince de adamın paltosunu bile çıkarmasına fırsat vermeden konuya girip olayları anlattı.

“Yakınları sayılırım Müdürüm bu nedenle bu davayı ben yürütemem. Burak bakacak olaya, bende geriden izlerim. Çocuklar pekâlâ altından kalkabilirler bu işin.”

Müdür böyle söylese de görüntüyü kurtarmak için söylediğini biliyordu. Uzun zamandır birlikte çalıştığı Başkomiserin olayı asla bırakmayacağının farkındaydı ama o da bu yalana uydu ve kabul etti. Gereken düzenlemeler hemen yapıldı ve Burak olayın sorumlu Komiseri oluverdi.

Odasına inerken Tülay telefon etti. Çocukların okuduğu özel okula gideceğini öğrenci ve öğretmenlerle özelliklede çocukların arkadaşları ile konuşacağını söyledi. Olayın ortasında duran Selen’i ise emniyete getirip orada ifadesini alacaktı.

Başkomiser odasına girdiğinde gördüğü manzaraya şaşırsa da renk vermedi.  Kendi masasının önündeki misafir koltuğunda Metin Gürçay uzamış sakalları, kırmızı gözleri ile Tülay’ın koltuğunda Sevda Hanım başında türbanı ve sararmış yüzüyle, Burak’ın masasının önündeki koltukta Necmi hiddetten kararmış bir suratla, Burak ise kendi koltuğunda çaresiz bir ifadeyle oturmaktaydılar. Oda da neredeyse çıt çıkmıyordu denebilir.

“Günaydın” demem abes kaçabilir diye düşünerek, “Merhaba beyler, merhaba Sevda hoş geldiniz,” diyerek girdi içeri. Burak “Günaydın amirim,” dedi iki adam homurdanır gibi ses çıkardılar Sevda Hanım cevap vermedi. Masasına oturur oturmaz Metin Gürçay atıldı,

“Oğlumun cenazesini vermiyorlar Komiser Bey.” Burak’ın Başkomiser diye yaptığı düzeltme adamın öfkesinde kaybolup gitti.

“Ailece perişanız bırakında biricik yavrumuzun yasını tutalım mezarına defnedelim,” sesinde öfkenin yanı sıra çektiği acının izleri vardı. Necmi olduğu yerde kıpırdadı, Sevda Hanım’dan inler gibi bir ses çıktı.

“Maalesef henüz vermezler Metin Bey.”

Metin Gürçay, ağlamaktan ve uykusuzluktan akı kırmızıya dönmüş gözlerini kocaman açarak adeta kükredi, “Nedenmiş o?”

Başkomiser Hakkı yutkundu bir arkadaşı Necmi’ye, bir de zavallı Sevda’ya baktı, “Çünkü oğlunuzun ölümü muhtemel bir cinayet soruşturması.”

Burak hariç odada bulunan diğerleri, “Nee?” diye çığlık attılar. Başkomiser sadece önündeki adama bakarak, “Şüphelerim maalesef doğru çıktı. Evinize geldiğim gün bunun basit bir intihar vakası olmadığını anlamıştım.  Size şu anda ayrıntılı bilgi veremem ancak oğlunuzun öldürüldüğü yolunda ciddi şüphelerimiz var bu kadarını söyleyebilirim.”

“Kimmiş? Kim öldürmüş oğlumu?” Mosmor olmuştu Metin Bey sesinin tüm gücüyle bağırdığından koridordan geçenler ne oluyor diye içeriye doluştular.

“Henüz bilmiyoruz araştırmamız devam ediyor. Lütfen sakin olmaya çalışın Metin Bey. Çok zor olduğunun farkındayım ama şerefim adına söz veririm eğer oğlunuz öldürülmüşse, öldüreni bulup adalete teslim edeceğim. Şimdi evinize gidin ve benden haber bekleyin. Lütfen.” Adamın inanmaz gözlerle kendine baktığını görünce Burak’a seslendi, “ Burak, beyefendiye kapıya kadar eşlik et lütfen, benim kartımı da ver, şu kalabalığı da dağıt maymun oynamıyor burada.”

Burak önce, “Hadi arkadaşlar bir şey yok emniyette normal bir gün,” diyerek odaya doluşanları gönderdi sonra Metin Gürçay’ı kolundan tuttu. Adam gitmek istemedi, direniyor, “Nasıl olur? Kim öldürmek ister Bora’yı?” diye feryat ediyordu fakat Burak’ın ısrarlı davranışı karşısında yenildi ve odadan çıktı.

Başkomiser Hakkı, Metin Bey’in iyice uzaklaştığından emin olunca Necmi ve Sevda’ya dönerek, “Katil zanlımız, söylerken en az sizin kadar bende acı duyuyorum ama maalesef Arda.” dedi. Sevda Hanım ufak bir çığlıkla yerinden fırladı koşup Başkomiserin ellerine sarıldı,

“Benim oğlum katil olamaz Hakkı. Mümkün değil olamaz. Bu işte bir yanlışlık var. Ne olur Hakkı yalvarıyorum sana, bul hatayı, oğlumu kurtar ne olur, ne olur…” yüzünü ellerine sürüyor kadının gözyaşı Başkomiserin ellerine dizlerine bulaşıyordu. Onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştıkça kadın daha çok yalvarıyor daha çok kapanıyordu ellerine, dizlerine. Sonunda Necmi karısını çekti aldı arkadaşının ayaklarından.

“Sevda, yapılacak ne varsa yapacak zaten Hakkı, dur biraz.”

“Evet, Sevda kardeş elimden geleni, hatta fazlasını yapacağım. Metin Gürçay’a da dediğim gibi Bora’nın katilini mutlaka bulacağım. Şimdilik bütün deliller Arda’yı işaret ediyor ama soruşturma henüz kapanmadı devam ediyoruz ve edeceğiz lütfen sakin olun.”

“Ne yapalım Hakkı?  Avukat tutalım mı ne dersin?”

“Bence çok iyi olur. Hemen bir Avukatla görüşün o size hukuki olarak yol gösterecektir. Yardımcı olacaktır.”

“Oğlumu görebilir miyim Hakkı?” Hıçkırıklı bir sesle sormuştu Sevda. Gözleri hala yalvarıyordu.

“Maalesef artık göremezsiniz. Resmi gözaltı süresi başladı. Fakat merak etme onu burada tutuyoruz. Durumu iyi sabah kahvaltı olarak poğaça aldırdım, yemiş. Ben de buradayım gözüm hep üzerinde. İçin rahat olsun.”

Kadın inledi, “Ah nasıl olur içim nasıl rahat olabilir…”

“Necmi, al Sevda’yı gidin buradan. Burada bir işe yaramazsınız bir an önce bir Avukat bulun çünkü siz görüşemezsiniz ama Avukat görüşebilir eğer bir tutuklama gelirse mutlaka lazım olacak.”

Karı koca birbirlerinin elini tutup birbirlerine yaslanarak sarsak adımlarla bir veda bile etmeden çıktılar odadan. Derin bir oh çekti Başkomiser, neyse göndermeyi başarmıştı. Şimdi çalışmaya başlayabilirdi. Cep telefonunu eline alıp Tülay’ı aradı. Hemen açıldı telefon.

“Buyurun amirim?” diyen kızın sesi duyuldu. Geriden gürültü geliyordu.

“Nerdesin sen? Bu gürültü de ne?”

“Okuldayım amirim şimdi teneffüs zili çaldı da çocukların gürültüsü bu. Bir dakika sessiz bir yere geçeyim,” birkaç saniye sürsen bir sessizlik oldu sonra sesi yeniden duyuldu Tülay’ın  “ Evet, amirim?”

“Buldun mu arkadaşlarını ne yaptın?”

“Buldum amirim. Hepsiyle konuştum. Selen’i ve Çağrı isimli bir çocuğu beraberimde merkeze getiriyorum. Anlatacaklarını ilginç bulacaksınız.”

“Tamam, gel bakalım.” Telefonu hiçbir veda cümlesi söylemeden kapatırken Burak elinde iki çay ve iki poğaça ile içeri girdi.

“Nerdesin oğlum sen? Adamı kapıya kadar götür dedik evine kadar değil.”

“Poğaça aldım amirim yanına da çay çaldım İsmet’ten. Çayları koymuş telefonla konuşuyordu bende ikisini kapıverdim.”

“Burası Emniyet ya hu, hırsızlık yapılır mı? Neyse ver bakalım şu çayın birini.”

“Buyurun amirim bu poğaçada sizin afiyet olsun.”

“Yiyecek halim yok ama neyse çayın yanı boş kalmasın madem almışsın.” Poğaçadan iri bir lokma ısırdı. Karnı açtı akşam bir şey yemeden yatmış sabah kahvaltı etmemişti.

“Burak! Tülay iki öğrenciyle geliyor. İkisinin de ifadesini siz alacaksınız ben izlerim arkadan.”

Ağzı ısırdığı poğaçayla dolu olduğu için konuşamayan Burak başını salladı.

“Dur oğlum, acelen ne? Ufak ufak ye, boğulacaksın.”

Boğulacaksın sözcüğü Bora Gürçay’ın yerde yatan mosmor siluetini hatırlattı, kendi kendine mırıldandı, “Gencecik çocuk ya, bunu hak edecek ne yaptı?”

Onlar ikinci çaylarını yeni bitirmişlerdi ki Tülay peşinde okul formalı iki gençle odaya girdi.

“Merhaba amirim geldim işte, bu Selen Yıldırım, bu da Çağrı Tümer.”

“Gelin bakalım çocuklar. Üşümüşsünüzdür birer çay içermisiniz? Burak şu İsmet’i yakala beş çay daha getirsin bizim odaya. Onlar çaylarını burada içsinler biz seninle şu karşı toplantı odasında içelim Tülay. Bizimkileri oraya yolla Burak.”  Tülay’ı peşine takıp toplantı odasına geçti Başkomiser. Odanın ışığını yakıp uzun masanın etrafındaki deri sandalyelerden birine oturdu. Karşısındaki yeri de Tülay’ a işaret etti,“Anlat bakalım.”

“Amirim, okulda herkes hem Bora’yı hem Arda’yı tanıyor biri basketbol takımının kaptanı diğeri futbol takımının yıldızı.  Arda’nın Bora’dan daha çok sevildiğini söyleyebilirim. Bora ne bileyim biraz gıcıkmış. Fazla kibirli fazla kuralcıymış. Bir de babasının parasıyla hava atmayı çok severmiş. İkisinin de dersleri çok iyi. Öğretmenler ikisinden de çok memnun okulda bir sorun yok yani. Bu Çağrı denen çocuk, Bora’ nın en yakın arkadaşı. Kokain kullandığını ve defterini biliyor. Geçenlerde bir parti olmuş başka bir arkadaşlarının evinde alkol ve uyuşturucu su gibi akmış Arda’da Bora’da varmış bu partide. Hatta bir ara beraber içki bile içmişler. Bora buna bir şeyler gösteriyormuş ne olduğunu tam görememiş çocuklar fakat Çağrı, eroin hakkında konuşuyorlardı, ellerinde şırınga vardı diyor. İçerken ne olduysa birden sinirlenmiş Bora, elindeki bira şişesini kırıp Arda’ya saldırmış Arda’nın eli kesilmiş, kanamış öyle ki kan yere akmış. Önemli bir şey değilmiş bir iki yara bandıyla halletmişler. Sonrasında Bora çok üzülmüş özür dilemiş hatta ev sahibinden özür dilemek içinde kanları kendisi temizlemiş.  Çağrı, Bora’nın öldüğü gün deftere bir şeyler yazdığını görmüş fakat ne yazdığını hatırlamıyor. Belki burada hatırlar diye getirdim. Selen’e gelince okul açıldıktan hemen sonra Bora ile sevgili olmuşlar. Oğlanın cazibesi çekmiş kızı fakat sonra aşırı kuralcılığı, kıskançlığı ile bunalmış. Ayrılmak istemiş önce ayrılamamış yalvarmış, yakarmış bırakmamış Bora. Sonra bir gün kafası iyiyken oğlan buna yumruk atmış bir şey olmamış, kız yana çekilmiş yumruk havaya savrulmuş ama Selen ipi koparmış. Kimse bana böyle davranamaz diyor. Evet, bence çok haklı kimse ona ya da başka bir kadına öyle davranamaz. Sebebi ne olursa olsun.”

“Sonra, devam et Tülay.”

“İki ay önce bir maçta Arda ile tanışmış. O günden beri beraberlermiş. Kız, Arda harika bir çocuk asla Bora’ya benzemiyor çok kibar, çok sakin ve güler yüzlü diye anlatıyor. Anladığım kadarıyla çok aşık.”

“Anladık devam,” Tülay’ın bu aşk meşk konularına merakını bildiğinden lafı uzatmasını önledi Başkomiser.

“Bora’nın ölümünden dört gün önce; Çağrı’nın anlattığını söylüyorum amirim. Bora antrenman sırasında Arda’nın soyunma odasına gitmiş. Çağrı’da yanındaymış. Arda’yı sahadan çağırıp çok çirkin sözler söylemiş hatta iş biraz itelemeye, yumruklaşmaya kadar gitmiş Arda’ya başkasının artığını yiyen faresin demiş Arda da ona bunu ödeteceğine yemin etmiş neyse ki antrenör yani beden öğretmeni yetişip olay büyümeden önlemiş. Fakat bu olay Arda’nın takım arkadaşlarının gözü önünde olmuş. Çağrı, Arda öfkeden adeta morardı diyor. Onlar giderken arkalarından sen öldün oğlum diye bağırmış Arda, bunu da hem öğretmen hem bütün takım duymuş.”

“ Bu iyi değil,” dedi Başkomiser, Tülay devam etti, “Olayı öğrenen Selen ertesi gün Bora’ yı arayıp buluşmak istemiş.  Bir gün sonra buluşmuşlar çünkü o gün Selen’in annesiyle bir işi çıkmış. Buluşunca da kız şekerim dilleri Bora’ya sıralamış. Artık onunla çıkmadığını ve çevresinde onu görmek istemediğini etrafındakileri de rahat bırakmasını istemiş. Eğer bırakmazsa Arda’nın babasının emekli bir polis olduğunu durumu ona anlatacağını söylemiş.”

“Bora ne yapmış?”

“Bora sadece gülmüş ve eğer arzusu buysa buna uyacağını söyleyip gitmiş. Hepsi bu Komiserim.  Arda, o gece Selen’ i de çağırmış Bora dedi ya kız böyle bir çağrı telefonu ya da mesaj almadığını söylüyor. Ben telefonuna baktım böyle bir kayıt görünmüyor tabi silinmiş olabilir. Şimdi çocuklarla siz konuşur musunuz yoksa ben mi devam edeyim? Burak şey dedi de…”

“Doğru demiş. Sen devam et ben bu soruşturmada aslında yokum. Varım da yokum. O nedenle sen sorgula, ifadelerini al imzalat. Biz de Burak’ la şu Özel Sıhhat Hastanesine gidelim. Bakalım doktor ne diyecek?”

Arabaya bindiklerinde direksiyona yine Burak geçti. Başkomiser emniyet kemerini bağlarken sordu, “İzni aldın mı?”

“ Aldım amirim. Sağ olsun Müdürün çok faydası oldu. Aşağı inerken telefonuma geldi arama izni. Böylece Doktor vermese bile Bora’nın dosyalarına erişebiliriz.”

Hastaneye vardıklarında Doktorun yanında bir hastası olduğundan bir müddet beklediler. En sonunda hasta çıktı ve onlar içeri girebildiler. Doktor onlara yer gösterdikten sonra kendinden son derece emin, “Size hiçbir bilgi veremem beyler. Dün sekreterim çok büyük bir hata yaparak Bora’nın benim hastam olduğunu söylemiş. Ben bu bilgiyi kesinlikle doğrulamıyorum.” dedi. Gitmelerini bekler gibi yüzlerine bakıyordu. Burak yavaş hareketlerle cebinden telefonunu çıkardı ve Whats up’ ına düşen arama emrini kadına uzattı. Kadın telefona baktı, omzunu silkti, kalkıp arkalarındaki bir dolabı anahtarıyla açtı sıralanmış klasörlerden birini onun içinden de mavi bir dosyayı çekip çıkardı.

“Her şey burada işte! Bora Gürçay, bana sadece üç ay gelmiş ayda bir defa. Altı ay önce de gelmeyi kesmiş. Aile ile görüşmeyi denedim. Fakat onlar görüşmek istemediler. Yapacak bir şeyim yoktu bende onu hasta listemden sildirdim.”

Hastaneden çıktıklarında ikindi ezanı okunuyordu, “Bir gün daha geçip gitti bir sonuca ulaşamadık,” dedi Burak.

“Belki de ulaşırız hemen karar verme,” dedi başkomiser. Emniyete geldiklerinde Tülay, öğrencilerin sorgularını tamamlayıp ifadelerini imzalatmıştı. Değişiklik yoktu.

Masasına oturup öğrencilerin ifadelerini okurken Doktor’un anlattıklarına takılı kalmıştı Başkomiser. Obsesif kompulsif demişti Nurdan Hanım, “Bu kesin teşhisim ama eğer bana gelmeye devam etseydi Psikopat olduğu konusundaki şüphelerimi giderebilirdim fakat aileye bundan bahsedemedim çünkü ulaşamadım, çocuk ta gelmedi bir daha zaten.” diye de ilave etmişti. Bu hastalıkların ne olduğunu biliyordu. Cinayet masasında çalışıp ta psikopat nedir, nasıl olur bilmemenin imkanı yoktu, obsesifliğin hafif bir şekli olan takıntılı olmayı kendinden bilirdi insanı nasıl rahatsız ettiğini de. Bora’nın defterinden ve saat başlarına olan takıntısından bahsedince hiç şaşırmamıştı Doktor, “Bora saat başında, gece yarısı 02.00 de dünyaya gelmiş. Doğum günü ve saati onun için kutsal bir anlam taşıyordu bu nedenle saat başını hiç kullanmamış olabilir” demişti. Doktorun bu izahı üzerine düşündü ölüm saati tam olarak kaçtı acaba keşke bunu bilebilseydik ama sadece bir saat aralığı veriyordu adli tıp.  Pek önemli değil artık bu ayrıntılar, şimdi Arda’ya yoğunlaşmalıyım diye düşüncelerini dağıttı ve kendi aralarında konuşan yardımcılarına dönüp seslendi.

“Çocuklar dedikoduyu kesip buraya bakın bakayım,” genç komiserler anında susup ona doğru döndüler.

“Şimdi bir şey yapacaksınız.”

Burak ve Tülay merakla amirlerinin yüzüne baktılar.

“Necmi Avukatla gelmeden önce ki her an gelebilir Arda’nın ifadesini alın. Unutmayın o bir çocuk değil karşınızda katil olma ihtimali olan bir zanlı. Ona göre yapın işinizi. Hadi göreyim sizi. Çünkü sadece bir itiraf bu çocuğun suçlu olduğuna inandıracak beni.”

Burak ve Tülay ikisi birden girdiler Arda’nın yanına. Bütün delilleri önüne sererek ifade için sormaya başladılar. Yan odada Başkomiser onları izliyordu. Odanın kapısı aniden açıldı ve Müdür girdi içeri.

“Bir sonuç aldınız mı?”

“Alamadık daha Müdürüm. Çocuklar uğraşıyorlar içeride. Eğer bu haltı işlediyse Avukat gelmeden bir itiraf koparmak istiyorlar ama pek mümkün görünmüyor. Çocuk hatırlamıyorum diyor da başka bir şey demiyor.”

“Keşke Savcı Beyde burada olsaydı. Haber verildi mi?”

“Verdik Müdürüm ama hemen gelemeyeceğini söyleyip ifadeyi bizim almamızı emretti. Gerekli görürse sonra zanlı ile oda konuşacakmış.”

Sorgu odasında Burak’ın sesi yükseldi dikkatlerini oraya verdiler.

“Bak Arda! Şu delilleri görüyorsun, arkadaşını herkesin önünde tehdit etmişsin, sonra evine gidip saatler kalmışsın. Yatağının altından eroin iğnesini bizzat ben kendim buldum. Sen oradayken ölmüş çocuk, oğlum anlasana sen oradaymışsın be. Nasıl oldu olay,  sen mi öldürdün hadi yorma bizi de güzel güzel anlat. Avukat bekliyorsan daha gelmeyecek Avukat haberin olsun. Onun için öt bence.”

“Abi, Avukat falan beklediğim yok,” Arda yüzü gözyaşlarından ıslanmış bıkkın bakıyordu, “Yemin ederim eroinden falan haberim yok. Nereden geldi odama bilmiyorum.”

“İyi de oğlum ayağındaki iğne izi ne olacak, yeme beni Arda bal gibi kullanıyormuşsun işte.”

“Bütün deliller aleyhime, ne söylesem inanmıyorsunuz ve ben sokak kapısının önünde uyandım. Mal gibi ondan öncesini hatırlamıyorum. Allah kahretsin beni, hiç bir şey gelmiyor aklıma. Kendimde değildim hiçbir şeyden emin değilim, kafam karmakarışık. Bana öldürdün mü diyorsun, bilmiyorum abi bil mi yo rum.”

Bu söz üzerine Müdür camı tıklattı Komiserleri odaya çağırdı. “Bu bence yeterli Hakkı, öldürmedim demiyor, asla yapmam falan demiyor. Bilmiyorum diyor. Bütün deliler aleyhine daha ne olsun?  Benim için kafi, tutuklayın Savcıya haber verin bundan sonra onlar uğraşsın.”

Başkomiser ve arkadaşları birbirlerine baktılar. Hakkı, “Gerekeni yapın çocuklar bizden bu kadar bundan sonrası Savcının, Hâkimin işi.”

Ondan bu teyidi alan Müdür kafasını memnun olduğunu gösterir şekilde salladı ve gitti. Onun arkasından Hakkı çıktı. Odaya giderken cep telefonunu açıp Necmi’yi aradı.

“O Avukat acil olarak lazım Necmi. Biraz önce Arda, Bora Gürçay’ı öldürmekten tutuklandı.”

Arkadaşının haykırışını daha fazla dinleyemeyip kapattı telefonu. Odaya gelip masasına geçerken uyuşmuş gibiydi. Bu yüzden arkasından odaya dalan Tülay’ı fark etmedi. Kız birden konuşunca irkildi.

“Amirim ben Arda’nın katil olduğuna inanmak istemiyorum. Bu kadar kolay vazgeçemezsiniz.”

“Ne yapayım Tülay eldeki delilleri görüyorsun, oğlan yapmadım ben böyle şey yapmam bile diyemiyor. Evinde bulunan şırıngada Bora’nın DNA sı var ama parmak izi yok, bunun ki ise ayan beyan.  Çocuk ölürken orada ve o sırada ne yaptığını bilemiyor. Aralarında bir sürü tartışma kavga geçmiş ilk etapta anlatmadı bunları bize ayrıca Bora’nın öldüğünü biliyormuş ama o sırada orada olduğunu haber vermediği gibi bir de saklamaya kalkıştı daha ne olsun kızım? ”

“Biliyorum deliller aksini söylüyor ama biraz önce onun gözlerinde korkuyu gördüm ben, masum korkuyu.” Amirinin soran bakışlarını görünce devam etti, “Benim Arda yaşlarında iki erkek kardeşim var, ikiz onlar. Bu yaşlardaki erkek çocukları kendilerini efe sanıyorlar ama tırsak birer çocuklar aslında. Geçen yaz kampa gittiğimizde bizim çadırda yılan çıktı benim efe kardeşler bir korktular ki görme gitsin. İşte Arda’nın gözlerinde de ben o masum korkuyu gördüm amirim. Bu yüzden onun katil olmasına inanamıyorum diyorum. O daha bir çocuk.”

“Ben de inanmak istemiyorum kızım ama unutma çocuklar da öldürür. Bütün deliller onu işaret ediyor ayrıca ben de dinledim sizi Müdür haklı, öldürmedim demedi. Bilmiyorum dedi demek ki kendisinden emin değil. Bu da öldürmüş olabileceğini gösteriyor. Bakalım, bu işin daha mahkeme safhası var ne olacak göreceğiz. Hadi evlerimize gidelim hepimiz çok yorulduk.”

Burak ve Başkomiser Hakkı gecenin bir vakti aynı anda geldiler emniyete merdivenleri birlikte çıkıp odaya birlikte girdiler. Tülay heyecanla onları bekliyordu.

“İşte geldik Tülay Hanım. Neymiş bu kadar önemli olan anlat bakalım.” Yatağından kaldırılmış olmanın öfkesi yansıyordu Başkomiserin sesine.

“Akşam siz çıktınız ya ben kaldım…”

“Evet, ne olmuş?”

“Bilgi işleme gittim. Orada bir arkadaşım var onun tepesine tüneyip şu Metin Gürçay’ın el koyduğumuz bilgisayarını, telefonlarını tepeden tırnağa incelettim. Neden derseniz bir şey kafamı kurcalıyordu. Banyo ve yatak odaları hariç evin birçok yerinde kamera var. Salonda, mutfakta hatta kilerde fakat spor odasında yok.  Tahmin ettiğim gibi Metin Gürçay bütün kamera görüntülerini fabrikasındaki bilgisayarından ve telefonundan izleyebiliyor.  Bilgi işlemdeki arkadaşla bakınca başka bir kameranın daha olduğunu gördük. Bilin bakalım nerede?”

Burak heyecanla atıldı, “Spor odasında! İyi ama kızım bizimkiler orada kamera falan bulamadılar.”

“Ama var fakat görüntüler kilitlenmiş. Çok uğraştı arkadaşım ama şifre istediği için açamadık şifre kırılabilir tabii ama ben bekleyemedim, bilgisayarı alıp doğruca Metin Gürçay’a gittim.”

“Sen bir delili dışarıya mı çıkardın?” Başkomiser suçlayarak sormuştu.

“Doğrudur amirim ama öncesinde bir tutanak imzaladım yani sorun yok.”

“Verdi mi adam şifreyi?”

“Önce hık mık etti biraz bastırınca itiraf etti. Bir kamera varmış ama gizli bir kamera. Bir yıl önce karısı belinden rahatsızlanmış evde fizik tedavi yaptırmışlar. Bu tedaviye spor odasındaki aletlerle yapılan hareketlerde dahilmiş. Metin Bey kıskanç bir adammış meğerse karısını bu Fizik Tedavi Teknisyeni’nden kıskanmış. Fakat Türkan Hanım’a bunu belli etmek istememiş. O günlerde fabrikaya kamera yerleştiriyorlarmış, eve de yerleştirtmiş, kamerayı takan adamın aklına uyup spor odasına gizli kamera taktırmış.”

“Nerdeymiş bu ya hu bizimkiler niye bulamadılar?”

“Hani duvarda bir resim var, bildiniz mi oğlanın resmi basketbol oynarken çekilmiş ben olay yeri fotoğraflarından görmüştüm,” ikisi de kafalarını salladılar, “İşte o resmin içine yerleştirmişler, oğlanın elindeki top aslında kamera.”

“İyi de adam bunu bize niye söylememiş?”

“Oğlunun ölümünün seyredilmesini istememiş öyle dedi valla. Delil saklamaktan getiriyor arkadaşlar onuda. Şimdi sıkı durun; çekil oradan Burak, senin ekranın daha büyük oradan seyredelim. Sesi yok ama sessiz seyredeceksiniz.”

Burak’ı yerinden kaldıran Tülay hemen geçip oturdu elindeki seyyar belleği bilgisayara taktı.  Başkomiser ve Burak heyecan içinde baktılar ekrana. Ekranda önce Bora, yalnız başına müzik dinlerken görünüyor. Sonra odadan çıkıyor ve kısa bir süre sonra yanında Arda ile geri dönüyor. İki genç önce kavga eder gibi el kol hareketleriyle tartışıyorlar sonra uzlaşmaya vardıkları görülüyor ikisi yan yana odadaki kanepeye oturuyorlar. Bir ara Bora kalkıp bira ve oyun konsolunu getiriyor duvardaki televizyonu açıyor. Bir müddet iki gencin oyun oynadıkları, oynarken bira içtikleri görülüyor ekranda, “Buraları biraz hızlı geçelim,” diyen Tülay ekran görüntüsünü ileri sardı. Görüntü yeniden normale döndüğünde  Bora cebinden çıkardığı küçük poşeti Arda’ya uzatıyor. Arda’nın kararsızlığına güldüğünü görüyorlar sonra da iki genç kokain olduğunu tahmin ettikleri tozu çekiyorlar.  Üst üste iki üç kez çekiyor Arda.  Ardından ayağa kalkmaya çalışıyor kalkamıyor sallanıyor, gülüyor ve kanepeye yığılıp kendinden geçiyor. O andan sonra Bora’nın hareketlendiği görülüyor. Televizyonun altındaki çekmeceden bir enjektör çıkarıyor. Arda’nın çorabını çıkarıp sağ ayağının orta parmağının arasına batırıyor iğneyi. Arda titriyor ama ayılmıyor. Sonra enjektörün iğnesini itinayla temizleyip yeniden çekmeceye koyan Bora, Arda’ya çorabını giydirip onu sarsıyor, yumrukluyor zor da olsa uyandırıyor. İtekleyerek gitmeye zorluyor. Arda sallanarak odadan çıkıyor. Burada Tülay görüntüyü durdurdu. “Saate bakın,” dedi. Hepsi ekranın sağ köşesindeki saate baktılar. Saat 01.20’ yi gösteriyordu.

“O zaman, oğlan ölmeden çıkmış odadan Arda,” diye bağırdı Burak.

“Bekle bakalım şampiyon film henüz bitmedi,” dedi gülerek Tülay ve yeniden bastı oynat tuşuna.

Arda gittikten sonra Bora meşhur siyah defterini eline alıp bir şeyler yazıyor, bir müddet okuyor.  Hiçbirinin beklemediği şekilde sayfayı aniden koparıyor, buruşturup hap yutar gibi suyla yutuveriyor.

“Mideden çıkan kâğıt bu işte,” diyerek elini masaya vurdu Başkomiser.

Devam eden görüntüde Bora kanepenin arkasından çıkardığı çamaşır ipini barfikse bağlayıp ilmeğini yapıyor. İpin bir ucunu, çekilince gerilecek şekilde yürüme bandının koluna bağlayıp birkaç kez kurduğu düzenek çalışıyor mu diye kontrol ediyor. Emin olunca ipi ve kanepeyi ıslak mendille bir güzel temizliyor, mekanik hareketlerle kanepeye oturup enjektörü eline alıyor ve dirseğinin iç kısmına batırıp içindeki sıvıyı koluna enjekte ediyor. Bir saniye olduğu yerde kalıyor sonra hızla ayaklanıp enjektörü oturduğu kanepenin dikişlerinin arasından içine atıyor. Burada görüntüyü tekrar dondurup bir delil torbasının içindeki enjektörü sallayarak gösterdi Tülay, yeniden bastı oynat tuşuna. Bora vurulduğu iğnenin etkisiyle sarsaklaşan hareketlerini zor kontrol ederek sandalyeyi ilmeğin altına getiriyor üzerine emekleyerek çıkıp boynuna geçiriyor ve sandalyeyi tepiyor. Burada kapattı Tülay ve dikkatlerini yeniden saate çekti. “Ölüm saati 02.01” dedi ve seyyar belleği bilgisayardan çıkarıp Başkomiser Hakkı’ya uzattı.

“Arda katil değil amirim. Katil Bora, kendi ölümünü planlamış suçu da Arda’ya atmak istemiş neredeyse başarıyordu.”

“İyi ama ya Arda’nın yatağında bulduğumuz enjektör? Onda Bora’nın da Arda’nın da DNA sı vardı.” Burak tereddütle sormuştu soruyu.

“Şu arkadaşlarının evinde olan parti, Arda’nın malzemelere dokunmasını sağladı orada anlaşılan. Çağrı denen çocuk ellerinde enjektör var demişti. Ben hep Arda’nın diye düşünmüştüm.”

Başkomiserin düşüncesini başıyla onayladı Tülay, “Yerdeki kanı neden temizlediği de belli oldu. Böylece Arda’nın DNA’sını iğneye bulaştırdı. Annesinin hasta olduğunu biliyordu muhtemelen Arda’nın evine gidip kitap bahanesiyle enjektörü ve diğer malzemeyi bırakmak çocuk oyuncağı olmuştur onun için. Vay canına şeytanın aklına gelmez, sen kendini öldür sonra da bir başkasını suçlu göster o yaşta inanılmaz vallahi.”

Birkaç saat içinde Arda ailesine kavuştu. Anne babasının sevinci hepsini gözyaşları içinde bıraktı. Metin Gürçay olayın intihar olduğu kesinleştiğinden nihayet oğlunun cenazesini alabilecekti fakat delil saklamak suçundan yargılanacak olduğundan ifade vermek üzere Savcı tarafından alıkonuldu. Başkomiser Hakkı yanında Tülay olduğu halde çıktı emniyetten. Bir müddet yeni ağaran gökyüzüne baktı, “ Biliyor musun Tülay,” dedi genç Komisere dönerek, “ Dedektiflik aslında görünmeyeni görmektir. Deliller bize bilgi verir ama bir de delillerin gösteremediği gerçekler vardır. İyi bir dedektif bunu görür ve soruşturmasını o yönde ilerletir. İşte kızım bugün sen o görünmeyeni Arda’nın gözlerinde gördün ve vazgeçmedin devam ettin. Sayende gencecik bir çocuk katil olarak suçlanmaktan kurtuldu. Sen iyi bir dedektif olacaksın.”

Tülay duymayı hiç beklemediği sözler karşısında önce şaşırdı sonra kollarını açıp Başkomiserin boynuna sarılıverdi.

“Burayı bırakmayı düşünüyordum ama bunları sizden duydum ya artık asla bırakmam amirim.”

Başkomiser önce şaşırdı sonra onun kolları da yavaşça sardı Tülay’ı. Ankara’nın sabah ayazı bile ikilinin sarılmalarındaki baba kız sıcaklığını bozamadı.

Esra Gürel Şen-2019

En Son Yazılar