Edebiyat, tüm sanat dalları gibi göreceli bir yapıya sahip. Okurdan okura bir kitabın değerlendirmesi değişebilmekte. Bir eser, bir okur için ufuk açıcıyken bir başka okur için tam bir vakit kaybı olarak nitelendirilebilmektedir. Edebiyatı güzel, biraz da cazip kılan belki de bu yönüdür. Bu açıdan bakarak kitap eleştirilerini okurum, bu düşüncemi hep kenarda tutarım. Bu yazımda ele alacağım kitabı da bu çerçevede düşünebilirsiniz. Bir içsel konuşma… Okuduğum kitabın arka kapağını kapattığımda -eğer buna değer bir kitapsa- kitabı ellerimin arasında sımsıkı tutar, yüzüme yaklaştırır, gözlerimi kaparım. Bunu edebiyatsever bir okurun ritüeli olarak değerlendirebilirsiniz. O an kitabın tadını tekrar hissetmeye çalışırım; bu yaptığım, bir gurmenin aldığı lezzeti damağında, tüm tat noktalarında ayrıştırma çabasından başka bir şey değildir.
Polisiye edebiyat yükselen bir değer olarak görülüyor Türk ve dünya edebiyatında, bu ivme doğru eserlerle desteklenirse uzun zamandır uğradığı haksızlığın acısını çıkartabilir. Sahi sizin aranız nasıl polisiye edebiyatla? Polisiye okur musunuz? Kaç polisiye yazarın ismini bilirsiniz? Bir liste oluşturacak olsanız, en sevdiğiniz polisiye yazarlardan ilk beşte kimler olur? Neyse… Bu sorularla biraz yordum sizi sanırım. İsterseniz gelelim asıl soruya…
Sevgili Çağatay Yaşmut‘un BENİM CANIM AİLEM isimli kitabını okudunuz mu? Eğer cevabınız hayırsa emin olun güzel bir heyecanı, gizemi kaçırıyorsunuz her geçen dakika. Kitabın içerisinde yazarımızın oluşturduğu efsane kahraman Başkomiser Galip’in yer aldığı üç hikâye var. Bu hikâyelerden en çok etkilendiğim ise BENİM CANIM AİLEM oldu. Diğer hikâyeler Yabancılar, Can Sıkıntısı. “Benim Canım Ailem” tam anlamıyla bir ters köşe oldu benim için. Bu hikâyenin en çok bu yönünü sevdim. Tabii ters köşe olmak her zaman keyif vermiyor çünkü bazı kitaplarda hiç beklemediğiniz biri katil olabiliyor fakat mantıksal anlamda güçlü bir kurgu ile desteklenmiyor. O zaman da yazarın sırf okuru şaşırtmak daha doğrusu okurun düşündüğü ismi katil yapmamak için hileye başvurduğunu görebiliyorsunuz. Çağatay Yaşmut bu kolaycılığa kaçmamış tabii ki. Zaten hikâyeyi beğenmemin de en büyük gerekçesi bu. İlk hikâyeyi tek solukta okudum bu yüzden. YABANCILAR isimli hikâyede bir film izliyor gibiydim. Bu hikâyenin de en çok bu özelliği dikkatimi çekti, beğendiğim yönü bu oldu. CAN SIKINTISI’nda ise en sevdiğim yazar olan Peyami Safa aklıma geldi nedense. Bunda sanırım kahramanın psikolojisinin bazı bölümlerde detaylı olarak aktarılması etkili oldu. Bu anlamda bambaşka bir teknikle yazıldığının farkındayım üç öykünün de. Polisiye hikâye kitaplarında kesinlikle dikkat edilmesi gereken bu noktayı Çağatay Yaşmut çok başarılı bir şekilde yerine getirmiş. Aynı teknikle yazılmış üç öykü okusaydım büyük ihtimalle ikinci veya en geç üçüncü hikâyede çoktan sıkılmış olacaktım. Kitabı mantıksal denklem, kurgu, psikolojik aktarım ve kullanılan anlatım teknikleri açısından çok üst seviyelerde buldum. Son zamanlarda okuduğum en iyi polisiye kitaplardan biriydi. Başta değerli yazarımız Çağatay Yaşmut’u ve Oğlak Yayınlarını tebrik ediyorum. Kitapla ilgili naçizane görüşlerimi iletmek istedim. Sürç ü lisan ettiysem affola!
Edebiyatla kalın güzel kalın.