Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Kiralık Katil

Diğer Yazılar

BİR EFSANE BİR CİNAYET

DURU GÜZELLİK SALONU

KARMANIN RENGİ: TURUNCU

Orçun Yenilmez
Orçun Yenilmez
Orçun; kendi kabuğuna sığmayan bir ilaç mümessili, geniş hayal dünyasinda çoğu zaman farklı bir boyutta yaşar. Herkesin baktığı açıdan değil de kendi persfektifinden görmeyi sever hayatı. Amatörce yaşamayı sevdiğinden olsa gerek fotoğrafçılıkta da amatör kalmayi yeğlemiş; sadece, gönül verdiği polisiyeye profesyonel izler bırakmayı hedeflemiştir.

Onur OKAN & Orçun YENİLMEZ ortak hikayesi: KİRALIK KATİL

İnsan hayatın kıymetini, elindekinin değerini kaybettiğinde anlıyor ancak. Bir ölümlü olarak dünyaya geliyoruz ve yaşlanana kadar Azrail bizi hiç ziyaret etmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. En yakınım, çocukluk arkadaşım, dostum, gittiğim yolda bana ışık tutan, işlerimin büyümesinde pay sahibi olan Enver Dağ, beni yaşarken tabuta koyan kişiydi. Azrail ile pazarlık yaptınız mı, hiç kiralık katili nasıl bulacağınızı düşündünüz mü? Birini öldürecek cesaretim elbette yoktu, beni dipsiz kuyunun içine atan Şeytan’a dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için kiralık katil arıyordum. Aslına bakarsanız hayatta iz bırakan insanlardan değildim. Zengin olmasaydım silik bir hayata mahkûm olacaktım. Ama zeki bir adamdım ve öyle plan vardı ki kafamda, Şeytan’a ceketini astıracak cinstendi.

Geçmişe dönüp neden kiralık katil aramak istediğimden kısaca bahsedeyim. Çünkü bir sene öncesine kadar çok farklı bir hayatım vardı. Aşk, para ve güç… İstediğim her şey elimdeydi daha doğrusu öyle olduğunu zannediyordum.

Daha on beşimde babamın küçücük büfesinde ayakçılık yaparak başladım çalışma hayatına. Zeki olduğumu söylemiştim ve işi çabuk kavrardım ama rahmetliyi asla memnun edemezdim. Ya sille yerdim ya da laf. O marketin içine sığmayan hayallerim vardı. Orta ikide okul bitince yaz tatil döneminde babamın yanında değil de başka yerde çalışmak istedim. Enver’in karanlık dünyasından sıklıkla adını duyduğum mobilyacı Zeki abinin yanında çıraklığa başlamamla değişti hayatım. Ağaç işlerine elim yatkındı, becerikliydim. Önceleri zımpara yaparak işe girdiğim atölyede kısa süre sonra bana özgün modeller tasarlamaya başladım. Zeki abinin de bilmediğim karanlık yanlarını Enver’den dinlerdim. En yakın arkadaşım da sık sık dükkâna uğrardı, çalışmak için değil, ustam Zeki abi ile sigara içip çevrede olan bitenleri konuşmak için. Enver benden üç yaş Zeki abi ise altı yaş büyüktü. O yüzden iyi anlaştıklarını düşünürdüm. Enver kurnaz adamın tekiydi. Her deliğe girer çıkar tanımadığı adam yoktu. Zeki abinin yanında da onun sayesinde iş bulmuştum. İkisi iş dışında birlikte fazla zaman geçirir beni pek çağırmazlardı. Onlar ortamın abileri olarak karı kızla ilgilenirken ben elimdeki işlere bakan sünepenin tekiydim. Zeki abinin bana olan davranışları babamdan faksız değildi, hatta dilin kemiği olmadığı için daha da ileri giderdi söverken. Babam, kendi kanımdandı söyledikleri çok dokunmazdı ama Zeki abinin söyledikleri ağır gelirdi. İşe ihtiyacım vardı, ezilerek büyüdüm, gururumdan babamın yanına da dönemiyordum, ses çıkartamadan çalışmaya devam ettim.

Tamir, döşeme derken özel tasarımları hayata geçirmeye başladım. Hızlı gelişiyordum. Anamı toprağa vermiş, babamla baş başa kalmıştık. Yıllar önce Bulgaristan’dan göç eden ailemden anam babam dışında kimsecikler yoktu. Beni hor gören, adam yerine bile koymayan babama bakmaya başlamıştım fakat yine de yaranamamıştım. Oda ölünce çok gözyaşı döktüm.

Paranın sıcaklığını tadınca okumak yerine çalışmaya devam ettim. Zeki abi ile bağlarımızın kopması bir anlık öfke patlamasıyla yaşandı. İş yapıyordum, her ne olduysa gelip de sinirini benden çıkarmaya çalışınca karşılık verdim, kavgaya tutuştuk. Hayatımda ilk defa bu tarz tepki vermiştim. Biraz olsun kendime güven duymaya başlamıştım ve üzerimdeki tulumu yere atarak istifa ettim.

Biriktirdiğim para ile sokak arasında küçük bir dükkân tuttum. Mahallede hakkımda söylenenler kulağıma geliyordu; ‘Tek başına beceremez, insanlarla iletişim bilmez…’

İşlerim başlarda yavaş gitti. Zeki abinin işe aldığı ustadan memnun kalmayan eski müşteriler bir şekilde beni bulup geldi. Artık ekmek teknem kendini döndürmeye başladı. Enver uğramıyordu, Zeki abiyle aramızda yaşananları çoktan öğrenmiş olmalıydı. Belki de onun safında kalmayı tercih etti.

Tek tabanca savaşmaya devam ederken ömrü hayatımda paramla ilk kez kendime ait bir şey aldım, araba. Eski modeldi, kırık döküktü ama benimdi. Aradan geçen üç ay sonra Enver çat kapı damladı iş yerime. Hiçbir şey olmamış gibi, oturduk çay içtik, sohbet ettik. Özlediğini söyledi, bir akşam takılmak istedi.

Onu bir kalemde silemezdim, çocukluk arkadaşımdı. Çıktık bir meyhanede iki eski dosta yakışır masa kurduk. Yedik, içtik, kadehleri tokuşturduk. İşlerimin iyi gittiğini görünce neden büyütmediğimi sordu. Nasıl yapacaktım ki? Elimdeki işlerden kafamı kaldıramıyordum.

“Sen üret ben satayım,” dedi. “Nasıl olacak o iş,” dedim. Anlattı. Herkes işçiliğime bayılıyordu. Sınırlarımı genişletmem gerektiğini söyledi. Neden olmasın dedim. Uzun lafın kısası, yeni, modern çizgiler taşıyan oturma grupları, yemek masası ve yatak odası tasarladım. Müşterilerin modelleri görmeleri için Enver’le kataloglar bastırdık. Enver yanımda rüzgâr da arkamızda yelken açıp hız kazandık. Heyecanlıydım, hem de çok. Rahmetli anamın, beni beğenmeyen babamın hayatta olup yaptıklarımı görmelerini isterdim, oğullarıyla gurur duymalarını.

Gece gündüz ben atölyede, Enver de yollardaydı. Böyle yedik tüm gençliğimizi. Mahalle arasından kurtulup atölye ve tasarladığım mobilyaları sergileyeceğimiz büyükçe bir mağaza tuttuk. Sadece Bir yılımızı almıştı bunu gerçekleştirmemiz.

Akılda kalıcı, ileride marka olabilecek bir isim vermeliydik iş yerimize. Enver’in sağlamış olduğu destek yadsınamazdı, insanların aşina olduğu ismi kullanmamızın önümüzü açacağını söyleyerek mağazaya benim adımı koymamızı önerdi.

‘Dündar Mobilya’ isimli kabartma tabelanın üstünde de daha küçük puntolarla ‘Ali’ yazdık. Mobilya ustası Ali Dündar yani ben artık iş hayatındaki basamakları daha hızlı çıkıyordum. Mobilya, mobilyacılık denildiğinde adım ilk sıralarda anılıyordu. Resmi işlemler her şey benim üzerimeydi, şirketin tek sahibi ben görünüyordum ama ikinci sahibi gayri resmî Enver’di. Ben olmasam da tüm imza yetkisine sahip olması için gereken neyse ben de onu yaptım. Ben üretim kısmına ağırlık verirken o satış işlerini hallediyordu. Birkaç kez müşteri yemeğine çıktığımızda karşısındakinin altından nasıl girip de üstünden çıktığını görünce ağzım açık kaldı. Tehlikeli adamdı Enver. Bazen onun bu özelliğini kıskandığımda olurdu.

İnsanlarla iletişimim çok iyi değildi. Yakışıklı biri sayılmazdım ama çirkin de değildim çekingen, sıradandım. Anlayacağınız, basit biriydim ama Enver, fazlasıyla yakışıklıydı. Üstelik şeytan tüyüne sahipti. Arkadaşım her hafta don değiştirir gibi farklı kadınlarla birlikte olurken daha birinin elini tutmadığımı, tutamadığımı söyleyerek ona dert yandım. Güldü.

İş hayatım artık rayına oturmuştu sırada aile kurmak geliyordu. Bunun için yine dostumun yardımına ihtiyacım vardı. Halledeceğini fakat ilk önce işime odaklanmamı söyledi.

Zaman hızla geçiyordu. Kazandığım parayla aldığım ilk arabamı özenle garajda saklıyordum. Evet, özel garajım vardı, ciddi para kazanıyordum ve son derece lüks villada bir başıma oturuyordum. Üstelik atölye yetersiz kalmaya başlamış büyük fabrika kurmuş on bir tane de bayi açmıştık. Tek çözüm bulamadığım konu ise yalnızlıktı. Yaşlanıyordum.

Ofisten çıkmak üzereyken Enver’den bir telefon geldi, acil olarak adını verdiği ünlü restorana gelmemi söyledi. Kötü bir şey olduğunu düşünmeme sebep oldu. Her zaman yaptığı gibi kötü şakalarından biriydi sadece, kötü ama güzel bir şaka. İki kadınla beraber masada oturuyorlardı. Enver beni görünce ayağa kalktı, bir eli yanındaki kadının kalçasındaydı, tanıştırdı, Gülizar. Kalbimin hızla çarpmasına yüzümün kızarmasına neden olan kadının ismi ise Ela’ydı. Hayatımda ilk defa karmaşık duyguları bu kadar yoğun yaşıyordum.

Yüzüme bile bakmayan kadınların aksine birlikte olduğumuz her dakika Ela benimle ilgilendi. Enver ve adını unuttuğum diğer kadın yanımızda değil gibiydi. Büyülenmiştim. Gecenin sürprizi bitmemişti. Son bombayı Enver patlattı. Ela’nın şirketimizin yeni muhasebe müdürü olduğunu açıkladı. Şaşkınlık içindeydim ama onunla aramızda oluşan elektriğin cazibesine kapılıp tek kelime etmedim. Bu, hep birlikte olacağımız daha sık görüşeceğimiz anlamına geliyordu. Yıldırım aşkı dedikleri bu olsa gerekti.

Ela işe başladı, şirkete adaptasyon konusunda sorun yaşamadı. Kısa bir süre sonra onu Enver’in zoruyla yemeğe davet ettim. Kabul etmeyecek diye korkuyordum açıkçası ama kabul etti. Yemekte alkolün de bana vermiş olduğu güç ve yetkiyle kendisinden hoşlandığımı, aile kurmak istediğimi söyledim. Aslında bunları dile getirmemi Enver söylemişti. Karşımdaki kadına açılmak o kadar kolay olmadığından sarhoş olana kadar içmekte bulmuştum çareyi. Hayatımda ilk kez âşık olmuştum ve ilk kez o gece sarhoş olup kustum. Aşkımın karşılıksız olmadığını duymak beni o gece dünyanın en mutlu adamı yapmıştı. Ela, yeşil gözlü, kumral tenli ve erkeklerin taş gibi kadın olarak tarif ettikleri fiziksel özelliğe sahipti. Hangi özelliğimden etkilendi bilmiyordum, umurumda da değildi. Birbirimizi sevdiğimizi hissediyordum.

İş resmiyete dökülene kadar üç kişi arasında ilişkimizi gizli tutmaya karar verdik. Bir an önce bu işin adını koymak istiyordum çünkü kıskançlık denen duygunun ne kadar çekilmez olduğunu o dönemlerde öğrendim. En yakın arkadaşımla Ela’nın sohbet edip gülüşmelerinde bile anlamsız manalar çıkarıyordum.

Dillere destan, masalsı bir düğünle dünya evine girdik. Balayına çıktığımızın ikinci günü iş yerinde kriz patlak verdi. Daha karımın kokusunu içime çekemeden, sıcaklığını hissedemeden iş yerindeki sorunların üzerime yıkıldığının haberi geldi. Enver’e ulaşılamıyordu. Rüya gibi geçmesini beklediğim balayı tatili kâbusa dönüp üzerime çöktü.

Ela’yı eve bırakıp fabrikaya gittim, amacım sorunu çözüp tatilimize kaldığımız yerden devam etmekti. Kriz, sandığımdan daha da büyüktü. Ödeme bekleyen malzemeci ve tedarikçiler, verdiği siparişlerin eline ulaşmadığını söyleyen bayilerin haberleri kara bulut gibi tepeme çöktü. Fabrikanın imalatı için tedarik edilen malzemeler benim çalıştığım firma değil başka yerden sipariş edilmişti üstelik ikinci kalite ve iki katı fiyatına. Alım satım işlerine Enver bakıyordu. Şirketin kasası adeta boşaltılmıştı. Ela’nın bu durumdan haberi olabileceğini düşünüp aradım. Duyduklarına inanamadı. Benim gibi o da Enver’e güvenip istediği miktarlardaki paraların çıkışını kontrol etmemişti. Üstelik bankadan yüklü miktarda krediler çekildiğini evrakları tararken öğrendim. Çocukluk arkadaşım arkamdan iş çevirmişti. Ortada dönen paralar şirket kasası yerine doğrudan Enver’in cebine girmişti.

Kafamdaki tatil hayali buharlaşıp uçarken kendimi bayilerin alacaklarına karşılık açtıkları davalarla boğuşurken buldum. Derdime düşmüş yeni evlenmeme rağmen karımı unutmuştum. Çıkış yolu arıyordum. Elimde avucumda ne varsa tüm varlığımı kaybedecektim. Yaşadığımız villa, iş yerlerim, dükkânlarım, arabalarım… İlk kaybettiğim fabrika oldu. Elimden bir şey gelmiyordu.

Evde oturmuş bir yandan kara kara düşünüyor bir yandan da içki içiyordum. Ela geldi, tüm mal varlığını onun üzerine yapıp resmi olarak boşandığımızda işin içinden sıyrılabileceğimizi söyledi. Etik olmasa da mantıklı bir fikirdi, bu tarz işleri karımın daha iyi bildiğinden emindim. Eski yaşantıma geri dönmek istemiyordum. Ela’nın fikrini gerçekleştirdik, bir gün içerisinde sahibi olduğum tüm gayrimenkulleri karımın üzerine geçirdim. Ardından da tek celsede boşandık. Bakıldığında ayağımdaki pantolon, gömlek ve kapitone mont dışında bir şeyim kalmamıştı.

Tabi ki alacaklılarım yakamdan düşmedi, mahkeme kararınca suçlu bulundum. Borçlarımı ödeyecek beş kuruş param olmadığından dokuz aylık hapis cezasına çarptırıldım.     İçeri girdiğimde ilk anlar katlanılması zor, dayanılmaz dakikalardı. İnsan her şeye zamanla alışıyormuş bunu da hapiste öğrendim.

Askerde şafak saymadım ama demir parmaklık ve dört duvarlar günleri, dakikaları saydırdı. Ziyaretime gelen olmadı, Ela’yı bekledim ama o da gelmedi.  Telefon etme şansı buluğumda karımı cep telefonundan aradım, ‘Aradığınız numara kullanılmamaktadır…” Ev telefonunu aradım, çaldı, çaldı açan olmadı. Başına kötü bir iş gelmesinden korkuyordum. Sonuçta iş yaptığımız insanların hepsi düzgün sayılmazdı, özellikle de işin içinde Enver’in olduğunu düşününce, içlerinde mafyavari tipler de vardı.

Hapiste yattığım süre boyunca düşünecek çok fırsatım oldu. Koğuşta tecavüzcü ve katil olmadığından bahsetmiştim fakat hapiste tanıştığım, hatırı sayılır suçlulardan Paytak Ömer’in tanıdığı her cinsten suçlu vardı.

Başıma gelenleri sorduğunda anlatmıştım. Bana acıyıp teselli vermesini beklerken aptallığıma, saflığıma gülüp alay etmişti. ‘Hayatta senin gibiler oldukça çakallar çok dans eder’ demişti. Paytak Ömer başkasının suçunu üstlendiği için ceza aldığını söylemişti ama herkese farklı bir hikâye anlatırdı. Gardiyanların bile bir sözünü iki etmediği bu adamı nedenini bilmediğim halde kendime yakın hissediyordum. Belki de bana hayatın acı gerçeğini yüzüme vurarak göstermesindendi.

İçeriden çıkacağım gün yaklaştıkça kiralık katil tutma fikri kafamda her geçen gün daha çok belirginleşiyordu. Böyle birini nasıl ve nerede bulacağımı bilmiyordum, Paytak Ömer bana kılavuzluk yapabilirdi. Yine bir gün ellerimiz belimizde bağlı avluda volta atarken kiralık katil aradığımı söyleyince, “Paran var mı,” diye sordu tek kaşını kaldırarak.

Nereden olacaktı, tüm mal varlığımı şerefsiz Enver’le Ela ile benden çalmışlardı.  Olumsuz cevap verdiğimde bu işi unutmamı söyledi.

“Kaç para gerektiğini sorduğumda, “Tahsilatçılık yapanlar bile komisyon harici dünya kadar para istiyor; sence bir kişiyi temizlemek kaça mal olur? Katilin yakalanma olasılığını düşünürsen, küçük meblağlar karşılığında alınacak bir risk değil,” diyerek benim yiyebileceğim bir nane olmadığını anlatmaya çalıştı.

Doğru söylüyordu, borç isteyebileceğim kimse de yoktu. Olsaydı, zaten dört duvar arasında bulunmazdım.

Bana yardım etmesini istedim. “Buradan çıkınca sıkı çalışıp, gecemi gündüzüme katar işlerimi eskisinden daha iyi hale getiririm, onlara rakip olur hatta onları piyasadan silerim. Hem istersen sen de buradan çıkınca yanımda işe başlarsın,” dedim. Hiç unutmuyorum, dakikalarca güldü. Gülmekten yoruluyor, durup bir nefes alıyor, sonra yüzüme bakınca dayanamayıp yeniden gülmeye başlıyordu.  Bu durum bir saat kadar sürerken ciddiyetimi hiç bozmadım. Sonunda bendeki kararlılığı anladığında dakikalardır gülen gözlerinde, bir tedirginlik ifadesi belirdi. ‘Sen ciddisin,’ dedi. Gözlerinin içine bakarak kararlı bir şekilde kafamı salladım. Gömleğinin cebindeki sigara paketini çıkarıp bir tane yakarken, paketten kopardığı bir kâğıdı dizinin üstüne koydu. “Hey Allah’ım,”  dedi hayretle, aldığı derin nefesi duman eşliğinde geri verirken. Cebimdeki kurşun kalemi istedi, uzattım.

“Çıktığın zaman bu yazdığım adrese git, adımı ver, selamımı söyle. Bana anlattıklarını aynen ona da anlat. Beni güldürdün ama belki seninle o ilgilenir,” diyerek küçük kâğıt parçası üzerine kargacık, burgacık bir adres yazıp elime tutuşturdu.

 

Hazırlık aşaması hakkında notlar.

Tarih: 11.11.2004

Birini takip edecekseniz, dikkat etmeniz gereken bazı şeyler var. Ayakkabılardan başlayalım mesela. Uzun süre dışarda zaman geçirebilirsiniz, ya da yürümek zorunda kalabilirsiniz, bu yüzden tabanı rahat bir ayakkabı giymelisiniz. Unutmadan, attığınız adımlar ne kadar sessiz olursa, sizin için o kadar iyi olur. Rahatlık, keşif ve takip görevleri için çok önemli bir unsur. Mevsimine göre seçeceğiniz kıyafetler, size hem hızlı ve çevik bir hareket gücü sağlamalı, hem de renkleri itibariyle dikkat çekmemelidir. Benim tercihim genelde koyu renklerden yana oluyor.  Fiziksel özelliklerinize ya da takibi gerçekleştirdiğiniz mekana göre şapka ve gözlük kullanımı gerekebilir. Örneğin, kel birinin ayna gibi parlayan kafası, ya da sarışın bir kadının alev alev yanan saçları, akla ilk gelebilecek şeylerden olabilir. Bu tip durumlarda dikkat çekici fiziksel özellikleri, en aza indirmek için aksesuar kullanımı önemlidir. Tabi bunun da bir dengesi olması. Kışın ortasında güneş gözlüğü takmak, elinde seni takip ediyorum tabelasıyla gezmek demektir.

Vücudunuz sizin her şeyiniz. Bu işi yapıyorsanız, birilerini öldürerek hayatınızı kazanıyorsanız, zinde bir vücuda sahip olmanız gerekir. Düzenli spor yapmalı ve yediğinize içtiğinize dikkat etmelisiniz. Kuvvetli kollar ve yumruklar, çıplak elle birini yere indirmek istediğinizde, silahınız olur. Geniş omuzlar ve güçlü bir sırt cesetleri taşırken yükünüzü hissettirmez. Sıkı baldırlar ve sağlıklı ciğerler, eğer tabanları yağlamanızı gerektirecek bir durum olursa, sizi kanatlandırır.

Uyanıklık, bu işte sahip olunması gereken en önemli meziyetlerden biri. Keskin bir akıl ve işine adanmış bir ruh, aynı bedende buluştuğunda, ardında iz bırakmayacak cinayet planlarını kurgulanabilir. Pratik zekâ, yalan söyleme kabiliyeti, insanları manipüle edebilme beceresi ile hızlı düşünebilme gibi melekeler, cinayet anında kullanılırsa plan başarıyla uygulanabilir. Bahsi geçen cin fikirli olma durumu, insanın tabiatında yani mayasında olmalı. Ancak, bu iş için gereken yetkinlikleri, sürekli çalışarak, tecrübe ederek geliştirmek mümkün. Bu durumun vücut bulmuş hali için, bizzat kendimi örnek verebilirim. Bir yerde okumuştum, iyi bir cani olabilmek için, uzun yıllarca namuslu bir insan gibi yaşamak gereklidir. Sanırım o yılların süresi, yaşadıklarım göz önüne alındığında benim için su gibi geçti. 

Uyum, gözlem ve takip sırasında zırhınız olur. Üzerinizde sanki bir görünmezlik pelerini varmış gibi hareket etmelisiniz. Kurban hakkında temel bilgilere sahip olduğunuzu varsayalım. Kurban için tasarlayacağınız planın kusursuz olması adına, attığı her adımı takip etmeniz, nefes alma sıklığını bile ezbere bilmeniz gerekebilir. Ev ve iş arasındaki rutinlerini, yol güzergâhlarını, sıklıkla gittiği mekânları, varsa yakın arkadaşlarını ve hatta alışveriş yaptığı marketi, manavı, kasabı ve eczaneyi öğrenmelisiniz. Kurbanınızın alışkanlıklarını bilmek de size avantaj sağlayacaktır. Kahve sipariş etmek için beklediği sıranın yakınlarında olup, içtiği kahveyi, yemek yediği restoranda, ona yakın bir masaya oturup, yediği yemeği öğrenin. Bunları yaparken doğal olun. O ortamın ve o anın bir parçasıymış gibi davranın. Bunun için biraz oyunculuk yapmanız gerekebilir. Bazen, kahve sırasında, telefonda heyecanlı ve hararetli bir şekilde, iş arkadaşıyla yapacağı sunum üzerinde tartışan bir beyaz yakalı, bazen de marketteki takip anında, manav bölümünde çalışan görevliye, bir önceki gelişinde aldığı salatalıkların kötü olduğundan dert yanan müşteri rolünü oynayabilirsiniz.

 

Plan, yöntem ve silah seçimi hakkında notlar.

Tarih: 13.11.2004

Dikkat çekmeyen bir gözlem çalışmasının ardından, sizi başarıya ulaştıracak kanlı planınızı yapmaya başlayabilirsiniz. Kurbanınızın günlük rutinleri, en sevdiği yemek ve içecekler, alerji yapan meyve ve sebzeler, her zaman kullanmak zorunda olduğu ilaçlar ve elde ettiğiniz diğer detaylar, müşteriniz ve kendiniz hakkında en ufak bir iz bırakmamak için belirleyeceğiniz öldürme yöntemini seçmeniz için rehberlik eder.

Sondan bir önceki adım, silah seçimi. Müşterilerin, kurban hakkında arzu ettikleri ölüm şekline göre, bir silah seçilir. İhtiras kurbanı olacak biri için, zehir ya da boğma teknikleri kullanılırken, her hangi bir mesaj vermeden ortadan kaldırılmak istenen biri içinse ateşli silahların hünerlerine başvurulur. İşin yapılacağı ortama göre de silah seçimi önemlidir. Hareket halinde ya da açık alanda gerçekleştirilecek bir cinayet sırasında, katil üzerinde hafif ama etkili bir ateşli silah bulundurmalı, yakın mesafeden gerçekleştireceği bir saldırı planladıysa, keskin bir bıçak ya da iğneyle enjekte edilecek bir zehir kullanmalıdır.

***

Hapiste kaldığım günlerden unutamadığım bir başka şey de, yatağın altına çiziktirilmiş bir aforizmaydı. ‘Allah’ım, bana acı çektirip de şimdi mutlu olanların hepsini benim elime düşür.’ Kim bilir hangi kader mahkûmu yazmıştı bu sözcükleri. Bir de; ‘Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.’ Ben artık İyi bir insan değildim ve bana acı çektirenlerin elime düşmesini beklemeyecektim.

Ufku görünmeyen bir boşluğun içinde buldum kendimi. Cezam bitip dışarı çıktığımda evim olarak bildiğim yer çoktan satılmış, yabancılar yerleşmişti bile. Yeni ev sahipleri satın alırken sadece emlakçı ile muhatap olduklarını söylediler. Çaresizdim, bana yardım edebilecek iki kişiyi tanıyordum ama ne Ela ne de Enver’den haber vardı.

Her şeyimi, ama her şeyimi buna umudum da dahil yitirmiştim. Aylarca sokaklarda yatıp çöplerden topladığım atıklarla doyurdum karnımı. Mobilya satan mağazaların önünden geçmemeye gayret ediyor, geçsem de başımı diğer tarafa çeviriyordum. Arkadaş bildiğim herkes sırtını dönmüştü.

Kendi ayaklarımın üzerinde durmak zordu, tüm insanoğluna karşı tek başıma mücadele ediyordum. Yüreğimdeki yara artık kabuk bağlayıp canımı daha az yakmaya başladığında eski karım Ela ve Enver’in akıbetini de merak ettiğimden nerede olduklarını neler yaptıklarını gizliden gizliye araştırdım. Birbirlerine âşık olduklarını öğrendiğimde; hazırladıkları tiyatroyu aralarında defalarca konuşup düştüğüm durumla alay edip attıkları kazığın hazzını yaşamak için çılgınca seviştiklerinin hayalini kurdukça, içimdeki öfke daha da kabarıyordu.

 

Bedenim aydınlığa kavuştu ruhum karanlığa teslim.

Tarih: 21.02.2005

Kararlılık ve saf kötülük. Çoğu zaman, tetiğe basan emri beyin vermez. Birini öldürmek için olabildiğince kararlı, bütün riskleri hesaplamış ve sonrasında yaşanacakları göze almış olmalısınızdır. Birinin gözlerinin içine baktığınızda, eliniz titremiyor, vicdanınız sızlamıyor, merhamet ve üzüntü duymuyorsanız, ruhunuz kötülüğün saflığıyla yıkanmış demektir. İşte o an profesyonelce bir cinayet işlemek için önünüzde bir engel kalmaz.

İlk cinayet, ele buluşan ilk kan. Zihnime, öfkeyle ekilen tohumların ilk hasat anı… Hayatımın o döneminde, içimde biriken öfke ve nefretle nasıl baş edebileceğimi bilemeden hareket ediyorum. Buna, savruluyordum demek daha doğru olur. Beş parasızdım, sahipsizdim. Dış dünyamda her şeyi yoluna koymak için iş bulmam gerekiyordu. İç dünyamdaki hezeyanı atlamak içinse, aklımın iplerini, vicdanımın elinden alıp, ruhumun karanlıklarına salmalıydım.

Bugün, bir konfeksiyon dükkanının kepengine asılı olan ilanı görüp, dükkândan içeri girdim. Haftalık yevmiye ile çalışacak bir ortacı arıyorlardı. Aradıkları adam bendim. Bir hafta bitine kadar cebimdeki para kirama anca yeterdi. Öğlenleri iş yerinde yiyeceğim yemekle, bütün günü geçirmeliyim. Birinci haftanın sonunda paramı aldığımda eksilen öz güvenimin de yerine gelmeye başlayacağını umuyordum. Karanlığa hapsedeceğim ruhumu saklamak için bedenimi aydınlığa kavuşturacak iş buydu.  

 

Elveda masumiyet.

Tarih: 12.05.2005

Geçen hafta bugün, herkesin çay molasında olduğu bir saatte, kalite kontrol yapan kadınlardan birinin makasını alıp, önce gazete kâğıdına sardım ve sonra bir torbanın içine koydum. Torbayı iyice büzüştürüp, hışırtı çıkarmayacak şekilde pantolonumun iç kısmına soktum ve kapıda duranların yanından, bakkala gitme bahanesiyle sıyrılıp dışarı çıktım. Dükkânın yüz metre ilerisindeki bir apartmanın, açık kapısından içeri girdim. Üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Su saatlerini muhafaza eden tahta dolabın kapağını açıp, pantolonum ve karnım arasına sıkıştırdığım poşeti çıkararak buraya koydum. İki gün sonra iş çıkışı, herkesin dağılmasını bekledim, etrafta tanıdık kimse olmadığından emin olunca, apartmana doğru yürüdüm. Dış kapı kapalıydı, en üst kattaki zile bastım, kısa bir beklemeden sonra kapı açıldı. Koşar adım merdivenleri tırmandım ve dolabın kapağını açıp, bıraktığım poşeti yerinden aldım. Ziline bastığım kişi bina içindeki varlığımı fark etmesin diye girdiğim hızla kendimi dışarı attım. İlk cinayet silahım elimdeydi.

Fizik olarak güçsüz, kafa olarak yorgundum. Baş edebileceğim kolay bir hedef bulmam gerekiyordu. Kaldığım eve giden yol üzerinde metruk bir arazi vardı. Bu arazinin içinde yıkık dökük bir ev ve bu evin içinde birkaç berduş yatıp kalkıyordu. Birkaç akşam bu araziyi karşıdan gören bir kahvede oturup, berduşları gözlemlemeye çalıştım. İki kişilerdi. Birinci berduş saat dokuz gibi, ellinde şarap şişeleriyle, ikinci berduşsa ondan bir saat sonra elinde ekmek poşetleriyle geliyordu. Bu rutin, onları gözlemlediğim gecelerde, aynı şekilde devam etti. Saatler ve geliş sırası hep aynıydı. Elinde şarap şişesiyle gelen berduşu, hedef olarak seçtim. O gün Pazar’dı, kahvenin ve arazinin çevresindeki sokaklar kalabalık değildi, o yüzden o geceyi seçtim. Hava karardıktan sonra evden çıktım, saat sekiz buçuğa yaklaşırken arazinin arka tarafından eve doğru süzüldüm. Berduşların girdikleri kapıyı karşıdan görecek bir duvar yıkıntısının ardına saklanıp, adamımı beklemeye başladım. Beklediğim gibi oldu. Adam elinde şarap şişeleriyle içeri girdi. Belime sakladığım makası çıkardım. Adam elindeki poşeti yavaşça yerine bırakıp, zemine serdiği süngerin üzerine çökmeye hazırlanırken, üstüne çullandım. Yüzüstü yere düşen adam, birkaç kez silkinmeye çalışsa da beni üzerinden atamadı. Bu silkinmelerin peşini, bir imdat çığlığı takip eder diye düşünüp, sol dirseğimle ense kökünü, süngere doğru bastırdım. Bütün gücümle adamı yerde tutmaya çalışıyordum. Nefes alabilmek için dudaklarını ve burnunu süngerden kurtarıp, yüzünün sağ tarafını bana doğru döndü. O an sağ elimde tuttuğum makası adamın boynuna sapladım. Boğuk bir “Ah” sesi duyuldu, aynı anda boynundan akan kanlar, tozdan ve kirden kahverengiye çalan süngeri, kırmızıya boyamaya başladı. Adamın üzerinden çekildim. Yaklaşık on beş, yirmi saniye kadar bekleyip, adamın soluk alış verişi kontrol ettim. Nefes almıyordu. Kana bulanmış pardösüsünü, yerde duran bir demir parçasıyla kaldırıp, pantolon ceplerini kontrol ettim. Son kalan iki yüz altmış lirasını da cebe atıp, arazinin arka tarafından sıvıştım.

O an içimde hissettiğim huzuru anlatamazdım. Öldürmeye devam etmem gerekiyordu, yoksa bu ruh bu bedendeyken, başka türlü huzur bulamayacağımı hissediyordum.

 

İşimde Gücümdeyim.

Tarih: 12.11.2005

İlk cinayet ve sonrasında olanları hayal meyal hatırlıyordum. Zaman ne kadar çabuk geçti. Aklımda, sadece Hikmet’e gittiğim ilk gün canlı bir şekilde duruyordu. Her şey ne kadar normaldi. Oturduk konuştuk, çay içtik, havadan sudan sohbet ettik, arada gelip, kiralık ev soranlar bile olmuştu. Hikmet, konuşmamızın ilerleyen saatlerinde gözlerimin içine bakıp, bendeki çaresizlikle karışan öfkeyi gördü. Bana, “bunu yapmayı gerçekten istiyorsan önce bana güven vermelisin” dedi. Onu ikna etmek için her şeyi yapmaya hazırdım o an. Ve her hangi bir ücret almadan yaptığım ilk işimi verdi. Dişçi Namık.

Tasarladığım o gözlem ve takip tekniklerini ve öldürme yöntemlerini uygulamak için nasıl heyecanlanmıştım? Kendimi ispat etmek istedim. Dişçiyi iki gün izledim. En uygun anı buldum ve adamı otoparkta yakalayıp, işini bitirdim.

Olay yerinden uzaklaşırken ilk başarılı infazın gururuyla Hikmet’i aradım. “Kendine yeni bir dişçi bulman lazım” dediğimi hatırlıyordum, of be ne havalı sözdü. Hikmet’le konuşmalarımız artık daha kısa sürüyordu. Bana öldürmemi istediği kişinin bilgilerini ulaştırıyordu, infazın ardından onu arayarak ‘Evi beğendiler,’ diyordum, o da ‘Bana evin satışı 2 güne tamamlanır, paranı gelip elden al,’ diyerek zaman veriyordu.

Şu ana kadar onun için 6 işi hallettim, bu sefer kendim için bir iş aldım. Bunun karşılığında bir ücret almayacaktım, sadece bir alacağı tahsil edecektim.

 

Enver artık piyasada Enver Bey olarak anılıyordu, Ela ise sıradan bir muhasebeci değildi, giydiği göz kamaştırıcı kıyafetler ve pahalı parfümüyle gittiği her yerde kraliçe muamelesi gördüğünü öğrendim. Tavrı, yaklaşımı insanlar üzerinde hayranlık etkisi bırakıyordu ancak gerçek Ela’yı tanıdığım için masumane görünen o gülüşünün altındaki şeytani ifadeyi sadece ben görebiliyordum.

Mobilya sektöründe Ali Dündar devri kapanmış Enver’in pardon Enver Bey’in kurduğu ve iki sevgilinin baş harflerinden oluşan yeni marka, ‘El-En Mobilya’ dönemi başlamıştı. Enver, zamanında çizimini yaptığım ve hayata geçirme şansı yakalayamadığım modellerin hepsini kendi tasarımı gibi piyasaya çıkarıp satışa sunmuştu.

Güçlükle bulduğum iş sayesinde kazandığım üç kuruşu biriktirmeye çalışıyordum, bu paralara hayatımı idame ettirmeme imkân yoktu. Paytak Ömer’in içerdeyken verdiği adrese gitmeye karar verdim, kendimi hazır hissediyordum. İntikam alma zamanı gelmişti. Adreste yazan yere gittiğimde bir emlak dükkânıyla karşılaştım. İçeri girdim, genişçe bir masanın ardında, oturduğu koltuktan taşan cüssesiyle Hikmet bulunuyordu. Hoş geldiniz dedi, kiralık mı bakıyorsunuz yoksa satılık mı? Kiralık katil tutmak için harika bir paravan olmuş diye düşündüm. Kiralık dedim, Hikmet, oturmam için masasının önündeki sandalyeyi gösterdi. Karşısına kuruldum ve konuşmaya başladım. Paytak Ömer’in selamını iletip doğrudan konuya girdim.

Hikmet, şaşkın gözlerle başımdan geçenleri dinledi. Çaycının dükkâna girip, çıkması dışında soluk almadan bütün hikâyeyi, yaklaşık bir saat içinde anlatım. Önündeki deftere birkaç not aldı. Ben sustuktan sonra arkasına yaslandı ve yüzüme uzun uzun baktı. ‘Seni çok iyi anlıyorum,’ dedi. ‘Senin, arkasında iz bırakmadan, bu ikisini ortadan kaldıracak birine ihtiyacın var, bu kişi işinde oldukça uzmanlaşmış olmalı,’ bir an durakladı, çekmecesini açıp küçük bir not defteri çıkarıp, içinden sayfaları karıştırdı. Aradığını bulmanın verdiği keyifle yüzünde bir gülümseme belirdi.

Fiyatta anlaşabilirsek, böyle çetrefilli işi halledebilecek birini tanıyorum.’ Dediğinde ben de keyiflendim ve sorduğum soru şuydu; ‘Bu iş için ne kadar istiyor?’

Hikmet’in dudaklarından dökülen rakamı duyunca, güçlükle yutkundum. Adem elmamın hareketini hissettim, ‘Çok para,’ diyebildim. O ana kadar biriktirdiğim ya da önümüzdeki iki üç yıl boyunca, yemeden içmeden biriktireceğim para, bu ücreti karşılamaya yetmeyecekti. Hikmet, sakin bir tavırla defterini kapatıp, çekmesine koydu ve yüzüme baktı.

“Ne yapmayı düşünüyorsun?”

 

Sen Bir Meleksin

Tarih: 04.12.2005

Üç haftadır takipteydim. Sabah evden çıkıp işe gitmesi, iş saatlerinde çok az dışarı çıkması, bazı akşamlar da kimi zaman karısıyla, kimi zamanda bazı arkadaşlarıyla hep aynı restoranda yemek yemesi dışında rutini bozacak bir hareketine rastlamadım. Bu gözlem sırasında en çok dikkatimi çeken sürekli nakit kullanmasıydı, hiçbir zaman kartına başvurduğunu görmedim. İlk başta bunu bir alışkanlık ya da prensip meselesi olarak yaptığını düşünmüştüm ama ikinci haftanın sonunda, bunun bir yalana alıştırma süreci olduğunu öğrendim. Kimi mi? Bu sorunun cevabını takibimin ikinci haftasının ortalarında anlayabildim. Elbette karısını.

Bir gün öğlen vakti, arabasına atladı ve iş yerinden ayrıldı. Ben de peşine takıldım. Önce benzinciye girdi. Oradan ayrılıp, hem evinden hem de iş yerinden farklı bir konuma doğru yol almaya başladı. Peşini bırakmadım, tahminimce dikkat çekmemek için hız yapmıyordu, bu sayede ben de kiraladığım düşük sınıf araçla çok zorlanmadan takibime devam edebiliyordum. Bu takip yaklaşık yirmi dakika sürdü, yolun iki şeride düştüğü ve araç sayısının azalıp, her an kendimi ele vermek üzere olduğum bir anda, yolun etrafını çeviren iki üç katlı evlerden birine doğru yanaştı ve arabayı park etti.

Yola bakan cephedeki camlardan birinde satılık ilanı bulunuyordu. İlandaki telefonu not etmeye çalışırken, kapıyı bir kadın açtı ve bizimkini içeri aldı. Bir aldatma vakasıyla karşı karşıya olabilirdim ve bunu kendi lehime çevirebilirim diye düşünmeye başladım ama önce durumdan emin olmak istedim. Eğer içerideki görüşme yasak bir ilişkinin kaçamağıysa, en şehvetli anında sabote etmek yerinde olacaktı. Yirmi dakika bekledim ve satılık ilanında yazan telefonu çevirdim. Bir kez çaldı, sonra ikinci, üçüncü, dördüncü, açana kadar bırakmaya niyetim yoktu, ısrarım sonuç verdi ve yedinci çalışında arayana lanet eden bir sesle kapıda yüzü görülen kadının sesini duydum. “Alo, ne vardı?”

“Telefonu bu soruyla açarsanız evi satamazsınız hanımefendi,” dememek için kendimi zor tuttum.  “Yanlış oldu sanırım, ben Hamdi’yi aramıştım” deyip fazla uzatmadan kapattım, kadının sesi ilk kanıt olarak bana yetti. Sabotajı sonra eğlenceye çevirmek istedim. Telefon navigasyonundan bulunduğum yerin tam adresini buldum. 187 doğalgaz acili aradım, adresi verip, evde yoğun bir gaz kokusu olduğunu ve gaz sızıntısı olabileceğini düşündüğümü söyleyip telefonu kapattım. Normal şartlarda bir doğalgaz acil müdahale ekibini böyle bir şikâyete on beş dakika içinde müdahale etmesi gerekirdi ama sağ olsunlar daha aramamım üzerinden on dakika bile geçmeden gelip kapıyı çaldılar. Ben de arabayı park ettiğim yerden karşı kaldırma geçip, onlar zili çalarken kapıya en iyi görebileceğim açıyı bulmaya çalışıyordum. Ekipten biri, “doğalgaz acil, gaz kaçağı ihbarı için geldik,” diye seslendikten iki dakika sonra, kapı aralandı ve önde kadın, arkasında gömleğinin düğmelerini iliklemeye çalışan adam göründü. Ve bu anı ölümsüzleştirmek bana düştü.

İhbarın asılsız olduğu hakkında gelen ekibi ikna etmeye çalıştıkları sırada arabaya atlatmış, planımın bir sonrakini adımını uygulamak için yol alıyordum. Radyoyu açtım, keyfim yerindeydi. Ne umdum ne buldum derken, Kargo Grubundan uzun zamandır dinlemediğim ‘Sen Bir Meleksin’ şarkısı çalıyordu, ben de ıslığımla onlara eşlik ettim. “Sen bir meleksin, meleksin. Her şeyden güzlesin…” 

 

Hikmet’e verecek cevap bulamadım. Aklıma hiç bir şey gelmedi. İntikam almak istiyordum, acı çektirmek istiyordum, ruhum ve aklım uğradığım hayal kırıklığı sonrası büyük bir çöküntü yaşıyordum.

Haklıydı, para olmadan bu işi yapamazdım ama bir yolunu bulmak istiyordum. Derin düşüncelere daldım, ne diyeceğimi bilemedim. Düşünmek için Hikmet’ten biraz vakit istedim. Niyetimin ciddi olmasını anlaması için polise gitmeyeceğime dair söz verip, üzerine kaparo olarak cebimdeki paranın büyük bir kısmını bıraktım.

Kaybettiklerim umurumda değildi, önüme bakmalıydım. Hikmet’in yanından ayrıldıktan sonra harabeye dönen hayatımı nasıl yoluna sokabileceğimi düşünmeye başladım, düşünsem de çıkar yol bulamıyordum.

 

Sen Bir Melektin

Tarih: 25.12.2005

Üç hafta daha izlemeyi sürdürdüm. Aldatma seanslarını bile rutine bağlamıştı. İki haftada bir mutlaka aynı kadınla buluşuyor iki saat geçirip, ayrılıyordu. Benim tanık olduğum ikinci buluşma yine, üzerinde satılık ilanı olan ve ilanın üzerinde aynı kadının numarası olan farklı bir evde gerçekleşti. Gaz kaçağı numarası tutmaz diye düşünüp, eve girip, çıkarken fotoğraflarını çektim ve oradan uzaklaştım.

Profesyonel olarak duygularımla hareket etmemeyi öğrendim. Benim için kurbanlarımın isminin, cinsiyetinin ve yaptıklarının hiçbir önemi yoktu. Hassasiyet duyduğum tek nokta aldatmaydı, istemeden de olsa bu durumda işe duygularımı da katabiliyordum. Eğer infaz edeceğim kişi aldatanlardan birisiyse öldürürken daha fazla acı çekmesini sağlıyordum.

Tanınmamak için ufak bir makyaj ve karakteristik maskelerle yüzümü değiştirdim. Kemerli bir burun, gözümün altında siyah bir ben, uzun zamandır bırakmak istediğim gür sakalın takmasını kullandım. Kapıyı açan kadın bana şaşkınca bakıyordu, kim olduğumu ve ne için geldiğimden haberi yoktu. Elimde tuttuğum silaha gözleri kaydığında rengi kireç gibi oldu. Ölmeden önce yaşamının son demlerinde insanların böyle tepkiler vermesine bayılıyordum. O kısacık sürede beyinleri çok fazla şeyi düşünebiliyordu. Sakince içeri girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. Kadın bir şey söylemek istese de, boğazında bir düğüm onu tutuyor, dudaklarını her hareket ettirişinde bir yutkunma sesi duyuluyordu. “Zahmet etme,” dedim, “bir şey demene hiç gerek yok.” Namlunun ucuyla önce mutfağa doğru itekledim, çekmeden bir bıçak alıp, montumun iç cebine koydum. Oradan salona geçtik ve koltuğa oturmasını işaret ettim.

“Ne istersen verebilirim, para mesela ne kadar istersen, ne istersen, lütfen söyle.” “Para işi kolay,” sesim donuk ve duygusuzdu. Müzik çalmasını ve sesini açmasını istedim Anılarının derinliklerinde bir şeyi hatırlamış olacak ki bakarken gözlerini kıstı.

Onu şaşırtmak için planımın ikinci aşamasındaydı sıra, cevap beklemeden cebimden çıkardığım fotoğrafları ona doğru uzattım ve neredeyse iki aydır yaptığım takibin kısa bir özetini geçtim. Aldatılmışlığın verdiği o çöküntüyü buğulanan gözlerinde görebiliyordum.  Gözyaşlarına ve sinirden titreyen ellerine hâkim olamıyordu. Bu sırada zil çaldı. Namlunun ucunu kadının sırtına bastırarak birlikte kapıya doğru yürüdük.

Enver’i içeri alırken, ben kapının ardında saklanıyordum, kadının gözleri yaşlarla doluydu. Enver içeri girdiği sırada silahımı belime sokup, ceketimin iç cebindeki bıçağı çıkardım. Enver, aramızda kalmıştı, ne olduğunu anlamadan ilk bıçak darbesini karın boşluğuna, ikincisini kasıklarına ve üçüncü darbeyi göğüs kafesine indirdim. Enver şok içindeydi, ruhu bedenini terk etmek için hazırlanırken gözbebekleri büyüdü. O sırada gösterişli müzik sisteminden rahmetli Erkin Koray’dan Çöpçüler şarkısı çalıyordu.

‘Dün gece çok aradım,

Aradım bulamadım.

Kör olası çöpçüler

Aşkımı süpürmüşler…’

Kadın şoka girmişti elinden tutup, yanıma çektim, cebimden çıkardığım bezle bıçağın üzerini sildim ve onun eline tutuşturdum. Ne olduğunu anlayamadan eline vurup, bıçağı yere düşürmesini sağladım. Silahımı çıkartıp, evin bahçeye bakan arka kapısına doğru yöneldik ve planımın son hamlesine doğru ilerledik. 

 

Hikmet’in söylediklerini hatırladım.

“Bak güzel kardeşim, Ömer’den adresimi almış gelmişsin, Ömer içeride, ben seni tanımam. İşimi gücümü biliyorsun, artık benim için bir tehditsin. Bu kapıdan elini kollunu sallayarak çıkman benim için risk. Ben de senin kim olduğunu, ne yapmak istediğini öğrendim. Ben de senin için bir tehdit sayılırım. Bir yerde çıkar çatışması yaşıyoruz. Sen hem kendi işini halledip, hem de benim için çalışmaya ne dersin?”

Hikmet, bu karmaşayı ikiye katlayacak bir söz etti.

“Sen öldürsene kardeşim, işini neden başkasına bırakıyorsun?”

Neden olmasındı?

 

Bir berduş öldürerek başladığım cinayet serüvenine dişçi ile devam ettim. Öldürmeye devam ettikçe tecrübe kazanıyor ve daha soğukkanlı hareket ediyordum fakat derler ya ilkler her zaman özeldir diye. O berduşun gözünün feri sönene kadar izlemiştim, kısa süreli yaşadığım pişmanlığın ardından alacağım intikamı düşününce yaşadığım tatmin olma duygusunu tarif edecek sözleri daha henüz bulamadım.

Tam altı cinayet! Polisler şu ana kadar kurbanları kimin öldürdüğüne dair hiçbir kanıt bulamamışlardı. Her defasında farklı bir metot uyguladığımdan, öldürülen kişilerin birbirleri ile bağlantısı da ortaya çıkarılamadığından, katilin aynı kişi olduğunu bilmelerine de imkân yoktu. Cinayetleri zevk için ya da polislerle köşe kapmaca oynamak için işlemiyordum, bu işi tamamen para için yapıyordum. Bir zamanlar mobilya dünyasının kralı Ali Dündar artık ölüm kokan karanlık dünyanın hükümdarıydı.

Sıradaki isimler benim için çok önemliydi, bu sefer para için cinayet işlemeyecektim sadece ve sadece içimdeki acıyı dindirip ayaklar altına alınan gururumu, çöplüğe atılan şahsiyetimi kurtarmak içindi.

Kapının arkasından çıkıp da Enver’e bıçağı saplarken, yüzümdeki makyaja ve değişikliğe rağmen kim olduğumu anlamıştı eski dostum. Onun cansız bedeni yere serildiğinde Ela’nın da fark etmesini bekledim fakat onun beni Enver kadar sevmediğini anladım. Erkin Koray’ın şarkısı bitmiş, Cem Karaca’nın İşte Geldik Gidiyoruz başlamıştı.

‘Bir çiviyi çakar gibi

Vura vura günlere

Bir çiviyi çakar gibi

Vura vura günlere

Dörtnala gidiyoruz

Dörtnala gidiyoruz

Bizi bekleyen yere

Bizi bekleyen yere…’

Gitmeden önce bir işimiz daha vardı. Benden çaldıkları paralar! Bankada yatan tüm paralarını yurt dışında, izini sürmeleri neredeyse imkânsız başka hesaba transfer etmesini söyledim Ela’ya. Kendi bilgisayarından sorunsuz bir şekilde hallederken evde şiddetli bir kavga yaşandığı izlenimini vermek için etrafı epeyce kırıp döktüm. Gözüme batan, dekorasyona uyum sağlamayan tabloları, bibloları fırlattım yere. Samimi olarak söyleyeyim öldürmek kadar rahatlatıcı değildi. Artık bizi bekleyen yere dört nala gidebilirdik.

Şehirden oldukça uzakta, yıllardır insan yüzü görmemiş ve kaderine terk edilmiş eski bir fabrikanın bulunduğu yerdi gittiğimiz. Tüm paralarını almıştım, Enver’in hayatını da…  Şimdi sırada Ela vardı. Elleri ve ayaklarını bağladıktan sonra sesi çıkmaması için ağzını da bantladım. Artık sadece nefes alabilecek ve görebilecekti, tek göreceği ise karanlık tabutun içiydi. Onun için hazırladığım tabuta yatırırken boşuna debeleniyordu. Ölümü beklemesi için onu kaderiyle baş başa bırakacak yaptıkları ile yüzleşmesi için zaman tanıyacaktım. Yüzümdeki makyajı ve takma sakalı çıkarmaya başladığımda Ela sonunda beni tanıdı. İhanete uğramanın  vermiş olduğu o yakıcı duyguyu tattığını bakışlarından anladım. Geçmişte canlı canlı gömdükleri Ali’nin intikamıydı bu.

Kapağı kapatmadan önce son kez gözlerinin içine bakıp “Elveda sevgilim,” dedim. Artık kendimi özgür hissediyordum, damarlarımdaki kana bulaşan zehirden arınarak yeniden doğmuş hissediyordum.

 

Uzun İnce Bir Yoldayım

Tarih: 26.12.2005

Arka fonda Aşık Veysel’den Uzun İnce Bir Yoldayım çalarken bir yandan kahvemi içiyor bir yandan da haberleri okuyordum;

‘Aşk Cinayeti

Magazin ve iş dünyasının tanınan simalarından Ela Beyazlı, polis tarafından aranıyor. Polisin verdiği bilgilere göre; başarılı iş kadını Ela, sevgilisi ve iş ortağı Enver Dağ tarafından aldatıldığını öğrenince aralarında şiddetli bir tartışma yaşandı. Tartışma sırasında Ela Beyazlı ünlü iş adamını üç yerinden bıçaklayarak öldürdü ve hesabındaki tüm para ile kayıplara karıştı.

Tüm emniyet güçlerinin cinayet zanlısı Ela Beyazlı’yı arama çalışmaları sürüyor…’   

‘Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece

Gündüz gece

Gündüz…’

 

Onur Okan & Orçun Yenilmez

En Son Yazılar