“Maden kazası. Özel bir şirkete ait çok büyük bir maden ocağında trafo patlaması nedeniyle kaza olmuştur. İlk belirlemelere göre …”
Karanlık ve duman her yeri sardığında kazmasını kömüre son kez salladı Hüseyin. Ne olduğunu bile anlayamadan diğer arkadaşları ile daracık koridorda koşmaya başladı. Gaz doluyordu ciğerlerine, eğitimde göstermişlerdi biliyordu, yavaş nefes almalıydı ama koşuyordu işte, nasıl yavaş nefes alacak. Boğazı yanıyor, burnu yanıyor, öksürük geliyor, öksüremiyordu. Baretinin üstündeki lamba aydınlatmaya yetmiyordu önünü. Koştu, koştular nereye gittiklerini bilmeden. Düşenler olmaya başladı. Yanında, önünde, arkasında. Kimdi düşen göremiyordu. Duramıyordu, koşuyordu, sadece koşuyordu. Yoruldu sonunda. Nefesi sıklaştı, boğazı Temmuz ramazanlarında oruçluyken bile bu kadar kurumamıştı. Başı dönmeye başladığında zehirlendiğini fark etti. Duvara yaslandı. Derin bir nefes almaya ihtiyaç duyuyordu alamadı. Yoktu, nefes alacak hava yoktu. Yanına biri daha yaslandı. Tutunup duvara bir an baktılar birbirlerine, “Kâmil Abi,” dedi içinden, çünkü sesi çıkmıyordu. “Hüseyin,” dedi Kâmil içinden onun da sesi çıkmıyordu. Bu son bakış oldu birbirlerine. Düştü Kâmil kalkmadı bir daha kalkamadı. Eğilip ne olduğuna bile bakamadı Hüseyin. Yaslandı duvara. Can simidine sarılır gibi sarıldı sırtı kömür duvarına. Kömürde ona sarıldı sanki. Aklına kızı geldi, henüz beş yaşındaki kızı. Sonra karısını düşündü karnındaki ikiz bebeklerini. Ağlamak geldi içinden ağlayamadı. Gözyaşları kurumuştu. Sarıldı sırtı duvara, can simidine sarılır gibi. Duvar da ona sarıldı bırakmak istemez gibi. Nefes almak istiyordu. Küçük bir nefes, şöyle bir oh dese geçecek her şey. Düşüncelere dalıp avutmaya çalıştı kendini.
“Az kalmıştı,” diye düşündü. Kredi bitince ocaktan ayrılıp gidecekti buralardan. Kör olasıca para derdi bitmiyordu ki bir türlü. Anası hastalanmıştı geçen sene. Karısı hamile kalmıştı yeniden. Hem de ikizdi bu sefer gelen. O da mecburen kredi çekti. Doktor parası lazımdı anasına, onun için; evin kirası için, küçük kızı okula başlayacak onun masrafları için, yeni bebekleri doğacak, onlar için para lazım. Televizyon bozuldu geçen ay, maaşın yarısı gitti. Nefes almalı diye düşündü. Yavaş nefes almalı. Başı dönüyor, gözleri kararıyordu. Açtı gözlerini açabildiği kadar. Sırtı yeniden sarıldı kömür duvarına, boğazı yanıyordu, burnu, gözleri yanıyordu.
“Allah’ım,” dedi içinden dua etmek istedi dili dönmüyordu. Et parçası gibi olmuştu ağzının içinde dil söz dinlemiyordu. O kadar kurumuştu ki boğazı sanki ocaktaki bütün kömür onun ağzındaydı. Ninesi geldi birden aklına, “Dua edemezsem Allah derim,” derdi. O da “Allah,” dedi. Dili söyleyemiyordu ama beyni tekrarlıyordu. Garip bir uyuşukluk sardı bedenini. “Allah,” tekrar, “Allah,”. Ayakta durmak gitgide zorlaşıyordu. “Allah, Allah, Allah,” sırtıyla yeniden tutunmaya çalıştı kömüre, “Allah, ekmek kapısı kara elmas bırakma beni,” dedi içinden. “Ömrümü verdim sana kömür bırakma beni.”
Kaydı ayakları, büküldü dizleri, sırtı can havliyle yaslandı yeniden kömüre. Nefes almak istiyordu. “Nefes, bir küçük nefes, anam, ne zormuş ölmek.”
Sarıldı var gücüyle, sırtı yapıştı kömüre, kömür de ona. “Allah, Allah.”
***
“Acımız çok büyük. Sorumlular en kısa zamanda tespit edilecek fakat burası maden ocağı, bu tip kazalar bu işin doğasında var. Bütün dünyada oluyor zaman zaman böyle kazalar. Allah ölenlere rahmet eylesin. Yakınlarına sabır versin. Gereken neyse yapılacak,” diyordu takım elbiseli, kravatlı gözlerinde acıdan çok öfke olan yetkili biri.
Yüzlerce işçi hayatını kaybetti. Trafo yangını denildi, grizu denildi, denildi, denildi. Yas ilan edildi. Düğünler iptal edildi ama reklamlar iptal edilmedi. Bayraklar yarıya indirildi ama televizyonda diziler yarıya indirilmedi. Yetkililer konuştu, yetkisizler konuştu ama Hüseyin’in sesi bir daha hiç duyulmadı.
Çıkamadı o madenden Hüseyin, Ona ulaşılamadı. Karbon monoksitin en yoğun olduğu yerdeydi. Bırakmadı kömür onu kendine kattı.
Bekledi Fatma, karnında ikizleri kucağında beş yaşında kızı yanında Hüseyin’in kanserli annesi. Beklediler, beklediler.
“Madenci ailelerine gereken yardımlar yapılacak,” dedi gözleri merhametten çok öfkeyle bakan yetkili biri.
“Ben yardımı ne yapayım,” diye haykırdı Hüseyin’in kanserli annesi. “Oğlumu verin bana. Kaç para eder Hüseyin? Hangi para getirir bana Hüseyin’imi?”
Duymadılar onu. Yas bitti, reklamlar bitmedi. Diziler televizyonda hiç soluk almadan, biri bitmeden bir yenisi başlayarak devam etti. Hüseyin kömür, kömür seçim propagandalarında malzeme oldu. Bitti, gitti.