Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Sadi Bey’i Kim Öldürdü?

Diğer Yazılar

UCUZ ETİN YAHNİSİ

FIRTINALI BİR GECE

SİYAH EL

Erkan Öztürk
Erkan Öztürk
Erkan Öztürk 1985 yılında Ardahan’da doğdu. 2008 yılında Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünü bitirdi. Patika, Berfin Bahar, İnsancıl ve Güney Kültür Sanat gibi edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlanıyor. Ankara’da yaşıyor.

Ajanslar yetmiş yaşındaki emekli müzik öğretmeni Sadi Kızılırmak’ın Bahçelievler’de yalnız yaşadığı evinde öldürüldüğünü son dakika haberi olarak duyuruyordu. Hazır havalar ısındı şöyle bir hafta izne çıkarım diye düşündüğüm sırada odaya giren yardımcım Şefik müjdeli haberi vermekte gecikmedi.

“Başkomiserim iş bize verildi.”

“Hangi iş Şefik?”

“Şu emekli öğretmen cinayeti… Bahçelievler’deki…”

“Sabah sabah ağzından bal damlıyor Şefik, teşekkür ederim.”

Sırıtarak, “bir şey değil amirim, görevimiz,” diyerek uzaklaşıyordu ki, “Nereye?” diye sordum.

“Bir kahve alıp gelecektim.”

“Bırak şimdi kahveyi. Çıkalım.”

Az önceki şen şakrak halinden eser kalmadı Şefik’in. “Emredersiniz,” diyebildi isteksizce.

Hazırlanıp aşağı indim. Dışarıda ılık bir baharın tatlı esintileri vardı. Gökyüzü alabildiğine mavi ve açıktı. İznimin yattığına üzülmüştüm. Umarım şu iş çabuk çözülür de, bir an önce izne çıkarım diye söylenmeye başladım. Az sonra Şefik bizim külüstürle yanaştı. Cinayet mahalline doğru hareket ettik. Kaç gündür oldukça yorulmuştum. Sabaha karşı eve gelmiş birkaç saat uykudan sonra tekrar büroya gitmiştim. Araba sallandıkça gözlerim kapanıyor, tatlı bir uykunun ağırlığı bedenimi ele geçiriyordu. Uykumu açmak için radyo kanallarını çevirdim. Şefik’e cam açmasını söyledim. Kuş cıvıltıları ve hoş bir koku doldurdu arabanın içini.

“Yorgun görünüyorsunuz,” dedi Şefik.

Gerinerek “Yorgunum,” dedim.

“İsterseniz rapor alın.”

Hüzünlü bir gülüşle Şefik’e baktım.  “Çok var mı daha?”

“Az kaldı köşeyi dönünce ilk bina.”

Bahçelievler’in dar sokaklarından güçlükle ilerleyip olay mahalline ulaştık. Binanın önüne geldiğimizde görevli arkadaşlar bütün tedbirleri almışlardı. Apartman girişindeki memur kimlik kontrolü yapıyor, birkaç arkadaş bahçede delil arıyor ve olay mahallinin fotoğraflarını çekiyordu. Gerekli bilgileri aldıktan sonra maktulu görmek istedim. Maktul yatak odasında sırtı üstü yatar vaziyette, kolları iki yana açılmış uyuyor gibiydi. Kır saçlı, düzgün fizikli, yaşından genç gösteren talihsiz adamın göğsü kana bulanmıştı. Ben dikkatle cesedi incelerken olay yerinde görevli bizim sarı Alper heyecanla yanıma sokuldu.

“Boğazında usta işi bir kesik var Başkomiserim.”

“Bıçak mı?”

“Baya keskin bir alet olmalı. Falçata gibi.”

“Apartman sakinlerinin ifadesi alındı mı?”

“Arkadaşlar alıyorlar. Yalnız kapıcı burada.”

“Bir görelim bakalım.”

Kırk, kırk beş yaşlarında, esmek, kirli sakallı, gariban görünümlü apartman görevlisi bizi görür görmez telaşla ayağa kalktı.

“Adın ne senin?” diye sordum.

“İdris, Komiserim. İdris Pektemiz.”

“Kaç yıldır bu binada çalışıyorsun?”

“On sene oldu. On senedir kapıcıyım burada.”

“Polisi sen aramışsın.”

“Evet, ben aradım. Rahmetli Sadi Bey amca apartman yöneticisiydi. Bu sabah hesap kitap işlerimiz vardı. Sabah erkenden gel demişti. Kapıya vurdum vurdum açan olmadı. Rahmetli çok uyumazdı, erken kalkar yürüyüş yapar, sağlığına dikkat ederdi. Asker gibi düzenli tertipli adamdı.”

“Kimi kimsesi yok muydu Sadi Bey’in?”

“Ben bunca yıldır tanırım kimseyle görüşmezdi. Komşularla bile arası yoktu.”

“Neden arası yoktu?”

“Ölenin arkasından konuşulmaz ama rahmetli biraz huysuz adamdı. Gelene gidene çok karışırdı. Gürültüye tahammül edemez, binanın önüne biri yanlışlıkla araba park etse hemen pencereden seslenir uyarırdı. Daha geçen hafta üst katındaki öğrenci ile kavgaya tutuşmuştu. Ama Allah rahmet etsin çok üzüldüm.”

“Anladım,” dedim İdris’e. “Sen buralarda ol gene ifadene başvuracağız.”

“Olur beyim.”

Ben kapıcıyla konuşurken Şefik evin içinde dolanıyor, etrafı inceliyordu.

“Ne çok dosya var dolaplarda,” dedi.

Haklıydı Şefik. Salondaki dolaplar dosya ile doluydu.

“Apartman sakinlerini dinleyelim,” dedim Şefik’e.

“Emredersiniz Başkomiserim.”

***

Sadi Bey’in komşuları genellikle kamudan emekli yaşlı insanlardı. Cinayetin şokuyla konuşmakta zorlanıyorlardı. Bu nezih semtte bırakın cinayeti, tek tük hırsızlık vakası dışında yıllardır herhangi bir asayiş olayı yaşanmadığını söylüyorlardı. Ancak komşuların buluştukları ortak ifade Sadi Bey’in üstü katında oturan üniversite öğrencisi Aytekin isimli gençle geçen hafta yaşadığı şiddetli tartışma idi. Güçlükle müdahale etmişler, ikiliyi ayırmışlardı. Aytekin’in zilini ısrarla çalmamıza rağmen kapıyı açan olmadı. İdris yanıma sokularak,

“Evde yoktur. Derstedir o bu saatte,” dedi.

Şefik’e dönerek “Delikanlıyı merkeze alın,” dedim. “Tanışalım kendisiyle.”

“Emredersiniz,” dedi Şefik.

Binadan ayrılırken İdris tekrar yanıma geldi, “Valla Başkomiserim,” dedi, “Bu işte Aytekin’in parmağı var gibi. Öldüreceğim bu herifi deyip azgın boğa gibi saldırıyordu. Zor aldık rahmetliyi elinden.”

Sorgu odasında korku dolu gözlerle bizi bekliyordu Aytekin. Stresten tırnaklarını yiyordu. Odadaki aynadan onu gözetlediğimizin farkında değildi.

Şefik’e “Hadi girelim,” dedim. İçeri girdiğimizde ayağa kalkıp kalkmamak arasında kararsızlık yaşadı.

Şefik “Otur!” dedi sertçe. Sandalyenin ucuna ilişti genç adam. Aniden bağırmaya başladı.

“Ben bir şey yapmadım. Katil değilim.”

“Sus!” diye bağırdı Şefik. “Neden öldürdün adamı?”

“Vallahi öldürmedim Komiserim,” diyerek sindi.

“Herkesin içinde söylemişsin, öldüreceğim,” demişsin. “Bütün bina şahit.”

“Bir anlık öfkeyle söyledim. Gelenime karışır, yüksek sesle müzik dinlesem kapıcıyı yollar, sürekli huzursuzluk çıkarırdı. O gün arkadaşlarımla eve gelirken gürültü yaptığımız için uyardı, kafam güzeldi zaten, bir anda saldırmışım, hatırlamıyorum çok alkollüydüm.”

Bir sigara yakıp uzattım genç adama. İstekle aldı. Derin bir nefes çekti. Onu rahatlatmak istiyordum. Sakinleştikten sonra anlatmaya başladı.

“Ben kimseyi öldürmedim. Ara sıra tartışırdık ama onu öldürecek kadar aptal değilim. Bu sene son sınıftayım zaten, neden hayatımı mahfedeyim.”

“Şu an şüphelisin ve gözaltındasın Aytekin,” diye söze girdim.

“Zaten suçlu değilsen merak etme bizim için zor değil bu cinayeti çözmek. Banyonda kurumuş kan lekeleri tespit edildi. Elindeki bandaj ne öyleyse?”

“Yemin ediyorum birkaç gün önce kız arkadaşımla kavga edip aynaya yumruk atmıştım. Önemli bir kesik değildi. Evde kendimiz müdahale ettik.”

Şefik dayanamayıp lafa karıştı. “Oğlum ne vukuatlı çıktın sen. Psikopat mısın nesin?”

“Komiserim, seviyorum ne yapayım.”

“Ya odandan çıkan bir tomar paraya ne demeli?” diye devam ettim. “Binaya kamera sistemi takılması için toplanan paralar da kayıp. O gece eve girdin, Sadi Bey’in gırtlağını kesip paraları aldın.”

İyiden iyiye korkmuştu delikanlı. Derin nefeslerle sigaraya asılıyordu.

“Sevgilimle biriktirdiğimiz para o. Yurtdışına yerleşeceğiz ileride. Para biriktiriyoruz. Söyledim ya ben kimseyi öldürmedim.”

Aytekin’i sorgu odasında bırakıp büroya geçtik. Şefik birer kahve hazırlayıp karşıma oturdu.

“Kesin bu psikopat öldürdü adamı,” dedi kendinden emin bir ifadeyle.

Kahvemden bir yudum aldıktan sonra, “Eline sağlık,” dedim, “Kahve güzel olmuş.”

Sadi Bey’in görünürde düşmanı yoktu, kendi halinde emekli bir öğretmeni kim öldürür diye düşünüyordum. Aytekin şüpheliydi. Katil olma ihtimali yüksekti. Arkadaşların yaptıkları tespite göre kapı zorlanmamış, katil içeriye rahatça girmiş, boğuşma olmadan maktulun gırtlağını kesmiş, evi dağıtmadan paraları almış, çıkıp gitmişti. Ardında hiçbir delil bırakmamıştı. Odamda bunları düşünürken telefonum çaldı. Sekreterim ziyaretçim olduğunu söyledi. İçeri almasını söyledim. Odaya yüzündeki yorgun ifadeye rağmen duru güzelliği ilk bakışta dikkati çeken kırklı yaşlarda bir kadın girdi.

“Merhaba,” dedi. “Ben Sadi Kızılırmak’ın kızı İmge.”

Beklemiyordum böyle bir ziyareti. Gerçi Sadi Bey’in bir kızı olduğunu biliyorduk ama yıllar önce Bodrum’a yerleştiğini tespit etmiştik.

“Buyurun İmge Hanım,” diyerek kendisine yer gösterdim.

Teşekkür ederek oturdu. Üzüntülü olduğu belliydi.

“Sizinle konuşmak istedim” diyerek söze girdi.

“Başınız sağ olsun. Çok zor bir durum.”

“Evet, öyle gerçekten. Babamla yıllardır görüşmezdik. Üniversite eğitimim bittikten sonra Bodrum’a yerleştim. Orada evlendim. Bağımız kopmuştu nerdeyse. Haberi internette gördüm.”

“Sadi Bey nasıl biriydi?”

“Babamın her zaman renkli bir kişiliği vardı. Müziğe tutkundu. Bir de anneme. Annemi kaybedince kabuğuna çekilmişti. Sanırım bana da kırgındı yaptığım evlilikten ötürü.”

“Torunlarını özlemez miydi?”

 

Genç kadının yüzüne ince bir hüzün dalgası yayıldı.

“Çocuğumuz olmadı.” dedi. “Belki de bu nedenle dargındı bana.”

“Babanızı son olarak ne zaman görmüştünüz?”

“En son yılbaşında gelmiştim. Tatsızdı. Yalnızlığı kabullenmiş gibiydi. Açıkçası artık beni kızı gibi görmediğini anlamıştım. Ama dediğim gibi gene yürüyüşünü yapıyor, gereksiz bütün evrakları saklıyor, müzikle ve apartmanın işleriyle zaman geçiriyordu. ”

“Teşekkür ederim hanımefendi. Gelişme oldukça sizinle irtibata geçeceğiz. Daha fazla yormayalım sizi.”

“Ben teşekkür ederim,” dedi İmge Hanım hüzünle. Ağır aksak adımlarla odadan çıktı.

Odamın penceresinden sokağı izliyordum. Doğa uyanmış, ağaçlar yeşermişti. İçimde tarifi zor bir neşe vardı. Baharı çok seviyorum diye düşünüyordum ki telefonum çalmaya başladı. Açtığımda karşımda Şefik’i buldum. Heyecanlıydı.

“Başkomiserim size geliyorum.”

“Ne oldu oğlum, ne bu heyecan?”

“Gelince anlatırım. İşler karıştı.”

“Tamam, acele et.”

Abartmaya bayılırdı Şefik. Tez canlı çocuktu. Gene her zamanki gibi anlamsız işleri büyütecek diye düşündüm. Ocağa çay suyu koymak için mutfağa yöneldiğim sırada kapı çaldı. Açar açmaz içeri girdi Şefik.

“Yavaş be oğlum.”

“Kusura bakmayın amirim. Anlatacaklarım çok mühim.”

“Anlat bakalım.”

“Şu bizim kapıcı İdris gözaltında. Sadi Bey’in evindeki paraları meğerse o çalmış.”

“Nasıl olur?”

“Vallahi Başkomiserim ben de şaşırdım. Birkaç gündür arkadaşlar takipteydiler İdris’i. Şüpheli hareketleri vardı. Sürekli bankalara, döviz bürolarına girip çıkıyordu. Sorguya almışlar. En sonunda ötmüş. Evinde yapılan aramada da Sadi Bey’in evinin yedek anahtarı çıktı.”

“Ya cinayet? Cinayeti de o işlemiş olmasın?”

“Orası şimdilik belli değil. Nuh diyor peygamber demiyor hergele. Hırsızlık tamam ama ben öldürmedim diyor.”

Şefik’in anlattıkları beni bir hayli şaşırtmıştı. İdris sorgusunda olay günü Sadi Bey’in zilini ısrarla çaldığını, içeriden yanıt gelmeyince de yedek anahtarla kapıyı açtığını, Sadi Bey’in cesediyle karşılaştığını, apartman sakinlerinden toplanan paraların yerini bildiği için şeytana uyarak paraları aldığını, sonra da polisi aradığını, ama cinayeti kendisinin işlemediğini söylüyordu. İşler karmaşık bir hal almıştı. İki şüpheli de reddediyordu cinayeti işlediklerini. Ama tutuklanmaktan kurtulamamışlardı. İçimi kemiren bir şüphe vardı gene de. Bu cinayetin tam olarak aydınlatıldığını düşünmüyordum nedense. Önsezi mi yoksa mesleki deneyim mi bilemiyordum. Şefik’e de bahsettim bu şüphemden.

“Başkomiserim, yanlış anlamayın ama gayet açık her şey.”

“Neymiş açık olan Şefik?”

“Ne olacak. İkisi bir olup öldürmüşler adamı işte. İdris de ilk başta şüpheyi Aytekin’in üzerine çekip paralara konacağını düşündü.”

“Bilemiyorum Şefik. İçimde bir huzursuzluk var.”

“Yoruldunuz. Hazır bu işi çözmüşken isterseniz şu ertelediğiniz tatile çıkın.”

İmge Hanım babasının gereksiz evrakları bile sakladığını söylemişti. Gerçekten de Sadi Bey’in evindeki dosyaları incelediğimizde su, elektrik, telefon faturalarını yıl yıl tasniflediğini, apartman gelir ve giderlerini düzenli olarak kaydettiğini, hiçbir resmi evrakı atmadığını, hatta yaptığı en küçük alışverişin bile fişini sakladığını görmüştük. Günlerdir bu dosyaları inceliyordum. Son altı aydır Sadi Bey’in harcamalarında dikkatimi çeken bir şey vardı. Sağlığına dikkat eden, her gün aksatmadan yürüyüşünü yapan, yaşına göre genç görünen Sadi Bey’in aynı pizzacıdan bu kadar çok sipariş vermesi ister istemez kuşku uyandırmıştı içimde. Altı aydır günde en az bir defa pizza sipariş etmişti. Bu sayı bazen iki hatta üç oluyordu. İçimi kemiren şüpheye daha fazla engel olamadım. Zaman kaybetmeden Şefik’i de yanıma alıp fişte yazılı adrese gitmeye karar verdim. Yolda bizimkine bundan bahsetmedim.

“Nereye gidiyoruz Başkomiserim?” diye merakla sordu Şefik.

“Pizza seversin değil mi?”

“Sevmez miyim?”

“İyi öyleyse öğlen yemeğin benden.”

Anlamsızca yüzüme bakıyordu Şefik. Bu da nereden çıktı diyordu içinden biliyorum. Pizzacıdan içeri girdiğimizde birkaç genç masalarında pizzalarını yiyorlardı. Görevlinin yanına giderek cinayet masasından olduğumu, dükkân sahibini görmek istediğimi söyledim. Sipariş vermek için sabırsızlanan Şefik şaşırmıştı.

“Hani pizza yiyecektik. Ne yapacaksınız dükkân sahibini?”

“Biraz daha sabret Şefik. Şu işi bir halledelim de daha çok pizza yeriz merak etme.”

İşletme sahibi ürkmüş bir ifadeyle yanımıza geldi. Kendisine duruma anlattım. Cinayeti medyadan öğrendiğini söyledi. Ondan şüphelenmemiştim zaten. Personel bilgilerine ihtiyacımız olduğunu söyledim. Bahçelievler’e hangi kuryenin sipariş götürdüğünü sordum. Tuğrul adında bir gencin o civara baktığını ama bugün izinli olduğunu söyledi. Hemen genç adamın adresini alıp hızla dükkândan çıktım. Arkamdan koşturan Şefik halen ne yapmak istediğimi anlamamıştı.

“Başkomiserim Allah aşkına bir durun nereye gidiyoruz?”

“Az kaldı Şefik birazdan öğreneceksin.”

Adrese geldiğimizde kapıyı yaşlı bir kadıncağız açtı. Tuğrul’un evde olmadığını söyledi. Kimliklerimizi gösterip içeri girdik. Bir cinayet soruşturması yürüttüğümüzü, Tuğrul’u aradığımızı söylediğimde yaşlı kadıncağız koltuğa zor attı kendini. Tuğrul’um yapmaz öyle şey diyerek ağlamaya başladı. Kocasını kaybettikten sonra tek göz ağrısı olan oğlunu ne zorluklarla büyüttüğünü anlatmaya başladı.

“Tuğrul daha önce çalışır mıydı?” diye sordum yaşlı kadına.

Kanlı gözlerini elinin tersiyle silerek yanıtladı sorumu.

“Hiç gün yüzü görmedi ki garibim. Babasının kundura ustası bir arkadaşı vardı onun yanında çalışırdı daha çocukken.”

“Kundura ustası mı?” diye sordum birden.

Şefik şaşırmıştı bu tepkime.

Kadıncağız sözlerine devam etti.

“Evet, rahmetli kocamın bir ahbabı vardı Durmuş adında. Tuğrul’u yanına vermişti bir zanaat öğrensin de eli ekmek tutsun diye. Ama Tuğrul sevmedi o işi. Babası ölünce ayrıldı oradan. Kalfa olmuştu hâlbuki.”

O sırada kapı açıldı. Karşımızda beliren genç adam sakin adımlarla yürüyüp annesinin yanına oturdu. Kumral, kıvırcık saçlı, koyu yeşile çalan gözleriyle bir aktör kadar yakışıklıydı. Hepimizin şaşkın bakışları altında, annesinin elini tutarak konuşmaya başladı.

“Neden burada olduğunuzu biliyorum. Zaten bir gün geleceğinizi biliyordum, ama açıkçası bu kadar erken beklemiyordum sizi. O yaşlı herifi ben öldürdüm, evet. Apartmandaki öğrencinin siparişlerini götürdüğümde kapıyı açar dikkatle yüzüme bakardı. Önceleri tesadüf sanıyordum bu karşılaşmaları. Daha sonra sıklaştı. Kendisi de sipariş vermeye başladı ilerleyen zamanlarda. Sizin pizzalarınızı çok beğeniyorum, derdi. Gün içinde birkaç kez pizza götürdüğüm bile oluyordu ona. Meğer kendi yemezmiş de hayvanlara verirmiş çoğu zaman. Gel zaman git zaman hareketlerinden şüphelendim, pizza paketini uzatırken elimi okşuyor, içeri davet ediyor, bir şeyler ikram edebileceğini söylüyordu. Sonunda davetini kabul ettim. Başta oyun gibi gelmişti. Sonra işi abarttı, udunu alıp küçük konserler vermeye başladı bana. Beni içeri alıyor, bir sahne sanatçısı gibi süsleniyor ve sanatını icra ediyordu. Tabii ufak ufak taciz etmeye de başlamıştı. Gözlerime anlamlı anlamlı bakıp saçımı okşuyor, yalnızlıktan bıktığını söylüyordu. O gün ondan kurtulmaya karar verdim. Zaten evine rahatlıkla giriyordum. Kimseye görünmeden içeri aldı beni. Gene güzel şarkılar, içli nameler döktürdü. İlerleyen saatlerde yatak odasına geçtik. O anda ellerini yüzümde gezdirmeye, parmaklarıyla saçlarıma dokunmaya başlayınca kendimi kaybetmişim. Cebimdeki falçatayı çekip bir anda gırtlağını kestim.”

Genç adam konuştukça annesi ağlayıp dövünüyordu. Bizim Şefik de donmuştu, hiçbir tepki göstermeden anlatılanları dinliyordu. Bakışlarını boşlukta sabitleyen Tuğrul devam etti.

“Çocukken yapmaya cesaret edemediğim şeyi büyüyünce yapmıştım. Ustam Durmuş Efendi de oramı buramı sıkar, seviyor gibi görünüp taciz ederdi beni. Sözde babamın arkadaşıydı. Büyüdükçe kavrıyordum. Sevmekten öte şeylerdi yaptıkları. Kalfa olduğum gün bana bir kalfa bıçağı hediye etmişti. Masatta her gün bileylerdim bıçağımı. Durmuş’un gırtlağını keseceğim günü hayal ederdim hep, ama yapamazdım. Babam hastaydı, çalışmam gerekiyordu. Yıllarca bu nefreti içimde taşıdım amirim. Sonrası da işte bildiğiniz gibi.”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar