Seri cinayetlerde artış
1980’ler adeta seri katil doğanlar yılıydı. İstatistiklere göre tüm dünyada üç günde bir, ya bir seri katil, ya bir kişi seri katil şüphesiyle tutuklanıyordu ya da bir seri katil cinayet işliyordu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de seri katillerin konuşulacağı bir ülkeye dönüşüyordu. Her ay bir seri katil her hangi bir ülkede, ama en çok ABD’de, manşetleri süslüyordu. 1960’lı yıllara kıyasla, yirmi yıllık bir sürede cinayet sayıları üç katına çıkmıştı. Sadece ABD’de 1980 yılında, yirmi üç binden fazla insan bir cinayete kurban gitmişti.
1983’de başka bir çift, seri katil olarak gündemi meşgul etti. Cynthia Coffman ve James Gregory Marlow çifti California’dan Arizona’ya seyahat ederken, dört kadını gasp edip, boğarak öldürdüler. Aynı yıl Arthur Gary Bishop, dört genç erkeğe tecavüz edip öldürdüğünü itiraf etti. Mormon tarikatından atıldıktan sonra bunalıma giren Bishop, çareyi öldürmekte buldu. İşlediği cinayetlerin sorumlusu olarak şeytanı gösterse de, yargılandıktan sonra idam edilmekten kurtulamadı.
Danimarka ve Avusturya, özellikle sağlık sektöründen seri katilleri ile gündeme geliyordu. Ölüm ile yaşam arasındaki hazzı yaşamakta olan bu katiller, kurbanlarını çeşitli yöntemlerle öldürüyorlardı. Waltraud Wagner, Linz General Hastanesinde hemşire olarak görev yaparken, seri cinayetlerine başladı. Yirmi üç yaşındaki hemşire ilk cinayetini yetmiş yedi yaşındaki bir hastayı öldürerek işledi. Yaşlı kadın hemşireden acılarına son vermesi için yardım isteyince, yüksek dozda morfin kullanarak öldürdü. Bu güç hoşuna gitmişti. Bu gücü başka iş arkadaşlarına da sunmak istedi. Aynı hastanede hemşire olan Maria Gruber, Ilene Leidolf ve Stephanija Mayer, Wagner tarafından eğitildiler. En sevdikleri öldürme şekli, hastaların burun deliklerini kapatırken, onları su içirmeye zorlamaktı. Özellikle sevmedikleri hastaları tercih etmeye başladılar. Seri cinayetler, hastanede görev yapan bir doktorun tüm olup bitenleri duymasıyla birlikte son buldu. Dördü de 7 Nisan 1989’da tutuklandılar. Hep birlikte toplamda kırk dokuz cinayet işlediklerini itiraf ettiler. Ancak Wagner’in kurban sayısının iki yüzün üzerinde olduğu söylentisi etrafta dolanmaktaydı. Wagner on beş cinayet, on yedi cinayet teşebbüsünden ötürü ömür boyu hapis cezası alırken, Leidolf beş cinayetten ötürü ömür boyu hapis cezası aldı. Diğer iki hemşire ise cinayete yataklık etmekten ötürü on beşer yıl hapis cezası aldılar.
1982’de Avustralya’da, bir ay içinde dört kadın cesedi bulundu. Polisin, David ve Catherine Birnie çiftinin peşine düşmesi, genç bir kız sayesinde oldu. Kız perişan bir şekilde polise başvurarak, bahsi geçen çift tarafından evlerinde esir alındığını ve kaçmayı başardığını söyledi. Tutuklanmanın ardından cinayetleri nasıl işledikleri anlaşıldı. Cinayetler bir gün kendiliğinden başlamış. Evlerinin kapısını çalan bir genç kızı içeri davet ettikten sonra, kıza tecavüz edip öldürmüşler. Kız öldükten sonra, başka bir kız avına çıkmışlar. Pençelerinden kurtulmayı başaran on beş yaşındaki kız, günlerce evde esir tutulmuş, defalarca tecavüze uğramış ve işkenceye maruz kalmıştı. Tek duruşma neticesinde çift ömür boyu hapis cezası aldı.
Ölüm Melekleri
Doktorların ve hemşirelerin hastalarının yaşam ve ölümleri ile ilgili karar verici güçlerini kullandıkları yeni bir tespit değildi. Ancak 1980’lerdeki artış endişe vericiydi. Genene Jones isimli hemşirenin en büyük zevki, hastanedeki bebeklere kas gevşetici enjekte edip öldürdükten sonra, onları kollarına alarak morga götürmekti. Hastane yönetimi tarafından görevden alınıp, bir özel muayenede çalışmaya başladığında yargılanmaya başlandı. Toplamda kırk yedi cinayetten ötürü suçlu bulundu.
Ekim 1985 ile Şubat 1986 arasında Georgia’da ki bir hastanede şüpheli ölümlerin gerçekleşmesi üzerine, Terri Rachals tutuklandı. Altı hastaya potasyum klorid enjekte ettiği anlaşılan hemşire, tüm delillere rağmen sadece ağırlaştırılmış müebbet ile yargılandı.
Bobbie Sue Terrell evlere giderek hasta bakıcılığı yapıyordu. Dört hastası kısa sürede ölünce, tutuklandı. Münchausen sendromu ve şizofreni teşhisi konulan Terrell’in, daha önceden polise başvurduğu anlaşıldı. Kendisine zarar verdikten sonra polisi arayarak, bir seri katilin saldırısına uğradığını iddia etmişti. 1988’de yargılandıktan sonra altmış beş yıl hapis cezası aldı.
Sağlık sektöründe görev yapan katilleri tespit etmenin zor yanı, hangi ilaçların ne tür tepkiler doğurduğunu iyi bildikleri için cinayetlerini ispatlamaktı.
Şu ana kadar bahsedilen hemşire seri katiller, bir sonraki örneğin yanında masum sayılabilecek cinstendi. 1987’de yirmi üç yaşındaki Gwendolyn Gail Graham ile yirmi dört yaşındaki Catherine May Wood, Alpine Manor Nursing Home Enstitüsü’nde hemşire olarak görevliydiler. İlaçlarla deneyler yapmayı seviyorlardı. Daha büyük bir orgazm yaşamak için bir ilaç karışımı bulmaya çalışırlarken, Graham daha heyecan verici bir oyun keşfetti. Adını ‘Katil Oyunu’ koydukları oyunun amacı, öldürdükleri hastaların soyadlarının baş harfinden ‘Murder’ (Katil) kelimesini tamamlamaktı. Wood gözlemcilik yaparken, Graham seçtikleri hastaları öldürmekteydi. Bir süre sonra Graham iş arkadaşı Wood’un gözlemciliği ile yetinmedi ve onun da hastaları öldürmesi konusunda baskı yapmaya başlayınca oyun bozuldu. Wood daha fazla dayanamayarak hem kendisini, hem de Graham’i ihbar etti. Wood cinayete yataklık etmekten ötürü kırk yıl hapis cezası alırken, Graham ömür boyu hapis cezası aldı.
Çocuk bakıcıları arasında da seri katiller var. Christine Falling üç çocuğu öldürdükten sonra televizyondan gelen “Bebeği öldür” emri ile cinayetleri işlediğini söyledi. Yeni Zelanda’da Lise Jane Turner ikisi kendisinin olmak üzere, üç bebeği öldürdü. Debra Sue Tuggle seri katiller arasında nadir rastlanan siyahî kadın seri katildi. Dört çocuğu boğarak öldürdü.
Son olarak birde, kendi çocuklarını öldüren anne olan seri katiller var. Martha Ann Johnson kocasıyla ettiği her kavganın ardından ona ceza vermek için, dört çocuğunu birer birer öldürdü. Öldürme yöntemi ise eşsizdi. Johnson yüz kilonun üzerindeydi ve çocuklarını öldürmek için üzerlerine yatıyordu. New York’ta yaşayan Mary Beth Tinning, on dört yıl içinde sekiz çocuk dünyaya getirirdi. Ayrıca dokuzuncu çocuğu evlatlık edindi. Hepsi SIDS (Ani bebek ölümü) sebebiyle öldüler. Ancak bu durum yetkililer için son derece şüpheliydi. 1986’da gözaltına alındıktan sonra, tüm çocuklarını öldürdüğünü itiraf etti. Çocuklarının ölümünün ardından gördüğü ilgi hoşuna gitmişti. Bu ilgiyi yitirmemek için öldürmeye devam ettiğini söyledi. Sadece bir cinayetten ötürü yargılanan Tinning, ikinci derece cinayetten ötürü yirmi yıl hapis cezası aldı.
California’da yaşayan elli dokuz yaşındaki Dorothy Puente, yardımseverliği ile bilinmekteydi. Evinin odalarını makul bir paraya, muhtaç olan insanlara kiralıyordu. Odanın yanı sıra yemekte sunmaktaydı. Bunun karşılığında devlet tarafından para yardımı alıyordu. Evinde kalan bir kişinin kaybolması üzerine, sosyal hizmetlerden bir görevli kaybolan kişinin akıbetini araştırmaya karar verdi. Puente’nin komşuları evden gelen kötü kokulardan şikâyet edince, polis eskortu eşliğinde ev teftiş edilmek istendi. Manzara korkunçtu. Kafaları kesilip muşamba içine sarılı yedi ceset bulundu. Tamamı aşırı dozdan ölmüştü. Puente götürülürken şu açıklamayı yaptı; “Biliyor musunuz? Ben bir zamanlar çok iyi bir insandım.”
Puente’nin geçmişinin de karanlık olduğu sonradan anlaşıldı. Altmış karşılıksız çek sebebiyle mahkûm edilmişti. Ancak hapishanede diğer yaşlı mahkûmlara tehlike arz ettiği için serbest bırakılmıştı. Üç cinayetten ötürü ömür boyu hapis cezası aldı.
Missouride çiftçilik ile uğraşan yetmiş beş yaşındaki Ray ve altmış dokuz yaşındaki Faye Copeland, cinayet şüphesiyle tutuklandılar. Çiftlik arazilerinde beş erkeğe ait olan cesetler bulundu. Ayrıca çiftliklerinde bulunan bir not defteri ve içindeki isim listesi yeterince güçlü delil olacaktı. Bazı isimlerin yanına X işareti konulmuştu. Çalışanlarına maaş ödememek uğruna işledikleri cinayetlerden ötürü, her ikisi de idam cezasına mahkûm edildi. Bu çift, ABD tarihinin en yaşlı seri katil çifti olarak tarihe geçtiler.
1980’ler satanizm motifli seri cinayetler ile başlamıştı ve yine satanist bir seri katil ile son bulacaktı. Adolfo de Jesus Constanzo Başrahip iken, Sara Maria Aldrete Başrahibe idi. Cinayet serileri yirmi bir yaşındaki üniversite öğrencisi Mark Kilroy’un kaybolması ile birlikte son buldu. Kilroy, üç sınıf arkadaşı ile birlikte günü birlik Meksika sınırını aşmıştı. Ancak hiç biri geri dönmedi. Santa Elena çiftliğine düzenlenen uyuşturucu baskınında korkunç bir gerçek ortaya çıktı. Çiftliğin içinde bulunan sunak üzerinde kan, insan saçı ve sonradan anlaşılacağı üzerine insan beynine ait parçalar bulundu. Çiftlik satanik okült ayinler için kullanılmaktaydı ve birçok masum insan bu ayinler esnasında kurban edilmişti. Kayıp olan Mark Kilroy’un başsız bedeni ise çiftliğin arka bahçesinde, on dört cesedin konulduğu toplu bir mezarda bulundu.
Cinayetlerden sorumlu olan Constanzo ve Aldrete baskından önce kaçarak firar etmişlerdi. Müritlerine uyuşturucu ticaretine hizmet etmek için emir vermişlerdi. Ayrıca kendi güçlerine güç katmak için düzenli olarak insan kalbi ve beyni yiyorlardı.
1989’da bir kaç müridi ile birlikte Mexico City’ye firar eden Constanzo, yakalanacağını anlayınca müritlerine kendisini vurma emrini verdi, onlarda itaat ettiler. Aldrete ise firar etmeye devam etti. Ancak kısa sürede yakalandı. İşlediği cinayetlerden ötürü toplamda altmış iki yıla mahkûm edildi.