Polisiye romanın köklerini araştırdığımızda karşımıza öncelikle iki ayrı tür çıkar. Bunlar suç ve gizem (muamma) romanlarıdır. Ne gizem romanı ne de suç romanı tek başına polisiye roman sayılabilir. Hatta suç ve gizem bir araya geldiğinde de roman (tabii aynı zamanda hikaye) polisiye niteliği kazanmaz. Kazanması için, önce kurgunun içinde suçu araştıran bir kişinin bulunması; sonra, bu kişinin suçluyu yakalayarak gizemi, okuyucunun aklında hiçbir soru işareti bırakmayacak biçimde açıklaması gerekir.
Bu kurguyu, bu çervede ilk ortaya koyan Edgar Allen Poe oldu. Onu Sir Arthur Conan Doyle izledi. Başını Agatha Christie’nin çektiği İngiliz Ekolü polisiyeciler, Poe/Doyle ile Jane Auistin tarzını birleştirerek yepyeni bir tür yarattılar. Bu türün Amerika’da da pek çok takipçisi vardı. Ama Black Mask dergisinde toplanan bir kısım Amerikalı polisiye yazarları daha değişik bir yol izlediler ve polisiyenin sert (hard-boiled) türünü yarattılar. Black Mask dışında Dime Detective gibi başka bazı dergiler de bu türün yaygınlaşmasında önemli rol oynadı.
Burada sert kavramı, hem polisiye, hem de suç romanları için kullanılmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, her suç romanı polisiye değildir. Ancak sert polisiye edebiyatı ve sert suç edebiyatı arasında geçişgenlik çok fazladır.
Sert polisiye köken olarak Poe/Doyle tarzına dayansa da, beslenme kaynakları farklıydı. Bunlar arasında 19. yüzyılın kovboy hikayeleri, özellikle Amerikan İç Savaşı’na ait romanlar ve Nick Carter detektif romanları serisi başta geliyordu. 1920’lere doğru, modernist romanlar ve Hemingway’in yanı sıra, John Dos Passos ve Theodore Dreiser gibi sosyal adaletsizlikleri ve toplumsal düzeni eleştiren yazarların şehir ve işçi sınıfı üzerine yazdığı romanlar, sert polisiyeyi büyük ölçüde etkiledi.
İlk sert polisiye hikayeler, 1920’lerin ortasından itibaren Black Mask dergisinde yayınlandı. İlk sert dedektif kurgular da 1930’lardan itibaren boy göstermeye başladılar. Dashiel Hammet, Raymond Chandler ve Ross MacDonald bu türün yıldızlarıydı. Aynı dönemde sert suç ve gerilim kurguları da yazılıyordu. Özellikle, kara romanın babası sayılan James M. Cain, Horace McCoy, Cornell Woolrich ve Dorothy B. Hughes bu türün önde gelenleriydi.
1950 ve 60’lı yıllarda karton kapaklı kitapların yükselişiyle birlikte sert dedektif romanları nitelik olarak zayıflarken, satış miktarı açısından parlak bir döneme girdi. Ruh hastası kahramanların da görülmeye başlandığı bu dönemde, Mickey Spillane, Jim Thompson, David Goodis, Charles Willeford gibi yazarlar, sert polisiye geleneğini sürdürdüler. Bu yıllarda ve 1970’lerde, sert suç ve gerilim romanlarında antikahramanlar boy gösterirken; kıyamet, paranoya ve cinsel takıntı gibi temaların kullanıldığı görüldü. 1970’lerin önemli bir sert polisiye yazarı da James Crumley’di.
Geleneksel biçim, tema ve klişelerine sadık bir sert polisiye kurgu hâlâ vardır. Lawrence Block, Walter Moseley ve George Pelecanos, çağdaş sert polisiye diye adlandırılan bu türün en önemli temsilcileridir.
Günümüzde sert polisiye, polisiye olma niteliğini korumakla birlikte büyük ölçüde gelenekten sapmış, ancak şiddet ve cinsellik gibi bilinen ve yaygın unsurlarını muhafaza ederek, salt polis yöntemleri ve kriminal araştırma kurgularına dönüşmüştür.
Sert suç ve gerilim romanları ise kara romanın şemsiyesi altına girmişlerdir. Martin Amis, Susannah Moore, Jean-Patrick Manchette bu türün en dikkat çekici temsilcileri olarak sayılabilirler. James Ellroy gibi, çağdaş sert polisiye ile kara roman arasında bir yerde duran yazarlar da vardır.
1930’ların sert polisiyesinden geriye ne kaldı sorusu sorulabilir. Özellikle nostaljik bir çekiciliğin varlığı göz ardı edilemez. Karanlık ve pis bir şehirdeki, trençkotlu dedektifin umutsuz bakışı ya da sırtında sabahlığı, elinde minik bir tabancayla kötü kadının (femme fatale) merdivenlerden inişi elbette hâlâ birçok polisiye meraklısını etkilemektedir. Ama diğer yandan, şiddetin, devlet bürokrasisindeki yolsuzlukların ve her türlü iktidar sahibinin elinde kötüye kullanılan güçle ilgili sorunların günümüzde 1930’lardakinden daha aşağı kalır bir yanı olmadığını hatırlayınca, sert polisiye kurgunun neden hâlâ polisiye bir hikaye anlatmada işe yarar bir form olduğunu daha kolay anlayabiliriz.