Geçen sayımızda Ve birlikte o vahşi sulara gömüldüler diye bitirmiştik komşumun son macerasını. Ve hepinizin gayet iyi bildiği gibi komşum bütün ününü katilin ya da zalimin hep bir adım önünde olma becerisine borçludur. Suçun doğasını neredeyse daha işlenmeden tespit edebilmesinde en önemli sebeb, beş “n” – ne, niçin, ne zaman, nerede, nasıl- prensibine bağlılığıdır. Neyin, niçin, ne zaman,nerede, nasıl gerçekleşeceğini tespit ettiği an suçluyu suç üstü yakalamakta ustadır.
Böylece zamanın önüne geçer. Zamanın önüne geçmesi ise onu bütün zamanların dedektifi haline getirir ki o yüzden biz fanilerden farklıdır. Dolayısıyla hiç yaşlanmaz.
Onu iyi taklit edenler oldu gerçi. Agatha Christie’nin Jane Marple’ı mesela – her ne kadar komşum gibi genç yaşta olmasa da, Bayan Marple, yaşını başını almış bir hanımefendi haliyle hiç değişmeden, aynı teknikle çalışanlardan biridir.
Gerçi komşum bu tekniği deneme yanılma yöntemiyle, üstelik hayatı pahasına bir yöntemle öğrendi. Ve öğrenirken de neredeyse hakikaten hayatını kaybetme tehlikesini atlattı. “Son Macera”sında katiliyle birlikte vahşi sulara gömüldü. Allahtan maceralarını okuyanlar imdadına yetişti de son anda ölümün kapısından onu gerisin geri getirdiler. Böylece tamamen dünyevi, ulvilikle, dinle, allah ya da peygamberle, ve ya gerçek üstülükle, ya da fantazi ile hiç bir alakası olmaksızın, düpedüz seküler bir tasvirle hayata sapasağlam dönebildi.
Komşumu o zalim katil düşmanı Profesör Moriarty’nin bir adım önüne geçiren cesaret, o meşhur Reichenbach şelalesinde boğaz boğaza boğuştukları anda, dünyayı bu zalimden kurtarmanın tek yolunun, onunla birlikte uçuruma düşmek olduğunu gördüğü andaki cesaretidir. Moriarty’den silkinemeyeceğini anlar anlamaz zalimin hiç beklemediği şeyi yapıp onunla birlikte uçuruma düşmeyi göze alır.
Komşum o cesareti sayesinde tarihin ilk “kendi katilini yakayan dedektifi”dir. Kendi katilini yakalamak, dedektif tarihinde ikinci kez, ondan ancak tam bir asır sonra bir tek New York’lu aşk ve sanat suçları dedektifi Samuel Simontaut’ya nasip olmuştur ki, o da bir sanat eseri sayesinde, Ölümün Şarkısı Özgürdür macerasındadır.
Holmes, zalim Moriarty ile uçuruma düşmesi hadisesinden yirmi yıl sonra böyle bir kere daha ölümün eşiğine geldi. “Ölmekte Olan Dedektif Macerası”nda. Ölüme ramak kala Doktor Watson’u yanına çağırdığında. Holmes’u ölüm döşeğinde gören Watson ’ın nasıl şoka düşdüğünü tahmin edersiniz. Bayan Hudson Holmes’ün üç gün boyunca ağzına tek lokma koymadığını, bütün ısrarlarına rağmen ona bir yudum su bile içeremediğini yana ağlaya ona anlatınca Watson arkadaşını kurtarmakta pek geç kaldığını düşünerek büyük bir ümitsizliğe bile kapıldı.
Çaresiz halde bir şeyler yapabilmek için çırpınırken, perişan hasta, ateşli, bitik haliyle bir iki kelimeyi zar zor söyleyebilen komşum, Watson’a hastalığının son derece bulaşıcı olduğunu, o nedenle asla yanına yaklaşmaması talimatını vererek doktoru iyice çaresiz bıraktı. Watson bu sefer bir uzmana başvurmayı düşündü ama Holmes onun düşüncelerini okur okumaz birilerine haber vermeden önce bir kaç saat beklemeleri gerektiğini de doktora belirtti.
Hayatta en sevdiği dostunun gözünün önünde eriyip gitmekte olduğunu seyretmeye daha fazla dayanamayan Watson, Holmes’un odasındaki bir kaç eşya ile kendini meşgul etmeye kalkışıp, masanın üzerinde bulunan fildişi kutuya uzanmaya yeltenince ölüm döşegindeki dostundan bir de “eşyalarına dokunulmasını sevmediği” ifadesiyle sevimsiz bir zılgıt yemesin mi! Siz kendinizi doktorun yerine koyun, işte komşumun tipik cesareti.
Nihayet o akşam saat 6’yı vurduğunda Holmes Watson’dan Lower Burke sokağı 13 numarada oturan Bay Culverton Smith’e haber etmesini, Holmes’ün onu görmek istediğini belirtmesini söyledi de Watson artık iyice cılızlayan bir ümitle hemen harekete geçti. Holmes Watson’a Bay Smith eve varmadan önce geri dönmesini de tembihledi.
Watson Smith’in Lower Burke sokağındaki ikametine vardığında evin beyinin kimseyle görüşmediğini belirterek kapıyı suratına kapatan bir koruma ile biraz dalaşmak durumunda kaldı gerçi. Nihayet Doktor Watson, komşum tarafından gönderildiğini Smith’e duyurmayı başarınca ev sahibinin tavrı değişti. Smith, Baker sokağına gelmeyi hemen kabul etti.
Holmes’u ölüm döşeğinde bulan Smith’in bütün o ,endişeli hali bir anda kayboldu ve pek rahatladı. O kadar ki,Watson’ın perde arkasında saklandığını bilmediği ve düşünemediği için, Holmes’u da aynı yeğeni Victor Smith’i öldürdüğü teknikle öldürdüğünü hiç sakınmadan hem de komşumun perişan yüzüne karşı keyifle itiraf etti. Hatta her kelimesinden sadist bir zevk ala ala anlattı. Holmes’a gönderdiği yaylarından biri zehirli olan fildişi kutuyu masanın üzerinden alıp rahat rahat cebine atıverdi. Sonra oturup Holmes’ün ölümünü zevkle seyredeceğini de ifade etti. Alaylı bir sesle komşuma son bir arzusu olup olmadığını da sormasın mı? Bizimki gaz lambasını biraz daha açmasını isteyince böyle makul bir son arzuyu anında yerine getiriveren katil, keyfi iyice yerine geldiğinden “başka?” diye sorunca, o ana kadar ölüm döşeğinde yatan komşum dipdiri canlanıverip “bir cigara ile bir de ateş lütfen!” demesin mi?
Meğer bizimki Doktor’un Smith’i çağırmaya gittiğinde rolünü inandırıcılıkla oynayabilmesi için üç gün yemeyip içmeden kendisini sarartıp soldurmuş, yani hakikaten hasta etmiş, yanına yaklaştırmama sebebi de Watson’ın işin aslını hemen anlamaması içinmiş! Smith’in ona gönderdiği zehirli fildişi kutuyu ise, yirmi yıl önce “Son Macera”da öğrendiği beş “n” prensibi sayesinde öngörebildiği için zaten asla açmaya kalkışmamış!
www.sebnemsenyener.com